Nazif Keskin ile Kumandan Salih Mirzabeyoğlu ve BD-İBDA fikriyatını konuştuk

      Salih Mirzabeyoğlu ve fikirlerine yani İslâm'a muhatap anlayış davasına nasıl bakmak gerekir?
Öncelikle Üstad Necip Fazıl’ın Büyük Doğu fikir sistemine nisbetle Büyük Doğu-İBDA fikir sistemini geliştirdiğini söyleyerek söze başlamak gerekiyor. Böyle olunca da Salih Mirzabeyoğlu’nun zuhuru-çıkışı meselesi önüne geliriz.
Son bin yıl içinde üç tane zuhurat vardır. Birincisi İslâm’ın hüküm sürdüğü bir çağda, bütün sapıklıkların ve kötülüklerin ortaya çıktığı dönemin başlarında İmam-ı Gazâlî hazretleriyle Selçuklu veziriazamı ve tarihin yetiştirdiği en büyük siyasî dehalardan birisi olan Nizam-ül Mülk’ün karşılaşmasıdır. Burada karşılaşmadaki dikkat çekici taraf, dönemin küfür liderlerinden Hassan Sabbah’ın, İmam-ı Gazâlî hazretlerini Nizam-ül Mülk’e tavsiye etmesi... Görüldüğü üzere Allah bir şeyin olmasını dilediğinde kendi rızası dışında hareket eden şahıslar eliyle de yaptırmıştır. Bu bir zuhurattır…
İkinci zuhurat da, Moğolların Anadolu’ya gelip taş taş üstünde koymadığı ve Selçuklu’nun geçmişine nazaran gücünü kaybettiği bir dönemde, Osmanlı’nın çıkışıdır. O dönemin birçok âlimi rüyalarında gördüklerini söylemişlerdi… Nitekim Şeyh Edebâli ile Osman Bey arasındaki bağlılık ve Osman Bey’in bütün ilhamını Şeyhinden aldığı herkesin malûmu…
Üçüncü zuhurat ise, Salih Mirzabeyoğlu ile Necib Fazıl’ın tanışmasıdır. Necib Fazıl’ın “küfür buzdağlarını hohlaya hohlaya erittik, ama şimdi çamurdan geçilmiyor” dediği, fikrî olarak Batı’nın kavramlarıyla düşünen Müslümanların, İslâmî esaslara göre düşündüklerini zannederken aslında öyle yapmadıklarının farkına bile varamadıkları bir zamanda gerçekleşen tanışma. 
Batı kafasıyla düşünmek derken kastettiğiniz nedir?
Mesela Müslüman Kardeşler Teşkilatı örneği var önümüzde… Çok iyi teşkilatlanmalarıyla beraber halk desteği de yanlarında olduğu halde sürdürdükleri mücadele içerisinde maalesef yıllardan beri bir arpa boyu kadar yol gidemediler… Aynı duruma misal olarak Pakistan örneği de var. O zamanlar cumhurbaşkanı olan Ziya-ül Hak, askerî yolla idareyi ele aldıktan sonra dönemin din adamlarını toplayıp “ben idareyi ele aldım. Şimdi bu iş nasıl olacak?” diye sorduğunda bir çıkmaza girildi. Çünkü İslâm var, Kur’an var, Sünnet var; fakat İslâm’a, Kur’an’a ve Sünnet’e nisbetle bu meselelere yaklaşacak “anlayış” ve anlayıştan tütecek olan “tatbik fikri” yoktu… Bugünkü Pakistan ve Mısır’ın hâli ve esasında bütün dünya Müslümanlarının hâli de ortada; hepsi İslâm ile alakası olmayan rejimler içerisinde kıvranıyor. Mevdudî gibi tipler tarafından da İslâm, demokrasiyi meşrulaştırmanın bir aracı olarak kullanıldı. Oysa Mevdudî gibi zamanının “ulema”sı olarak lanse edilen tipleri, Batılılar demokrasiyi meşrulaştırma misyoneri olarak kullanmışlardır. Söylediğimiz gibi Büyük Doğu-İBDA fikriyatı-İslâm'a muhatap anlayış davası bugünkü en mühim eksikliklerdendir. Bizim Necib Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu karşılaşmasını tarihimizdeki en büyük üçüncü zuhurat olarak görmemiz buradan anlaşılıyor sanırım. Mesela Türkiye’de Salih Mirzabeyoğlu’nun 1999 yılını “Ümmetin Kurtuluş Yılı” olarak ilan etmesi gibi önemli bir süreç yaşandı. Bugünkü “rahat ortam” 1999’da Salih Mirzabeyoğlu’nun ortaya koyduğu irade sayesinde devşirilmiştir. 
