Fikirsizlik ve fikirsizliğe bağlı olarak gelişen akut kararsızlık, plansızlık, programsızlık, hesapsızlık, kitapsızlık ve sair hastalıklar Türkiye’yi perişan etmiş görünüyor; tabiî tüm bunlara ilâveten bir de bu yaşanan son salgın hastalık.
Evet, pandemi diye adlandırılan, bütün dünyaya yayılmış bir salgın hastalık var. Dünya devletleri, ellerindeki imkânlara göre bu salgın hastalığın yayılma hızını yavaşlatmak suretiyle sağlık sistemlerini ayakta tutmak ve diğer yandan da iktisadî faaliyetlerin devamlılığını sağlamak gibi iki zıtlık arasında muvazene kurmaya çalışıyorlar. Meselâ ABD, trilyonlarca dolar para basmak suretiyle, patlaması mukadder olan ekonomi balonunun cidarını daha da inceltmeyi bile göze alıp, toplumunun bu sıkıntılı süreci atlatmasında yanında durmaya çalışıyor. Tasarruf oranlarının yüksekliğiyle ön plana çıkan Almanya, Japonya gibi ülkeler ellerindeki yüz milyarlarca Dolar ve Euro karşılığına tekabül eden meblağları milletlerinin istifadesine sunuyor. Senelerdir ölüp bittiği konuşulan İtalya bile işletmeler ile millete dağıtılmak üzere 750 milyar Euro’luk paket açıklayabiliyor. Yine Avrupa’nın bir diğer bitik ülkesi İspanya hükümeti de ‘Corona’nın ekonomiye verdiği hasarı telafi etmek için 200 milyar Euro büyüklüğünde paket açıklıyor.

Türkiye’nin Ekonomik Tedbirleri
Peki, Türkiye ne yapıyor? Öncelikle müsbet olanları söyleyelim… 4,4 milyon yoksul aileye biner TL para dağıtıyor. Yâni 4,4 milyar TL buraya harcıyor. Memurları işten çıkartmıyor ve hâli hazırda salgın dolayısıyla evde oturan memurların bile maaşlarını tıkır tıkır ödemeye devam ediyor. Yine işletmelerin işçi çıkartmaması için çalışan maaşlarının asgarî ücret üzerinden %60’a kadar olan kısmını ödemeyi taahhüt ediyor. Bunlar güzel, peki tüm bunların yanında, birçoğu bugün salgın dolayısıyla kapatılan veyahut iş yapamaz hâle gelmiş olan küçük ve orta ölçekli işletmeler ile esnafa ne veriyor? 

Bir Fırsat Algısı Olarak Ekonominin Gerçeğini İpotek Altına Aldırmak
Devletimiz var (!) olsun, küçük ve orta ölçekli işletmeler ile esnafa, bankacı kılıklı tefecilerin kurumsal temsilcisi rolüne soyunarak, onlara da borç para teklif ediyor; parasız için falan kredisi, esnaf için filan kredisi, küçük işletme kredisi, orta ve büyük işletme kredisi, faizi mukabili kredi ertelemesi ve daha diğer bilmem ne kredileri...

Ya biz gerçekten merak ediyoruz, iktidar kanadındaki bir Allah’ın kulu, bu dönemde alınan her kuruş borcun, vadesi müddetince ekonominin normal şartlara geri dönmesini geciktireceğini akıl edemiyor mu? 60 ay vadeli kredi alan adamın önümüzdeki beş sene boyunca her ay bunun ödemesini yapacağını ve önceliğin bunun ödenmesi olacağı, bunun dışında bir yatırım yahut alışverişin olmayacağı, yâni çarkların dönmeyeceği, elde edilen gelirin olduğu gibi bankaların kasalarına fâiziyle beraber akıtılacağı hakikaten de hesab edilemiyor mu?

Global krizi, Türkiye’nin ve ekonomisinin gerçeği olan Kobiler ile esnafın 4-5 senesini daha ipotek altına alarak mı fırsata çeviriyoruz? Bu akılları kim veriyor? Oysaki CB Erdoğan piyasadan anlar ve piyasanın basit, pratik işleyişini bilirdi, ne oldu? Fâizi mukabili ödeme ertele, kredi ver, borçlandır ve bir de bunun lütufmuş gibi ahlâksızca lansmanını yap.

