Ne oldu da ortadan yenen bir kap yiyeceğin son parçasını herkesten önce elimizi uzatarak yemekten utanan naifliğimizden, kentsel dönüşümle benim mülkümün rantı artsın da inancımıza ve kültürümüze uymayan ne kadar olumsuz şey, varsın hayatımıza girsin banane, fırsatçılığına kadar düştük acaba?

Yoksa yediklerimiz, içtiklerimiz, gördüklerimiz ve duyduklarımız bizi yeryüzünün halifesi, eşrefi mahlukat olan insan olmaktan uzaklaştırıyor da haberimiz mi yok?

Hak ile batılın mücadelesinde bize hep hak tarafında olmak düşer. Bu da bizi adaletten ve merhametten yana kılar.

Haksız kazanç, faiz, çıkar çatışması, fırsatçılık, yan gelip yatmak ve benzeri şeyler, ait olduğumuz inanç dünyası, kültür havzası ve medeniyet coğrafyasının bize yasakladığı iş ve eylemlerdir.

Çok bilinen Cibril hadisinde geçtiği şekliyle “başıboş deve çobanlarının bina yapma yarışına girdiğinde” kıyamet alameti sayıldığı, yüksek, çok katlı, ya da süslü evler yapıldığında Peygamber Efendimiz veya Hz. Ömer tarafından sahabilerin uyarıldığı, dinimizde ihtiyaç fazlası ev yapmanın hoş karşılanmadığı gibi gerçekler ortadadır.

En kısa tabiriyle, emek harcamadan elde edilen gelire “rant” diyoruz. Dolayısıyla rantın içinde biraz avanta, biraz haksızlık, biraz adaletsizlik, biraz fırsatçılık, biraz çıkarcılık, biraz kayırma, biraz torpil, biraz kolaycılık ve bunun gibi içimize sinmeyen birçok temel hata vardır.

Velhasıl rant, tüm bu halleriyle birine imkan sağlayıp diğerine avucunu yala demektir. Oluşan enerjinin veya artı değerin haksız bölüşülmesi demektir.

Bununla birlikte halkın çıkarlarını korumak şeklinde tarif edilen popülizm, ülkemizdeki uzun süreli uygulamalarıyla halkımızın kolaycılığa alıştırıldığı, sürekli bir fırsatçılık ve kazanç kapısı hayallerinin kurdurulduğu bir duruma gelmiştir.

Marshall yardımları, sanayileşme çabaları ve bunun sonucunda köyden kente göç olgusunun yarattığı gecekonduculuk bunun en bariz örneklerindendir.

Geçmiş kültüründe tımar sistemine alışık halkımız, kendisine sultan tarafından verilen ortalama 25-50 dönüm arasında değişen ve tüm geçimini sağladığı arazi sisteminden, büyük kente göçünce yine geçmişinden gelen alışkanlığıyla evlek ölçeğinde arazileri işgal etmiş, etrafını çevirmiş, hemen bahçesine bir kavak dikmiş, bulabildiği ya da imal edebildiği en ucuz ve basit inşaat malzemesi ve tekniğiyle gecekondusunu inşa etmiştir.

Dışarıdan baktığınızda bir işgal gibi görünen şey, içeriden baktığınızda ecri misil bedeli ödeyerek ve o araziyi sahiplenip kullanmakla kendince masum bir yerleşme hareketi sayılmıştır.

Oysa işgal edilen yer arazidir. İmara açılmamış, altyapı planlaması yapılmamıştır. Ödenen ecri misil bedelleri de çok düşük rakamlardır. Bu konuda konuştuğunuz bir gecekonducu da size uzun yıllardır o arsayı kullandığını, hatta vergi ödediğini söyleyecektir. Tam da kültürel genlerindeki alışkanlığında olduğu gibi.

Bununla birlikte kendi içinde doğruluk ve yanlışlıklarını birlikte barındıran bu durum, siyasiler ve yerel yöneticiler tarafından tam bir oy avcılığı ile çıkmaza sürüklenmiş ve söz konusu gecekondu meselesi uzun bir süre ülkemizin gündemini işgal etmiştir.

Uzun yıllardır şehirlerde yaşayan hiçbir vatandaşın aklına gelmeyen, ama taşradan gelenlerin ilk aklına gelen bir yerleşme modeli olan gecekonduculuk, toplumumuz arasındaki haksız kazanca meyletme, ya da ranta ulaşma çabasının ilk nüvesini oluşturur.

