“Mukadder Oluş” bahsi doğrudan doğruya kaza ve kader, diğer bir ifadeyle de mukadderat bahsi üzerinden yerini, değerini ve izahını bulan bir kavram veya mevzudur.

Lûgatta "İlahi takdir ve alın yazısı" mânâsında olan mukadderat, başa gelen iyi ve kötü hadiseleri mündemiç kaza ve kader ile de doğrudan ilişkili olarak, temelde teslimiyet ifade eden bir mânâda olup çok defa sıkışık ve zor zamanlarda kullanılan bir tabirdir. Bu çerçeveden olarak, içinde yaşadığımız yeni zaman ve mekânda ziyade kullanılmayı hak ediyor, çünkü; İBDA Mimarı, içinde yaşadığımız yeni zaman ve mekânı “1400 Gergini (1440 Anadolu Gergini)” şeklinde kayıt altına alıp mühürlemiş ve bunu da, Allah'ın “Kaabid- Kısıcı, kısaltıcı, sıkıcı” isminin tecellisi ile doğrudan ilişkilendirmiştir. Bu ilişkilendirmenin menşeinde ise, tam da “Mukadder Oluş” bahsinin lübbünü-özünü ele veren “Kendinden Zuhur” dil ve diyalektiği, dolayısıyla da “İstİkbâl İslâmındır” mutlak müjdesine yataklık eden “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sisteminin teklif ettiği “Başyücelik Devleti” plan, program ve projesi var. Bu yazının ana teması bu çerçevede şekillenecektir.

Kişinin hayatı boyunca başına gelen tüm hadiseler, karşısına çıkan zorluklar, kazandığı mallar ve hissettiği tüm duygular mukadderat olarak kabul edilmektedir. Yazgı içerisinde yer alan her türlü duruma ise mukadder sıfatı verilmektedir. Özetlersek; yazılan gelir başa!

“Mukadder: Kader. Tâyin olunmuş. Kısmet. Miktarı tâyin ve tesbit edilmiş olan. Kazâ. Kıymeti biçilmiş. Beğenilmiş. Yazılmış olan. Yazılı olmayıp da sözün gelişinden anlaşılan. Lâfzen zikredilmeyen mânen murad edildiği anlaşılan.”

Yukarıdaki lûgat bilgisi üzerinden İBDA Mimarı mevzuun özeti hâlinde şu şekil bir çerçeve çizer:

“Sözün gelişinden anlaşılan... Topluluktan tahsile geçiş... Nazariyattan zaruriyata geçiş...” (Salih Mirzabeyoğlu, İBDA Diyalektiği, İBDA Yayınları, 3. Basım, İstanbul, 1995, s. 87)

Topyekûn varlığı yaratmadan evvel, bilinmeyi ve tanınmayı murad eden Allah Azze ve Celle, aşk hâlinde iken, severek ve isteyerek kendi nurundan ilkin "Muhammedî Nur"u yarattı. Sonrasında ise sırasıyla bütün varlığı bu "Muhammedî Nur"dan yarattığını haber veriyor. Bizim Kozmogenimiz veya Yaradılış teorimizin çıkış noktası olan bu mevzuun muhtevası, İmam-ı Rabbanî Hazretleri'nin mizacı ("Vahdet-i Şuhud" düşüncesi, yani "Her şey o değil, O'ndandır") üzerinden Muhyiddin-i Arabî Hazretleri'nin mizacına ("Vahdet-i Vücud" düşüncesi, yani "Her şey O'dur") sarkan İBDA Mimarı'nın ("Vahdaniyyet", diğer bir ifadeyle de "Mehdiyyet" düşüncesi, yani "Her şey o değil, O'ndandır; bu mânâda O'dur") eserlerinden çok açık bir şekilde takib edilebilir.

Ehl-i Sünnet itikadı, dolayısıyla da "Yürüyen Büyük Doğu: İBDA" ruh ve fikir sisteminin teklif ettiği "İçtimaî Sistem veya Dünya Görüşü"ne göre Allah Azze ve Celle, insana şah damarından daha yakın olmakla birlikte, her şeyi bilen, gören ve işitendir. İnsan ise, "Allah'ın tutan eli, işiten kulağı ve gören gözü"...

