Cuma akşamı saat dokuz on civarı… Bir yandan balkonda kitaplarla haşır neşir olurken diğer yandan misafir odasına girerek ara sıra televizyona bakıyorum. Boğaz köprüsünde konuşlanan askerler ve trafiğin bir tarafının kapanarak tek taraflı işlemeye başlamasına televizyondan ailece tanıklık ediyoruz. Kızım: “baba acaba ne olmuştur” diyor. Kızıma boğaz köprüsü üstünde bomba yüklü bir araç patlatmak isteyenlerin ihbarını alıp o yüzden kapatmış olabilirler cevabını veriyorum. Evin diğer tarafından oğlum “baba uçaklar havalandı, helikopterler dolaşıyor silah sesleri var” diye sesleniyor. Allah Allah diyorum kendi kendime, tam anlamıyla ne olduğuna anlam veremiyorum. Televizyon izlemeye devam ediyorum. Hangi kanal olduğunu tam bilmiyorum, Haber Türk olma ihtimali fazla. TSK açıklaması “şundan şundan dolayı yönetime el konulmuştur.” Eyvah! İçimde tarifsiz acı bir sızı. Sakinleşerek kanalları yokluyorum. Bütün kanallar açık el konulmamış. Bu nasıl bir darbe? Geri zekâlı birkaç kişinin harekâtı herhalde diye söyleniyorum. Daha sonra olacak olayların vahametine dair en ufak bir his yok. Başbakanın telefonla televizyonlara konuşması içimdeki endişeyi büyütüyor. Konuşması gereken cumhurbaşkanımız olmalıydı; ondan henüz bir ses yok. Hayatı ya tehlikede ya da ağzımı yel alsın... Neyse endişeler ve sakinleştirmelerle geçen dakikalar sürüp gidiyor. Genelkurmay Başkanı’nın diğer kuvvet komutanlarının medyaya çıkıp da açıklama yapmamaları beni bir yandan endişelendirirken diğer yandan ümitlendiriyor. Şöyle ki, darbe taraftarı olsalardı çoktan bildirinin altında imzaları olur ve derhal medyada buna dair görüntüleri çıkardı. Çıkmadıklarına, kendilerini ifade etmediklerine göre işler vahim; demek ki esir alındılar. Devamlı kanaldan kanala geçiyorum. Hiçbiri kapanmadı. Yayınlar devam ediyor. Beyaz televizyonda Osman Gökçek darbecilerin aleyhine konuşuyor, halkı bunlara karşı olunacak harekat tarzına yönlendiriyor. Hükümet yanlısı medyada darbeciler aleyhine yayına devam ediyor. Hiçbiri henüz kapanmadı. Kendi kendime bunlar ne salak herifler; darbe yapıyorlar, hükümete en yakın medyaya el atmamışlar henüz. Aklıma hak ve halk düşmanı Halk Televizyonu geliyor. Acaba nasıl bir yayın politikası izliyorlar? Gezi olaylarını yapan hainleri meydana çağırıyorlarsa eyvah ki eyvah hemen meydanlara el atmalı, aksi takdirde en küçük bir hareket çığ gibi büyüyüp aleyhimize dönebilir. Meydanda olmayan fildişi kuleye çekilmiş hiçbir hareketin yaşama hakkı yoktur. Mısır’da Allahsızlar darbe yanlısı ordunun yanında yer alıp Mursi’yi indirip binlerce Müslümanı öldürmediler mi? Halk televizyonunda böyle bir tavır yok. Darbe yanlısı bildiriye katıldıklarını ifade eden konuşmalar varsa da sokağa çıkın sesleri çıkmıyor. Bu korku ile ümit arası hallerin kesifleştiği bu demlerde içime ferahlık veriyor. Bu ara gerek Ankara gerekse İstanbul’dan arkadaşlara telefon ederek hadiseleri onlarla paylaşma gereği ve ne yapmamız gerektiğine dair fikir teatisi yapma isteğindeyim. Çoğu gönüldaşın telefonu meşgul. Demek ki onlarda benimle aynı haldeler. Aman Allah’ım TRT’de bildiri okunuyor. Kızıma “spikerin halini görüyor musun?” diyorum. Kadın titrek ve korku dolu bir halde. O andan itibaren artık evde miskin bir halde durmanın imkanı yok. İşler tersine döndü, derhal TRT binasının yanına gitmeli ve mücadeleye başlamalı. Kalbimde zıtların oynaşmasına yer yok. Tek şey var gönülde; “haydi koçum Bahattin yıllardır beklediğin an geldi ölene kadar geri adım yok.” Olay yerine gidecek araç nasıl bulunacak? Perşembe günü arabayı satmıştım. Eşime ve kendime “Sırası mıydı?” diye öfkelenip duruyorum. İçimi okumuş olmalı ki yoğun duygu ve düşünce hallerine böylesi hallerde yüce Rabbim kalpten kalbe akışları sağlar. Mustafa Gözübatık gönüldaş aradı “Ne yapıyoruz? Haydi diğer gönüldaşları ara, TRT binasında buluşalım.” “Benim arabam yok giderken beni al” diyorum. Bu arada kaynımı arama hissiyatındayım, belki yakındadır onun arabasıyla birkaç gönüldaşı da alır olay mahalline gideriz diyorum. Bu arada Enes Duymaz gönüldaşla da bu minvalde görüşüyorum.

