Gal Horozu Rene Descartes Üzerinden Örgüleştirilen ve Gayesine Erdirilemeyen Ruh ve Beden Düalizmine Dair –I-​

Felsefe tarihi veya literatüründe, kesin bilginin, matematik ve fizikten çıkarılan ilke ve kavramlar üzerine bina edildiği felsefî yöntem veya metod, Kartezyen Felsefe olarak kabul edilir. Bir sıfat olan Kartezyen tabiri, “metodik şüphe” kavramının da mucidi olan Rene Descartes’ın Latince isminden, (Renatius Cartesius), yani Dekartçı, Dekartsal vezninde türetilmiştir.(1) Tedaisi, Halid bin Velid Hazretleri’nin “Ebu Süleyman: Horoz” lakabı ve onun nesebinden olan Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun örgüleştirdiği “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA”nın, “Beşer zekâsının sekreteri” olarak belirmesi! Niçin böyle bir tedai sorusunun cevabı aşağıdaki notta görülecektir. Ama ondan önce düalizm üzerinde biraz duralım.

Rene Descartes’ın örgüleştirdiği Kartezyen Felsefe, düalist (ikicilik) bir muhtevaya sahibtir. Res extansa (bedenî-maddî-müşahhas olanlar) ve Res cogitas (ruhî, aklî, mekânda yer kaplamayan mücerred şeyler) kavramları bu mevzuda çok belirleyicidir.Bu mevzu üzerinde daha sonra duracağız. Herhangi bir alanda birbirlerine indirgenemeyen iki karşıt ilkenin varlığını ileri sürmek mânâsında olan Düalizm (İkicilik, Sünaiyye, Seneviyye),Bircilik ve Çokçuluk terimlerinin de karşıtıdır. İslâm tasavvufunda “Vahdet ve Kesret”, İBDA Diyalektiğinde ise, “Bir ve Bin” mevzuu ruh ve beden düalizmi mevzuunda önemli ip uçları barındırmaktadır. Bu mevzuda Sosyolog Burak Çileli’nin Aylık Dergisi’nde yayımlanan “İBDA Fikriyatında Ruh ve Beden Düalizmi”(2) isimli makalesi çok önemli bilgiler içermektedir.

Felsefe tarihi içerisinde ilk düalist (ikici), Antik Çağ Yunan düşünürlerinden biri olan Anaksagorasolarak bilinir. Anaksagoras, madde (özdek, “beden”) ile ruhu kesin olarak birbirinden ayırır ve sonsuza kadar da birbirlerinden ayrı kalacaklarını iddia eder. Anaksagoras’ınnus(nous) adını verdiği bu ruh maddî (bedenî) yapıdadır ama yaratan olmak bakımından yaratılanın karşısında bulunmakla birbirine indirgenemeyen temelli bir ikilik meydana getirir. (…). Burada şu şekil bir açılım yapmak sanırım sıkıntı doğurmaz. “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” fikriyatından da biliyoruz ki, “Mutlak tevhid mümkün değildir.” Bu şu demektir, Allah ve kâinat veya Allah ve “kâinatın özü ve hülasası” olarak beliren insan, “Bir” olma mânâsına asla ve kat’a Bir’leşmeleri mümkün olmayan varlıklardır. Çünkü “Bir”lik, “Bir” ve “Mutlak Varlık” olan Allah’a mahsustur. Yaratan yaratıcıdır, yaratılan ise yaratılmıştır. Eser ve müessir esprisi üzerinden söylersek, hiçbir eser, müessirin kendisi değildir. Hiçbir eser, onu meydana getirenin aynı da değildir. İnsan, topyekûn varlığın sahibi olan Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. Bundan dolayıdır ki söz konusu olan “Bir”, İslâm Tasavvuf büyükleri tarafından “Şiddetli Bir” şeklinde tarif edilmiştir. Meselâ ruh ve bedenden müteşekkil bir varlık olarak beliren insan, küllî irade veya küllî ruhun tasarrufunda anlam kazanırken, aynı zamanda insan ve kâinat veya ruh ve madde de “Mutlak Varlık” olan Allah’ın tasarrufunda anlam kazanmaktadır. Descartes’ın “ruh” ve “madde” olarak gördüğü ve birbirine indirgenemez iki cevher şeklinde tarif ettiği cevherlere karşılık, bunların her ikisinden de tam bağımsız bir şekilde var olan ve “Mutlak Cevher” olarak gördüğü tanrı düşüncesi, “zıtların birliği” üzerinden izah edilemediği içindir ki modern felsefe tarihi içerisinde düalist yaklaşım, büyük bir sıkıntıya sebeb olmuş ve bu mevzuun daha da kronik bir hâl almasına zemin hazırlamıştır. Hâlbuki bu mevzu, yani düalizm mevzuu, ancak ve ancak İslâm üzerinden vuzuha kavuşturulabilir. İslâm’ın, Tasavvuf büyükleri tarafından, “zıt kutuplar arası muvazenenin üstün nizamı” olarak tarif edilmesini bu çerçevede de değerlendirmek gerekir. Gerek Allah ve kâinat, gerek Allah ve insan, gerek insan ve kâinat ve gerekse zıtlıklar muvacehesinde kendisini gösteren tüm eşya ve hadiselerden tüten ruh ve beden düalizmi, “Mutlak tevhid mümkün değildir” çerçevesinde ve “Küllî ruh” üzerinden, “Mutlak Varlık” olan Allah ile yerini, değerini ve izahını bulur. Bu ara değerlendirmeden sonra tekrar mevzumuza geri dönelim. 

