Yakın dönemi gözler önüne seren Mirzabeyoğlu davası her bakımdan ilgi çekici ve derslerle dolu. Davanın hukuk garabeti olması yanında Mirzabeyoğlu’nun insanî, fikrî ve ahlakî yönü dikkat çekiyor. Rejim ile rejim muhalifinin boğaz boğaza bir kavgasına tanık oluyorsunuz. Devlet gücünü, yürütme ve yargı erkini eline geçirmiş bir canavarın ne olursa olsun kuzuyu yeme teşebbüsü ve kuzu olmayı kabul etmeyen İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun devleşen direnişi. Herkes için ders alınacak ve yaşadığımız çağa ayna tutacak hüviyette Mirzabeyoğlu davası.

Dokuz klasörden oluşan Mirzabeyoğlu’nun dava dosyasını merak edip inceledim. Bazı sayfaları okurken bazı sayfaları hızlı geçtim. Evvelden de bir bilgi donanımım var idi. Değerlendirmelerimi sizinle paylaşmak istiyorum. Günümüz için şunu söyleyeyim ki, hukuk sistemi değişmediği için bazı şekil değişiklikleriyle aynı şeyler devam etmektedir. Sistem ve ahlâk sorunu çözülmeden de hukuksuzlukların bir gün kapımızı çalmayacağından emin olamayız.

Gelelim dava dosyasına. Polis ve savcı ifadeleri, mahkeme sorgu ve kararlarında hukukun somut, objektif ve genel ilkelerine hiç riayet edilmediğini, bilakis Salih Mirzabeyoğlu’nun işkenceler altında yaptığı savunmasında derin bir hukuk-ahlâk ve siyaset ilişkisi kurduğunu ve nefsini düşünmekten öte içtimai bir dert taşıdığını görmekteyiz. Şu söz ona ait: “Devlet hukuk demektir; hukukun olmadığı yerde devlet değil çete vardır.”

Hukukun olmadığı yerde sadece iki tarafı ilgilendiren bir mesele olmadığını, hukuka güven duygusunun zedelenmesinin insanî, ahlakî ve içtimaî yıkımlara ve bunun da rejim bunalımına yol açacağını, bütün suçların olduğu gibi iktisadî suçların da artacağını, vicdanımızı infilak ettirircesine bize anlatıyor Mirzabeyoğlu. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” desek bile, öyle olmadığını ve hukuksuzlukların zincirleme bizi etkileyeceğini ve bir gün mutlaka ocağımızı yakacağını artık bilmekte ve görmekteyiz.

Mahkemenin sanığın aleyhine olan hususlardaki istekliliğinden ve sanık lehine delilleri toplamaktaki isteksizliğinden davanın gidişatı belli olurken siyasî konjonktüre göre idam kararı verildiğini görmekteyiz. Zaten 28 Şubat döneminde savcı ve hakimler brifing için Genelkurmaya koşuyor, bunların arasında Salih Mirzabeyoğlu’na idam cezası veren Metin Çetinbaş da var. Öyle ki mahkumiyet kararı verilirken hukukî gerekçeler üzerinde fazla durulmuyor, maddî unsurlara ve illiyet bağına dikkat edilmiyor. Mahkeme, “Laik düzeni yıkmak istiyorlar. Her ne kadar açık ve net delil olmasa da, Salih Mirzabeyoğlu bu işin fikir babası olduğuna göre örgütün lideri de odur. Hiç taviz de vermiyor. Zaten bir şeyler de yapılmış” mantığıyla hüküm kuruyor. Dosyadan ve yargılamanın safahatından bu açıkça anlaşılıyor. Böyle mantıkla neler kurulabileceğini ve işin nasıl tersine kendilerini vurabileceğini çarpıcı örneklerle Salih Mirzabeyoğlu tarihî savunmasında anlatıyor. Ağır işkencelere rağmen iki bölümde verdiği 30 küsür sayfalık Sokrat misali savunmasında, sistem eleştirisi ve alternatif sistem teklifiyle görülüyor. Fakat mahkeme heyetinin bunu anlayacak çapta olduğunu sanmıyorum. Ayette buyurulduğu üzere, “onların kulakları var işitmezler, gözleri var görmezler.”

