“Modern, çağdaş, Batı görmüş” şeklinde övülen bir anlayış var. Şimdi gerçi bu zihniyetin pek matah bir şey olmadığı anlaşıldı. Bu zihniyette, sonradan görmüşlük ve özentilik, tarihinden ve kültüründen (Doğulu olmaktan) utanmanın verdiği bir eziklik var. Batı özentisi aydın sınıfın psikolojisi de böyle. Kemalist devrimlerin altında yatan psikoloji de, bu ezikliğin doğurduğu, şahsiyetsizliğin getirdiği, “kendi” olamamanın trajikomik hâlidir. Üstad’ın “bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılap” dediği durum.

Daha çok alet ve edevatta ve çağın getirdiği ihtiyaçlarda yenilik mânâsında “modern olana” pek kimse karşı çıkmaz, zaten bu çağda yaşayan herkes “çağdaş” oluyor. Fakat “modernizm”den kastedilen Batı hayat tarzıdır. Burada durmak, sorgulamak ve kendimizi tanımak zorundayız. Öyle ya herkes kendi modernini bulacak ve yaşayacak ki, çağının hakkını versin. “Müslüman çağından mesuldür” hesabı, çağının getirdiği bütün fikir cereyanlarına, bütün ilmî ve teknik bakışlara ve keşiflere karşı Müslüman ilgilidir, sorgulayıcıdır. “Ben kulumu eşya ve hadiseleri teshir etmesi için kendime halife olarak yarattım” ayetince her yeni şeyle ilgili olmak zorundayız, bütün keşif ve oluşların öncüsü olmalı veya tasarrufu altına almalıyız. Zararlarını atarak, faydalarını ümmetin istifadesine sunmalıyız.

Böyle mi olmuştur; yoksa meşhur bir deyişle, “su uyur Türk bakar” mı olmuştur? Kanunî’ye kadar İslâm’ın zabt ve teshir emri yerine getirilip, her bakımdan Batı’dan üstün olunmuş iken, İslâm’ın aşk ve vecdinin yitimiyle işler tersine dönmüştür. Bu da bize işlerin düzüne gelmesi için ne gibi şartlar gerektiğini ihtar ediyor. Bunun manivelası ve bir dünya görüşü olarak Büyük Doğu-İbda İslâm’a Muhatap Anlayış’ı proje-model ve bir aksiyon olarak bizlere hitap etmekte. Bunun “nasıl” ve “niçin”i fikir manzumesi içinde mevcut, biz burada detaya girmeyeceğiz. Modernizmin belli başlı yalanları üzerinden meselemizi dillendireceğiz.

Kapitalist düzenin üzerinde oturduğu üç meşhur yalandan bahsetmek istiyoruz. Bu sac ayağının birincisi, bilimin tek hakikat olduğu ve insanın çıkarını düşünen mahlûk olduğu yani “homo economicus-iktisadî birey” olduğu ve ilaveten faizsiz düzen olmayacağı yalanları… İkincisi, neredeyse sınırsız fert hürriyeti tanıdığı ve demokrasinin “cici” olduğu yalanı… Üçüncüsü ise kadını vitrine çıkararak ona özgürlük tanıdığı ve haklar verdiği yalanı…

