Millî Görüş’ün üniversite yurtlarında hoca olan bir arkadaşın daveti üzerine gittiğim Kıbrıs’ta, gezi amacını yerine getirirken Millî Görüş’ün yurtlarında kalan üniversite öğrencileriyle de sohbetim olduğu gibi Şeyh Nazım Kıbrısî’nin tekkesini de ziyaret ederek oğlu Bahaattin Efendi ile kısa bir mülakat gerçekleştirdim.
Kıbrıs’ın durumu malum, ekonomik ve kültürel olarak bozulması… Her şey dönüp dolaşıp Anadolu’ya dayanıyor. Anadolu ne oldu ki dışımızdakilere ne verelim? Hangi fikir, hangi sistem ve siyasetle dış pazara açılıyoruz? Başta kendi insanımıza olmak üzere dünya Müslümanlarına ne veriyoruz?
Millî Görüş’ün Kıbrıs’taki yapılanması olan Eskad’ın Lefke temsilcisi ve aynı zamanda Giresun’dan BARAN okuru olan Tahir, İBDA’cıların Millî Görüş’ün içinde olmasını temenni ettiğini belirtti ve içlerinden bazı aykırı seslere kulak asmamamızı ifade etti. Temennisine katıldığımızı ve esasen Millî Nizam Partisi’nin kuruluşunda İBDA’nın bulunduğunu ve hatta başlarda Millî Selâmet Partisi’ni de desteklediğini ve Millî Görüşle bağlantısını tamamen hiçbir zaman kesmediğini belirttim. Ayrıca meselenin sistem ve sisteme bağlı siyaset olduğunu ve İBDA’nın yeni bir sistem modeli olduğunu belirttim. Şeyh Nazım’ın oğlu Bahattin Efendi ile mülakatımızda Tahir de vardı ve aksiyona davet edici güzel bir soru sordu, İBDA’nın da misyonuna denk gelecek şekilde. Bahattin Efendi küfrün yıkılmasından ve İslâm’ın iktidarının benzersiz bir yolla gerçekleşmesinden bahsetti. Gençler, zikir haricinde neler yapalım diye sorarken bu suallere cevap vermekte biraz zorlandı. Bu noktada mevzuyu kestik, çünkü alanlar çatışıyordu.
Mülakat çıkışı Tahir arkadaşla sohbet ederken ona şunu söyledim: Küfrün benzersiz bir yöntemle yıkılmasından bahsetti Bahattin Efendi ve nasıl olacağını bilmediğini belirtti. Sen de haklı olarak ‘nasıl olacak bu ve biz ne yapmalıyız?’ diye soruyorsun. Her ne kadar yeterli seviyede aksiyonu olmasa da, İBDA cepheleşmesindeki yapılanmanın birbirinden bağımsız ve yatay örgütlenmesiyle ve fikirle beslenmesiyle benzersiz, yeni ve ileri olduğunu ve hatta HAMAS’ın bunu kullandığını ifade edeyim.
Millî Gazete yazarı İsmail Kıllıoğlu’nun 10.10.2012 tarihli “Tek Kişilik Parti” yazısında AKP için, “bilinen meçhul olan tek kişinin emelinin gerçekleştiricisi bir ağda kütlesi olarak durmaktadır adeta söz konusu parti” demektedir. Çok doğru fakat aynı eleştiriler Necmettin Erbakan için de yapılabilir. Ve Hoca vefat edince parti de bitme noktasına geldi, sebebi tek kişi partisi olduğu için.
Hangi emel ve ideali gerçekleştireceksin?
“İktidara geleceğiz” demek bir ideal değil.
Erbakan Hoca’nın ideali, sistemi ve bu sisteme bağlı siyaseti ne idi ve Tayyip Erdoğan’ın ne ki?
Sistem çapında bir proje yok, bir dünya görüşü yok.
Tek kişinin emel ve inisiyatifiyle kitle nereye kadar gidecek ve tek kişi ölünce ne olacak?
Siyasî zikzaklar da, tutarlı bir sistem olmamasından kaynaklanıyor zaten. Gerek Erbakan Hoca’nın, gerek Tayyip Erdoğan’ın zaman zaman düştüğü durumlar.
Necip Fazıl ölünce davası öldü mü? Hayır, ölmedi; çünkü tek kişinin meçhul emelleriyle kurulmamış ve yürümemişti Büyük Doğu davası. Ve bundan dolayıdır ki, Büyük Doğu yaşanmaya dair bir fikir olduğundan, Salih Mirzabeyoğlu diye bir Allah kulu, Büyük Doğu davasını sırtlanmış, İBDA ile yürütmüştür.
