Yayılma ve dağılma sonsuza dek süremez. Nitekim, hem coğrafî hem de idarî anlamda yayılabileceği kadar yayılmış, dağılabileceği kadar dağılmış kapitalizmin hâl ve gidişatında da 20. yüzyılın son çeyreğinde ciddi değişiklikler olduğu gözlenmekte. Sistem ya yeni ve daha gelişmiş kurumlar üzerinde, daha büyük bir ölçekte kendini yeniden üretecek, ya da her şey nihayetinde aslına rücu eder hakikati gereğince başlangıcına, yani modern öncesine  dönecektir. Modernizm ve onunla iç içe geçmiş kapitalizm, böyle ikili bir hareketi esasen mündemiç. Bu özelliği günümüzdeki yapısına da damgasını vurmuş gibi. Ancak yanlış üzerine bina edilen bu yapı, yanlış kendi doğrularını doğurarak hem olabildiğince büyümüş, hem de iyice karmaşık hale gelmiştir. Bu özellikleri sistemin daha fazla büyümesini imkânsız kılıyor. Bu da sistemin üstüne kapanmasına, eski modellerin yeniden canlandırılarak, değiştirilmiş, başkalaştırılmış tarzlar içinde tekrar tekrar sunumuna sebep oluyor.

1970’lerden itibaren kapitalizmin gidişatında görülen değişikliğin bir diğer sebebi de, son hegemon Amerika Birleşik Devleri yönetimindeki sermayenin, Marx’ ın MCM’ şeklinde formüle ettiği, paranın geçirdiği evrelerden son aşamayı, malî genişleme safhasını yaşıyor olması. Bu safhada para seyyâldir. Üretim ve yatırım yerine spekülâtif alanlara yönlendirilir. Kârlar yerli endüstriden çekilerek borsa ve arsaya yatırılır. Fernand Braudel’ in nitelendirmesiyle bu aşamaya geçen sistem için ‘‘mevsim artık sonbahardır.’’

Kapitalist dünya ekonomisinin oluşumunda Hollanda, İngiliz ve Amerikan hâkimiyetleri birbirinin devamı süreçler. Bu süreçte her hegemonya, kapitalizmin dünya ölçeğinde bir sistem haline gelmesinin gereklerini farklı boyutlarda yerine getirirken, Amerikan hegemonyası ayrıca, sistemin kendi kendini iptâl etmesine sebep olabilecek koşullara da zemin hazırladı. İktisadî konjonktürü kendi çıkarına gördüğü için, “ tek dünyacılık” anlayışının yerine “ özgür dünyacılık” anlayışını geçirdi. Böyle bir tercihte bulunurken ileri sürdüğü tez: Asya ve Afrika halkları da dahil özgür bir dünya yaratmak, refahı paylaştırmak, artık iktidarların da mülkiyet ve egemenlik haklarını tebaaları lehine terk etmeleri gerektiği teziydi. Oysa, uygulamaya geçtiğinde gerçek niyeti bariz şekilde ortaya çıktı: Dönemin lider kapitalist devleti olmanın avantajıyla, kapitalizmin evrilmekte olduğu “büyük kitlesel tüketimin” altyapısını hazırlamak, modern devletlerarası sistemi dünya ölçeğinde bir üretim, değişim ve birikim sistemi haline getirmekti. Bunu yaparken çıkarına hizmet ettikleri sürece çalışmalarına izin verdiği IMF, Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler Örgütlerini araç olarak kullandı. Ancak ikinci dünya savaşı sonrası sömürgelerin elden çıkması sonucu, yeni sömürgecilik ve onun aleti özgür dünyacılık devreye sokuldu. Özgür dünyacılık lehine yaptığı tercih, modern çağların başlangıcındaki devlet kurma, savaş yapma süreçlerini tetikledi. Bu da iktidarlara karşı çıkış dalgasını beraberinde getirdi. Birbiri üzerine binen bu süreçler istikrarsızlığa yol açtı. Paranın ışık hızıyla el değiştirmesi siyasî tıkanıklıklara sebep oldu. Dünya politikasının şekillendiren köklü kurumlar değişime uğradı. Bu kadar köklü değişimler de tam bir kaos ortamı doğurdu. Kaosun bir diğer sebebi de, yüzyılın son çeyreğinde uluslararası şirketlerin Amerika da dahil, hiçbir devlet otoritesine boyun eğmeyecek, hatta iktidarlara kendi yasalarını dikte edecek kadar büyümüş ve dünya bazında bir üretim, tüketim, birikim sistemi kurmuş olmalarıdır.

Modern devletler arası sistem ve onun içinde yerleşmiş kapitalizm dönemin lideri konumundaki kapitalist devletlerin ve sermaye birikim sistemlerinin birbirinin yerine geçmesi ile dünya siyasî ve iktisadî alanını yeniden örgütleyerek, hem bir sermaye birikim, hem de idarî bir sistem olarak iki zıt yönde birlikte gelişti. Ancak bu gelişmelerin, yapılan buluş ve keşiflerin insanlığın ne kadar yararına olduğunu; bunların sonuçlarının kısa sürede kestirilemeyeceğini; uzantılarını batı aklının kuşatamadığını; insanlığın ve tabiatın başına açtığı belâlara bakarak görmek mümkün. Batı medeniyetinin zenginliği, Maurice Duverger’nin benzetmesiyle kendi uzuvlarını yiyerek beslenen Catoplepas’ın zenginliğine benziyor. İnsanı da tabiatı da bitirdi. Siyasî ve malî güçler arasındaki bilek güreşi parçalanmaya, bu da serbest piyasa ekonomisini temellerinden sarsarak, anarşi ortamına sürüklenmesine sebep olabilir. Kapitalizm, bütün birikim ve gücüyle birlikte çökebilir. Ya da masum ve mazlum halkların yaktığı ve gittikçe şiddetlenen, isyan ve intikam ateşi bütün kapitalist tarihi yakabilir.          

Baran Dergisi 56. Sayı