Nasıl ki her ferdin kendine göre bir hakikati var ve “hakikatin hakikati” bir şahısta (Gaye İnsan-Ufuk Peygamber) tecelli ediyor, öyleyse yanlışta (her şey zıddıyla kaimdir sonuçta) birilerinin şahsında (Gaye İnsan-Ufuk Peygamberin zıddından delillendiricisi olmak kaydıyla) tecelli etmeli (suretler görünmeden mânâlar ebediyen görünmez ne de olsa). Nasıl ki hemen her konunun ve durumun bir remz şahsiyeti var, öyleyse hemen her şahsiyet az veya çok, ulvi veya süfli bir konunun “remz”ini belirtmeli. Öyleyse bizler yalnızca şahıslara bakarak bir şeyler öğrenebilir, farklı mânâlar çıkarabiliriz. Hatta yaşadığımız yüzyılın özetini şahıslardan yaptığımız bu mânâlardan çıkarabiliriz. Tabi öncelikle bunu yapabilecek “yüzyıla hâkim göz”den pay sahibi veya ona nisbet bağının olması şart! Öyleyse gelin çevremde gördüğüm bazı şahıslardan tüten mânâyı benim amatör kalemimden incelemeye.
Anadolumun güzel insanı çıkıyor Dicle kenarında kurdunu koyunun kapmasından dert yanıp, devlete verip veriştiriyor. İyi de amcam, şimdiki devlet o devlet değil, şimdiki sistem o sistem değil! Ama bir yandan da insanı sevindiriyor bu durum. Çünkü görüyoruz ki, Anadolu insanı “öz devletini” unutmamış, onu “ebed müddet” mânâsına nişan olarak kalbinde yaşatıyor ve onu zahire çıkaracak olan kahramanları ve günü bekliyor!
Malumunuz olduğu üzere 7 Haziran’da yapılan seçimlerden sonra Ak Parti tek başına iktidar olamamış, karşı cephenin koparttığı gümbürtü neticesinde sanki iktidardan düşmüş gibi bir korku yaşanmıştı kimilerince. Hatta kimilerinde (daha çok ılımlı ve “muhafazakâr demokrat”laşmış olanlarda) “Eğer Akp düşerse yeni bir 28 Şubat yaşarız” korkusu dile gelmeye başladı. İyi güzel de, bugün bizler bu kadar yozlaşmışken, inandığımız gibi değil yaşadığımız gibi inanıyorken, dinimizin, dilimizin, beynimizin, ilmimizin, ırzımızın, evimizin, kinimizin, öcümüzün kavgasını vermiyor ve vermeye de yanaşmıyorken neden birileri çıkıp bir 28 Şubat daha tezgâhlasın ki? Zaten Cumhuriyetin ilk yıllarında amaçlanan bu yozlaştırmaydı ve 28 Şubat bu yozlaşmaya karşı çıkan ve bunu başaranları ezmek maksadlı tezgahlanmıştı. Şimdi bizler bu yozlaştırmanın amacına uygun hale gelmişken neden bir 28 Şubat yaşatsınlar ki?
Bir diğer profilse İslâm’ı ve Büyük Doğu-İbda’yı kendine kuşanılacak bir hal ve şuur olarak görmekten ziyade onları ilgi çekmeye yönelik üzerinde tartışılacak bir zemin olarak görme hatasına düşenler. Malumunuz olduğu üzere, İslâm çağlara hitap eden ve bu toprakları ihya eden dindir. Yine Büyük Doğu-İbda İslâm’ın emir subaylığı olarak yaşadığımız Yüzyılın İslâm Diyalektiği olarak ve insan ve toplum meselelerine dair çözüm getirici bir anlayış olduğundan ferdin yüksek alakasını cezbetmektedir. Ne yazık ki bu durum bazılarının istismar sahası haline gelmiş, kimilerinin de kendisine yapılan alkışlar gözünü kör etmiş ve “dava” için çalışır değil, “ilgi ve alaka” için çalışır hale gelmiştir. En kötüsü de Büyük Doğu-İbda’ya borçlu olduğu fikir istidadıyla kendinden fikirce çok aşağıda olanlara adeta caka satma işi. İnsanın davaya ihanet diyeceği geliyor ama yine de biz kimsenin günahını almayalım, çünkü kendimizde bu davaya mükemmel hizmet eden erler değiliz! Hani Resulullah (s.a.v) Efendimizin “Ekber cihad” diyerek büyüklüğüne dem vurduğu düşman olan nefsin bizlere kurduğu tuzaklardan biri de bu gördüğüm kadarıyla. Fakat bu dava büyük bir dava olduğu için, bu durumun sonuçları da ağır olmakta ne yazık ki. Şükürler olsun ki Mevla’nın rahmeti gazabını geçmiştir!