Birincisi, “bilim”in tarafsız ve objektif olduğu yalanı. “İlim her şeydir” anlayışı pozitivizmin ve modernizmin getirdiği bir anlayıştır, ilmî değildir, ispatlanmamıştır. Aksine ilmin hayat hakkında bize bir değer sistemi ve bir felsefe sunamayacağı ortadadır. Hayatın hakikatini ilim bilemez, çünkü alanı sınırlıdır. Deney ve gözleme, sınırlı tecrübeye dayanır. Fakat Batı bilim anlayışı, temelde materyalist olduğu için ilmi de kendine göre kullanıyor. Seküler ve modernist ilim anlayışı Allah’ı, ruhu, ruhaniyeti dışlıyor. Bunu da çok ustaca yapıyor. Bilim tarafsız ve objektif diyerek aslında kendi Allahsızlığını gizliden veya açıktan dayatıyor. Batı bilimde de son derece sahtekârdır. Batı, rönesansını İslâm’a borçlu ama inkâr ediyor. Haçlı seferleri ile Doğu’dan ve Endülüs İslâm devletinden gördükleri ve çaldıkları ile (İbn Sina, İmam-ı Gazalî, İbn Arabî, İbn Rüşd vs. Batı tarafından âdeta yağmalanmıştır) rönesansını yapmıştır. Ama ilmî dürüstlüğe sığmayacak şekilde tarihi çarpıtıyorlar, her şeyin Batı’dan neşet ettiği yalanını ustaca sürdürüyorlar. Medeniyetin ve bilimin merkezi Batı imiş gibi hukuk ve özgürlükler de Batı’nın malı derler. Halbuki Batı 19. yüzyılda “hukuk devleti”ni yeni keşfetmişken, daha 9. yüzyılda İslâm ülkelerinde mahkemeler vardı, hukuk devleti vardı. Zaten şeriat, keyfîliğe karşı hukuk demektir.

Maalesef bizde Cumhuriyetle beraber giydirilen deli gömleği gereği eğitim Batı’yı kutsayıcı ve merkeze alıcı niteliktedir. Onun için nitelikli bir eser ortaya çıkmamıştır, nitelikli bir adam da yetişmemiştir. Çünkü taklidçinin şahsiyeti ve orijinalitesi olmaz. Birkaç isim ise kendi çabalarıyla ve orijinalitesi ile görülebilmiştir.

Paranın karşılığı faizdir yalanı üzerinde duralım. Atıl paranın cemiyete zarar verdiğini ve ticarete katılmazsa İslâm’ın zekât emri gereği olduğu yerde eriyeceğini belirtelim. Faizin kesinlikle haram oluşunu da... Demek ki paranın deveranı ve piyasaya canlılık kazandırması için zekât şartı ve faiz yasağının olumlu katkısı var. Ve kalkınmanın en yüksek olduğu nokta faizin sıfır noktasıdır. Faiz oturduğu yerden kazanca yol açması yanında, ahlâkî problemlere de yol açmaktadır. Toplumsal yapıyı bozması, rantiyeciliği doğurması, halkın birikimlerini toplayan bir zümrenin halkı borçlanmaya ve peşinden sefalete sokması vs. birçok zararları vardır.

Değerlerin ilim mevzu dışında olduğu malûm. Bir sistem ise değerler bütünüdür. Burada sormak lazım; kapitalist sistem (değerleriyle birlikte) ilmî midir, bu husus ispatlanmış mıdır? Madem hiçbir sistem için bu söylenemez, ilimle, Batı sistemi neden paralel arzediliyor? Aslında ilmi tekeline almalarından istifade ile kendi zulüm ve sömürü sistemlerini altenatifsizmiş ve doğru imiş gibi sunuyorlar.

“Batı bilimi” yanlı dedik, objektif ve tarafsız değil dedik, pozitivist, seküler ve determinist dedik. Batı bütün bilimlerde olduğu gibi iktisat bilimini de bu anlayışta yazdı. Biz de Batı’dan kopya olarak aldık. Kapitalist anlayışla yazılmış modern iktisat kitaplarında, toprağın karşılığı kira, emeğin karşılığı ücret, girişimin karşılığı kâr ve sermayenin karşılığı faiz diyorlar. Üretim faktörlerini sayarken sermayenin karşılığı olarak faizi koyuyor ve kendi indî görüşlerini ispatlanmış gibi veriyorlar. İnsanlar borç veremez, karz-ı hasen yapamaz, vakıf kuramaz, hepsi açgözlüdür, bekleyemez. İnsanlar domuzlar gibi tüketmeye göredir onun için. Ödünç verirken faiz olması şarttır. Çünkü faiz “tasarruf zahmeti”nin karşılığıdır, derler. Hâlbuki “tasarruf zevki” denen bir şey vardır.