Salih Mirzabeyoğlu’nun 1999 yılını “Ümmetin Kurtuluş Yılı” ilan etmesinin önemini anlamamız açısından soruyorum, Abdullah Gül’ün “İBDA’cıların dik duruşu olmasaydı Müslümanları katledeceklerdi” şeklinde bir ifadesi olduğu söyleniyor. Bu mesele hakkında neler söyleyebilirsiniz? 
Abdullah Gül dışişleri bakanı iken ziyaretine gittim. Bana o geceyi kendisi anlattı. “Askeriyede büyük bir kırılma olduğunu, komutanların ajanlar vasıtasıyla birbirlerinin çöplerine dek araştırdığını” söyledi. “Acaba kim bu İbdacılara yardım eden?” diye birbirlerini sorguladıklarını söylemişti. O zamandan bu zamana Milli Güvenlik Kurullarının en önemli gündem maddelerindendir “İbdacılar kim?”, “İbda Nedir?” soruları. Hatta MHP milletvekili Meral Akşener bir açıklama yapmıştı, “saatlerce MGK’da İbda’ya dair mevzular konuştuk” şeklinde… Abdullah Gül’ün kendi ifadesi de mevcuttur, “En çok korktukları sizlersiniz (İBDA’cılar). Bunlar bir şeye dayanıyor yoksa bu kadar emin durmazlardı, diye düşünüyorlar hakkınızda. Gölcük’te alınan kararla, nokta hedefleri seçip 1 saat içinde 60.000 kişiyi, 1 hafta içinde 140.000 kişiyi imha etmeyi hedeflemiş, özel birlikler kurmuşlardı. Sizin (İBDA’cılar) tavrınızdan dolayı bir takım şeyleri göze alamadılar. Bu korkularından dolayı Mirzabeyoğlu’nun Metris'te çöplerini bile karıştırıyorlardı” diye. 
Salih Mirzabeyoğlu’nun teklif ettiği Başyücelik modeli niçin önemlidir? 
Efendimizin hadisi şerifinde geçtiği için kıyas etmek yanlış olur mu bilmiyorum ama, Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethedişindeki mânâyı anlayanlar yahut buna önem verenler söylediklerimi anlayacaklardır. Batı’nın kavramlarıyla konuştuğumuz bir küsur asırlık bir süreçte ilk defa fikrî açıdan kendi kavramlarımızla, kendi dilimizle, kendi mantalitemizle İslâmiyet’in bir hayat düzeni olduğunun altını çizen ve insan merkezli yeni bir dünya düzeninin kurulabileceğini söyleyen, bunu sistemleştiren Salih Mirzabeyoğlu’dur. Batı’nın yerinde saydığı bugünkü konjonktürde artık sosyolojik, siyasî ve ekonomik tezleri kabul görmemektedir.