Bugün ümmetimizi saran hakikatini bulamamış anlayışlardan biri de “benim şeyhim, liderim diyorsa doğrudur, bir bildiği vardır” anlayışı. Artık bir yerden sonra nispet noktası ne Şeriat oluyor ne de akıl ve izan. Bir de bu “muhakkak bir bildiği” olan kişinin rüyaları ve ilhamları varsa! Tabii ki burada hakiki mânâ ehlini tenzih ve takdir ederiz. Onlara karşı büyük bir saygı ve hürmet gösterir ve yollarından gitmeye çaba sarfederiz. Ama öncelikle de “Dininizi kimden aldığınıza dikkat edin.” Hadis-i Şerifi (mealen)’nin belirttiği mânâya uygun olarak belli ölçülendirmelere göre tâbi oluruz. Fakat diğer yandan insanımızda görülen bu hakikatini bulamamış anlayış hali, Hümanist ve Modernist telakkiye zıt olarak insanımızda “hakikate ve hakikati temsil makamına teslim oluş”  hassasının ve kendi acziyet gören tevazu anlayışının hala yaşıyor oluşunu göstermesi bakımından sevindirici bir durum!
Yaşı 60-70’i bulmuş, Arapça ve doğru düzgün fıkıh bilmeyen, fakat Kur’an-ı Kerim dinlemeye çok hevesli amcalar ve nineler görürsünüz ve şaşırırsınız. Bunu gösteriş için yaptığı zannı bir anlık olsa bile sizde uyanabilir, fakat halleri gerçekten de bu işi samimi olarak yaptıklarını gösterir. İşte bence bu insanlar lafza (lafzı küçümsemiyoruz) takılmadan Mevla’nın kelamını “zevken” idrak ediyorlar ve onun verdiği manevi zevkle ruhlarını gıdalandırıyorlar. İstisnaları olmakla birlikte, bu durum genellikle yaşlılarda görülüyor. Bu halin insanın ömrünün son demlerinde görülüyor olması, Abdülhakim Arvasi Hazretlerinin “Bir ilmin butlanı (yanlışlığı) onun müntehasında (nihaî noktasında) belli olur.” sözünden mülhem İslâm’ın hakikat oluşunu, yanlış ve batıl olmayışını insan denilen zeminin son aşamasında (yaşlılıkta) belli ediyor sanki. 
Hal böyleyken, bu saatten sonra bize düşen mevcut potansiyelimizle ve kendi kendimizin en mahrem ve ağır noktalara kadar nefs muhasebemizi yapmış olarak, tokalaşmanın bile senet addedildiği, her türlü ahlâksızlığın, başıboşluğun ve tüm içtimai menfiliklerin adının bile adeta hafızalardan silindiği o dünyaya namzed cemiyeti karınca adımlarıyla dahi olsa inşa etmek ve inşa etmeye çalışmak!
ideal gerçek, gerçek ideal, yanasıya aşk ve eresiye fikrin hakikatini istiyor musun?
“Yeni insan” davası güdüyor, “yeni nizam” hasreti çekiyor musun?
Öyleyse!.. (Salih Mirzabeyoğlu) 
Baran Dergisi 457. Sayı