İnsan çıkarını düşünen bir varlıktır ve çıkarı için rasyonel davranır, derler. Bu iddia ilmî olarak çürütüldü. İlmî olarak ispatlanmamış iken, ilmî bir veri olarak kitaplarda yer almıştır. Ama bizdeki hocalar hâlâ Batı’dan bunun çözümünü beklerler. Yani sistem sorgusu yapmazlar, alternatif geliştirmezler. Bir kısmı gönüllü Batıcıdır, bir kısmı ise kafa miskinidir, zihinleri Batı şablonculuğuna alışmıştır. Bir misal: Darwinizm’e karşı olmalarına rağmen onun evrim teorisi halen alternatifsizdir ve karşısına bir teori ile çıkılamamaktadır. Çünkü, teori ciddi bir iştir ve kafa cehdi ister. Yani hem şikayet edilip, hem de şikâyet edilen teoriye tabi olunur. Evrim mevzuunda, yavan karşı oluşlar dışında orijinal tesbitler ve öncü fikirleri ise Mütefekkir S. Mirzabeyoğlu’nun Berzah isimli eserinde görmekteyiz. Kapasitesi olanlara ve mevzuun ilgililerine duyurulur. İktisat mevzuunda şunu da hatırlatalım, iktisadın tanımı bile yanlış, ama fazla uzatmayalım.

Modernizmin (kapitalist düzen) yalanlarından ikincisini ele alalım. Özgürlükler ve demokrasi yalanından bahsedelim. Dünyaya nasıl demokrasi ihraç ettikleri ve kendileri gibi olmayanları veya sömürü çarkına hizmet etmeyenleri nasıl hizaya getirdikleri malûm.

Kapitalist düzen, Marksizmin aksine, insan fıtratını tanıyor ama ruhanî tarafını değil nefsanî tarafını. Ve insanın nefsanî hazlarını istismar üzerine bir düzen kuruyor. Buna özgürlükler diyor ve insanın zarurî ihtiyaçlarını (yeme-içme-barınma) istismar ederek bunların peşinde kölece yaşamasını temin ediyor. Adeta insan işi-dişi-evi arasında bir kısır döngüye mahkûm ediliyor ve bu arada sunulan bedenî zevklerle avunması isteniyor-emrediliyor. Ama temelde kölece bir yaşam var ve bir an kendi kendi ile başbaşa kalacak fırsat verilmiyor. Ruhî özgürlük tanınmıyor. Çünkü böyle bir durumda rejimleri tehlikeye gireceği gibi fertlerin alternatif sistemlere kayacağından korkuyorlar. Bunun için insanın önünde ömrü boyunca ulaşamayacağı bir havuç var, onun peşinden koşuyor: Doyamayacağı nefsanî hazlar ve bitmeyen ihtiyaçlar. Bu köleliğin sistemleşmiş hâli “özgürlük” oluyor. Yani mide ve apış arası için koşma özgürlüğü var. İnsanın bedenî ihtiyaçları ve meşru hazları vardır ama insan sadece nefsini ve midesinin düşünen bir varlık değildir.

Modernizm, özgürlüklerden dem vuruyor ama insanda orijinal bir şey bırakmadı ve insanı “tek tipleştirdi-sıradanlaştırdı”. Sanatta, edebiyatta, kültürde her şeyde metalaştırdı, insanın üslup ve şahsiyeti kayboldu. Herkes sürü formatına sokuldu, tükettiği kadar adam muamelesi gördü, sıradanlaşmak ve bencilleşmek “özel hayat” oldu. Hâlbuki kendine has özel bir şey üretilmedi, kendine has tahassüs ve tefekkür ve buna bağlı “özel eser” zuhur etmedi. Öyle ki insan kendi varoluşunu bile yaşayamadı. Özgür fertler değil, sanal ve birbirinin kopyası bireyler üretildi.