Çoğu legal faaliyetler ve kendinden zuhur hâlinde gelişen bölgesel tepki ve eylemler bir havuz yapılarak dosyaya doldurulmuş. Çünkü Salih Mirzabeyoğlu’na isnat edilecek bir şey bulunamamış. Otuz yıllık bir cemiyet ve fikir hareketinin dik duruşu ve istikrarlı büyümesi Batıcı sistem tarafından tehdit ve tehlike görülerek legal-illegal bakmadan operasyonlar yapılmış, dergilerden ve polis ifadelerinden toplanan parça bilgilerle hazırlanan polis fezlekesi aynen iddianameye, iddianame ise aynen mahkeme kararına geçmiştir. Ziya Paşa’nın ünlü deyişinde olduğu gibi: “Kadı ola davacı ve muhzir dahi şahit / Ol mahkemenin hükmüne derler mi adalet?”

Mahkumiyet kararında Laiklik ve Atatürkçülük vurgusu dikkat çekmektedir, dosyanın bir çok yerinde de açık veya sinmiş olarak bu peşin yargı görülmektedir. Polis ve savcı soruşturmasında da komplo kurgusu açıkça belli olmaktadır. Kurt ile kuzunun “suyumu bulandırıyorsun” hikayesi…

41 sayfalık Mahkumiyet Kararı’nın 4 sayfası esas hakkındaki mütalaa, 15 sayfası savunma özetleri, 8 sayfası ise Kumandanın sadece ismi geçen hiçbir eylem bağını göstermeyen sair ifadeler, rapor ve tutanaklar, İBDA fikriyatına gönül bağı olan kişi veya cephelerin muhtelif irili-ufaklı eylemleri, örgütsel doküman diye toplanan el yazısı kağıtlar, 2 silah ile 2 av tüfeği tutanağı. Bunlar “Dosyamızda Başlıca Deliller” başlığıyla verilmiş. Üç kişiye itham edilenler bunlar. Diğer 8 sayfada ise “Sanıkların Fiili ve Hukukî Durumları” başlığı altında sanıkların siyasî ve ideolojik kimlikleri anlatılmış ve Laik düzenin yıkılması tehlikesinden bahsedilmiş. 41 sayfalık Mahkumiyet Kararı’nın bir sayfalık hüküm başlığında ise, “Salih Mirzabeyoğlu’nun emir ve komutası göz önünde bulundurularak TCK’nın 146/1. Maddesi gereği İDAM CEZASI İLE CEZALANDRILMASINA” denmiş.

Fikir, sanat ve aksiyon adamı Salih Mirzabeyoğlu’nun idam kararı üzerine söylediği “Tiyatro Bitti!” sözünü doğrulayan bir senaryo yazmış mahkeme heyeti. Hukuk ayaklar altına alınarak, din düşmanları bir zafer edasıyla vermişler kararlarını. Aslında kaldırılan 163. maddeyi yetki gaspı yaparak tatbik etmişler. 

Mirzabeyoğlu tutuklanmadan 6 ay önce, Adana DGM C. Başsavcılığınca, Gaziantep-Urfa yöresinde faaliyette bulunan, “İBDA-C Ultra Force (Büyük Güç) isimli silahlı terör örgütünün amir ve kumandayı haiz üyesi olmak” suçundan TCK’nın 168/1 maddesi gereği kamu davası açılmış, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına sorulmuş, savcılık 25.5.1998 tarihli yazısında “Salih Mirzabeyoğlu’nun İstanbul’da yasal kitap faaliyetleri yaptığı ve illegal bir faaliyeti tesbit edilememiş” cevabını vermiş ve Adana DGM C. Başsavcılığı görevsizlik kararı vermiş.

Altı ay içinde ne olmuş ki, Anayasal Düzeni Silah Zoruyla Değiştirmeye Teşebbüs suçu oluşmuştur? İşin zaman ve eylem açısından imkansızlığı ortada iken, vehamet derecesinde ve yoğunlukla eylem ifade etmesi gereken 146/1. maddeden ceza nasıl verilebiliyor? Hem de bu ucube kararın üstünde “Türk Milleti Adına Yargılama Yapmak” ifadesi konmuşken. Hukuk kılıfı altında Türk Milletini ve Anadolu ruhunu katletmenin kararını vermişler. Üstelik devlet görevlisi imkanlarını kullanarak bu cinayeti işlemişler, “nitelikli cinayet” diyebiliriz. Yüzde yüz yerli bir hareket olan BD-İBDA'nın bağlı olduğu, "Türkün ruh kökü ve Anadoluculuk davası" hedef alınmıştır. Gazi Üniversitesinden Prof. Dr. Nurullah Aydın’ın, Mirzabeyoğlu davasını inceledikten sonra Baran dergisine verdiği mülakattaki sözünü aktaralım: “Salih Mirzabeyoğlu Yahudi olsa idi bir saat bile içerde kalmazdı.” 