Dilediğini dilediği gibi yapan, dilemediğini de dilemediği gibi yapmama iradesi mânâsına mutlak irade veya küllî irade sahibi olan Allah Azze ve Celle karşısında cüz'i irade sahibi olarak anlam kazanan insan, “varlıklar aleminin tâcı” mânâsına “kâinatın özü ve hülasasıdır”.

İnsandan murad hiç şüphesiz ki bütün varlığın yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Allah Resûlü'dür. "Baş ve son" olarak da tavsif edilen Allah Resûlü, ilk ve son Peygamberdir. İlk insan ve ilk Peygamber olarak, hatası sebebiyle varlıktaki halifeliği görünsün diye cennetten dünyaya sürgün edilen Hazret-i Âdem Aleyhisselâm ile başlayan kemalat yolculuğunda zirve olan Allah Resûlü, zâtiyle sonrasına ait tüm “olan” ve “olacak olan”ları da mündemiç olarak kuşatmıştır. Allah Resûlü'nden sonraki zaman dilimleri zevale doğru seyredişte kıyamet öncesi zaman dilimleri olarak kaydedilmiştir. Değil mi ki Allah Resûlü'nün dünyayı şereflendirmesiyle birlikte dünyada zaman, devrini tamamlaya tamamlaya nihai noktasına erişti ve artık kemâlden zevale doğru geçiş süreci de başlamış oldu. Tam da bu noktada İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu'nun "Sona geldik, en sona..." sözünü çok iyi okumak gerekiyor. "Bâtın ve zâhir" veya "suret ve mânâ" çerçevesinde bir değerlendirme yapmak icab ettiğinde, "bâtının zâhire çıktığı bir zaman dilimi" olarak da anlam kazanan "Asr-ı Saadet", Allah Resûlü'nde tecelli eden "Mutlak Hakikat" hâlinde "Ferdin Hakikati" olarak da beliren "Hakikat-i Ferdiyye, sûret mânânın aynıdır" noktasında tecelli etmiştir. Bütün Peygamberlerden evvel yaratılıp son Peygamber olarak gönderilmesinin hikmetlerinden biri de bu olsa gerektir. Bu mevzuun "İlm-i İlâhî" çerçevesinde izah edildiği sözkonusudur.

İlm-i İlâhî: Allahü Teâlânın ezelî ilmi... Allah'ın her şeyi kuşatan sınırsız ilmi.

Ehl-i Sünnet itikadına göre İlm-i İlâhî'nin değişmesi muhaldir. Ezelden ebede kadar olmuş ve olacak bütün hâdiseler Allah'ın ilminde ve olacağı şekilde vardır. Allah'ın ilmi değişmediği gibi, geleceğin değişmesi de söz konusu değildir. Buna rağmen yine de Allah'ı tahdid ile sınırlamak mümkün değildir. “Tenzih şuuru” bunu gerektirir.

Bir amel mevzuu değil de itikad mevzuu olan Kader, Cenâb-ı Hakk'ın ilminde eşyaya biçilen bir plân, program ve projedir. Bu tür bir plan, program ve proje çerçevesinde insan ne yaparsa yapsın, yaptığı kader olarak belirir. "Her şeyin olmadan evvel olma özelliği ile var olması" kader, olması ise kazâ olarak belirir.

Kader ilim nevindendir. İlim ise malûma tâbidir. Yani bir şey nasılsa ve nasıl olacaksa öyle bilinir. Yoksa, malûm ilme tâbi değildir.

