Başta şunu söylemek icab eder ki; biz, inanılmaz bir şekilde soyulmaya meraklı ve bizi soyana karşı hayranlık tavrı besleyen bir garip topluluk olmuşuz… Fikri ve içtimai kirlilik yanında zihnen dumura uğrayış, hislerimizi büsbütün iptal etmiş olmalı ki aynı soygunu daha da  devam ettirme adına, lunaparklarda ki “bul karayı al parayı” dolandırıcılarının önünde kuyruk olan insan kitlesi gibi, geçip bankaların önünde her gün kuyruğa giriyoruz. Şu krediydi, bu maaştı, şu ödemeydi, faizlerdi, icraydı, karttı vs. elimizde avucumuzda ne varsa, ne kazandıysak önüne döküveriyoruz bankaların… Sonra geçip seyrediyoruz çalışmadan tek damla alın teri dökmeden paradan para kazanan bankaların kârının 2010 yılında % 105 arttığını.. Nasıl! Nedense bunun üzerine tefekkür etmeyiz pek, nihayetinde her tefekkür sahibine hakikati ve sorumluluğunu hatırlatacağından kaçarız bundan…
Bankalar; modern! giyimli kişilerin, dekolte bayanların, şaşaalı işyerlerinin ve haddini aşan bir yalakalığın cereyan ettiği kurumlar… Faiz alınan verilen yerin, genelevden hiçbir farkı yok ha geneleve gidilmiş ha faiz alınmış verilmiş… Faizde hüküm belli “Anasıyla zina eden” aşağılamasına muhatap olmuş bir meselenin en ağı zinadan farkı yok… Faizci bankacılığın tefecilikten, tefeciliğin pezevenklikten, orada faiz alıp verme işiyle gönüllü ve takdirle uğraşanların fişçilikten-peçetecilikten farkı yoktur… Nihayetinde zina içtimaiyatın ruhuna nüfuz etmiş fuhşiyat iken faizde mala-sermaye bulaşmış fuhşiyattır… Peki bu fuhşiyat içimize nasıl girdi ve ondan nasıl kurtulabiliriz?
Son dönem Osmanlı Dünyası, batılılaşmanın ve tefecinin tuzağına düşmenin ilk işaretleri ile dolu…
19.yy’ın başından itibaren ekonomik bir çöküntü içinde olan Osmanlı, tarımda ve sanayide meydana gelen değişmelere ayak uyduramadığı için bütçesi sürekli açıklar vermekteydi. Devletin bütçe açıklarını kapatmak amacıyla 1840 yılında Kaime adı verilen ilk kağıt para tedavüle çıkarılmış ancak dış ticarette sürekli açıklar verilmesi ve yabancı paralar karşısında Kaime’nin değerinde önemli düşüşler yaşanması ve en önemlisi yani felaketimizin tefeci mümessilleri Galata Bankerlerinin de teşvikiyle bir bankanın kurulmasına karar verilir. Böylece, 1847 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk bankası olan İstanbul Bankası (Bank-ı Dersaadet) kurulur. Ancak Fransa’daki 1848 devrim hareketinden sonra, Osmanlı’nın dış ticaret hacmindeki daralmaya bağlı olarak ekonomik olumsuzlukların artması, İstanbul Bankası’nın Hükümet’e verdiği kredileri tahsil edememesine yol açmış ve banka 1852 yılında faaliyetlerini durdurur. Bankacılıkta bir sonra ki adım, adı hariç hiçbir şeyi Osmanlı’ya ait olmayan, 1856 yılında kurulan Osmanlı Bankasıdır. Bu Banka İngiliz sermayesi ile kurulmuş 1863 yılında Fransız sermayesi, 1875’te de Avusturya sermayesi bankaya ortak edilmiştir. Ayrıca 1856-1875 yılları arasında, Osmanlı Devleti’ne borç vermek ya da borç bulmak amacıyla yabancı sermayeli 11 banka kurulmuştur. Osmanlı Bankası’nı İmparatorlukta faaliyet göstermiş diğer yabancı bankalardan ayıran en önemli özellik, bankaya para basma ayrıcalığının tanınmış olmasıdır. Bu dönemde faaliyet gösteren bankaların Osmanlıya  kredi sağlamakla birlikte kendi ülkelerinin çıkarlarına çalışmaları, faaliyetlerini ülkelerinin en fazla ilgi duyduğu sektör ve bölgelerde yoğunlaştırmaları ise dikkat çekici bir konudur. Türkiye’de, özellikle liberalizasyon sürecinden sonra yabancı banka girişleri ve yerli bankaların yabancılaştırılması artmıştır. 1980’de %3’lerde, 2000’lerde % 40 olan pay, bugün %70’lere varmış durumdadır. Ülkenin geliri olduğu gibi bu tefecilerin cebine akmakla beraber aynı zamanda bunlar “oturduğumuz evin, bindiğimiz arabanın, açtığımız işyerinin, üretime kattığımız toprağın” gerçek sahibidirler. Çünkü neredeyse ülkenin yarısı ipotekli durumdadır. Bu hususta çevrenizden on kişiye kredi-banka ilişkilerini sorarak zihninize delil temin edebilirsiniz. Ne mi olacak delil temin edince? Hiç olmazsa kimseyi suçlayıp dedikodu yapmaz, onu bunu terörist ilan etmez, yarın bu tefeciler senin başına çöreklendiğinde yanında birilerini bulursun.