Küçük ve orta ölçekli işletmeler ile esnaf için Türkiye’nin ve Türkiye ekonomisinin gerçeği dediğimize göre bunun bir de sahtesi olması gerek değil mi? Evet, bunun bir de sahtesi var. Cumhuriyetin kurulduğu günden beri dişlerini milletimizin boynuna geçirmiş, kanımızı emen TÜSİAD kadrosu ile son 20 senedir iktidarın nimetlerinden alabildiğine istifâde edenler de Türkiye’nin ve Türkiye ekonomisinin sahte yüzünü teşkil ediyor. Türkiye’deki %20’lik bir azınlığın, memleketin tüm kazancının %50’sinden fazlasını elinde topladığını ve bunu da sürekli olarak yurtdışına aktarmak suretiyle Türkiye ekonomisinin kendi kendisine hareket edebilir bir hâle gelmesine mâni olduğunu biliyoruz. Böylelikle memleketin dışarı çıkarttıkları tasarruflarını, yurt dışından içeri yeniden sokmayı hem bir şantaj ve hem de akıl almaz teşvikler için bahane olarak kullandıklarını ve bu işi yaptıkları her bir sefer, onlar servetlerine servet katarken milletimizin fakirleştikçe fakirleştiğini de biliyoruz. 

Çete ile Devlet Arasındaki Fark
Devletin varlık sebebi, fert ile cemiyet arasındaki muvazeneyi kurmak iddiasıdır. Yâni bir siyasî iktidarın, devlet adamının birinci vazifesi, belli başlı sermaye grublarını korumak, onları dokunulmaz kılmak, onlara karşı sesini yükseltmeye kalkanları medya ve basın organlarında susturmak için işiyle gücüyle tehdit etmek ve sermayenin bekâsını milletin bekâsından aziz bilmek değildir. Bu devlet değil, çete düzenini doğurur. Devletin aslî vazifesi, milletin her bir ferdinin, yâni toplumun, bu gibi urlaşmış sermaye odakları tarafından istismar edilmesine, ezilmesine mâni olmaktır.

Temel ve basit olan böylesi bir soruya hakkıyla cevab verilmeyince işlerin son kertede içinden çıkılmaz hâle gelmesi ve yine bu temel soruyu akledip cevab vermeye yanaşılmadığı sürece de ortaya çıkan bu sorunları çözmeye çalışmanın ancak yeni sorunlar doğurmaktan başka bir işe yaramadığını da görüp, ders çıkarmakta fayda var. 

Kaynak Sorununun Çözümü
2013 senesinde yaşanan Gezi Olaylarından beri Türkiye ekonomisinin sıkıntıya girdiği ve devletin elinin altında zengin kaynaklar olmadığı muhakkak. Bunu anlamak güç değil; fakat bizim için anlaşılması zor olan, 2013’ten beri milletin aksine her sene katlaya katlaya büyüyen şirketlerin sermayedarlarına kaynak olarak niçin başvurulmadığıdır. Liboşların peygamberi olan Adam Smith bile böylesi vaziyetlerde sermayedarların budanması gerektiğini vazederken; Amerika ve Avrupalılar ülkelerindeki şirketlere müdahale ederken, bizde sermayenin niçin putlaştırılmak istendiğini anlamak gerçekten de güç.

Şuradan pay biçin ki, Türkiye’de iktidar, özel bankalara bile kredi ötelemesi işini fâizsiz yaptıramayacak kadar iktidarsız bir konumda bulunuyor.

2013’teki Gezi Olayları dedik… Divan Oteli’nin önünde iktidara karşı ayaklanmış çapulculara bilmem ne niteliğinde tam koruyucu gaz maskesi dağıtanlara o zaman adaletli davranılsa ve gereken yapılsaydı, bugün Türkiye’nin bir kaynak problemi de olmazdı, gelişmiş ülkeler tenezzül etmediği için beşinci sınıf ülkelerin ürettiği beş para etmez maskelerin üreticisi olduğumuz için, bunları dağıtabiliyoruz diye bir de utanmadan caka satmak zorunda da kalmazdık.
Çözüm
Türkiye, riskli olan yaş grublarını korumak için daha şiddetli tedbirler alır ve ardından hayatı olağan akışına mı döndürür yoksa parayı cumhuriyetin kuruluşundan beri milletin kanını emen TÜSİAD’dan mı yahut son 20 senedir iktidarın nimetleriyle gidip Londra’da kendisine sokak düzenlerden mi alır, olmadı pısırıklığına yenik düşüp para mı basar, ne yapar, ne eder bizi alakadar etmez, bilâ bedel olmak kaydıyla ensaf ile küçük ve orta ölçekli işletmelere destek sağlamak zorundadır.

Unutulmaması gerekir ki, bugün Ak Parti iktidar koltuğunda oturuyor ve birileri istatistikten başka hiçbir derdi tasası olmaksızın utanmadan her şart altında milletin karşısına geçip cıvık cıvık sırıtabiliyorsa, bunu o sermaye odaklarına değil, 15 Temmuz gecesi canını ortaya koyan esnaf ile küçük işletmelere borçludur.

Dalgalı denizde rotasız, pusulasız ve kaptansız savrulanların, sonunda illâki bir kayalığa rast geleceklerini akıllarından çıkartmamaları gerekir!
 
Baran Dergisi 691. Sayı