Vakıf muamelesinin sıhhati açısından, konusunu teşkil edecek malın mahiyeti icabı vakıf olabilecek nitelikleri taşıması gerekir. Vakfedilecek malların, vakfın tarifindeki belirleyici/sınırlayıcı unsurların başında gelen “te’bid/ebedi kalma-dayanma” zorunluluğuna uyması bilhassa istenir. Vakıfta te’bid şartının kaynağı, daha önceden de ifade ettiğimiz üzere, hadis-i şeriflerdir, yani nastır. O yüzden en başından itibaren vakfa yönelik bütün tariflere te’bid şartı mutlaka dâhil edilmiştir. Kısacası “vakıf konusu malın, geliri veya intifâı devamlılık vasfı taşıyan bir mal olması gerekir.” (A. Akgündüz, Vakıf Müessesesi, sh. 203)
Vakıf konusu malların tasnifinde Hanefilerin tutumu diğer mezheplerinkine göre daha katıdır. Bilhassa İmam Azam ve İmam Muhammed’in mevkuf mallar hususundaki kanaatleri bu katılığın en büyük sebebidir. Hanefiler dışında kalan mezheblerde vakıf konusu olabilecek malların daha şümullü olduğunu müşahade etmekteyiz. Hanefilerin ilk dönemlerde kapsamını dar tuttukları mevkuf mallardaki çeşitlilik, bilhassa İmam Azam’ın örf ve istihsana verdiği büyük önem neticesinde, zaman içerisinde genişlemiş ve Osmanlı’nın son devirlerinde diğer mezheblerle Hanefiler arasında pek fark kalmamıştır. İmam Azam’ın örfü “şer’î miyarlar” arasına katıp yeni ortaya çıkan veya karşılaşılan içtimaî itiyadları, naslara aykırı olmamaları kaydıyla, meşruiyet dairesinin içine alıcı bir mekanizma şeklinde kabul etmesinde “İslâm’a muhatab anlayış” hikmetini aramak gerektiğini daha önceden ifade etmiştik. Hem yeni katılan toplulukların mevcud Müslüman topluma intibakı hem de yeni nesillerin dünyayı algılayışlarındaki değişimlere cevab vermek açısından örfün, önceden yine örfen yasaklanmış belli bir fiili şeriat dairesi içine dâhil edebilmede kıstas kabul edilmesi, İslâm’ın her yeni zaman ve zemin ile irtibatının rahatlıkla kurulabilmesini sağlamıştır. Mesela, Müslüman olmayan bir kavmin şiarı (sembolü) elbiseleri giymek, kâfiri taklit kabul edilerek yasaklanmış iken, bu kavmin kahir ekseriyeti Müslüman olduğunda artık onların elbiselerini giymek yasaklanmış fiiller arasında sayılmaz. Buna müşahhas bir örnek de verebiliriz: Şu anda Müslümanların, aslında Batılıların elbisesi olan “takım elbise”yi giymelerine haram denilemez, çünkü şu veya bu şekilde örf haline gelmiştir ve Müslümanlar arasında bu elbisenin giyilmesi yadırganmamaktadır. Bu çok şümullü bahsi burada kesip konumuza dönelim ve mevkûf mallar bahsine yakından bakalım.
Malikî, Hanbelî ve Şafiî fukahasına göre, mahiyeti icabı vakfın konusu olabilecek malların kapsamı içine gayrimenkuller girdiği gibi menkul mallar da girmektedir. Akgündüz’e göre vakfın geçici bir süreliğine kurulabileceğini bile öngören Malikîler açısından menkul mallar meselesinin izahı nisbeten kolayken, te’bidi şart koşan diğer iki mezhebin yaklaşımı biraz daha karmaşıktır. Ama önce Malikîlerin bu husustaki görüşlerine bakmamız iyi olur kanaatindeyiz.