Salih Mirzabeyoğlu, “Başyücelik Devleti” sistemiyle bugün insanlığın problemlerini çözmek bir yana aksine problem üreten eski dünya düzenine karşı yeni bir dünya düzeni teklif ediyor. Anayasa profesörlerinden İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim görevlilerinden Prof. Dr. Ferman Demirkol’un da söylediği gibi “Başyücelik Devleti orijinal bir önermedir”. “Başyücelik Devleti”nin farkı-sırrı insan fıtratına uygun olmasıdır. Batı’daki bâtıl yönetim biçimleri ve uzantıları ise insan fıtratına ters sistemlerdir. Zorla insanlara dikta ettirilen, inandırılan bu tür sistemler insan fıtratına-yaradılışına ters olduğu gibi insanı ezen ve ona hayat hakkı tanımayan bir yöne doğru kıvrılmıştır ve tarih bunun örnekleriyle doludur. İnsan fıtratına uygun olmayan sistemler çökmeye mahkûmdur. Bu sistemlerin karşısında durabilecek tek sistemi-İslâm'a Muhatap Anlayış davasını ortaya koymuştur Salih Mirzabeyoğlu. 
Diyalektik olmadan hiçbir şey ayakta kalamaz ve Salih Mirzabeyoğlu yeni bir dil ve diyalektik ortaya koyuyor. Bu diyalektik “Hakk ve bâtıl” kavramları üzerine kuruludur. Bu diyalektiğin pratikteki temsili ise 1999 senesidir.
Biz Büyük Doğu’ya ve Üstad Necip Fazıl’a, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun bizi yönlendirdiği gözle bakıyoruz. O gözle bakmasak biz de Büyük Doğu’yu ve Üstad’ı anlayamazdık. Diğer kesimler gibi Necib Fazıl’ı sanatçılardan bir sanatçı, şairlerden bir şair gibi görürdük. 
Büyük Doğu-İbda Fikriyatı’nın - İslâm’a Muhatap Anlayış Davası’nın en önemli özelliği, Ehl-i Sünnet Vel Cemaat çizgisine bağlı orijinal, yerli bir hayat tarzı teklif etmesidir. Müesses nizamın karşısında da ancak Ehl-i Sünnet Vel Cemaat omurga durabilir ve Batı ve hempası için de asıl tehlikeli olan budur. Salih Mirzabeyoğlu’nun önünü kesmek için yıllarca zindanda tutulmasının, işkencelere maruz bırakılmasının sebebi de budur.
Salih Mirzabeyoğlu’nun cemiyet meydanında fikirlerini beyan etmesi ilk nasıl olmuştur? 
İlk Üstad Necip Fazıl’ın “meydan yerinde görünmen lazım” telkiniyle olmuştur. Bir gün Üstad Necib Fazıl, bütün yazar-çizer takımını evinde toplayıp Salih Mirzabeyoğlu’nu kastederek “artık o benim değil, ben onun peşinden koşacağım, bunu bilin istiyorum ve siz de benim yaptığımı yapın” diyor. Üstad Necib Fazıl’a olan hasetler ve düşmanlıklar da o günden sonra başlıyor. 
Tabiî siz bunu herhangi biri olarak söylemiyorsunuz. Bizzat Kumandan ile Üstad’ın yanına gitmiş ve bazı hadiselere şahit olmuş birisi olarak söylüyorsunuz.
Elbette… Üstad’ın evine bir gün dönemin başbakanı Süleyman Demirel geldi, Üstad ayağa bile kalkmadı. Ama Ahmet Arvâsî bey geldiğinde kapıda karşılardı, büyük bir saygıyla muamele eder, yine kapıya kadar uğurlardı.
Kastettiğim şey Üstad Necip Fazıl gibi bir insan Salih Mirzabeyoğlu’nu “takip edin” emrini vermişse, bunun tarih içerisinde bir özelliği, bir anlamı vardır. 
Necip Fazıl hakkında birçok kesim ileri-geri konuşuyor. Geçtiğimiz günlerde ise bir ödül töreni düzenlendi. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
“Necip Fazıl Ödül Töreni”ni izledim. Ruhsuz bir organizasyondu. Tam bir fiyasko… Nuri Pakdil’e verdiler ödülü. Kendisine “Büyük Üstad” falan diyorlar. Nuri Pakdil’in, Üstad Necip Fazıl’ı anlamasının mümkün olmadığını ve zaten anlayamadığını düşünüyorum. Üstad’ın asıl önemini ortaya koyan Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’ndan Necip Fazıl’ı kurtarmak yollu bir organizasyon gibi geldi bana. Salih Mirzabeyoğlu’suz bir Necip Fazıl’ı anma olmaz. Tabiî burada biz sadece karşı olmak için konuşmuyoruz. Bu türlü organizasyonların yapılmasını da önemli bulduğumun altını çizeyim.
