Türkiye son on yılda büyük bir göç dalgasının tam merkezinde kaldı. 2010’lu yılların başında Suriye kriziyle başlayan mülteci akını uzun süre devam etti, bu insanların bir kısmı Avrupa ‘hayaliyle’ Batı’ya gitse de çoğunluğu hem Batı’nın kabul etmemesi hem de dini ve kültürel anlamda yakın hissettikleri için Türkiye’de kalmayı tercih etti. 17 Mart 2022 tarihinde açıklanan sayımda Türkiye’de 3 milyon 750 bin Suriyeli sığınmacı olduğu ifade edildi.

Suriyeli göçmenlere ek olarak son yıllarda farklı ülkelerden gelen kişi sayısı da gittikçe artmakta. Özellikle Batılı ülkelere gitmek isteyenlerin geçiş rotasında kritik rol oynayan Türkiye adeta bin bir milletin durağı haline gelmiş, Batı’ya gidemeyen ya da amacı sadece Türkiye’de kalıp para kazanmak olan yüzbinlerce insanın hayat sahası olmuştur.

Her toplumun mevcut düzeninin aniden bozulmasına tepki göstermesi doğaldır. Türkiye’de de gerekli önlemler alınmadığı ve bir Göç Bakanlığı dahi kurulmadığı için Türkiye’ye sığınan insanların sağlıklı bir şekilde ülke topraklarına dağıtıldığı söylenemez. Bu noktada birçok sıkıntıdan bahsetmek mümkün; ancak asıl ilgilendiğimiz konu orantısız şekilde artan mülteci nefreti.

Türkiye’de son yıllarda kaynağı hâlâ tam belli olmayan ama taşeronluğunu seküler/batıcı/türkçü ve çoğunlukla da kökeni farklı bölgelerden Anadolu’ya ‘göçmüş’ insanların yaptığı bir operasyonla mülteci nefreti pohpohlanıyor.

Bu nefretin asıl sebebi hakkında farklı gerekçeler söylemek mümkün; artan ekonomik kriz, mülteciler ile yaşanan kültürel entegrasyon vesaire. Ama asıl üzerinde durulması gereken gerekçe kanaatimizce: İslam düşmanlığı.

Türkiye’de İslam düşmanlığı tarih ve mekâna göre daima farklı şekillere bürünmüştür. Bu kendisini zamana göre farklı uygulamalar ile göstermiştir. Son yıllarda bu düşmanlığın kendini gösterme biçimi ise “mülteci nefreti” şeklindedir.

Çoğunluğu dindar Müslüman olan ve ayrıca Kemalist kesimin korkulu rüyası olan “Arapça” konuşan mültecilere yönelik nefret bizzat İslam’a olan nefretten kaynaklanıyor. İnsanların yan dairesinde, konuşamadığı, dilini anlamadığı biriyle irtibat kıramamasından rahatsızlık duyması olağandır; ancak burada bahsettiğimiz nefret bir grup üzerinden değer bütününe, dine ve tarihe tiksintiyle bakan cenahın bakışıdır. Zira, söz konusu Ukraynalı mülteciler olduğunda bunların bakışı, görüşü, sözleri hemen değişmektedir.

Bu bakışın insanlık adına olan en büyük sakıncası ise “hakikati” keyfilik olarak görüp, kendilerini merkeze koymaları ve tüm dünyaya da bu açıdan bakmalarıdır. Bu düşünce var olduğu müddetçe de ülke olarak gideceğimiz nokta vahamet olacaktır.

Bu nefret günbegün insanlar arasında yayılıyor. Gidişat öyle gözüküyor ki bazı geri döndürülemez olaylara şahit olacağız. Hükümetin de farkında olmadan su taşıdığı bu mevzu gerekli önlemler alınmazsa Türkiye’nin sınanacağı mevzulardan biri olacak.

Haber-Yorum: Abdulkerim Kiracı