İlk bakışta belki alâkasız gibi görünebilir fakat, çağdaş kapitalist finans sistemi ilk sermaye birikimini iki yoldan elde etti. Bir Din Ticareti, iki Yün Ticareti. İtalyan Rönesansı’ nın  kapitalizmin dünya sistemi haline gelmesine yaptığı en büyük katkı da bu alanda oldu. Papa’ nın bankerleri olarak kilisenin emrindeki geniş imkanları ve papalık adına toplanan paranın idaresini ellerine geçiren İtalyan bankerler, paranın akışkan hale gelmesinin avantajını çabuk kavradılar. Devletlerarası savaşların finansmanında imparatorluklara büyük menfaatler karşılığı borç vererek ve hızla gelişen yün ticaretini finanse ederek ilk sermaye birikimlerini gerçekleştirdiler.

Kapitalizmin dünya sistemi haline gelmesinde yün ticaretinin ve pamuklu dokumanın önemi büyük; aynı zamanda batı insanına yaşattığı acı da o nispette büyük. Çift bozma veya toprak çevrilmesi olarak adlandırılan yöntemlerle araziler, ekili alanlar otlak haline getirildi. Toprağından, evinden, ailesinden, komşusundan koparılan insanlar açlık ve sefalet içinde hayvanlar gibi yaşamaya terk edildi. Kırsal kesimden gelen, köyünde, tarlasında yaşamaya alışmış binlerce insan gecekondu halkına dönüştürüldü. Bu, kendi halkına sömürge muamelesi yapmaktır. Adı da “Modern Sömürgeciliktir”.

Toprak insan hayatının dengeleyici unsurudur; yerleştiği yerdir, vatanıdır, köyüdür, manzarasıdır. İnsanı topraktan ayırmak, toplumun dokusunu olduğu gibi bozmaktır. Sosyal olayları sırf ekonomik liberalizmle açıklamakta direnen kapitalizmin sanayi devrimi ile yaptığı budur.

Sanayi devriminin sosyal koşulları insanı insanlığından çıkaran bir cehennemdir. Toprağından, yerinden, yurdundan edilen binlerce insan sefalet merkezlerinde şahsiyet, haysiyet namına hiçbir şey bırakılmadan açlık ve yoklukla terbiye edilerek(!) muhtaç hale getirilmiş, gıdası insan ve tabiat olan makinanın üreteceği, öğüteceği ham maddeye dönüştürülmüştür. Bu makinadan çıkacak ürün artık köyünden, ailesinden, komşusundan, yardımlaşmaktan, merhametten, azâde tüm insanî hasletlerini yitirmiş modern devletin özgür bir yurttaşıdır. Yani “gönüllü köle” dir. Zaten demokrasi de insanı gönüllü köle haline getirdikten sonrasının rejimi değil mi?

Kendi kurallarına göre işleyen piyasa ekonomisi sisteminin yol açtığı felâketin yanında, sanayi devriminin yaptığı tahribat neredeyse masum kalıyor. Kendi kurallarına göre işleyen piyasa sistemi aslında hayal ürünüdür, ütopiktir, kurgulanmış bir yapıdır. Sosyal ilişkiler bütünü içinde yer alması gereken ekonomiyi, bu bütünden ayırıp sosyal ilişkilerin tamamını ekonominin içine yerleştirmek, her şeyi ekonomiye endekslemek, üretilmesi mümkün olmayan emek, toprak ve parayı piyasa sistemine boyun eğmeye zorlamak abesle iştigâldir. İnsan tabiatına terstir. Sosyal çözülmelere sebep olmadan, içtimaî yapıyı parçalamadan yaşama şansı yoktur. Emeğin, toprağın, paranın alınıp satılabilir meta haline getirildiği böyle bir sistemde, insanı bağlayan tek şey devletle, şirketle yaptığı sözleşmedir. Bunun dışındaki insanî, içtimaî değerlerin hiçbir önemi yoktur. İnsanî, vicdanî, kültürel değerlerin koruyuculuğundan kurtulan insanın varacağı yer de günahtır, sapıklıktır, cinayettir netice itibariyle sosyal parçalanmadır.

Kant, felsefesini kurarken temel sorunu olan “Doğa nasıl mümkündür” sorusuna cevap aradı. Kapitalizm ve Marksizm insan ve toplum ilişkilerini madde üzerine bina etti. Ekonomiyi temel saik kabul etti. Bu binayı üçüncü kattan başlayarak kurmaya benzer. Temeli ve üstünde iki katı olmayan desteksiz binanın çökmemesi mümkün değil. Zira, İbni Arabi hazretlerinden öğreniyoruz ki: “Doğayla Allah arasında iki âlem vardır: Bunlar ruh ve akıldır. Doğa, yakınlıkta üçüncü derecededir.”

Baran Dergisi 13. Sayı