Üstad Necip Fazıl, Salih Mirzabeyoğlu’na “beni anlayan bir tek sen varsın” diyor. Salih Mirzabeyoğlu’nu anlamadan Üstad Necip Fazıl anlaşılabilir mi?
Temel sorun da burada başlıyor. Bazılarında “Üstad’ı Salih Mirzabeyoğlu’na kaptırdık” gibi bir düşünce var. Kendilerince Üstad’ı kurtarmaya çalışıyorlar! Kumandan, Üstad Necip Fazıl’ı bize onların anlattığı gibi anlatmadı. Necip Fazıl, onların anlattığı gibi şairlerden bir şair değildir; fikir, sanat ve aksiyon adamıdır. İslâm’a Muhatap Anlayış Davası’nın toplayıcısıdır. İbda'nın ve dolayısıyla Salih Mirzabeyoğlu'nun müjdeleyicisidir.
Peki, Üstad Necip Fazıl, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu ve örgüleştirdikleri Büyük Doğu İBDA Fikriyatı’nın gençler tarafından nasıl anlaşılması gerekiyor?
Bunu anlayabilmek için, 1970’lerin ortamını çok iyi bilmek lazım. 1970’lerde Müslümanlar kendisini Müslüman olarak izah etmekten acizdi. Çünkü konuştuğumuz dil ve kavramlar İslâmî değildi. Beyinler Batı’nın eline-emrine verilmiş, köleleştirilmişti. Birisi çıkıp sosyalist kavramlarla, diğeri çıkıp demokratik kavramlarla İslâm’ı anlatmaya çalışıyordu. Farkına bile varmadan Batı’nın köleliğini yapıyorlardı. Beş asırdır süregelen gerilemenin ortaya çıkardığı ezilmişlik psikolojisi hâkimdi. Üstad Necib Fazıl “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!” dediğinde bu ihtarı dikkate alan Kumandan Salih Mirzabeyoğlu idi…
Bu akış tersine nasıl çevrildi? Bugünkü rahat ortamın oluşmasında Salih Mirzabeyoğlu’nun payı nedir?
O dönemde “her şey İslâmîdir” diyen birisi beliriverdi. Herkesin dikkati o yöne akmaya başladı. Bu söz bütün dengeleri altüst etti. “Herşey İslâmî olacak. Hayat, İslâm demektir, İslâm yaşamaya değer hayatın düzenidir!” diyen Salih Mirzabeyoğlu idi ve bunun kavgasına girişti. İşte o zaman seküler hayat tarzına adapte olmuş insanlar bir anda irkildi.
“Bizde mücadele, dava kavgası var mı?” gibi cümlelerin sarfedildiği demlerdi herhalde…
Evet, mücadele ruhu kaybedilmiş ve fertler insan olduğunu unutmuştu. O zamanki toplumun en seküler kesimi maalesef Müslümanlardı. Sanki Müslümanlık ahirette lazım olan “bir şey” gibi bir anlayış ortamı vardı.
Avrupa bizden sadece teknik olarak önde değil; Avrupa felsefe, matematik, sanat, sosyal bilimler gibi alanlarda da bizden öndeler. Anlayışlarını-kavramlarını bizim önümüze koydukları için, biz de onların önümüze koydukları hazır kavramlarla konuşmaya-anlatmaya çalışıyorduk derdimizi. Meselenin başka bir boyutu ise Batı’nın bize sunduğu kavramlarla bizim kendimizi anlatamıyor olmamız. Farkında olmadan Batılı kavramlarla kendimizi Batılılaştırmaya başlamıştık. İşte o dönemde Salih Mirzabeyoğlu, Üstad Necip Fazıl’ın “Durun kalabalıklar, bu cadde bu çıkmaz sokak” diyerek ihtar ettiği çıkmazdan kurtulmak için fikir ve aksiyonun bir arada olduğu bir dil ve diyalektiği ortaya koydu. Bu çıkmazdan kurtulmak için hem teoride hem de pratikte kullanılması gereken dil ve diyalektik…
Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun hayata bakışını nasıl algılamamız gerekiyor?
