Ülkemiz uzun senelerdir yuları kâfir elinde olan çeteler ile verilen bir savaşın içinde bulunuyor, daha doğrusu sözde dost ve müttefiklerimiz tarafından tuzaklara düşürülüyoruz.
Atalarımızdan kalma meşhur “dost acı söyler” ifadesine karşılık, “dost zannettiğin kâfirler tatlı, tatlı söyler; ama başını beladan kurtarmana müsaade de etmez” hatta seni harbe bile sokar diye Türkçemize yerleştirme zamanı geldi artık.

Hangi zalime, hangi putçuya sarılıp güvendiysek, hep aldandık hep kandırıldık; acısını da millet olarak toptan çektik, çekiyoruz.

Günümüzün politik karmakarışıklığından uzak bir üslup ile dostça söyleyecek olursak; biz bazı konularda düşünüp taşınmadan istişare yoluyla tartışarak karar vermeden pat diye oltaya geliyoruz.

Neden mi?

Çünkü bizim fanatik partici dostlar Allame-i cihan cübbesini giyip hemen karşına dikiliyor ve siyaset uzmanı edasıyla şu soruyu patlatıyorlar:

-“Yoksa sen hükümete karşı mısın, Erdoğan’ın politikasını beğenmiyor musun?”

-“Benim haddime mi düşmüş” deyip adamı yatıştırdıktan sonra açıyorum ağzımı...

“Bak oğlum, sen daha doğmadan biz bu fanatik particiliğin içinde büyüdük. Hatta bak, yaşlandık” diyorum, dinlemiyor fanatik kardeş...

Aceleciliğimiz, hal ve tavrımız yahut “ben ne yaparsam doğrudur ne dersem aliyyül âlâdır” saplantılarımız başımıza bela açmış olmasın? Tam da bu sebeple yapılan hatalar mükerrer hâle gelmiyor mu? Laftan anlamaz ki uslanmaz fanatik...

Asıl hedefi İslâm sancağını omuz omuza taşıyan Türk-Kürt kardeşleri birbirine düşürmek, işin özünde İslâm’a zarar vermek olan kukla örgütler haindir denildiğinde, gülünüp geçilmedi mi?

Hatta Cudi Dağı’na “Amerikan helikopterleri ilaç, yiyecek, giyecek ve ufak tefek silah indirimi yapıyor” diye konuşuluyor muydu? Adam gibi okuyalım, adam gibi dinleyelim. Esas meselemiz, sadece bugünkü hükümet mi yoksa kırk yılın tozlanmış meselelerini dillendirmek mi?

Amerikan helikopterlerinin Cudi Dağı’na PKK yardım levazımatı indirildiğini duyar duymaz mecliste kürsüye çıkıp: “Bre gafiller! bu Amerika bizim dostumuz değil düşmanımızdır. PKK’yı Amerika açıkça besliyor. Ülkemizi bölmek istiyor, nedir bu Amerikan sevdası, bize ne Amerika’dan, bize ne Amerika’dan” diye bağıran merhum Erbakan Hoca’ya karşı çıkanların başında, Demirel ve Özal geliyordu. Diğer Amerikancı liderler de bunları takıp ediyordu. Türkeş ve Ecevit’ten başka hocaya hak veren kimse de olmadı, ne idüğü belli olan basın da aynı Amerikan çanağını yalıyordu.

Şimdi olanları görüyoruz ama, iş işten geçti. Atı alan Üsküdar’ı geçmedi, burnumuzun dibine dayandı.

Demirel, Özal ve Mesut Yılmaz durmadan “Amerika dost ve müttefikimiz” demiyorlar mıydı?

Abdullah Gül bile İslam İşbirliği konferansında Filistin’de çocuk katliamı yapan Siyonist İsrail’i himaye eden FETÖ ağzıyla: “İsrail’e bu gibi konularda biraz hak vermeliyiz” dedi mi, demedi mi?