Malikî hukukçular, vakfedilecek mülk konusuna başlarken zikrettiğimiz üzere, sadece menkul malların değil, gelir ve kârların da, ana mülkten bağımsız olarak vakfedilebileceği görüşündedirler. Malikîlerin vakıf meselesine bakışları, hayrı mümkün mertebe kolaylaştırma üzerine kuruludur: Vakıfta ebediyet şart değildir, muvakkat da olabilir; bu yüzden vakfın konusu malın devamlılık vasfı taşıması da zorunlu değildir. Malikîlere göre, nakit para, gıda maddeleri, elbise, kitab ve benzeri menkul malların vakfı caizdir. Eğer menkul mallarda “te’bid” şartı koşulursa, buna da “istibdâl/değeri kadar bir şeyle değiştirmek” usulüyle çözüme kavuşturmaktadırlar. (Akgündüz, age, sh. 204)
Ancak bazı Malikî fukahaya göre “ayn”ından faydalanılan ve kullanılmakla tükenmeyen kitab, silah gibi menkul malların vakfında bir sakınca yokken, tüketilebilen menkul malların vakfı doğru değildir. Zaten silah vakfetmenin sıhhati nassa dayanmaktadır. Halid bin Velid Hz.’leri kılıç ve kalkanlarını vakfetmiş, Resûlullah Efendimiz (SAV) de bunu tasvib etmiştir. Kitab vakfeden Tabiinden büyükler vardır. Bu açıdan menkul vakfına sıcak bakmayan İmam Azam, istihsan yoluyla silah ve kitab vakıflarına cevaz vermişti. Yine de Malikîlerin umumî kanaati, dayansın ya da dayanmasın, tüketilerek bitsin ya da bitmesin her tür helal menkul malın vakfının sahih olduğu yönündedir. Ayrıca Malikîlerin gayrimenkul anlayışı da diğer mezheplerinkinden farklıdır. Onlara göre “her tür taşınmaz mülk” gayrimenkul sınıfının kapsamı içine girerken, diğer mezheblerin görüşü sadece arazilerin gayrimenkul sayılabileceği şeklindedir. Hanefî, Şafiî ve Hanbelîlere göre arazinin aksine üzerindeki yapılı ya da dikili her şey geçicidir; sadece arazinin kıyamete kadar baki kalacağı öngörülmektedir. Fakat diğer mezheblerdeki gayrimenkul anlayışı günümüzde Malikîlerinkine yanaşmış bulunmaktadır.
Vakıfta te’bidi zorunlu addeden Şafiîlerin, aynı zamanda menkul malların vakfına da cevaz verdiğini görmekteyiz. Görünüşte birbirine zıd duran bu iki ucu –yukarda kısmen de bahsettiğimiz gibi- te’bidin tarifini ve istibdâl mekanizmasını kullanan bir muhakeme ile telif etmektedirler.
Ebedilik, aslen sadece Allah’a ait bir sıfattır. Geri kalan tüm ebedilik iddiaları izafî ve nisbîdir. Ebedîlik vasfının her malın cinsine göre olması ve ömürlerinin birbirinden farklılık arz etmesi gayet tabiidir. Te’bidin mahlûk yönünden mânâsı “kıyamete kadardır.” Bu süreyi yerine getirmesi mümkün olmayan mallarda te’bidden anlaşılan, kendilerine has “yok olma müddetleridir”. Burada önemli olan husus, belli bir süreliğine o maldan istifadenin sağlanmasıdır.
Diğer taraftan Şafiîlere göre –ki Hanefîler de burada onlarla hemfikirdirler- konusu yapılan mülkün veya malın telef olma emareleri göstermesiyle vakfın hükmî şahsiyeti derhal ortadan kalkmaz. Bu kural, hem gayrimenkuller hem de menkuller için geçerlidir. Hükmî şahsiyeti kadükleşmeden tedbir alınıp istibdâl yoluyla vakfın idamesi sağlanabilir. En tercih edilen görüş, bozulması muhtemel menkul malın satılıp yerine bir başkasının alınması istikametindedir. Eğer bu başarılamazsa, o zaman vakfın hükmî şahsiyeti fiilen sona erer; ya beytülmale ya da vâkıfın kendisine veya mirasçılarına rücû ettirilir.