“İBDA’cılar Millî Görüş’ün niçin içinde değil?” sualinin de gerekçelerini ortaya sermiş olduk bir nebze.
Dinî ilimler öğretimi gören gençler de mustarip. Lefkoşa’da konuştuğum Ali Haydar kendi hocasından naklediyor:
“Cumhuriyet döneminde âlim yetişmez. İslâmî ilimleri birbirinden kopardılar. ‘Sen Hadis oku, sen Tefsir oku, sen Fıkıh oku’ dediler. Birbirleriyle ilgisi kalmadı, derinleştikçe bütünlükten uzaklaştılar.  Fakat eskiden öyle değildi. Hadis dalında derinleşen diğer İslâmî ilimleri de biliyordu ve âlim idi.”
Ali Haydar arkadaşa, BD-İBDA İslama Muhatap Anlayışın küllî (bütüncül) bakışı temin ettiğini ve Müslüman’ın ve bilhassa münevver kesimin kuşanması gereken zarurî anlayış olduğunu, hocasının verdiği misale binaen ve başka misallerle birlikte anlatıyorum. Temiz bir mayası olduğu belli olan Ali Haydar’ın meselelere katılışı ve benim dillendirdiğim ıstırap mevzularını duyuşu seri idi ve bu da beni yormadığı gibi memnun etti. Böyle gençler olduktan sonra tekrar giderim.
Lefke temsilcisi Tahir, Baran okur buluşmasında okurlara kefen bezi dağıtılması haberini dergiden ilgiyle okuduğunu belirtti.
Millî Görüşçü gençler, Kumandan Mirzabeyoğlu’nu soruyor, “ne zaman çıkacak?” diyorlar. Şeyh Nazım’ın oğlu Bahattin Efendi de Kumandan’ın çilesini halvet ve riyazet olarak niteleyerek onun kuvvetlendiğini belirtiyor ve dua ediyor.
Kumandan sorulunca ve bu mevzu konuşulunca dikkatimi çeken husus şu oldu ki, Kumandan çıkınca iyi şeyler yapacağına yönelik beklentiler kuvvetli. Kumandan’ın çıkışı bir değişim ve bir ümit olarak görülüyor.  Kumandan’ın muradına uygun bir konumda durulmasa ve İBDA Fikriyatı özümsenmese ve mevcut düzenin şuur süzgecinin esiri olunsa da durum böyle…
Kıbrıs’tan pek bahsetmedim, mevzu gezilen yerler değil zaten, hal ve fikirler önemli; fakat birkaç cümle ile Kıbrıs’tan bahsedeyim:
Girne’ye nisbetle bakımsız Lefkoşa’da tarihî suriçinde Osmanlı eserlerini rehberim olan okuldan arkadaşım ile ziyaret ediyoruz. Dr. Fazıl Küçük müzesinin kapısında yazan “İsviçre Mezunu” yazısı dikkatimi çekiyor ve kendilerini Anadolu Türk’ünden ayrı gören Kıbrıs Türk’ünün özentisine yoruyorum. Kardeş Ocağı’nda bize çay ikram eden güngörmüş Kıbrıslı, “M. Kemal’in hatası Osmanlı’yı silmeye kalkması idi” diyor. Kitap okuduğunu ve Necip Fazıl’ı bildiğini söylemesi üzerine kendim için çantama koyduğum İBDA Diyalektiği eserini ona verdim. Memnuniyetle aldı. Kıbrıs’ın durumunu “ne iyi, ne de kötü” diye niteledi.
Girne’nin mamurluğu ve deniz sahibi olmasına nazaran ahlâkî bozulmanın da fazla olduğu söylendi. Rumların derin devleti diyebileceğimiz Pavlos’un, Girne’nin tepesindeki Mavi Köşkünün her bir odasını görevli eşliğinde ziyaret ettik. Zevk sahibi olması ve ilginçlikleri dolayısıyla tavsiye ederim.
Girne’de pek bilinmeyen ve 5 kilometre uzakta ve sahilde olan, Hz. Ömer Tekkesi olarak bilinen ve Hz. Osman devrinde adayı fethe gelen ilk sahabilerden olup şehit düzen komutan Ömer ve 6 arkadaşını, dalgaların kabirleri okşaması sesi altında ve huşu ve enginlik içinde ziyaret edip, Kumandan’a Allah’ın fetih nasip etmesini ve iş yapan gönüldaşlara dua ettim. Burası da bir taksi tutulup görülmesi gereken bir yer. Bu şehitleri, Osmanlı adayı fethedince deniz kenarındaki mağarada cesetleri bozulmamış olarak bulmuş ve oraya tekke yapmış.