Özgürlükler kısmına işin ideolojik ve siyasî renginden dolayı şu mevzuyu da katmak istiyorum. Allah inancına sahip olmadıkları için, ilmî belge ve bulgular aksini göstermesine rağmen Darwin’in maymundan geldik tahayyülüne sarılırlar. Evrenin başlangıcı olduğunu ifade eden big-bang teorisinin ispatlanması (%80 olarak), Einstein ve Kuantum mekaniğinin determinist anlayışı yıkmasına rağmen Batı’nın materyalist ilim ve eğitim anlayışı hâlâ devamda ve bizdeki Kemalizm’den kalma sistem de buna ayarlıdır. Muhafazakâr hükümette materyalist ve hedonist nesiller yetişmesi bunun için.

Modernizmin üçüncü yalanı, özgürlük maskesi altından kadın istismarıdır. Öyle ki kadın ve erkek eşittir sözü nass gibi herkesin ağzındadır. Elma ile armutlar eşitmiş gibi veya toplanırmış gibi. 50 kiloluk güreşçi ile 100 kiloluk güreşçiyi aynı mindere çıkarırsan, bundan zarar görecek olan yaradılış icabı daha narin ve daha zayıf olandır. Yani, kadın ve erkek eşit değil, eşdeğerdir; müsavi değil, muadildir.

Eşitlik mevzuu… Söylediklerimiz yanlış anlaşılmasın. Hak ve görevleri ifa bakımından erkek ve kadın eşittir. Ama hak ve görevlerin kapsamı farklıdır ve inancımız gereği bu husus İslâm’a göre belirlenir. En adil ve fıtrata uygun olan da İslâm’ın hak ve özgürlükleri ve çizdiği çerçevedir. Herkes haddini bilmeli sınırını aşmamalı. Adalet ancak böyle olur. Batı dünya görüşü materyalist temelde olduğu için işin ruh yönünü ihmal eder ve fıtrata aykırı çelişkilerle doludur. Neticesi de meydandadır. Batı’da metres hayatı, gayrimeşru çocuk vs. yaygındır, aile bağları zayıftır. İslâm ilkeleri pırıl pırıl ortada iken (mesela yuva kelimesi “ev” değil, ruhî bir sıcaklık ifade eder) ve en adil çözümü göstermişken, Allah’ın en sevdiği fiil karı-kocanın münasebeti olarak gösterilmişken, buna rağmen vazifelerini yapmayan her cins kendinden mesuldür. Bunda modern hayatın etkisi de sanıldığından çoktur, muhafazakâr ailelerde de modernizmin bakış açısı maalesef yaygındır. İslâm’a göre her kul vazifelerinden mesuldür. Yani hak ve vazifelerin kapsamı fıtrata göre farklı bile olsa, vazifelerin yerine getirilmesi bakımından şeriat önünde herkes eşittir, aynı derecede sorumludur.

“Olmadığı mananın maliki görülmek veya gösterilmek” işimize gelse bile, aldatıcıdır, fayda değil, zarar vericidir. Kadının güya özgürlük ve eşitlik adına ölüm riski taşıyan veya otorite gereken işlerde yöneticilik yapması da fıtratına uygun olmadığı gibi olumsuz neticeler verir. İmamlık ve hâkimlikte de mahzurlu durumlar vardır. Batı emperyalizminin istediği toplumları bozmak ve bundan istifade etmektir. Yoksa kadını falan düşündüklerinden değil. 15. asra kadar kadını şeytan olarak gören Batı’nın bu kadın sevdası aldatmaca ve istismardır. Çağdaşlık, özgürlük vs. işin hikâyesidir. Kadın hakları maskesi altında kapitalist düzeni yaşatmaya yönelik aldatmaca vardır, kadın ve erkek için huzur yoktur. Zira kadının üzerine düşen mesuliyetleri layıkıyla yerine getirememesinde tabiri caizse kadının kadın olamamasındaki en önemli sebep de erkeklerin erkek olma hususiyetini kaybetmesidir.

