Gazeteci-yazar Şükrü Sak’ın, “Salih Mirzabeyoğlu ile Zindan Konuşmaları - Sohbet ve İntibâlar” başlıklı eseri elimize ulaştığında, aklımıza, Mütefekkir Mirzabeyoğlu Bolu cezaevinde iken, çeşitli gazetelerde çıkan bu konuşmaları heyecanla bekleyişimiz geldi. Çünkü, kendisinin uzun yıllar tek başına kaldığı Bolu F Tipi cezaevindeki hücresinden, kendisiyle haftada bir kez görüşen avukatları dışında haber alamıyorduk. 2012 yılında yan hücresine gazeteci Şükrü Sak getirilmişti ve aynı havalandırmaya çıkıyorlardı. Şükrü Sak, cezaevinde yaptıkları o sohbetleri kendine saklamayıp herkesle paylaşarak, bir nevi bizlerin de o sohbetlere dâhil olmamızı sağlamıştı. Akit Gazetesi, Milli Gazete ve Baran Dergisi’nde yayınlanan o sohbetler, şimdi bir kitabta toplanmış hâlde elimizin altında.
Neden önemliydi o sohbetler? Birincisi, Şükrü Sak, Salih Mirzabeyoğlu’nu “konuştururken”, sadece bir gazeteci olarak değil, aynı zamanda, Büyük Doğu-İbda bağlısı bir gönüldaş olarak, O’nun eserlerini açıcı, dışarıda karşılaştığı soruları dile getirici bir rol üstlendi. “Ölüm Odası”ndaki mütefekkirin bu sohbet havasındaki “sesine” ilgi gerçekten büyük oldu.
Bu sohbetlerin öneminin ikinci sebebi, İbda Mimarı’nın Bolu F Tipi cezaevindeki tek kişilik hücresinin, bir nevi “Ölüm Odası”nın nasıl bir yer olduğunu, kamuoyunun da bu sayede öğrenmiş olmasıydı. Şükrü Sak’ın, “Ölüm Odası”nın fizikî ayrıntılarına yer verdiği yazısı Baran Dergisi’nde yayınlandığında, büyük bir infial yaşanmıştı. 2 metre 10 cm’lik bir alanda, eşyalar yerleştikten sonra kalan hareket alanı 40 cm idi ve bu şartlarda namaz kılmak bile mümkün değildi. Sadece fizikî şartlar bile Mirzabeyoğlu’nun 16 yıldır yaşadığı işkencenin çapını gözler önüne seriyordu.
Üçüncü önem sebebini ise, eserin takdiminde şöyle yazıyor Şükrü Sak:
- “Ölüm Odası… Bu ifâdeye Mirzabeyoğlu’nun yüklediği mânâ ve dünya hayatı anlamının yanında, bizler için, cezaevinde tek kişilik hücre, tecrit, tabutluk gibi bilinen bir müşahhas anlamı var. Dışarıdan baktığımızda; “Ölüm Odası”; Berzah, Sefine, Büyük Muztaribler, Furkan, Telegram, Münşeat, Esatir ve Mitoloji gibi dev eserlerin fışkırdığı bir mekân ve devrimci bir mütefekkirin direniş kalesi olarak da hayâl ettiğimiz bir yerdi, hayâlimizdeki gibi de gördük.
(…) Bu röportajların bir önemi de, 28 Şubat’ın tek hedefi olarak idama mahkûm edilmiş devrimci bir mütefekkirin “özgürlük süreci”nde yayınlanmış olmaları.”