1975’ten beri tanıyorum Kumandan’ı… O dönemlerde “geleceğin lideri” diye bakıyordum; ama daha sonra iyice akledince liderlik tanımının yetmediğini farkettim. Fikir ve aksiyonun bir arada yürütücüsü… Her bir tanımlamadan sonra bir ötesi için yeni bir ufku daha açıyor Kumandan. 1999 vakasında yüreğimizi ortaya koyarak anlamaya başladık Kumandan’ı. 
Marksist diyalektiğin kurucularından olan Friedrich Engels’e bir mektup geliyor; “Siz Hegel ile Kant’ın diyalektiğini tersine çevirerek Marksist diyalektik diye yutturdunuz, büyük bir sahtekarsınız” yazıyor mektupta... Engels de cevap olarak “eğer ben sahtekârsam, en büyük sahterkâr diyalektiği İslâm’dan alan Hegel ve Kant’tır” diyor. Bu örnek üzerinden düşünecek olursak İslâm’dan önce Batı’da diyalektik fikri yoktu. Hakk-bâtıl, mazlum-zalim, Habil-Kabil… Müslümanların hakkı temsil noktasında Kumandan temsil makamıdır. Bu veçhesiyle diyalektiğimizde bir Kumandan vardır, bir de Kumandan’a karşı olanlar…
Salih Mirzabeyoğlu’na karşı olmak onun şahsına değil de, “İslâm’a Muhatap Anlayış Davası”na karşı olmak olduğu için mi? 
Evet. Hakkı hâkim kılmak isteyene, İslâm’ı hâkim kılmak isteyene, kim karşı ise biz de onun karşısında oluruz.
Bu karşı oluş nasıl olacak?
Salih Mirzabeyoğlu’na ve fikirlerine sarılarak… Ortaya daha orijinal bir fikir sistemi koyabilen başkası var mı? 
Türkiye’de birçok kavram iç içe girmiş, bulamaç olmuş. Mesela “antiemperyalist” kavramı da bunlardan biri… 
Bu konuyu biraz daha açsanız? 
Antiemperyalizm’in temeli, mazlumun yanında zalime karşı direnmektir. Bu da bizim kültürümüzün getirdiği, bize ait olan bir tavırdır. İbda ile nisbet unsuru olamayan-olmayan hiç kimse gerçek mânâda antiemperyalist de olamaz. Neye nisbetle antiemperyalist? Bugün görüyoruz “Marksist-Leninist” diyerek parti kuranlar Amerika ile kol kola. Komünizmin toprakları olan Rusya’nın kendisi dahî antiemperyalist olamamıştır. Neden? Çünkü karşı oluşunda Batı’nın kavramlarıyla, Batı emperyalizminin beyin yapısıyla hareket etmişlerdir. Antiemperyalist olmak Müslümanlar için tabiîdir. Eğer bir insan antiemperyalistse Kumandan’a ve İbda’ya nisbetle antiemperyalisttir. İbda ile temasa geçememiş hiçbir fert, hiçbir oluşum tam mânâsıyla ne devrimci olabilir, ne de antiemperyalist... Antiemperyalist söylemler ile beraber maalesef kukla olur gider. Kaldı ki biz Hakk davanın mensupları olarak bir şeyin antisi değil, teziz; “İslâm tezlerin tezidir.”
Ortadoğu’ya ve başka ülkelere baktığımız zaman da bunu net olarak görebiliyoruz değil mi? 