 
  150 yıldır biz bu tefecilerden kurtulamıyoruz ve yine 150 yıldır bu tefeciler, kanımızı emiyor ve biz onlara kan vermeye devam ediyoruz…
Tefeciler(Bankalar) Fuhuş pazarlamacıları gibi; kendini ve efradını süsleyip süsleyip pazara çıkarmakta baş döndürüp iliklerine kadar soymakta, sonra da don gömlek sokağa atmaktadır. Ev, araba, beyaz eşya yada şu işin, bu işin için para… Ne istediğini söyle seninle anlaşalım, sonrası kolay… Sonrası kolay kısmı sadece tefeci, bankacı bir nevi genelev patroniçesi için geçerli… Kime ne olmuş, malını mülkünü mü kaptırmış, ailesini evlatlarını mı kaybetmiş, canını namusunu mu vermiş, hiç önemli değildir. O verdiği borcu “kanun” çerçevesinde tahsil edecektir. Tefecilerin irad ettiği “kanun” namına  hukuk! okumuş birkaç ve üniforma giymiş birkaç zevat gerekirse malını, namusunu aldığı adamın aynı zamanda hürriyetini ve şerefini elinden alacak ve onu onlarca sürecek bir mahkumiyetle bir deliğe tıkacaktır. Modern Tefeciler artık borç verdiği devletlerin güvenlik güçlerini, hukukçularını, iktisatçılarını kendi adamları olarak kullanmaktadırlar ve bunda o kadar pervasızdırlar ki; kullandıkları bu adamları bile kendilerine mahkûm bir sürecin içine sokmuşlardır. Yani tefeci için iktisatçı müşteri olabildiği gibi korumadır da, icra eden olduğu gibi icra takibine uğrayandır, daha açıkçası soyan olduğu gibi soyulandır…
Daha açalım… Soygun, soyulan ve soyanlar iyice açığa çıksın.
TV’yi açınca, gazeteye bakınca, sokağa çıkınca billboardlarda vs her yerde karşımızda banka reklamları… Zor gün dostu imalı, babacan tavırlı hayırsever bankalar... Ya da güçlü ve verimli bir kişilik ve işyeri imajı ile sırtınız okşayan, bedavacı mirasyedi edalı sermaye teklifi yapan bankalar… Ya da vatandaşın başını sokacak sıcak bir yuvaya sahip olabilmesi için ne yapacağını şaşırmış, ucuz konut kredisi dağıtan ‘gariban babası’ bankalar... Şöyle bankalar, böyle bankalar... 10 yıl 20 yıl kredi aldığınız bankaya borçlandığınız yetmezmiş gibi, ödeme planınızı etkileyecek hiçbir olumsuz girişimde bulunmamanız gerekiyor. Çünkü hem krediyle aldığınız elinizdeki kaybedecek hem de üstte kat kat faiz ödemek zorunda kalacaksınız. % 2’lerle başlayan hikâyeleri çokça dinlemek için bir bankanın kapısında oturup sadece ilk giren on kişiye hikâyesini anlatmasını istemeniz yeterli…
Banka Yunan Bankası, Fransız Bankası, İngiliz Bankası, İsrail Bankası; bankoda bizim kızlarımız, bizim evlatlarımız müşteri avlamada. Telefonda bizim kızlarımız şuh davranışlar içerisinde müşteri ikna etmede. İdare de ve takipte bizim çocuklarımız daha önce gülümseyerek verdiği kredileri şimdi polis zoru ve copu ile tahsil etmekte… “Üniversitelerde bu meyanda öğretilenler yetmiyormuş gibi, işe aldıkları gençleri de, işe hazırlama (training) adı altında beyin yıkama seanslarından geçirip, bu tezgâhların yepyeni ‘ürün’ler olduğuna inandırmaktalar. Her an kapıya konma tehdidi altındaki bu banka emekçileri de envai çeşit söğüşleme ‘ürün’lerini bizlere satmak için cansiperane çırpınıp duruyorlar.” Her tahsilât, her ikna, her müşteri tefecinin gelirlerini artırmakta ve tefeci bankada çalışan adamlarına bunun karşılığı olarak yüksek maaşlar(pay-bahşiş) vermektedirler. Kiminin kanı vardır o parada, kiminin canı, kiminin kırk yıllık alın teri… Ve 2010 bankalarının kârı açıklanır “Bankalar 6 ayda ek hesaptan 1,1 milyar lira faiz geliri elde etti” Nasıl oldu? Fabrika kurdu da ihracat mı yaptı, çiftlikler açtı da hayvancılığa katkıda mı bulundu, yok. Bilgisayarda birkaç numara ile fabrika işçisinin, çalışan memurun, üreten çiftçinin hesabından gıdım gıdım çaldı. Bunun adı da ‘kâr’ oldu. Banka’da kârhane…
Şimdi daha açık söyleyelim “biz birbirimizi düdüklüyoruz, el kazanıyor” yalan mı?
 


Baran Dergisi, 224. Sayı