Doğru söylemek gerekirse, kadim kültürlerin hemen hepsinde düalizm (ikicilik), çok baskın bir durumdur. Meselâ mallılar (güçlüler) ile malsızlar (güçsüzler) ikiliğine dayanan iyilik ve kötülük karşıtlığı çok belirgin bir rol oynar. Hakeza, Sümerlerin yer ve gök tanrıları, eski Mısır’ın iyilikçi ve kötülükçü tanrıları, eski Çin’in, Hind’in, İran’ın karanlık ve aydınlık ilkeleri, meselâ Çin’de Yin-Yang, Hind’te Tamus-Satva, İran’da Ahura Mazda-Angra Mainyu vs. hep bu karşıt ikiliklerin dile getirilmesidir. Modern zamanlarda ise bu tür bir duygu ve düşünce, yani düalizm, Fransız düşünürü Rene Descartesüzerinden yerleşik bir hal almıştır. Kartezyen Felsefenin kurucu iradesi olarak beliren Rene Descartes, varlıktaki bütün gerçekleri, birbirlerine indirgenemeyen ruh ve beden (Res cogitas ve Res extansa)  ikiliğinde toplamaktadır.(3) 

Not: Kartezyen tabiri sadece felsefede değil, matematikte de kullanılan bir tabirdir. Matematik, riyazat, “nefs terbiyesi”!.. Matematikte “kartezyen koordinat sistemi” diye bir sistem var ve bu sistem, iki sayı doğrusunun sıfır noktasında birbiri ile dik kesişmesini ifade eder. Yatay eksen “x ekseni (apsisler ekseni)”, dikey eksen ise “y ekseni (ordinatlar ekseni)” olarak isimlendirilmektedir. Koordinat eksenlerinin kesim noktası ise “başlangıç noktası” veya “orijin” olarak adlandırılmaktadır.(4) “Başlangıç noktası” veya orijin”, 90 derecelik bir açı meydana getirir ki bu, Arapçada Sad harfinin de ebced karşılığıdır. Sad harfinin ebced değeri üç otuzun toplamıdır ki bunun da neye tekabül ettiği malumdur; Üç Işık!.. “Sad: Bir harf. Ebced değeri: 90. / Nîl: Nil nehri. Su. Mavi. Sıfır. Şifre: 90. / SAD Sûresi: Davud Sûresi de denir, Kur’ân’ın 38. Sûresidir… Davud: 15: Hud-Kendisinde EHADÎ hikmet tecelli eden Peygamber: B.D.-İBDA…”(5)… Bu şekil bir bilgi notunu burada paylaşmamızın sebebi, horoz borcu mevzuu içerisinde mühim bir yer işgal ediyor olmasındandır. Arş horozu ve oradan tevarüs ettirilmiş olduğuna kani olduğumuz haç veya çarmıh sembolü, (salib(6) / saleb veya tilki(7), -Üstad Necip Fazıl’ın Çile isimli şiirinde geçen, “Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz” mısraı, oyun, hile, harb, cihad, “nefs ile mücadele” veya “riyazet” / mekr-i ilâhî / “Ettik size bir oyun”, âyet meâli / “İstkbâl İslamındır” mutlak vaadi / halife / hükümdar / melik / “Malik hikmeti” / “Abdülhakîm Koltuğu” / Hazret-i Mehdi Aleyhisselâm!), Te harfi üzerinden güneş feleği (Hz. İdris Aleyhisselâm ve Hz. İsâ Aleyhisselâm) ile doğrudan alakası ve haddı zatında, İlâhî Adalet çerçevesinde, (İBDA Mimarı’nın Haliç Kongre Merkezi’nde vermiş olduğu “Adalet Mutlak’a” isimli konferans ve oradan bütün dünyaya “yeni dünya düzeni”nin açık adresinin ilan edilmesi!), Hükümdarlık mefhumu (İBDA Mimarı’na rüyada gelen mânâ: “Salih Mirzabeyoğlu Hükümdardır!”) üzerinden derin bir okumaya tabi tutulsa yeridir. Ama bunu irdelemenin yeri burası değil.