Elbette. Çünkü zamanın ihtiyacını karşılayacak olan dünya görüşü yok. Evet, bu sebeple Salih Mirzabeyoğlu’nun cemiyet meydanına atılmasını üçüncü en önemli zuhurat diyoruz.
Gençlerin İBDA’yı nasıl anlaması ve algılaması gerekiyor? 
Bu soru bana bir ayeti kerimeyi hatırlattı; “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” Dağdaki çobanın zihniyeti ile bir aydının zihniyeti çok farklı. Çobanı kötülemek için söylemiyorum. Çobanın kafası boş, ama aydının kafasında birçok şeyi sileceksin ki, ona bir şeyler verebilesin… Kusacak ve içini boşaltacaksın ki, o kıvama gelebilsin. Ama çoban öyle değil, kusmasına ve içinin boşaltılmasına gerek yok. Burada Kumandan’ın muradını kestirmenin yolu da kafamızda ne varsa onları boşaltıp, sıfırdan başlamak… 
Tasavvufta da şeyhin karşısına boş çıkacaksın ki, bir şey alabilesin. Salih Mirzabeyoğlu’na ve İBDA’ya bakış Batılı gibi düşünerek olabilir mi? 
Mümkün değil… İBDA’yı ve Salih Mirzabeyoğlu’nu bir kenara koy; kendini anlatacak ne bir dilin var, ne de görüşünü anlatacak kavramların var.
Batılı kavramlarla hayata baktığın için, hayat nizamını da ona göre kuruyorsun. Batılı gibi; görüyor, konuşuyor ve hissediyorsun. 
Tabiî ki… Mesela diyorsun ki “en iyi demokrasi İslâm’da”… Demokrasi dediğimiz meseleyi anlamak için bu düzenin kurucularının ifadelerine bakmak gerekir. Kitleleşme olmadan demokrasi olmaz. Bunun mânâsı nedir? Cenab-ı Allah her insana ayrı fert hakikati vermiş… Kumandan bununla alakalı kitaplar kaleme almış. Bütün bunları siliyorsun insanı koyunlaştırıyorsun, fabrika imalatı gibi… Demokrasi kuramcıları diyorlar ki; “algılar üzerinden kitleselleştirme olmadan, algıları yönetemezsin”.  Demokrasinin temelinde bu vardır, insanlık vasfını ortadan kaldırıyorlar. Kişiliğini, ruhunu alıyor, insan olmaktan çıkartıyor ki, insanı yönetebilsin. 
İktidara karşı dış mihraklı bazı kalkışmalar oldu… Hepsinde iktidar, kendisini Büyük Doğu’ya, Necip Fazıl’a dayandırarak bunlardan sıyrıldı. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz? 
Büyük Doğu-İBDA o kadar büyük bir fikir oluşumu ki, dünyada ne kadar İslâmî olduğunu iddia eden grup varsa hepsini içinde barındıracak kadar büyük… Büyük Doğu-İBDA olmasaydı, Gölge Dergisi ile başlayan süreç olmasaydı iktidarın bir dili de olmayacaktı… Hazır olan dili kullandılar, diyalektiği keşfettiler. İktidar o dili kullanmanın rahatlığı içerisinde… Kumandanın röportajında geçen bir cümle vardı; “Benim sermayemi kullandılar” diyordu. Tabiî bunun yanında iyi güzel yanları da vardır. Üzerimize düşen iyi ve güzele teşvik etmek, “doğrudur” demek, yanlışına da “yanlış” demek ve uyarmak… 
Mesela Aydınlık grubunun çıkardığı Ütopya Dergisi’nde “AKP Büyük Doğucudur. Başyücelik devletinden taraftır” denildi.  Cesaret edip de “Salih Mirzabeyoğlu’nun etkisindedirler” diyemiyorlar. Batı emperyalizmine ihbar ediyor, “bunlar işbirlikçiniz olamaz, en iyi işbirlikçiniz ve emperyalizme en iyi uşak olacak olan biziz” diyorlar. “Tehlikeli olan Büyük Doğu-İBDA” deseler insanlar dönüp bakacaklar, merak edecekler. Bu da onların işine gelmeyecek. Yani maalesef her iki taraf da, hem dostlarımız(!) hem düşmanlarımız fikri gömmenin peşinde.