Neler konuştular? Öyle ya, dev bir mütefekkirin karşısına geçip soru sorabilmek de bir marifet olmalı. Her ne kadar sohbet havasına geçse de, konuşmacıyı konuşturan gazeteci hüneri ile Şükrü Sak’ı ayrıca tebrik etmek gerekiyor. Sohbetlerin muhtevasından da bu hüner anlaşılabiliyor. Meselâ herkesin merak ettiği “Ölüm Odası” isimli eseri ile ilgili sorusu ve aldığı cevap, Mirzabeyoğlu’nun okuyucuları için ufuk açıcı olmuştur:
-“Ölüm Odası’nda ne yapmaya çalışıyorsunuz diye sorsam…
- Orada bir nevi, “kâinatta insan-insandaki kâinat” sırrını kurcalar gibi, hâkim Batıcı düşüncenin “mekanik kâinat-mekânik hayat” (robot insan) algısını yıkmak; bunu yıkarken de yerine, İslâm tefekkürünün “duygu ve düşünce” alışkanlığını kazandırmak gibi azîm bir çaba ve niyet var… “Ölüm Odası”nda ne yapmaya çalışıyoruz?.. Aslında sadece bu esere mahsus değil, bütün eserlerimizi de içine katarak söyleyebilirim; bir bakıma kendi rönesansımızı başlatmanın heyecanını duyurmaya çalışıyoruz… Bu da kendi değerlerimizi yenilemek anlamına gelir… Beş yüz yıllık çöküş ve çürümeyi tersine çevirmek gibi, zorların zoru bir iş… En genel anlamda, Batı karşısında “Doğu” diye anlayın. Mücadeleyi, dava ahlâkını, hep verici olmayı, başını bir gayeye adamayı, ilme, fikre, ideolojiye dayalı bir hayat tarzını yaşamak, yaşatmak, aşılamak… “Olması gerekeni” hayâl ettirebilmek, hissettirebilmek… Batı’nın Rönesans’ta yakaladığı ışığı, aşkı, şevki, kendi tarih ve değerlerimiz içinde yakalamak… Bunu yapmaya çalışıyor, yapılması gerekenin bu olduğunu göstermeye uğraşıyoruz. İşte aydınların, sanatçıların, ilim adamı, fikir adamı, akademisyenlerin temel alması gereken zemin bu… Bu da ancak bir ideolocya-sistem temelinde gerçekleştirilebilecek bir şey… Büyük Doğu-İbda Külliyâtı bunun için… Dünyada bugünkü ruhî, fikrî, siyasî çöküşü bütün zaaf ve kuvvetlerimizi tesbit etmiş olarak, yepyeni bir ruh ve nizam yekpâreliği içinde yeniden doğmak…” (s. 60)
Eserde, “Zalim Olmaktansa Mazlum Olmayı Tercih Ederim”, “Ölüm Odası’nda 15 Sene: Gerçek Aydın Çağından Sorumludur”, “Mirzabeyoğlu’nun Fikri, Sanatı ve Eserleri Çerçevesinde”, “Dünya Bir İnkılab Bekliyor”, “Gerçek İslâm Aydını Olabilmek İçin Gerekli Zaruri Şuuru Ortaya Koyduk”, “Bir Milletin Varoluş Harcını Yoğuran Adam” başlıklı sohbetlerin tam metni yer alıyor.
Eserin ikinci bölümünde ise gazeteci Şükrü Sak ile bu süreçte (cezaevi süreci) yapılan röportajlara yer veriliyor. Bu röportajlar, “28 Şubat Tutmayınca Balyoza Yöneldiler”, “Kafamıza Sıktılar Ama İsabet Etmedi: G-3 Mermisi ile Vuruldum”, “Cemaatin Masonik Yapısı Ortaya Çıktı”, “Mirzabeyoğlu’nun Çıkışı, Türkiye’nin Amerika, İsrail ve Batı’ya Verdiği En Büyük Cevabdır” başlıklarını taşıyor.
Son olarak, sosyal medyada, internet ortamlarında sık sık alıntılanan Salih Mirabeyoğlu-Şükrü Sak sohbetlerinin, derli-toplu bir kitabta yer alması, sohbetlerin kulaktan dolma, eksik ve yanlış aktarımlarının önüne geçilmesi açısından da önemliydi.
Eser, Çarpıcı Kitap yayınlarından çıktı.
 

Baran Dergisi 463. Sayı