Tam da yeri gelmişken hatırlatmak gerekiyor: "Malûmun ilâmı" olarak anlam kazanan "Yürüyen Büyük Doğu: İBDA", kendisini "malûmun ilmi" olarak da takdim etmektedir. Üzerinde bulunduğu "misyon" bunun böyle olmasını gerektirmiştir. Çünkü; mukadderat çerçevesinde kendisi "İlm-i İlâhî"de varolan "mutlak müjde"ye yataklık etmektedir. Çok açık ve seçik söylemek gerekirse, "Yürüyen Büyük Doğu: İBDA", Allah'ın Sevgili Habibi'ne bir "mutlak vaadi" olarak beliren "İstikbâl İslâmındır" mutlak müjdesine yataklık etmektedir. İBDA Mimarı'nın "Yürüyen Büyük Doğu: İBDA" ruh ve fikir sistemi üzerinden niçin "Bâtının zâhire çıktığı bir zaman dilimine girdik" dediğini şimdi daha iyi anlıyoruz. Bu mevzuun "Mehdiyyet Düşüncesi" ile de doğrudan ilişkili olduğu çok açıktır. Allah Resûlü, nasıl ki ilk Peygamber olarak yaratılışında "bâtın"dı ve sonrasında son Peygamber olarak "zâhir" oldu, aynı şekilde, bizzat Allah tarafından yine bizzat Sevgilisi'ne "mutlak vâad" olarak bildirdiği "İstikbâl İslâmındır" mutlak müjdesi de ilkin "bâtın" olarak vardı, sonrasında ise "zâhir" olacak olandır. Yâni Allah Resûlü'ne dünyada iken müjdelenen bir "mânâ"dan söz ediyoruz ki bu "mânâ", "Zâhir" olmayı bekleyen "Bâtın"dır. Ki bu "zâhir" oluş, Hazret-i Mehdî Aleyhisselâm ve İsâ Aleyhisselâm ile de doğrudan ilişkilidir. Bu mevzuun "Hatem-ül Enbiya" ve “Hatem-ül Evliya" bahsi ile de doğrudan ilişkili olduğu İslâm büyükleri tarafından kayıt altına alınmıştır.

Kader mevzuundan yürüyecek olursak, bizim ne yapacağımızı, iradelerimizi nasıl kullanacağımızı Allah Azze ve Celle biliyor ve takdirini de bildiği istikamette yapıyor. O'nun ilmi muhittir, her şeyi kuşatmıştır.

Evet; insanın bütün yapıp ettikleri, yaratılış ile birlikte Levh-i Mahfuz'a kaydedilmiş şeylerdir. Daha sonra onun boynuna takılan kader bu Levh-i Mahfuz'dan istinsah edilmiştir. İnsan ne yaparsa yapsın, yaptığı kader olarak zâhir/kaza olmuştur. Âyet meâli:

"Her insanın amelini boynuna doladık." (İsra, 17/13)

Evet, insanın yapacağı her şey önceden yazılmıştır. İnsan yaptıklarıyla sadece kendi hakkında yazılmış olanı yerine getirmektedir, oynamaktadır. Ancak bu yazılma, insanın yapacakları önceden bilindiği içindir. Yoksa insanı zorlayıcı bir güç ve kuvvet değildir.

İlm-i İlâhî sonsuz, muhit ve mutlaktır. Hiçbir şey o ilmin dışında kalamaz. Âyet meâli:

"Yaratan bilmez olur mu?"

Modern dünyanın, dolayısıyla da günümüz dünyasının doğumuna yataklık eden "Rönesans-Yeniden Doğuş Hareketi" ve sonrasında ardı arkası kesilmeyen "Teknolojik Buluş" ve "Coğrafî Keşifler" de dahil olmak üzere, 2500 yıllık "Düşünce Tarihi’nde insanlık açısından en büyük beşerî keşif veya buluş nedir?” diye bir soru sorulacak olursa, bence bu sorunun cevabı hiç şüphesiz ki Büyük Doğu Mimarı'nın İBDA Mimarı'nı "Takdim" yazısında özetlenen, "Dünya Çapında Bir Hadise: Kaptan Kusto Müslüman" şeklinde olacaktır. Asrın Keşfi veya Mucizevî Buluş!

Büyük Şahid İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, Üstad'ı Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl tarafından şahsında tecelli eden "Dünya Çapında Bir Hadise: Kaptan Kusto Müslüman" hakikatini asrın en büyük keşfi veya mucizevî buluşu olarak takdim ederken, yerden göğe haklıdır.

Bu asrın keşfi veya mucizevî buluşta, "Kendinden Zuhur" dil ve diyalektiğinin de tabii bir yansıması hâlinde, kıtalar çapında bir ihtilâl ve inkılabın ateşleyici fitili olma keyfiyetini haiz malum motto:

"Fikri yaşamak ve yaşamayı fikir bilmek"...

