Esselâmü Aleyküm.
Nasılsınız?
(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, kendisinin nasıl olduğunu soruyor Carlos’a.)
İyiyim, iyiyim; hayattayım, ayaktayım.
Yeni herhangi bir haber var mı?
(Av. Yılmaz, BARAN dergisinin dayanışma mesajını aktarıyor Carlos’a.)
BARAN’daki gönüldaşlarıma çok teşekkür ediyorum.
Bana soracağınız herhangi bir soru var mı peki?
(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, ancak 3 Haziran 2016 günü vefat eden dünya ağır siklet eski boks şampiyonu Muhammed Ali’yi hatırlatıyor Carlos’a.)
 
Evet, evet, ben de bundan bahsetmek istiyorum biraz.
Muhammed Ali, -eski adıyla- Cassius Clay, dün ABD’deki evinde hayatını kaybetti ve bugün vefat haberini aldık hepimiz.
 
Boks hayatından dolayı kafasında büyük miktarda kan toplandığı için Parkinson hastalığından muztaribti. Allah rahmet eylesin.
 
Bu insan, siyahî müslümanların güçlendiği bir dönemde müslüman olmuştu. Devrimci olan Siyah Panterler gibi değildiler belki ama siyahlar arasında evanjelizme geçiş alışkanlığının var olduğu bir vasatta, bunlardan bazıları İslâmı keşfetmiş, derken müslüman olmuşlardı. Sözkonusu –“İslâm Milleti” adlı- dinî grub, kendini siyahî Amerikalılara uyarlamıştı ve ibadetlerini de Arabça değil İngilizce yapıyordu.
 
Böyle yaptıkları için kendilerini de suçlayamazsınız gerçi, İngilizceyi bile gayet kötü konuşan bu insanların bir de Arabça gibi hiç anlamadıkları bir lisânla ibadet yapmaları problem doğururdu.
Neyse, Muhammed Ali işte bu insanlarla birlikte oldu.
 
Derken, Muhammed Ali’nin, ABD’nin millî kahramanı olmasına rağmen Vietnam Savaşı’na gitmeyi reddetmesi büyük bir skandala yol açtı ve bu yüzden hapse bile girdi.
 
Bu süreçte, Cassisus Clay olan adını da değiştirdi Muhammed Ali ve sadece Muhammed Ali Clay oldu. “Clay” olan soyadını ise kanunen değiştiremiyordu ve onu muhafaza etmek zorunda kaldı bu yüzden.
 
Yeri gelmişken, “Clay”, köle sahibi meşhur bir ailenin soyadıdır aslında. Cassius Clay de köle sahibi bu ailenin önde gelen bir ferdiydi zamanında. Sadece ABD’de değil, İspanyol sömürgelerinde de siyahî köleler kayda geçirilirken, kendi sahiblerinin isimlerini alırlardı zaten. Bazı siyahîler bu isimleri daha sonra da muhafaza etmişler, Cassius Clay gibi önde gelen köle sahiblerinin isimlerini nesiller boyu muhafaza etmek de bir şeref olarak görülmüştür hattâ.
 
Ne var ki Muhammed Ali, bir isyan ifâdesi olarak bu ismi değiştirmiş, Clay soyadını ise kanunî engel dolayısıyla korumak zorunda kalmıştır. Gerçi daha sonra hep Muhammed Ali olarak anılmıştır kendisi. Ki, bu adın da büyük mânâsı vardır, malûm: Hem Peygamberimizin, hem de genç amcaoğlunun isimlerinden müteşekkildir.
Muhammed Ali’nin de uzun dönem dahil olduğu –İslâm Milleti adlı- siyahî müslümanlara gelince; dinî bakımdan değil de kelimenin siyasî ve sosyal anlamı bakımından “iyi” bir grubtur bunlar. Dinî çerçevede ne olup ne olmadıklarına yönelik olarak konuşabilecek bir ehliyetim veya bilgim yok elbette. Buna rağmen, az biraz da olsa bildiklerime nazaran, belli meselelerde çizgiden biraz saptıklarını söyleyebilirim. Ne olursa olsun, iyi taraftaydı bu insanlar.
 
Muhammed Ali’ye dönersek; bir dönem sonra artık Beyaz Saray’a davet edilmiş, ABD Başkanı’yla da görüşmüş; devlet olarak savaş açtıklarında kendisini imha edebilecekleri için, kafasını bir nebze öne eğmek zorunda da kalmıştır ayrıca, fakat hiçbir zaman davasına ihanet etmemiş, daima iyi tarafta yer almıştır. Tarihin en büyük ve en modern ordusuna sahib ABD’nin kaybettiği o Vietnam Savaşı’na katılmayı reddetmiştir meselâ.
 