İslâm’ın üstünlükleri Batı ile mukayese edilemeyecek kadar açıktır. Propaganda edilen kadın mevzuunda şunu aktarmak yeterlidir. “Kadın diri diri gömülürken, onu oradan çıkarıp ayaklarının altına cenneti seren dinin adıdır İslâm.” (Necip Fazıl Kısakürek)

Kadın üzerinden eleştiri yapmanın ve kadının zayıflığını ve toyluğunu fırsat bilerek suçu kadına atmanın ucuzcu bir yönü var, çoğu kere de yanlış tesbitlere çıkıyor. Biz burada Batı hayat tarzını (modernist anlayışı) eleştiriyoruz ve Batı’nın insan tanımının yanlış ve arızalı olduğunu söylüyoruz. Şunu da ilave edelim ki, insan ne niyetle bakarsa onu görür. İyi gözlü bakmak bize İslâm’ın tavsiyesidir. Kılık-kıyafete göre hüküm vermekte acele etmeyelim. 15 Temmuz’da gördük ki örtülüsü örtüsüzü, içeni içmeyeni sokağa çıktı. Şekille insanları yargılamak hatalıdır. Amelin imandan bir cüz olmadığını (günaha rağmen imanın kalabileceğini) akaid-kelâm kitaplarından, İmam-ı Azam’dan biliyoruz. İtikadı bozuk namaz kılan Fettoşçudansa, meyhaneden çıkıp tankın önüne dikilen bin kere makbuldür, şeriata göre böyledir.

Modernizm hem erkeği, hem kadını bozdu. Olayı böyle değerlendirmek gerçekçidir. Kadını günah keçisi yapmak doğru değildir. “Kadın bu kadar meydanda ama mutlu mu?” sorusunu da sormalıyız. Kapitalist zulüm düzeninin tüketim toplumuna alet edileceğine, kendi yaratılışına uygun ortamlara kavuşması onun için altın değerinde olan analık üzerinde bulunması daha tabiî ve sağlıklıdır. Ama kapitalist bakış açısı böyle değildir ve bundan herkes muztariptir. Kapitalizmin kadın istismarını eleştiriyoruz. Yoksa meselemiz insan meselesidir, bu açıdan cinsiyet ayrımı da yoktur. Kapitalizm kadını istismar ederken, erkeği de istismar etmiş, onu rolünün ve vasıflarının dışına taşımıştır. Amil ve yönetici olması gereken erkek vasfı da kapitalizm cenderesinde ezilmiştir. Demek ki bu bir ideoloji mevzuu olmuştur ve erkek-kadın ancak hakikî bir dünya görüşü etrafında birleşince kısır tartışmalar bitecek ve yanak yanağa Allah’a gidecektir. Ayrı kurtuluş yoktur; birlikte battık, birlikte çıkacağız.

Uluslararası fuhuş sektörünün de koruyucusu ve yöneticisi olan kapitalist ağababalar aynı zamanda pezevenk başıdırlar. Onların kibar görüntülerine, iyi aile babası rolü oynamalarına bakmayın. Çünkü moda, fuhuş, eğlence, kozmetik vs. büyük bir pazar olup tüketim toplumuna ve kapitalist düzene hizmet edicidir. Onun için silah zoruyla işgal ettikleri ülkelere bol bol bu pislikleri de ihraç ederler, Medenîlik ve Batılı hayat tarzı olarak. Kadını vitrine çıkarmaları da kadını sevdikleri için falan değil, Kadını meta olarak kullanmaları ve Batılı hayat tarzının argümanı yapma arzularındandır. Yoksa kadına ne istersin diye sordukları yoktur. Uyacaksın, uymazsan uydururlar hesabı. BM ve NATO bunun için var zaten. Mazlumun hakkını aramak için değil. İşte Filistin, Bosna, Çeçenistan, Türkistan vs…