Bu çerçeveden olarak; "İhtimaller âleminde her şey mümkün olma özelliği ile vardır." terkibi hükmünden mülhem, "Devrim bir ihtimaldi ve de çok güzeldi" ... Hâlâ da güzel!.. Elbette ki devrim için devrim değil, inkılap için devrim/ihtilâl, yani imanla göçmek için devrim!

İşte bu hâyâli yaşamak, yaşatmak ve gerçekleştirmek... Gayet tabiî ki de "yaşanmaya değer hayat için..."

"Yaşanmaya değer hayat"a vasıtalık teşkil edici bir noktada, "Sefillerin en sefili olan âleme gönderilen insan" açısından dünya hayatının kıymeti, vasıta olduğu ebedî hayata nisbetle belirli bir anlam ifade eder. Bu tür bir nisbet üzerinden hayatı yaşamak ve anlamlı kılmak, diğer bir ifadeyle de hayatı döşemek ve işlemek!..

Hemen sormak gerekiyor, söz konusu olan bu dünya hayatını döşemek ve işlemek için "gerekli olan" duygu, düşünce ve irade nerede? Öyle ya, insan olmak için "gerekli olan" duygu, düşünce ve irade, "belirli bir duygu ve düşünce sistemi"nde saklı! Burada "Gerekli olan" şey, "insan ve toplum meselelerin hâlli noktasında", "olan" ve "olması gereken" arasında "yapılması gereken" şeyin de ta kendisidir. İBDA Mimarı'nın "Sistem ve sistemin şuuruyla" şeklinde özetlediği durum.

"Olan" ve "Olması gereken" arasında "Yapılması gereken" şey nedir? Bu sorunun cevabı, "Mutlak Fikrin Gerekliliği"nden mülhem "Bütün Fikrin Gerekliliği" şeklinde formüle edilmiş olup, "Yürüyen Büyük Doğu: İBDA" ruh ve fikir sistemi üzerinden özelde tüm dünya Müslümanlarına, genelde ise tüm dünya insanına teklif edilmiştir.

Evet; "olan" ve "olması gereken" arasında "yapılması gereken" nedir?..

Bu tür bir soruya bizim peşin cevabımız bellidir: "Olan" kaos (kakafoni), "Olması gereken" ise düzen (senfoni), yani "Yürüyen Büyük Doğu: İBDA" ruh ve fikir sisteminin teklif ettiği "Başyücelik Devleti” ve onun bağlı olduğu gaye ve idealden başkası değildir.

"Olan" bireylerin dağınıklığından müteşekkil toplumsal vurdumduymazlık veya nemelazımcılık, yani sürüde tek olmayı davet eden bireyselcilik, "olması gereken" ise, "fertlerin demetinden müteşekkil toplum" adına içtimaî fayda veya sorumluluğu davet eden "topluluk hakikati"ni mündemiç ferdiyetçilik!.. Bu durum, hak ve görev mevzuu üzerinden de çok anlamlıdır. Şöyle ki, insan, dünyaya hak etmiş olarak gelmedi, hak etmiş olarak dünyaya sürgün edildi. Ancak, bu sürgünde, imtihan vesilesi olması hasebiyle, görev için dünyaya sürgün edilmişlik durumu da vardır ki, hak denilen mevzu da işte tam da bu görevden doğuyor. İBDA Mimarı'nın "Adalet Mutlak'a'" isimli konferansında bu mevzu çok nezih bir şekilde izah edilmiştir.

Yazının alt başlığında yer alan "kritik kitle" tabiri sosyolojik bir kavram olarak akademi dünyasında sıkça kullanılan bir tabirdir. Bu tabir, "kritik kütle" tabirinden mülhemdir. "Kritik kütle" tabiri kimyasal tepkimeler için kullanılmaktadır. Bundan mülhem "kritik kitle" tabiri de sosyal tepkimeler için kullanılmaktadır. Bu arada TDK sözlüğünde kitle, "bir yerde toplanmış, bir araya gelmiş insan topluluğu, kütle" olarak tarif edilmiştir. İkinci bir anlamı ise, "belirli işleviyle özellik gösteren büyük insan kalabalığı" mânâsınadır.