Muhammed Ali gibi bir insanın bu savaşa gitmeyi reddetmesi büyük cesaret gerektiren bir eylemdir ve zaten bu yüzden hapis cezasıyla da karşı karşıya kalmıştır. Ne korkak ne de asker kaçağı olduğu için yapmıştır bunu, sadece bu savaşı benimsemediği için yapmıştır. Kamuoyu da kendisinin yanında olduğu için, fazla bir süre hapis de yatmamıştır zaten.
 
Nihâyet, hayatının son 30 yılında, Parkinson hastalığından dolayı bırakmıştır boksu.
Ruhu şâdolsun, Allah rahmet eylesin kendisine.
Bana soracağınız bir soru var mıydı bu arada?
(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını söylüyor.)
 
İsrail özel kuvvetleri tarafından -31 Mayıs 2010 günü Akdeniz’de- saldırıya uğrayan Mavi Marmara gemisine yapılan saldırının yıldönümü dolayısıyla da bir şeyler söylemek isterim.
 
Mavi Marmara’ya yapılan saldırıda yaralanan –siz de iyi tanırsınız kendisini - Lübnanlı avukatım Hani Süleyman’a ulaşmaya çalıştım telefonla ve ancak ilk arayışımdan iki gün sonra ulaşabildim kendisine. İsrail özel kuvvetler komandolarınca silâhsız bir gemideki silâhsız insanlara karşı düzenlenen bu saldırıda kendisi de ayaklarından yaralanmıştır ve hâlâ da problemler yaşıyor bu yüzden.
 
Kendisi gemide yaralandığında, yanında 90 yaşındaki aslen Suriyeli olan katolik başpiskopos Hilarion Capucci de vardı ve Papa’nın bir dönem Kudüs’teki temsilcisi olarak önemli bir insandı kendisi. Üstelik, Kudüs’te başpiskopos olduğu demde, bizim için, Filistin Halk Kurtuluş Cebhesi Dış Operasyonlar Birimi için arabasının arkasında silâh ve patlayıcı naklettiği gerekçesiyle, İsraillilerce tutuklanmış bir insandı bu zât. (Carlos gülüyor.) Daha önce de bu konu hakkında konuşmuştum sanıyorum.
 
Mavi Marmara’ya yapılan saldırı, berbat bir suçtur, korkunç bir suçtur. Buna rağmen, -gemisi İsraillilerce saldırıya uğrayan- Türkiye, bölgede devam eden savaş dolayısıyla ve Amerikalıların da teşvikiyle, şimdi iyi ilişkiler kurmaya çalışıyor İsrail’le. Böylece, bu kadar büyük bir saldırganlığın bile üstü örtülüyor ve ne bir kimse yargılanıyor, ne de kimse bu istikamette bir şey yapıyor. İsrailliler de canları kime, ne zaman, ne yapmak isterse onu yapmaya devam edebiliyor; dünya güçleri de üstünü örtüyor bunların.
 
Herhangi bir gücü olmasa da hiç olmazsa biraz gürültü çıkarabilecek Filistin’deki yapılanma bile ses çıkarmıyor buna. Bu da çok üzücü.
Arab dünyası ise, ABD emperyalistleriyle uşaklarının hizmetindeki, aynı şekilde siyonist işgalcilerin emri altındaki güçsüz ve yozlaşmış münafıkların elinde!
 
Söylemesi üzücü ama durum bu çerçevede. İslâm dünyasının, yahud güya İslâm dünyasının kalanı da daha iyi bir durumda değil. Türkiye’de bile, müslüman siyasî hareketler bünyesinde büyük çatışmalar var. Amerikan emperyalistleri için çalışan ve siyonizme de karşı olmayan Gülenciler’in lider takımının açık düşman ajanlığı ve yozluğu da ortada!
 
Hem ıztırab hem de ahlâkî bir sefâlet içerisinde yaşıyoruz sonuç olarak. Bizi koruması için Allaha dua edelim; her şeyin en iyisinin olmasını ümid edelim.
 
Büyük Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu’na çok selâm söyleyin benden.
 
Allahü Ekber.
 
4 Haziran 2016

Baran Dergisi 491. Sayı