Eski 146/1, yeni 309 ve 311. Maddelerinde geçen “Anayasal Düzeni Cebren değiştirmek” suçu hakkında şu eleştiriyi yapmak zorundayız. 146/1 den ceza alan onlarca İBDA-C mahkumlarından biri olan ve şuan Bolu F Tipi Cezaevinde yatmakta olan İsmail Uysal’ın bürokratik ve siyasî organlara verdiği dilekçeyi de aynen buraya alıyoruz:

“765 sayılı TCK’nın 146/1. maddesi gereğince müebbet hapis cezasına çarptırılmış bulunmakta ve halen bu cezamın infazı yapılmaktadır. Gerek mahkum olduğum 146. madde ve gerekse yeni TCK’da bu madde karşılığı getirilmiş bulunan 309 ve 311. maddeler net bir suç tanımı yapmamaktadır. Ayrıca uygulayıcılara çok fazla takdir hakkı tanımakta ve yanlış uygulanmaktadır.

Ceza hukukunun temel prensiplerinden olan “suçta ve cezada kanunilik” ilkesine uygun düşmeyen bu maddeler sebebiyle insanlar mağdur olmaktadır.

Bu cümleden olarak suçun tanımının yapılması sırasında objektif, net ve uygulayıcılara çok fazla inisiyatif bırakmayan tanımlama yapılması zarureti bulunmaktadır. Bu bağlamda suçun yeniden tanımının yapılması, hangi vasıtalarla işlenebileceğinin de somut olarak gösterilmesi gerekmektedir. Bu maddeler sebebiyle mağdur olan ben ve benim gibi bir çok insan bulunduğu nazara alınarak, bu konuda çalışma yapılmasını ve yasa değişikliğine gidilmesini bekliyor ve bu konuda çalışma yapacağınıza inanıyoruz. Saygılarımla…”

Kamuoyunun malumu olduğu üzere Salih Mirzabeyoğlu çocuğunu okuldan alırken yakalanıyor ve “örgüt evinde yakalandı” diye izbe görüntüler eşliğinde basına servis ediliyor. Müslüman geçinenler de sessiz kalarak bu yargısız infaza eşlik ediyorlar. Salih Mirzabeyoğlu Tuzla’da otururken koruması olduğu iddia edilen Saadettin Ustaosmanoğlu ise Fatih’te oturuyordu. Görüşmeleri bile yoktu. Ama örgüt olmuşlardı.

O zamanın Star gazetesi Salih Mirzabeyoğlu’nun askerlerce darp edilmiş haline “traş olurken yüzünü kesti” derken, Hürriyet gazetesi de “yolunmuş aslanlar tavuğa döndü” diyerek işkenceler pervasızca alkışlanıyor, yalakalıkta birbirleriyle yarışıyordu. Mahkeme heyeti de üstü başı perişan sanıklara bir şey dahî sormuyordu. Zaten İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun tek suçu Yahudi işbirlikçisi bu çıkar çevrelerine karşı dik duruşu ve Necip Fazıl’dan devraldığı dava taşını gediğine koymak istemesidir. Dininin, dilinin, ırzının, ilminin vs. intikamını almak istemesidir. İslâmî ve antiemperyalist böyle bir fikir etrafında Salih Mirzabeyoğlu’na bağlılık ise çıkar çevrelerini korkutmuştur. İBDA’nın çizgisi aynıdır. 16 yıldır cezaevinde olan ve 17’si cezaevinde olmak üzere 60’a yakın telif eser sahibi olan Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun tek davası, Ümmetin Kurtuluşu davasıdır: “Allah nurunu tamamlayacaktır, kafirler istemese de…”

İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’na idam cezası veren Metin Çetinbaş, Kemalist ve brifingçi olup, hakimlikten ayrılınca Ergenekon sanığı Kemal Alemdaroğlu’nun avukatı olmuştur. Keza, Salih Mirzabeyoğlu’na idam isteyen C. Savcısı Ali Cengiz Hacıosmanoğlu ise Cemaatçi idi. Bu savcının 17 Aralık 2013 tarihli Hükümete darbe operasyonu mimarlarından olduğu görüldü. Kemalist cunta ile Cemaatçi cunta Salih Mirzabeyoğlu’na karşı olmada müşterekler. İBDA bağlılarına verilen ağır cezalarda da bu şer odaklarının müşterekliği var. İBDA olunca aralarındaki kavgayı unutuyorlar anlaşılan. Kim, neye hizmet ediyor? Şu beyit mevzuumuza denk geldi: “Muini zalimin dünyada erbab-ı denaattır / köpektir zevk alan sayyad-ı bî-insafa hizmetten!”. 

Mirzabeyoğlu davasına önce bakan 6. DGM Başkanı Sedat Karagül’ün, görevinden alındıktan sonraki “siyasî baskı görmediğim hiçbir dava yoktu” açıklaması da dikkat çekicidir. Siyasî davaların merkezinde olan 28 Şubat’a direnen tek hareketin mimarı olarak görülen Salih Mirzabeyoğlu ve onun davasıdır. 28 Şubat’ın başarısızlığının ve daha ileri gidememesinin sebebi de, İBDA hareketi ve direnişidir. Bu korkunun bir tezahürü olarak, davayı bir an önce neticelendirmeyen Sedat Karagül yerine Metin Çetinbaş geliyor ve daha üçüncü duruşmada idamı veriyordu. Evcil mahluk sahibinin hükmüne uymakta gecikmiyordu.

Dokuz klasörlük ve yaklaşık 3000 sayfalık dava dosyasının 5-6 ve 7 nolu klasörler tamamen Salih Mirzabeyoğlu dışındaki İBDA’cıların yıllar önce yakalanıp görülen ve bir kısmı neticelenen davalarının polis ifadelerinden ibaret. Herkes kendi usulünce mücadele eder ve her cephenin yaptıklarının hatası sevabı kendisine aittir. Hukukî tanımlama ile, “suçların şahsiliği ilkesi” vardır. Bir ev arama tutanağına bakıyorum, “Salih Mirzabeyoğlu’nun posteri ve yine irtica içerikli çok sayıda kitaba el konulmuş” diyor. 70 sayfa saydığım Hendek İBDA-C davası evrakı 2. Klasöre doldurulmuş. Ziyaretler, sohbetler, dergiler, kitaplar, legal dergilerde çıkan haber ve yorumlar. Kurgulanmış sorularla alınmış ifadeler vs. vs.

Cezaevinden dergilere gelen mektuplar da dosyayı süslemiş. Devrimci Dostlar’dan gelen mektuplarla kompozisyon tamamlanmış. Kumandana derin saygılı ifadeler mi, mektupları dosyada toplama saiki olmuş?

Salih Mirzabeyoğlu’nun kitaplaşmış el yazıları örgütsel doküman olmuş. Bazı yazılar gözüme ilişiyor: Derviş Muhammed. Abdülhalik Gücdüvanî. Mevlana… Bu zatlarla da örgütsel bağ var herhalde! Gösterilerde “Yaşasın Kumandan Mirzabeyoğlu!” diye bağırılmış, bunlar da dosyada var. Meşhur Taraf dergisinin “İBDA-C nedir?” broşürü de dosyada yer almış. Anlayarak okusalardı, sapla samanı karıştıran böyle çorba bir dosya yapmazlardı herhalde.

Salih Mirzabeyoğlu’nun “Ev Arama ve Zaptetme” tutanağında kendi telif ettiği kitapların hepsine el konmuş ve tutanağa tek tek yazmışlar. Müellifin evinde eserlerini ele geçirmişler, tam bir suçüstü(!). Listeye bakarken “İşkence-Hukuk ve Hûk” kitabını gördüm ve derinden tebessüm ettim. Anlaşılan “İşkence” ve “Hukuk” gözaltında olup, Hukuk ise Hûk (domuz) haline getirilmiş. Kitabın tutanağı bana bunları tedai ettirdi.

1998 senesinde Salih Mirzabeyoğlu’nun gözaltına alınmasını ağızlarından salyalar akarak veren işbirlikçi medyaya, Kumandanın avukatı tarafından (av. Harun Yüksel) “Salih Mirzabeyoğlu “örgüt lideri” değil, “fikir adamıdır” başlıklı noterden cevap ve düzeltme metinleri gönderilmiş olup, bunların bir suretleri ve gönderildiği medya kurumları dava dosyasında da yer almaktadır.