Aradıktan sonra kaynım hemen geldi, arabaya oğlum Ali Neciple bindik. TRT binasına gidelim derhal dedim. Fakat o külliyeye bakalım dedi. Ve nihayet külliyeye vardık. Başımızda uçaklar ve helikopterler bombalar ve mermiler yağdırıyor. İnsanlarda en ufak bir korku yok. Uçaktan gerçek bombayla birlikte ses bombaları da atılıyor; kulakları sağır eden bir gürültüye rağmen insanım gayet vakur. Yolda oraya gidersem halkı nasıl yönlendiririm, karşı tarafın direncini ne şekilde kırarım diye muazzam bir zihin çabası içindeyim. Karşı tarafla nasıl karşı karşıya gelirim, o durumda nasıl hareket etmeliyim? Senaryo üstüne senaryo. Kumandanımız tehlike zekayı işler diyor ya bu sözün manasını derinliğine duyuyorum. Keşke hayatımızda nefsimizle nefsimiz yanında diğer düşmanlarla her an savaş hali içinde olmamız gerektiğinin şuurunda olsak, kim bilir insana ait her alanda ne başarılar elde ederdik. Üstadımız ne güzel ifade etmiş: “ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın/Gündüz geceye muhtaç sen de bana lazımsın”.

Bombalar mermiler devam ediyor. Külliye’de kalabalık arttıkça artıyor. Herkesle beraber soğukkanlı ve kararlı duruşumuz devam ediyor. İnsanlarla konuşuyoruz, tanışıyoruz. Ne olursa olsun burayı terk etmeyelim yoksa Mısır’dan beter oluruz. Herkes ölmek var, dönmek yok düşüncesinde. Bu arada Sorgun’dan Osman gönüldaşı arıyorum. Osman bütün Sorgun meydandayız. Tamam çok güzel bende kendi durumumuzdan haberdar ediyorum. Bombalar ve mermiler devam ediyor. Mustafa arıyor TRT binasına vardıklarını, çatışma olduğunu söylüyor. Buraya gelmemiz gerektiğini ifade ediyor. Ben de arabaların yolu kapadığını söylüyorum. Bu arada Atilla diye bir gönüldaşla da görüşmüştüm, bulabildiğin insanlarla TRT binasına gel diye. Onu tekrar aradım “Bahattin abi trafik tıkalı burada 3 tane tankı rehin aldık” sözlerine şahit oluyorum. Allahuekber! Erkek savaşta gerek. O ana kadar imtihanımız gayet iyi. Rabbim bir an olsun bizi nefsimizle baş başa bırakmasın, yolumuzu şaşırtmasın. Bunu oradaki insanlarla paylaşıyorum. Bu arada bulunduğumuz yerden MİT ve emniyet binasını çok rahat görebiliyoruz. Binalara ateş ediyorlar. Bir oraya bir bizim bulunduğumuz yere bombalar ve mermiler atılıp duruyorlar. Bu ara saatler saati kovalıyor. Enes “siz orda mücadele edin biz hava alanına gidiyoruz” diyor. Tamam eyvallah! Mustafa’dan müjdeli haber “TRT binasını ele geçirdik. Göğsümü açtım şerefsizlere, ‘hadi vurun lan, hadi vurun’ diye. Bir halt edemediler.” Sen imanının sesiyle meydan okursan, adamlar çözülüyor. Nitekim aynı hali bende yaşadım. Kim bilir o an yüce Allah’ım bizi onların gözünde nasıl gösteriyor. Mustafa’dan aldığım bu güzel haberi Anadolu’mun güzel insanlarıyla paylaşıyorum. Her cephedeki zaferi paylaşalım ki bilekler ve gönüller kuvvetlenip itminana ersin. Uçaklar hala uçuyor. Söylenip duruyoruz bir uçak kaç saat havada durur diye; en az 4 saat oldu hala havadalar. Daha sonra öğrendik ki meğer İncirlik Üssünden havalanan uçaktan havada yakıt ikmali yapıyormuş. Bu arada Beyaz Televizyona gidip veya telefon edip Melih Başkanın belediye otobüslerini, kamyonlarını ve Anfa’daki güvenlikçileri yönlendirmesi gerektiğini ilettim arkadaşlara. Bu zamana kadar