Bilim dünyasında bir kimyasal tepkimenin başlaması için gerekli görülen kütle miktarı, "kritik kütle" olarak tarif edilmiştir. Kimya ilminde bir reaksiyonun başlaması ve sonlanmaması için gerekli olan miktarın açıklanmasında, meselâ uranyum ile atom bombası yapmak için lazım olan formül, "kritik kütle" şeklinde tarif edilmiştir. Belli bir toplumsal dönüşümün başlaması için gerekli görülen asgari toplumsal bir aradalık ise, "kritik kitle" olarak adlandırılmıştır. Toplumbilim veya sosyoloji ilminde toplumsal bir hareketin, dönüşümün, farkındalığın ya da toplumsal bir olayın başlaması için gerekli olan insan sayısına "kritik kitle" adı verilmektedir. Bu duruma yerleşik bir düzeni değiştirecek kadar büyüyen ve gelişen insan topluluğu da denilmektedir. Bu çerçeveden olarak denilebilir ki, bir içtimaî hayatta herhangi bir sosyal dönüşüm veya değişim, -ki bu duruma ihtilâl ve inkılab süreci de denilebilir-, toplumun kendi içinden taşması neticesinde, taşıp da kendini kuşatması mânâsını mündemiçtir. Burada "kritik kütle"den mülhem "kritik kitle" önemli bir rol oynar.

Yine denilebilir ki, dünya çapında bir ruh ve fikir sisteminin özlediği ve de beklediği kıtalar çapında bir ihtilâl ve inkılap için "Kritik Kitle", "Yürüyen Büyük Doğu: İBDA" ruh ve fikir sistemi'nin çerçevesini çizdiği "Aydınlar Aristokrasisi"nde mündemiçtir. Ama buna rağmen, "Yürüyen Büyük Doğu: İBDA" ruh ve fikir sistemi topyekûn dünyada ne yerel bazda (Anadolu) ve ne de küresel bazda (Doğu ve Batı) halihazırda murada uygun bir yankı bulabilmiş değildir. Koronavirüs salgını vesilesiyle dünyanın pek çok yerinde kendisini gösteren halk hareketleri beklenen ve özlenen büyük İslâm İhtilâl ve İnkılabı'nda "Kritik Kitle"ye ulaşılması bakımından anlam kazanabilir mi? Ben şahsen böyle bir ihtimali ihtimaller dairesinde olabildiğince mümkün görüyorum. Bütün kalblerin iki parmağı arasında olan Allah, dilediğini dilediği yöne çevirmeye muktedir olduğundan, neyin neye vesile kılınacağı da bilinmez elbet. Her şeye rağmen Allah, Sevgili Habibine vaad ettiğini muhakkak ki gerçekleştirecektir. Mutlak vaad olarak beliren "İstikbâl İslâmındır" mutlak müjdesi, bizzat Allah tarafından gerçekleştirilecektir. Buradaki gerçekleştirilecek tabirinden kasıd, takdir mevzuuna dairdir. Bunun nasılına dair herhangi bir şey söylemek çok da doğru olmasa gerektir. Çünkü bu mevzu bir tedbir değil, takdir mevzuudur. Tedbir olarak, "Yürüyen Büyük Doğu: İBDA" ruh ve fikir sistemi, azimete taalluk eden bir noktada kendisini her veçhesiyle teklif etmiş ve görevini yerine getirmiştir. Hal böyle olunca da, içinde yaşanılan yeni zaman ve mekân, büyük, çok büyük hadiselere gebedir, denilebilir. Bu mevzuda İBDA Mimarı'na bizzat Büyük Doğu Mimarı'nın söyledikleri çok manidardır (meâlen):

"Sen sadece yapılması gerekeni yapacaksın ve ondan sonra da Allah'tan bahşedeceği mucizeyi bekleyeceksin!"

"Kritik Kitle"nin niçin dünya çapında bir mayalanma süreci yaşadığı sanırım şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. Mutlak Ölçü meâli:

"Allah nurunu tamamlayacaktır, kâfirler istemeseler de."

Baran Dergisi 765.Sayı