Milletin kanını emen 3000 imtiyazlı ailenin çıkarları için var olan asker, polis ve yargı. Mahkumiyet kararında 6. DGM bunu açıkça itiraf ediyor:

“Sanık Salih İzzet Erdiş’in kurup yönettiği İBDA-C Örgütü, Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve Anayasa ile temin edilmiş demokratik, Laik hukuk düzenini silahlı halk ayaklanması yoluyla değiştirmeye çalışan son yılların en tehlikeli terör örgütlerinden biridir.”

İBDA bağlılarının heybeti ve kafirlere verdiği korkuları ayrı bir mevzu, mahkeme kararında kaç tane yanlış bir arada bulunuyor. Hukuk, somut delil demek, delilleriniz Mirzabeyoğlu’nun eserleri mi? İBDA ile İBDA-C’nin farkı bilinmeden nasıl karar tesis ediliyor? Laikliği reddetmek ve İslâm devleti istemek suç mu? Kanunsuz suç olur mu?

1991 yılında Körfez savaşını protesto gösterilerinden sonra halk ayaklanmasına geçilecek endişesiyle Salih Mirzabeyoğlu tutuklanmış ve daha sonra beraat etmişti. Bu notu da ilave edelim.

Müslüman Anadolu gençliği olan İBDA fikriyatı bağlılarının tepkileri olarak (kimi legal kimi illegal tepki verebilir) eylemler de bolca sıralanmış dosyada. Patrikhane ve kiliselere, çağdaş Gazetecilere ve Bankalara, Atatürkçü Düşünce derneği ve Birahanelere, Vakko mağazasından SHP ve bazı alevi derneklerine kadar eylem ve bombalamalar. İçinde ölümle neticelenenler de var. Yıllar önce davaları görülmüş ve çoğu da neticelenmiş. 1992-1998 yıllarında polis raporlarına göre İstanbul’da İBDA-C eylemliliği olarak bunlar ve diğerleri verilmiş.

Hepsine dava açılmış. Kimi ceza almış, kimi almamış. Suçların şahsiliği ilkesi de bunu gerektirirken ve hiçbir davadan dolayı Salih Mirzabeyoğlu hakkında takibat yapılmazken 29.12.1998 tarihinde birden Salih Mirzabeyoğlu tutuklanıyor ve adeta kanun geriye yürütülerek çoğu bitmiş davalar bu davaya katılıyor. Halbuki o davalarda ve polis baskısı altında dahi Salih Mirzabeyoğlu’ndan emir alındığı söylenmiyor. İfadelerde Salih Mirzabeyoğlu’na saygınlık ve sevgi belirtiliyor.

Mirzabeyoğlu’nun avukatlarının kendi çabalarıyla ulaşabildiği mahkeme ve savcılık ifadelerinin dosyaya ibraz edilmesine ve bu zabıtlarda kolluk ifadelerinin işkence ve baskı altında alındığı o şahıslarca açıkça belirtilmesine ve hakim huzurunda verilen ifadelerde Salih Mirzabeyoğlu’nu suçlayıcı hiçbir beyan bulunmamasına rağmen mahkeme zahmet edip bu şahısları çağırmamıştır. Avukatların tevsii tahkikat talebi de reddedilmiştir. Soruşturmanın genişletilmesinden mahkeme korkmuştur. Mahkeme adeta gerçeğin ortaya çıkmasından korkmuştur.

İsnad edilen suçların maddî ve manevî unsurları araştırılmamış, Hizbullah gibi alakasız dosyalar klasörlere girmiş, arama kararı olmadan evler aranmış, Şube’de ise muvafakatlı ev arama tutanakları imzalatılmış, 80 civarında legal ve illegal cephelerin kendi bölgelerinde ve kendinden zuhur espiriyle faaliyetleri anlaşılmamış, lehe deliller araştırılmamış, bir yere bırakılan yazılı kağıttan o zümrenin suçlanamayacağı gözardı edilmiştir. Ve hiçbir emir ve komuta bağı olmadan, “ortada bir örgüt olduğuna ve buna bir lider gerektiğine göre” yakıştırmasıyla Salih Mirzabeyoğlu örgüt liderliğine ve idam cezasına “münasip görülmüş”. Savcı iddianamesinde,” her ne kadar örgütü yönettiğine dair bir delil elde edilememişse de” diyor ama buna rağmen takipsizlik kararı vermek yerine dava açıyor. Hukuk ve adaletin gereği değil, egemen güçlerin isteği oluyor…

Salih Mirzabeyoğlu’nun emir ve komuta ile örgütü yönetmesi ve talimatlar vermesi, İBDA’nın “kendinden zuhur diyalektiği”ne de uymaz. “Kendinden zuhur” ve “örgüt liderliği” birbirleriyle çelişen kavramlardır.