Aslında uzaktan çekilmiş gecekondu mahallelerinin fotoğrafı çok da göze hoş gelir. Alçak, bol ağaçlı, kendi içinde bir doku ve hiyerarşi barındırır.

Bu olumsuz durumun göze hoş gelen tarafının referans alındığı bir rehabilitasyon yaklaşımı bugüne kadarki hiçbir siyasi ya da yerel yönetici tarafından değerlendirilmemiştir.

Daha sonraları hikayemiz şu şekilde gelişmiştir:

Şark kurnazı milletimiz temel ihtiyacı olan gecekondu sisteminden bir öteye geçmiş ve ülke çapında muhtemel değeri artacak bölgelerde arsa çevirme işine başlamıştır.

Şimdi hikayeyi daha akıcı bir tarzda anlatayım.

Bir tarla alsak,

Zaman geçse (10 ila 15 yıl yeterli)

Şehir büyüse ve bizim tarlamıza kadar yanaşsa

Sonra imar gelse ama imar gelirken bizim arsamızdan hiç pay almadan oaraya, yol, okul, cami, hastane falan yapılsa.

Sonra bir müteahhit gelse ve bizim arsamızın büyüklüğüne ve oluşan rantın fazlalığına göre bize 5, 10 hatta 20 daire verse.

Ben bu dairelerin karşısına geçsem ve tüm dişlerim görünecek şekilde sırıtsam ne güzel olurdu değil mi?

Hatta tanıdıklarım ve akrabalarım arasında uyanıklığım için övgüyle bahsedilse. Ne akıllı adammış be! Yapmış yatırımı en başta. Bizim dede ya da baba hiç uyanık değilmiş. Çevirememiş şöyle bir tarlanın etrafını. Alt tarafı bir tel parası. Yazık oldu be!

Bundan 40 yıl önce sırf başını sokmak ve barınmak için kaçak olarak kamu arsasını işgal ettiği, kamu yöneticilerinin ve siyasilerin oy popülizmi yüzünden engel olmadığı, her seçimde de kaçak olarak üzerine bir kat attığı, dolayısıyla hiçbir teknik, hukuki, imar probleminin çözülmediği, ilk depremde başına yıkılacak, ruhsatsız ve kaçak, her dairesinden her ay bilmem kaç TL kira topladığı, bunlar için de dişe dokunur vergi vermediği, ama bu apartmanı için yol, su, elektrik, doğalgaz, kanalizasyon ve benzeri hizmetler için kamu kaynaklarından yatırım yapıldığı binası için, şimdi kentsel dönüşüm gelecekmiş ve müteahhit onun 10 daireli binasına, ya da oradaki hissedarların bilmem kaç daireli apartmanına yetmiyormuş gibi daha fazla imar verilerek bina yenilenecekmiş. Neymiş efendim kimsede para yokmuş.

Peki sizin elinizi sıcak sudan soğuk suya dökmediğiniz, yıllardır zaten haksız yere işgal ettiğiniz, çocuklarınız hatta torunlarınızın sayısına göre müteahhitten ya da kentsel dönüşümden yeni daire istediğiniz bir ortamda.

Müteahhit, olmayan parasıyla size ait, satamayacağı daireleri yapmak, üzerine para kazanacağı ilave daireleri bitirmek için faizli kredi kullanacak.

Daire sahibi olmayan, dedesinin ya da babasının çevirdiği bir tarlası ve o tarlaya yapılmış kötü bir apartmanı bulunmayan herhangi bir vatandaş o yeni yapılan daireyi almak için faizli kredi kullanacak.

Bankalar o parayı üretmek için sadece sizin heva ve heveslerinizle ortaya koyduğunuz borçlanma taahhüdünüzle, hiçbir maliyeti olmadan parayı imal edecekler.

Ekmek zammının doğal olarak reddedildiği bir ortamda daire fiyatlarının artmasından memnun olunması nasıl bir şeydir?

Nerde kaldı millet o tepsideki son lokmaya uzanmayan saf, masum, naif tavrımız.

Yapmayın arkadaşlar günah.

Vallahi de billahi de günah.

Mimar Serkan Akın