Evet; her şeyden evvel, Descartes’ın örgüleştirdiği felsefî sistem (Kartezyen veya Düalizm) temelde ontolojik değil, epistemolojiktir. Kendisinden önceki tüm felsefî sistemlerin üzerine kalın bir çizgi çeken, diğer bir ifadeyle de “metodik şüphe” üzerinden tümünü birden “paranteze alan”(8) Descartes, varlığı kavramada “arkhe nedir?” veya “varlık nedir?” şeklinde ontolojik bir soru sorma ihtiyacı dahi duymadan, topyekûn varlığı “insan” varlığına indirgedikten sonra, varlığı ikili bir varlık olarak kabul eder ve bunun mahiyetini kurcalamaya koyulur. Daha doğrusu bu ikili varlığın epistemolojik muhtevasını örgüleştirmeye, diğer bir ifadeyle de Bir’leştirmeye çalışır. Daha evvel de söylendiği üzere, bu tür bir çabanın hakikati İslâmdadır. Meselâ İslâmî tefekkürde, topyekûn varlıkta Allah’ın halifesi olarak beliren insan, aynı zamanda “kâinatın özü ve hülasasıdır” olarak da kabul edilir. Diğer taraftan, İmam-ı Gazâli Hazretleri’nin (d. 1058- ö.1111) (9) Batı tefekkürüne tesirini de unutmamak lazım! Denilebilir ki, Descartes, İmam-ı Gazâli Hazretlerinin İHYA hareketinin bir tür muadili olarak, Batı medeniyetini “ihya” eden adamdır. Bu mevzuda Ömer Osmanoğlu’nun “Gazzâli ve Descartes”(10) isimli makalesi çok doyurucu bilgiler sunmaktadır. 

Felsefe tarihinde “Vahdaniyetçi Düşünce”nin baş mimarı olarak kabul edilen Sokrates’ten günümüze, daha doğrusu Sokrates’i da kendisinden öğrendiğimiz Eflâtun’dan günümüze, “beşer zekâsı veya aklı” üzerinden örgüleştirilen tüm felsefî sistemlerin bütün çabası, Bir’leştirme gayesine matuftur. Bundan dolayıdır ki tam 2500 yıldır Sokrates’in miras olarak bıraktığı “horoz borcu” bugün bile hâlâ kritik edilmeye değer bulunmaktadır. Bu mevzuda Michel Foucault’un “Hakikat Cesareti -Kendinin ve Başkalarının Yönetimi II-” (College de France Dersleri 1984)(11) isimli derleme kitabı önemli ipuçları vermektedir. Denilebilir ki, Üstad Necip Fazıl tarafından “birbirinin yanlışını çıkarma mektebi” olarak tarif edilen her bir felsefî sistem, “horoz borcu”nu yerine getirme iddiası üzerinden, “baba horoz” olma iddiasını da beraberinde taşımaktadır. Ancak tabiidir ki bu iddia ancak tek bir “müddei/iddiacı” tarafından yerine getirilebilecektir; nitekim bu yazı dizisi, bunun kim olduğunun isbatlanması etrafında şekillenmektedir.