Savcı esas hakkındaki mütalaasında, “sanık Salih Mirzabeyoğlu’nun Büyük Doğu fikriyatı ile küçük yaşlarda tanıştığı ve bu aşamadan sonra İBDA-C fikriyatını oluşturmaya başladığı” diyor. Önce şunu düzeltelim: “İBDA-C fikriyatı” diye bir şey yok, İBDA fikriyatı var. İBDA-C ise, İBDA fikriyatına bağlı bağımsız faaliyet gösteren cephelerin zümre adıdır. Bu temel farkı anlamadan esas hakkında mütalaa hazırlamış savcı. Kavramlara bile dikkat etmeyen bu savcı (Cengiz Hacıosmanoğlu) “kendinden zuhur diyalektiği” kavramını ısrarla “kendiliğinden zuhur diyalektiği” diye yazmış.

Dokuz sayfalık esas hakkındaki mütalaada dokuz yerde laiklik vurgusu yapılması dikkat çekiyor. Başyücelik Devlet Modeli vurgusu da, fikir ve sistemden ziyade, siyasî amaçlarla yapılmış. Şöyle denmiş:

“Anayasal düzeni cebir ile değiştirip tüm Ortadoğu ülkelerini kapsayan dini esaslara dayalı federal yapıda bir İslâm devleti kurmak.

6. DGM. nihaî kararında (2.4.2001)  “Salih Mirzabeyoğlu’nun üzerine atılı suçu işleyiş biçimi, suç sebep ve saiki, suç işlemezden önceki ve sonraki olumsuz tutum ve davranışları, hiç bir pişmanlığının görülmeyişi, suç işleme konusundaki ısrarlı tutumu ve tüm dosya kapsamına nazaran TCK’nın 146/1. maddesi uyarınca idam cezası ile cezalandırılmasına…” demiş. Yargıtay 9. Ceza Dairesi ise, 18.4.2002 tarihinde onaylamış… Bozacının şahidi şiracı hesabı…

Temyiz dilekçesinde ise Kumandanın avukatları (av. Harun Yüksel, av. Güven Yılmaz), 28 Şubat darbesinden sonra yargıda siyasallaşma sürecinin Yargıtay 9. Dairedede görüldüğünden, Başkan ve bütün üyeler hakkında reddi hakimde bulunuyor. DGM’lerdeki askerî hakim ve savcılardan dolayı da tabiî hakimlik ilkesinin ihlal edildiğini ve karara yakın bir zamanda mahkeme başkanı ve üyelerinin değiştirilmesi ve bunun gibi uygulamaların yargı bağımsızlığı ve hakim teminatı ilkesine aykırı olduğu ve bu durumda adil yargılanma olamayacağı da söyleniyor. Ayrıca, 146/1 den sivil hareketlerden ziyade, Anayasayı cebren değiştirmek için silahlı güce sahip askerlerin yargılanması gerektiği ve askeri darbelerin de buna örnek olduğuna işaret ediliyor. Eksik soruşturmaya ve örgüt lideri ithamının mesnedsizliğine de işaret ediliyor. Diğer hususlarla beraber.     

Mirzabeyoğlu davası, hukukî değil, tamamen siyasî ve ideolojik bir davadır.

Polisin, askerin ve yargının yapmak istediği Salih Mirzabeyoğlu’nun iradesini kırmak idi. İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun yapmak istediği ise, Esseyid Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin Anadolu’daki Kurtuluş Mücadelesine verdiği destek iradesini, Necip Fazıl’dan tevarüs ederek yaşatmaktır. “Gayesine ermemiş savaş bitmemiştir” diyerek bağımsızlık mücadelesini zafere erdirmektir. Eğer böyle bir misyonu ve Allahın yardımı olmasa idi böyle destanlık direniş olur muydu?
 
          Baran Dergisi 377. Sayı