Murâdı Doğru Kestirebilmek...


 Kumandanımız Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nu doğru anlamamız için, aklımızı, yüreğimizi ve ruhumuzu zorlayanın “KİM” olduğunu ilk önce anlamalıyız ki, muradı doğru kestirebilelim. Kumandanımızın dünyada ifade ettiği mana nedir? İslam dünyasında neyi temsil ediyor? Türkiye’de temsil ettiği misyon nedir? 
Dünyanın bugün geldiği noktada, insanlar vicdan ve yüreklerini kaybetmiş olup, sömürgecilerin/kan emicilerin istediği biçimde şekillenmiş bir dünya düzeni oluşturulmuştur. Dünyayı kendi çıkarı doğrultusunda yönetebilmek için insanı insan olmaktan çıkartıp edilgen bir varlık haline getirmişlerdir. Bugün insanların karar verme hakları bile ellerinden alınmıştır. “Demokrasi en iyi sistemdir” diye bize yutturdukları şey, insanları sömürebilmek için koyun sürüsü haline getirmekten başka bir şey değildir. Demokrasi kuramcıları ne diyor? “Kitleselleşme olmadan demokrasi olmaz. Demokrasi algıların yönetilmesidir” Yani şunu demek istiyorlar: “İnsanları birbirlerine benzeştirip sürü haline getirerek ve algılarını yöneterek neyi isteyip istemediklerine biz karar veririz.”
Sosyalizmde de farklı bir şey yok. O da “toplumsallaşma” adı altında, insanı tabiî halinden çıkarıp sürüleştiriyor. Sürüleştirme işlevini demokrasilerde kandırarak, sosyalizmde ise zorla yaptırıyorlar. Aralarındaki tek fark budur. En katı diktatörlüklerde bile insanın kendi başına karar verme hakkı olduğu halde, kapitalizmde ve sosyalizmde yoktur.
İnsanlığın sonu diyebileceğimiz vahşileşmiş, canavarlaşmış, vicdansız ve ruhsuz bir dünyaya karşı, Kumandanımız Sayın Salih Mirzabeyoğlu, insanî olan, yaşanmaya değer, insanın fert hakikatini koruyan YENİ BİR DÜNYA DÜZENİ’ni teklif etmektedir. Bunun adı “Başyücelik Devleti” dir. 
Dolayısıyla bütün emperyalist güçlerin baş düşmanı Sayın Salih Mirzabeyoğlu’dur. Aynı zamanda Emperyalistlerin işbirlikçilerinin de baş düşmanıdır. Dünyaya yeni bir sistem önerebilen tek muhaliftir. 
İslâm Dünyası’ndaki yerine gelince; yüzyıllardır sıkıntısı çekilen “İslâmî Dünya Görüşü” nü sistemleştirerek ortaya koymuş ilk ve tek mütefekkir Kumandanımız Sayın Salih Mirzabeyoğlu’dur. İslâm’a nispetle sunduğu devlet modeli “Başyücelik Devleti”dir.
İslâm coğrafyasında “Arap Baharı” olarak ifade edilen olaylar, netice itibariyle İslâm’ın lehine gelişiyorsa, bunun adı Arap Baharı değil, 99 baharıdır. Kumandanımızın “99 Ümmetin Kurtuluş Yılı” ilanı ve bunun aksiyonunun milat olmasıdır. Lehimize gelişen her şey 99 sırrındandır. Kumandanımız tüm İslâm âleminin beklenen kurtarıcısıdır. 
Yurdumuzda ise, İslâmî anlayış ve duyuşu yenileme çilesi Üstad Necip Fazıl tarafından “İdeolocya örgüsü” ve yanısıra 100 küsur eserle madde planına dökülmüş ve Kumandanımız Sayın Salih Mirzabeyoğlu ise, yaşayan Necip Fazıl ve yürüyen Büyük Doğu’nun temsil makamı olarak, BD-İBDA çatısı altında bu anlayış ve duyuşu ete kemiğe büründürmüştür. Son beş yüz yıldır sıkıntısını çekip de ortaya koyamadığımız “İslâmî Dünya Görüşü”nün banisi ve mümessilidir. 
Bugünkü dünyanın vicdanı, ruhu ve yüreği olsa böyle bir insanı cezaevinde tutmak yerine, bütün imkânları emrine vererek “Nizam-ı Âlemi” yeniden inşa etmesi sağlanırdı. 
Hindu filozof ve şair Tagore “İki kuşun şarkısı” adlı şiirinde, bir kafes kuşu ile bir orman kuşunun karşılıklı söyleşilerini temsili olarak şöyle anlatılıyor:
Kafes kuşu yem ve su derdi olmayan, her türlü saldırıdan emin ve güvenlik içindedir. Orman kuşu ise gökyüzünün derinliklerinde uçmaya alışmış, dilediği gibi kanat çırpıp, yemini güçlükler içinde elde etmiş, kendisini ve yavrularını korumak için güvenlikli yuvalar oluşturmanın yollarını öğrenmiştir. Her an bir saldırgan düşmanın yemi olmanın tehlikesiyle karşı karşıya, ama onlara nasıl karşı koyabileceğinin taktiklerini geliştiren bir cevvallik içindedir.