 Dipnotlar

  1-http://kartezyen.nedir.org/
  2-http://aylikdergisi.com/haber-ibda-fikriyatinda-ruh-ve-beden-dualizmi--II--burak-cileli-4123.html
  3-http://www.felsefe.gen.tr/felsefe_sozlugu/i/ikicilik_dualizm_nedir_ne_demektir.asp
  4-https://www.matematiktutkusu.com/tags/Kartezyen+Nedir/
5-http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-sad-harfi-sad-sresi-53-h3435.html
  6-Salib, Arabça asmak veya çarmıha germek suretiyle idam cezasını ifade eden “Salebe” kelimesinden türetilmiştir. Hıristiyanların büyük saygı gösterdikleri Haç için kullanılır. Bu kelime Kur’an’da geçmez. Hadîsler’de ise, kıyametle ilgili olarak zikredilir. Kıyamet yaklaşınca İsa b. Meryem gökten inerek, Deccal’e karşı mücadele edecek, domuzları öldürecek ve haçı parçalayacaktır. Hıristiyanlar ise, kendi inançlarına göre insanlığı günahtan kurtarmak için, Hz. İsâ, haç üzerine can verdiğinden, ona büyük saygı gösterirler. (http://www.filozof.net/Turkce/dinler-tarihi/8787-salib-nedir-ne-demek-anlami-hiristiyanlarda-salib.html)
7-Arabça bir isim olan ḫuṣa’ѕ-ѕa’leb “tilki hayaları”ndan kısaltma yoluyle ѕa‘leb veya ѕa‘leb “üzüm asmasının kütük kısmı” > sahlep > sâlep) [Bitkinin kökündeki iki yumru tilki hayalarını andırır]. Sâlepgillerden, kökündeki iki yumrusu besin veya ilâç olarak kullanılan, gövdesi dik ve silindirimsi, salkım yâhut başak şeklinde kırmızı, mor çiçekli, tel köklü, ormanlarda ve nemli çayırlarda yetişen otsu bitki. Orchis. Bu bitkinin kökündeki yumruların dövülmesiyle elde edilen un hâlindeki madde, sâlep tozu. Bu tozun nişasta, şekerli süt veya su ile karıştırılıp kaynatılmasıyle elde edilen boza kıvâmındaki içecek, sahlep.
8-“Paranteze almak” tabiri Edmund Husserl’in Fenomenolojisine ait bir kavramdır. Husserl’e göre özü anlamanın yolu fenomeni bilmekten geçer. Fenomenden hareketle “öz”’e ulaşılır. Fenomenoloji öze ulaşmak için kullanılan bir yöntemdir. Bu yöntemle herhangi bir nesnenin özüne ulaşabilmek için önce bütün verilmiş bilgileri ayraç (parantez) içine alıp yok saymak gerekir. Ancak bu yolla duyularla algılanan nesnelerin ötesinde bulunan özlere ulaşılabilir. Öz, bilinç tarafından doğrudan bilinebilir. Sezgi sayesinde şeylerin özünü, tıpkı duyu deneylerindeki doğal cisimler gibi, doğrudan, aracısız olarak bilebiliriz. Buradan da anlaşılacağı gibi o, felsefede özneden yola çıkar ve ona göre öznenin temeli bilinçtir. Bilinç, devinim ve nesnesine yönelim içinde bulunan bir varlıktır. Bu nedenle bilinç, sadece bir ses ya da bir renk gibi duyusal özellikleri kavramakla yetinmez, aynı zamanda nesnelerin saf anlamlarını ve mantıksal özlerini de kavrayabilir. Husserl’e göre özler sezgi yoluyla kavranabilirler. Öz, bir nesneyi başka bir şey değil de kendisi yapan şeydir, özelliktir, anlamdır. Öz, fenomenin içindedir ve bilinç bu özü sezgi yoluyla kavrayabilir. Fenomenoloji, aynı zamanda öze ulaşabilmek için kullanılan bir yöntemdir. Bu yöntemde, varlığın özünü meydana getirmeyen somut özellikler ayıklanır. Varlığın somut özellikleri, tıpkı Descartes’ın “metodik şüphe” esprisinde olduğu gibi, “parantez içine alınarak” ayıklanır. Böylece varlığın özüne ulaşılır. Sanırım Descartes’ın niçin Modern Batı Felsefesinde “baba horoz” olduğu anlaşılmıştır. (http://www.felsefe.gen.tr/felsefe_akimlari/edmund_husserl_ve_fenomenoloji.asp)
9-Gazzâlî ya da tam adıyla Hüccetü’l-İslâm Ebû Hâmid Muhammed bin Muhammed bin Muhammed bin Ahmed el-Gazzâlî et-Tûsî, Büyük Selçuklu Devleti devrinin İslam âlimi, filozofu, mutasavvıfı ve müderrisi. Fars asıllı olduğu sanılan Gazzâlî'nin lakapları Hüccetü’l-İslâm ve Zeynüddin'dir.
10-http://trdergisi.com/gazzali-ve-descartes/
11-Michel Foucault, “Hakikat Cesareti -Kendinin ve Başkalarının Yönetimi II-” (College de France Dersleri 1984), (çev: Adem Beyaz), İstanbul Bilgi Üniversitesi, İstanbul, 2018, sh.81-100.