Lefke şirin bir ilçe Şeyh Nazım’a göre. Ve orada ve diğer yerlerde okuyan Türk öğrenciler… Kıbrıs’ın havası dört mevsim sıcak sayılır; fakat nemli oluyormuş. Ben, 6-9 Ekim tarihlerinde orada idim ve hava nemli de değildi. Magosa’ya; tarihi şehre girdik, çıktık. Katedralden camiye çevrilen yapı bir sanat eseri. Surlara çıktık ve limanı gördük. Başka bir şey göremedik Magosa’da. Ağaçlarda bol bol duran ve topladığımız keçiboynuzlarını da anayım. Girne’de vs. turunçgiller bahçelerinden de bahsedeyim… Kıbrıs’ta tarım var, hayvancılık ise az yapılıyor. Kıbrıs’ın su sorunu var, Türkiye’den su gidecek, baraj inşaatını Türkiye yapıyor, birçok şeyini yaptığı ve maaşlarını da ödediği gibi.
Kıbrıs’ta, Rum zulmünü belgeleyen eser ve müzeler yok. Lefkoşa’da küçük bir mekân haricinde. Kıbrıs’ta gençler Rum zulmünü bilmiyor ve onlara sempati besliyor. Güney’den Kuzey’e Rumlar rahatça geçiş yaparken, Kuzey’den geçen Türklerin anne-babası Anadolu Türk’ü ise Rumlar geçiş izni vermiyor.
Biz Kurtarıcı Fikir’i özümseyeceğiz ki o zaman dağa taşa “Hak Yol İslâm” yazacağız. Maddeye fikir damgasını vurmak için önce beyinlerimize, gönüllerimize nakşetmeliyiz. Tekerleme Müslümanlık ve İBDA’cılık olarak değil, içselleştirmek için söylüyoruz: Yaşamayı fikir, fikri yaşamak bilmek… Heyecanı duyulan fikir…
Şunu da ilave edeyim. Şeyh Nazım Kıbrısî’nin büyük oğlu ve vekili Mehmet Efendi’yi de Beylerbeyi’ndeki dergâhında ziyaret ederek görüştüm. Allah dostu tadında mütevazı bir Müslümanla karşılaştım. Daha önce de avukatlar ziyaret etmiş ve Mirzabeyoğlu davasından haberdar edilmişti. Kumandan’a tekrar tekrar dua etti, çoluk çocuğuna da dua etti. BARAN Dergisi’nin Balyozcuların ceza almasını işleyen kapağını görünce şunu dedi: “Tamam Ergenekoncular içeride ama Salih Mirzabeyoğlu niye içerde? Bu işte bir yanlışlık var. Demek ki derin devlet daha tasfiye olmadı.”
Mehmet Efendi, Suriye mevzuunda ne düşündüğümüzü sordu. “Karışık” dedim, “hemen bir tarafın adamı olmamak lazım” dedim. Şöyle dedi: “Evet öyle. Selefilere göre Müslüman’ın kanı-canı-malı-ırzı helal. Oradan gelenler var. İyi şeyler olmuyor.”
BARAN’ın Suriye mevzuuna ihtiyatlı yanaştığını tekrar söyledim... Bir yanda Selefî-Vehhabî, diğer yanda Şii-Nusayri var ve birini ABD-Suudi Arabistan destekliyor, diğerini Rusya-İran destekliyor. Allah Sünnî Müslümanlara yardım etsin. Bizim tarafımız onların yanı…
Bir Hadisi aktarayım:
Allah Resulü mescide giriyor. Bir yerde zikir ehli, diğer yanda ilim ehli… “Her iki grup da hayır üzeredir” diyor ve “ilim ehli daha üstün iş yapıyor ve ben öğretmen olarak gönderildim” diyerek onların yanına oturuyor.
Zikir ve ilmin yerini bu Hadisten süzdükten sonra, çağımızda ilimlerin dağılması karşısında bütüncül (küllî) ilim olan BD-İBDA İslama Muhatap Anlayışı zaruretini ve İBDA’nın “güzel iş yapmak” manasında olduğunu belirterek güzel işlerde ve güzel günlerde buluşmak temennisiyle Allah’a emanet olun.
 

BARAN DERGİSİ 301. SAYI