Bir gün bu iki kuş yan yana gelirler. Kafes kuşu orman kuşuna der ki:
“Gel kafesin içine gir de, sana 'medeniyet'in dilini öğreteyim”
Orman kuşu:
“Benim güzel özgürlük şarkılarımı söylemeye senin öğreteceğin o medeniyet imkân vermez” der… “ Ama sen dışarıya gel de, gökyüzünün derinliklerinde özgür bir şekilde kanat çırpalım, gerçek özgürlük şarkılarının tadını çıkaralım”
Kafes kuşu:
“Ama orada tehlikeler vardır, beni yırtıcı kuşlar yer” der.
Orman kuşu karşılık verir:
“Bu kafeste böyle başkalarının lütfettiği ve hazırladığı şartlar içinde miskin miskin yaşamaktansa, orada, düşmanlarımla, hasımlarımla savaşa savaşa ölmeyi tercih ederim”
Orman kuşu anlar ki aynı türden olmalarına rağmen tamamen ayrı dünyaların kuşları olmuşlardır.
Birbirlerine şeklen benzemektedirler. Ama bağlısı oldukları değerler, birbirlerine tamamen ters istikamettedir. 
Orman kuşu üzgün, umutsuz ve karamsar bir şekilde kafes kuşunu kurtaramamanın acısıyla kafesin önünden ayrılır.
Kafes kuşu da güvenlikli sandığı kafesin içerisine orman kuşunu alıp kurtaramamanın acısı içerisindedir.
Bu iki kuş birbirlerine bu kadar yabancılaşmışken ve ayrı dünyaların dilleriyle konuşurken aynı atmosferde ve bir arada nasıl yaşayabilirler?
İnsan varoluş gereği, etkilenen ve etkileyen bir varlıktır. Hele günümüz dünyasında harici etkilerin çokluğu insanı tamamen edilgen bir konuma itmiştir. Belirleyen olma özelliğini büyük ölçüde kaybetmiş, belirlenen bir nesne olmaktan öteye gidememektedir.
İnsanın özgür iradesini gerçek düşüncelerini “öz”ündeki saklı kişiliğini ortaya koyması, göstermesi gerekmektedir.
Ancak bu kendi olmasını engelleyen çeşitli zorlayıcı etkenleri aşmak zorunluluğunu doğurmaktadır. Bugün insanların birbirilerine daha fazla benzemelerinin sevinilecek tarafı yoktur. Aksine üzülecek ve utanılacak bir durumdur.
Kumandanımız, insanın fert hakikatini ortaya koymak için “Hakikat-i Ferdiyye” diye eser yazmıştır. 
Biz İBDA’cılar toplumla uyum sağlama adına özümüzden uzaklaşıp ona yabancılaşırsak, kafes kuşları gibi farkında olmadan kendimizi zihinlerimizdeki "kafeslere" hapsetmiş oluruz.
Batılı Emperyalist güçlerin ve yerli işbirlikçilerinin bizden istediği, bizleri kafes kuşlarına çevirmektir.
Batılı haçlı ve Siyonist saldırgan it sürüleri Kumandanımızı kafese koyamadıkları için onların yerli işbirlikçileri vasıtasıyla on dört yıldır hapiste tutuyorlar.
Onların bizden istediği, her insanın televizyon karşısında çayını yudumlarken aynı duygularla ve aynı pembe dizileri izleyeceği, aynı tepkileri vereceği, “aynı”laşacağı renksiz silik bir dünyaya sürüklenmemiz ve garip bir karışım olarak tek tip bir dünyaya hapsolmamızdır.
Ancak bu durumda kelimenin tam anlamıyla “İnsanlığın ve insan neslinin” yok oluşundan söz edebiliriz. Zaten sömürgecilerin küreselleşmeyle amaçladıkları şey “insanlığı ve insan neslini” yok etmektir.
Ne var ki kendi kültürümüze tamamen yabancı ve “biz”e ait her şeyin buharlaşıp yok olduğu bir çağdan geçiyor olmanın farkında olmak bile, büyük bir kazanç sayılır.
Hiç şüphesiz tekleştirmek, her şeyi ve herkesi aynı kalıba sığdırmaya çalışmak “insanı” hapsetmektir. Özünden koparmak ise kelimenin tam anlamıyla onu öldürmektir.
Bir tarafta emperyalizmin son aşaması olan küreselleşme adı altında “İnsanı ve İnsanlığı” öldürerek yeryüzünü talan etme gayesine yönelik çabalar, diğer tarafta da insanı ve insanlığı kurtarmak için “YENİ BİR DÜNYA DÜZENİ” adıyla yeni bir İslamî düzen teklif eden ve onun mücadelesini veren sayın Salih Mirzabeyoğlu; bir tarafta Hak, diğer tarafta batıl… Batılı yamyamlar Amerika kıtasının yerlilerini beş asır önce boğazlayıp ülkelerini nasıl talan ettiyse, bugün de küreselleşme adı altında yeryüzündeki insan ve insanlığı boğazlayıp yağmalıyor. Bu korkunç manzara karşısında Kumandanımız Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nu hapse attıranlar ve hapiste kalmasına göz yumanlar, aynı zamanda tüm insanlığın ve insanın düşmanıdırlar.
Hiç kimse Müslüman olduğunu söyleyip de Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun bir gün bile içerde kalmasına tahammül edemez.
Salih Mirzabeyoğlu’nun içerde bir gün bile kalmasına göz yumanlar, bilinsin ki 28 Şubat’ın gizli işbirlikçileridir.


Baran Dergisi-323 sayı