Erdoğan, Davos’ta Perez’e canlı yayında haddini bildirdi. FETÖ ile mücadelede destek çıkmadık mı? Erdoğan’ı ayakta alkışlamadık mı? Sandıkta desteklemedik mi? Lakin ‘Hakk’ı söylemeyen dilsiz şeytandır’ hadisini hatırlayalım. Şimdi rahat oturalım büyük sözü dinleyelim. Kraldan çok kralcılık yapıp, Erdoğan’ın bile hata yaptığını kabul ettiği mevzularda ona hata isnad etmek adına fanatiklik yapmayalım.

Hata yapmaz hesap sorulamaz derecesinde şirke yakın hale düşmeyelim. İyiliklerini övelim yayalım, hatası varsa erkekçe, sakin şekilde söyleyelim. Kimse kimsenin ekmeğini vermiyor. Fazla yalakalık, tez ayrılık getirir. Bununla ilgili Allah’ın ayetini unutmayalım;

“Sen onlara hatırlat ve yine de sakince öğüt ver, Öğütler, hatırlatmalar insanlara fayda verir.”(1)

Allah (cc.) Kur’an’ı Kerim Enfal süresinde ne buyuruyor:

“Ey benim inanan kullarım, eğer benden korkarsanız size hak ile batılı ayırt edecek bir anlayış ve nur veririm.” Hatta bu ayetin tefsirini Üstad müfessirler şöyle vermişler. 
“Allah burada eğer müslümanlar bana itaat ederlerse, kâfirleri ellerinde oynatırlar. Bana asi olurlar da emirlerimi yerine getirmezlerse gavurlar onları oynatırlar” buyurmuşlardır.(2)
Bundan 300 sene evvel dünya kafirlerinin en baş zalimi şu burnumuzun dibindeki Rusya bile, bugün esarete benzer yaşam koşulları içinde sesi kısık çıkan Kırım Müslümanlarının baskısı karşısında Osmanlı’dan el aman dileyip padişahın azametli fermanına ümit bağladı. “Bizi Kırım Müslümanlarından kurtarın” diye yalvarıyorlardı.

Yukarıda bir numaralı işaretle verdiğimiz ayet, Hicret ile ilgili bölümü içine alır ki, Ebu Cehil’in nezaretindeki “Darunnedve”de (Washington-Pentagon gibi) melun kararlar alınır. Peygamberimiz için ‘M...... ya öldürülecek, ya ölene kadar havasız yerde tutulacak, yahut da yerinden yurdundan sürülecek’ diye verilen karar ne oldu? Döndü dolaştı, kafalarına patladı.

Allah-u Teala, Afrin’de savaşan ordumuzu korusun. Benim acizane teklifim şudur ki, Önce ALLAH korusun diyerek sözümü şöyle tamamlayayım. Bu bir tekliftir, kavmiyetçilik ırkçılık falan değil. Böyle bir şey yapamam da, ırkçılığın kitabını 1970’de Almanya’da bize yazdırdılar.

Sadece İstanbul’da başıboş gezen, eli silah tutmaya en üst seviyede elverişli, hatta çoğu da askeri eğitim almış Suriye uyruklu 400 bin genç var. Gittikçe de yeni nesil çoğalıyorlar. Ee günden güne bizim Afrin’de şehitlerimiz de çoğalıyor.

Şimdilik şunun yüz binini eğitip askere alsak olmaz mı?

Sayın cumhurbaşkanımızın dediği gibi Afrin ve etrafını terörden boşaltalım da Suriyeli kardeşlerimiz evlerine dönsünler.

Hem de doğrusu da budur zaten. Evlerine dönmeleri de haktır. O topraklar için şehid olmaları da haktır! O kardeşlerimizin aralarında gönüllü olarak Suriye’ye gitmek isteyenler de var. Türkiye’nin savaşı, İslâm ile kafir çeteleri arasında bir savaştır. İtin üremesi ile, körün görmesi, yol değiştirmeye değmez!
 
Dipnotlar
1) Zariyat Sûresi, 55.
2) Enfal Sûresi, 29.

Baran Dergisi 579. Sayı