Buradan çıkardığımız sonuç, menkul vakıflarda Şafiîlere göre faydalanmanın devamlı olmasının teminidir. Devamlı bir şekilde kendilerinden faydalanılması mümkün ve kullanılmakla aslı tüketilmeyen silah, kitab, ev eşyası, hayvan vb. menkul malların vakfını caiz görmekte, ancak gıda maddeleri gibi kullanım ile tükenen ve çabuk bozulan malların vakfını kabul etmemektedirler. Menkul vakıfların en mühimi olan para vakıfları konusunda Şafiî ulemanın görüşleri farklılık arz etmektedir. Kimi para vakıflarına cevaz verirken, kimine göre ise rıbh/parada kâr yoluyla devamlılığı zaruri olan bu vakıfların inşâı dinen doğru değildir. (Akgündüz, age, sh. 205)
Hanbelîler de, Şafiîler gibi, menkul malların vakfı ile ebedilik şartını, vakıf malların aslının hükmen devamı demek olan istibdâl mekanizmasıyla çözmüşlerdir. Onlara göre esas olan vakfın hayır işini yapmayı sürdürebilmesidir. Bunu temin için, vakfın menkul mallarının muadilleriyle değiştirilmesi caizdir. Hanbelîlerin menkul vakıflara yaklaşımı, Şafiîlerinki ile benzerlik göstermektedir. Para vakıfları hususunda da Hanbelîler ittifak halinde değildirler. Caiz görenler olduğu gibi, kesinlikle karşı olanlar da mevcuttur. Çok iyi bir şekilde tetkiki gereken ve Müslümanlar açısından sermaye sorununu gidermede çok verimli bir çözüm olarak gördüğümüz para vakıflarına hem Şafiîlerde hem de Hanbelilerde karşı çıkan âlimlerin olduğu bir vakıadır. Her iki mezhebde de para vakıflarına karşı çıkanların görüşlerinde, bu tür vakıfların “rıbh” adıyla aldığı fazla parada muhtemelen “riba” kokusu almış olmalarının tesiri yok değildir. Ancak, bu mezheblerin fukahasının çoğunluğu belli şartlar altında para vakıflarına cevaz vermişlerdir.
Hanefiler dışındaki tüm mezheblerin arazi ile üzerindeki bina veya ağacın ayrı ayrı vakfedilebileceği görüşünde olduklarını da eklememiz gerekmektedir. Son asırlarda İslâm âleminde vakıf hukuku sahasında yapılan düzenlemelerde, bilhassa esnekliğinden dolayı Malikîlerin görüşlerinin tercih edildiğini, Hanefîlerin bu sahada ortaya çıkan yeni durumlarda diğer mezheblerin içtihadlarından yararlandıklarını belirtmek yerinde olur.
Hanefi vakıf hukukunun en ihtilaflı meselesi, menkul malların vakfedilmesidir. Sadece bu meseleye teksif olunmuş ondan fazla eser kaleme alınmıştır. Bilhassa Elmalılı Hamdi Yazır ve Ömer Hilmi Efendi, menkul malların vakfı ve akar bahislerini çok teferruatlı bir biçimde işlemişlerdir. Menkul vakıflar başlığı altındaki en netameli konu da evkaf-ı nukûd/para vakıfları meselesidir. Özellikle 16. Asrı takib eden zaman diliminde Osmanlı’da binlerce para vakfının kurulduğunu müşahade etmekteyiz. Bu gelişmenin arka planında yatan gerekçeler çeşitli olsa da, kanaatimizce en temel sâik, arazi vakıflarının idamesinin büyük zorluklar arz etmesiydi.
Oldukça büyük bir yekûn tutan Hanefiler nazarında menkul ve gayrimenkul (akar) malların vakfı mevzuuna bir sonraki sayımızda başlamanın, konuyu çok parçalamamak adına, daha uygun olacağı kanaatindeyiz.

Baran Dergisi 489. Sayı