Divriği Ulu Camiî ve Darüşşifası kapıları, Türk Sanatı ve tahsisen Selçuklu Sanatı üstünde duran bütün kitap ve yazılarda, üstünde ehemmiyetle durulan mevzular olmuş ve olmaktadır. Fakat bu durum bir etütten ziyade, bir methiye şeklinde görünmektedir. Vakıflar Dergisi’nin... sayısı... sayfalarında, kapılan tek tek ele almakta, bütün teferruatı üstünde uzun uzun durmakta ve kapılan methetmekte idiler.

Geçen yıl Türk Sanatı için şimdiye kadar yapılan hizmetlerin en büyüklerinden olan Profesör Oktay Aslanapa'nın yazdığı - Türk Sanatı (2) - adlı kitap'ta da yine meşhur kapılar uzun anlatımlardan sonra methedilmekte, özellikle sıfatlanmakta ve bahis zengin fotoğraflarla desteklenmektedir.

Ayrıca, kültür hizmeti yapan başka tesisler, meşhur ilaç müesseseleri, yıllıklarının içinde güzel, hattâ baskı şaheseri kabul edilebilecek kadar güzel baskılarla, Divriği kapılarını takdim etmektedirler.

Bu büyütücü neşriyat insanı otomatikman düşündürüyor: Hakiki şaheserler Selçuk ve Osmanlı topraklarını ağzına kadar doldururken, neden onlar bir kenara itilip, ne idüğü belirsiz bir eser için büyük methiyeler, boy boy fotoğraflar ilim ve neşriyat sahasını doldurmaktadır?



Selçuklu ve Osmanlı’da taç kapı (portal): Yukarıda bahsettiğimiz mübalâğalı methiyenin sebeplerini araştırmak icap ettiğinde, Selçuklu ve Osmanlı Mimarlığı’nda taç kapı problemine kısmen göz atmak gerekecektir. Selçuklu Mimarlığı’nda sadece türbelerde bir dış görünüş ele alınmış, diğer mimarlık şubelerinde sanat iç mekânda gösterilmiştir. İşte Ulu Cami; içten mescit, medrese, hamam, darüşşifa, han olsun, ancak taç kaplarda dışa taşılmıştır. Hattâ birçok tatbikatta, çok basit ve kaba bir dış yapı cephesinde, ölçüsüz büyük olarak taç kapılar yapılmıştır. Binanın bütünü içindeki bu proporsiyon mübalâğasına rağmen kapılar, kendi içlerinde harikulade nispet ve mimarî güzelliklerine varmıştır. Denenen muhtelif şekiller içinde aşağıda tarifini vereceğimiz biçimde karar kılınmış ve onun muhtelif kompozisyon hünerleri ile sayısız şaheserler verilmiştir.

Tarif şöyle hulâsa edilebilir: Dikine bir dikdörtgen dış satıh ve bu sathın bir buçuk metre derinde asıl giriş kapısı, altta mermer eşik, yanlarda mermer söveler ve üstte renkli ve girift geçmeli basık kemerlerle kompoze edilmiştir. Basık kemerin üstünde mutlaka kitabe vardır.

Selçuklu Mimarisi’nde, bütün şubelerde bu biçim işlenmiş, bunun çeşitli küçük örneklerle yüzlerce şaheseri yapılmıştır. (Methiyeler yapılırken, Polmet, Latua, Yunan yaprağı tabirleri de cümleleri doldurmaktadır.)

Selçuklularda kaba dış yapı içindeki bu şaşırtıcı güzellik abideleri, aynen Osmanlılara da girmiş, fakat şaheser dış mekân içinde, yine şaheser unsurlarıyla kontr teşkil etmiştir. Tabiî ana espri aynen devam ederken, silme detayları alabildiğine sadeleşmiş, bunun yanında Selçuklulardaki mukarnas sistemini iptidaî seviyede bırakan korkunç güzellikleri grift mukarnaslara varılmıştır.



Bu taç kapı şekli birçok denemelerden sonra seçilmiş ve bunun dışındaki biçimler terk edilmiştir. Ama yapılan değişik araştırmalar da tabiî bugün önümüzdedir. Divriği Ulu Camii’nde de, Darüşşifası’nda da, üç tane hiçbir estetiğe bağlanamayacak kapı şekli verilmiştir. Tabiî bu klâsik kapı şekli tetkik sahasına girmemiş, sadece üç acayip kapı, tekstil, barok, gotik gibi yine alel acayip sıfatlarla methiyelere geçmiştir. Selçuklu sanatı içinde buna benzeyen, yine hiçbir mimarî mantığa bağlanmayan Konya İnce Minareli Mescit kapısı vardır. Bu misaller çoğaltılabilir.