Hükümetin bugünkü durumunu nasıl görüyorsunuz? 
Ankara’daki bazı bürokratlarla görüşüyorum.  Kendi kelekliğini örtmek için “Cenab-ı Allah İslâm devleti kurma görevi vermemiştir” diyenler bile var.  Bir çok bürokrat davanın güdücüsü değil, konjonktürün fahişesi olmuş durumda. “Fikrin olmadığı yerde ahlâksızlık vardır.” Bu ahlâksızlığı ortadan kaldırmak da İslâm’a Muhatap Anlayış davasına nisbetle, şuur ve idrak seviyesi en üst düzeyde, Müslüman olma keyfiyeti haiz şahsiyetlerin oralarda olmasından geçer. Şunu da inkâr edemeyiz ki; bu bürokratlar her ne kadar bu durumda olsalar da aynı kıbleye yönelip secde ettiğimiz insanlar. Başkaları kadar kendimize uzak da göremeyiz, bu yüzden, iyi yaptıklarını takdir eder, kötü bir iş yaptıklarında ise tavrımızı ortaya koyarız. 
Kumandan’a kim yakındır? Kim uzaktır?
Kumandan’ın fikrî istikametinde kim en fazla çalışıyorsa, Kumandan’a en yakın odur. Kim de fikrî istikametinde çalışmıyorsa en uzak da odur. Ölçü bu olduğu zaman daha iyi anlaşılır uzaklık ve yakınlık meselesi…   
Bizdeki bilgi kültürü ve irfan kültüründe şöyle bir farklılık var. Bilgi, bildiğini bilirsin. İrfan kültüründe ise, bilinenlerle bilinmeyeni üretirsin. Fikrin üretilmesi bizim kültürümüzdür, millî kültürümüzdür. Bilgi hamallık, her şeyi bilirsin ama üretemezsin. Burada terkip devreye girer ve bildiklerinizden başka şeyler üretmeye başlarsınız.Kumandan'ı, Kumandan ile anlamak... Herkes toplansa Kumandan’ı anlatamaz. Kumandan’ın eserlerini okuyarak Kumandan'ı anlarsın, oradan muradı kestirmeye çalışırsın… Muradı kestirirken de öyle şeyler vardır ki yürek ister, zekâ ister, ruh ister… Cin fikirlisindir, zeki bir insansındır; lakin yürek yoktur. İmam-ı Gazali ile Ömer Hayyam arkadaşlar… İmam-ı Gazalî’de batın perdeleri açıldıkça, yürekli olduğu için cesaretle yürüyor. Ve bütün batın perdelerden geçiyor. Ömer Hayyam ise belki de İmam-ı Gazalî’den daha zeki… Batın perdelerden korkuyor ve kendini meyhaneye atıyor. 
Geçenlerde şimdi Başbakanın başdanışmanlığını yapan Etyen Mahçupyan ile bir röportaj gerçekleştirmiştik. “İslâm’a muhatap anlayış ve BD-İBDA fikriyatı diye örgüleştirilmiş bir şey var.  Bir entelektüel olarak siz ve Türkiye’deki entelektüeller bunun üzerinde niçin durmuyor ve konuşmuyorsunuz?” diye bir soru sorduk. O da, “siz bunu kamuoyunda mevzu haline getirdiniz, konferanslar, paneller düzenlediniz, tartışılır hâline getirdiniz de ben mi konuşmadım?” dedi. Bu mevzu da bir eksikliğimiz oldu mu? Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz? 
Geçen senelere bak bir de seneler içerisinde geldiğimiz noktaya bak… Bugün eleştirdiğimiz insanlar bizden daha fazla canla, başla çalışarak birçok şeye sahip oldular. Mahcubiyet getireceğine, caka satar gibi olmadığı mananın maliki görünme yüzsüzlükleri veya sağda-solda dolaşıp da hava atmak edepsizliktir. Hatamızı anlayıp telafi etmek için kan-ter içinde çalışmamız gerekirken, işin kan-ter safhasında değil de caka tarafında olursak işi çirkinleştiririz… 
Gençlere neler tavsiye edersiniz?