Nasıl ki istismar suçtur ve din istismarı en kötüsüdür (dindarlığın gereklerini istemek değil, din adına insanları aldatmaktır) kadın istismarı da suç olmalıdır. Uluslararası fuhuş sektörü demek olan manken ve moda pazarlama ve bunun alt ürünleri de istismara girmektedir. Aynı şekilde erkek istismarı da yasak olmalıdır. Mesela 15-16 yaşında kanı kaynayan bir gencin ayakları altına çıbıldaklığı, uyuşturucunun her çeşidini, fahişenin her yaştakini, bütün kumar oyunlarını emre amade etmek ne demektir? “İstediğini seç beğen al” özgürlüğü şeytancadır. Bu organizasyonun adı özgürlük değil, bu devletin adı da hukuk devleti değildir. Zaten hukukun içini de şeytanca doldururlar, terazileri hep hileli tartar. Batı’nın çifte standardı malûmdur.

Çeteciliği organize ettiler, uluslararası hukuk dediler. Uymazsan darbelerle, ambargolarla devirdiler. 15 Temmuz hadisesi, pezevenkçibaşı Fetö’nün uluslararası sistemi yaşatması değil midir? ABD köpekleri ahlâk, fazilet, şahsiyet sahibi olamaz. Tabandaki dahî hepsi “ılıman İslâm” projesiyle yavşamıştır. Fetöcü türbanlılar dahî bu düzenin hizmetkârı olmaktadır. Türban bez parçası değildir, ama modernizm bütün değerleri yozlaştırdığı gibi bunu da yozlaştırmak istemiştir. Demek ki inanç ve zihniyet, örtüden önce gelir. Batıcı sisteme nefreti olmayan istediği kadar namaz kılsın, İslâmî ilimleri okusun yavşamaktan ve yoldan çıkmaktan kurtulamaz.

Batıcı düzenin devamında yana olmak ferdî günah işlemekten (velev ki büyük günah olsun) daha büyük günahtır ve imana taalluk eder, Batı ile entegrasyon ayniyle küfürdür. Hatasını anlayıp safını düzeltene bir şey diyemeyiz, geçmişini kurcalamak yoktur. Kanunda suç tanımına giren bir fiil varsa onu bilemeyiz.

İslâm karşıtlarının ve çağdaş yaşamı destekleme gibi uyduruk ve Batı ajanı yapılanmaların “mini eteğime ve şortuma karışma” tarzında gösterileri oluyor. Buna karşılık 13-14 yaşındaki bir delikanlının her türlü cinsel saldırıya açık bırakılmasına, pornosundan uyuşturucusuna kadar her türlü pisliğin okullara varıncaya kadar ayağına kadar gelmesine nazaran, “delikanlının donuna karışma, onu fuhuş pazarına meta etme!” diyebiliriz. Sözlerimiz yanlış anlaşılmasın, herkes nefsinden sorumludur ve kimse tahrik oldum bahanesine sığınamaz. Fakat ebeveyn olarak şunu söylüyorum ki, gençleri evliya sabrı ile mi yetiştirdik ki bu kadar rahatız. Nihayet kız-erkek hepsi bizim evladımız ve neslimiz. Birçok faciayı görüyoruz, biliyoruz, çirkin işler 12-14 yaşına kadar inmiş, bize kimse çağdaşlık masalı okumasın, pezevenklik taslamasın!

Kapitalist düzen ağababaları faizden beslendiği için iktisadî hayat için faizin vazgeçilmez olduğu algısını ustaca işlerler ve bütün ticarî ilişkiler içine faiz illetini sokarlar. Ki, faizden başka kurtuluş yolu kalmasın. Sistemleri faizle kurulduğu için faizi kaçınılmaz gösterirler ama bunun aksini de kurmak pekâlâ mümkün. Bu da sistemi tepeden tırnağa değiştirmek ve devrim demek. Bu da insanoğluna özgü inkılaptır, değişim ve yenileşmedir. Kapitalizme ve faiz prangasına, onların özgürlük ve modernizm yalanlarına mahkûm olmak zorunda değiliz. Hâlâ prangalarımız olsa bile, prangalara razı olup olmamak elimizdedir.

Baran Dergisi 553. Sayı

17.07.2017