Derin araştırma havası içinde yapılan bu methiyeler, sadece Celâl Esat Arseven'in - Türk Sanatı Tarihi - adlı kitabında iştirak edilmemiş, ve bu kapılar şüpheli görülmüştür.

Mezkür kapılara bir göz atıldığında şu gerçek görünüşler karşımıza çıkmaktadır: Ulu Cami batı kapısı, yerden üst üste konulmuş çok büyük pabuçlarla başlamış, onun üstü alt başlangıcına nispetsizlik ve çirkinlik kendini göstermiş, ve bu çirkinlik tavandaki mukarnaslar yerine kullanılan acayip biçimler ve kemerciklerle devam etmiştir. Kapının, duvarlara eğik satıhlarla bağlanması da, ayrıca, kapıyı tebarüz ettirmek yerine, duvarlar içinde silikliğe doğru gelişmektedir. Kuzey kapısı da nispetsiz biçimler içide kaba saba detaylarla boğulmuştur. Şifahane kapısı her tarafıyla bir çirkinlik ve nispetsizlik numunesidir. İç içe geçmiş sütunçeler içinde üst üste dönen kemerlerle bir çirkinlik abidesi halindedir. Bilhassa iç duvardaki pencere içine konmuş acayip sütun kemerler üstünde, tuhaf bir şekilde kabamsı aynalar, dış köşelerde mumdanlık gibi kaba şekiller, estetik kitaplarına çirkinlik ve nispetsizlik sembolü olarak geçebilecek durumdadır.

Bahis mevzu eserlerde hareket noktası ne olabilir? Müslüman olduğu halde mimarinin içinden gelmemiş bir ustanın kendi kendine uydurduğu çalışmalar veya yeni Müslüman olmuş bir Ermeni olup, eskiden tebarüz ettiği İslâm dışı esprileri devam ettirmiş olabilir.

Ama bütün bunların yanında, bir şaheser deryası içinde tabiî ki ayrılan şaheserler de çıkacaktır. Bu da gayet tabiîdir. Fakat sayısız klasik şaheserlerin yattığı alemden, birkaç acayip tatbikatı ele alıp derin araştırmalarla methiyelere geçmek, nerden icap etmektedir? Selimiyeler mi, Süleymaniyeler mi, Sultanhanlar mı, neler neler... Bunciye Medreselerinin dev şaheser kapılarının fotoğraflarını ancak cephe fotoğrafları içinde zor zahmet görebilirken, yukarıdaki birkaç kapının gayet güzel fotoğrafları, literatürü doldurmaktadır.

Fotoğraflar asıl klâsikleşmiş eserler üzerinde yapılması gerekirken, birkaç gelişigüzel deneme esere dönük olması neden?

Acaba sebeplerden biri Cemal Diez'in - Türk Sanatı - kitabındaki gayrı samimi ve sanatımıza gölge düşüren beyanları mıdır?

Yoksa diğer bir sebep de, mimarîmizin içine düştüğü aşağılık kompleksi midir? Zira mezkür kapılara ait methiyelerde, Latos, Palmet gibi Hristiyan kültür motifleri ve tabirleri çok sık kullanılmaktadır. Ayrıca, bir Hristiyan Batı hatlarının, ana karakteri olan kaba figüratifliğine karşı, İslâm sanatlarının tekniği ve bunun büyük rol oynaması gerektir. Mezkûr bütün kapılardaki kanatlı insan motifleri, yonca yaprakları gibi figüratif motifler, methiyeleri doldurmaktadır. Hristiyan Batıda, bizce münakaşasız ve mutlak mükemmel olarak kabul edildiğine göre, ona ters düşen her şey ne kadar güzel olursa olsun, çirkin kabul edilmektedir.

Yeni Türk kültür hayatının ana realitelerinden biri, Divriği Ulu Camiî ve Darüşşifası kapılarının tetkik ve methiyelerinde adeta heykelleşmektedir. Bu paraleldeki birçok tetkik ve makalelerden ileride bahsedeceğiz. Fakat sadece kapı methiyeleri bile, aşağılık kompleksinin ne derece var olduğunu göstermektedir.

Cevat Ülger, Ritmin Gücü ve Ritme Davet, s. 77