Kumandanın muradını iyi kestirmelerini tavsiye ederim. Eserlerini okuyarak ruhî bir bağ kuracaklar… Oradaki kelimelerin o kadar geniş ve derin anlamları var. Mesela “terkib” kelimesi… Terkib kelimesini kalkıp da nasıl Batı diline çevirirsin. Neyle izah edebiliriz ki, izah etmemiz mümkün değil. Mesela gönül kelimesi… İngilizceyi çok iyi derecede bilen biri İngiliz birisine sadece gönül kelimesini anlatması için en az üç sayfa yazması gerekir ve buna bağlı olarak meseleler içinde geçen binlerce kelime… Varın gerisini siz düşünün.
Necip Fazıl için “İslâmcılığın fikir babası” deniliyor Türkiye’de… Bütün İslâmî kesim CHP’ye karşı dururken, İsrail’e karşı dururken veya başkalarına tavır ortaya koyarken hep Necip Fazıl’ın üslubuyla karşı duruyor. Mevzu Salih Mirzabeyoğlu olunca bir anlaşılmaz sukûta bürünülüyor…  Temel problem nedir? 
Sistemsiz bir şekilde kavga... Ortadoğu’da yüz yıldır hep kavga var; ama İslâmî bir dünya görüşü yok. “Kur’ân-ı Kerim anayasa kitabıdır” diyorlar. Böyle bir yaklaşım olur mu? Kur’ân-ı Kerim’e nisbetle Cenab-ı Allah’ın emir ve yasakları dairesi içerisinde en iyi hayat düzenini vermek zorundasın. Zaten Allah’ın insanlara verdiği görevlerden birisi de nizam kurmaktır. Bugün Batı düzeni de  “Yunan aklı, Roma nizamı, Hıristiyan ahlâkı” üzerine kuruludur… Roma olmasaydı Batılılar nasıl devlet kurabilirdi? Batılılar devlet kurmayı Roma’dan almışlar. Bizim gibi toplumlarda da ilk devleti tel örgüye çeken Türkler. Türk’ü bir ırk olarak değil ruh olarak ifade ediyorum. İlk devleti kuran biziz, nizamı, düzeni kuran biziz… Kalkıp da Batılıların nizamıyla, düzeniyle yönetmeye kalkarsan olmaz. Misal Mursî… “Demokrasi” demişti n'oldu? Olmadı!.. Elbette burada Mursî’nin dik duruşunu takdir ediyoruz, yanlış anlaşılma olmasın. Kastettiğimiz bir dünya görüşüne sahip olunamaması ve bunun eksikliği… 
İktidara geldiğinde yapabileceğin, teklif ettiğin bir şey yoksa, iktidara geldiğinde de olmuyor. O zaman başın başında İslâmî bir dünya görüşü sahip olmamız gerekiyor. Salih Mirzabeyoğlu’nun orijinalitesi de burada ortaya çıkıyor değil mi? 
Batı'ya karşı verilen mücadelede ibrenin İslâm lehine dönmeye başladığı yıl, 1999’du. Bugün net olarak anlaşılmasa da Batı dünyası karşısındaki bütün yenilgilerimize karşı Batı’yı mağlup etmenin bir direniş noktasıdır 1999... Bir milattır!
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Salih Mirzabeyoğlu gibi bir Mütefekkirle aynı çağda yaşama zevkinin, fikir zevkinin, davasının ve mücadelesinin anlaşılması; bunun için de eserleriyle hemhâl olunması gerektiğinin altını çizmek isterim. Sadece kuru akıl ile muhatab olmak, onu anlamak için yetmez; çünkü “İslâm aklın değil, kalbin yoludur”. Kuru aklın değil, kalbe bağlı selîm aklın…