arabasız olmanın böylesi bir halde ne kötü bir şey olduğunu anladım. Oysa gerçek bir dava adamı her hal ve şartta hareket etme kabiliyetiyle kendini istikbaldeki olaylara her an hazırlamalıydı. O an kendimden utandım. Kendimi kumandanıma itaat etmemiş gibi hissettim. İnşallah bu olaylar büyük bir ders olur da ileride kusurlarımızı azaltma imkanı sağlar. Tekrar Osman’ı aradım. “Osman gardaş oradaki polisleri ve askerleri toplayarak Ankara’ya gelin. Uğradığınız yerleri de arkanıza alın” dedim. Osman “tamam” dedi. Telefonu kapattım. Ankara merkezdi. Devletin kalbiydi. Buraya kim hakim olursa işi büyük ihtimalle o bitirirdi. Bombalamalar ve mermiler devam ediyor hemen yanı başımızda. Nitekim bulunduğumuz yerde araçlara atılan bombayla 5 şehidimiz oldu. Millette öfke ve kararlılık arttıkça artıyor. Ertesi gün Sabah Gazetesi’nin haber ekinde Melih Gökçek darbeciler beni alır diye gecekonduya saklanmış diye bir haber; bomba atmışlar, başka bir gecekonduya gitmiş. Oysa bombalanan ve mermi atılan yerler belli. Kendini kahramanlaştırırken düştüğü duruma bak; senin gecekonduda ne işin var, doğrudan doğruya halkın içine girip mücadele etsene. Daha sonra bir bakıyorum başbakanla meydanda halka nutuk atıyor. Kahraman var, kahramancık var. Saadettin abiden Halil Kantarcı gönüldaşımızın şehit olduğunu öğreniyorum. Osman gönüldaşa durumu aktarayım diyorum Osman benden önce duymuş üzüntüden hastanede olduğunu söylüyor. “Ne üzülüyorsun kendine gel Allah inşallah bize de nasip eder” diyorum. Bu arada Cumhurbaşkanımızın İstanbul’a sağ salim indiği haberini duyunca bu iş tamamen bitmiştir sevinci içimi kaplıyor. Allah onu ve Anadolu insanını koruyor, bayrak burada düştü inşallah buradan kalkacak. Emin Acar Hoca’mız, “Üçüncü Dünya Savaşı başlamıştır. Allah burayı koruyacak. İnşallah son bir defa bir yeşillik yaşayacağız” diye vefat etmeden evvel 20 yıldır devamlı bize söylediği sözleri hatırlıyorum. Bayramî mizacı itibariyle devletin Müslümanların elinde olması gerektiğini... Halifelerin devletin başında şehit olduklarını gönlümüze nakşetmeye çalışmıştı. Allah rahmet etsin. Kim bilir, ruhaniyetiyle her an bizimleydi. Mutezile beton kafalılar bu dilden ne anlarlar. Bu süreçte yanımızdan iki tank geçti. Her iki tankın üstünde de ellerinde bayraklarla halktan insanlar vardı. Anlaşılan askerden tankı almışlardı. Bu ara iki askeri kamyon ve bir kirpi geliyor. Kimi saldırıyor, kimi askerin eline bayrak vererek kendilerine dönük hareket etmelerini istiyor. Askerlerden bazıları tüfeklerini kaldırıp indiriyorlar. Ben “emir kuluysanız, genelkurmay başkanını esir aldılar; eğer paralele hizmet ediyorsanız, derhal vazgeçin, bugün Allah’ın kulu olun. Sakın Müslümanlara silah çekmeyin, silahlarınızı bırakıp alkışlarla inip bizden olduğunuzu gösterin” diyorum. “Yoksa millet sizi katledecek.” Askerin dördü silahını bırakıyor. O sırada birileri beni itiyor “ne yapıyorsun askeri mi katledeceksin?” diyor. Kafadan çıkan o kadar farklı sesler var ki. Oysa amacım askerleri bize çevirmek, silahları alıp mit ve emniyet binasının yanına giderek orda çarpışmaktı. Bizim bulunduğumuz yerde karadan bir mücadele yoktu. Uçaklar ve helikopterler 6-7 saattir dolanıp bomba ve mermi yağdırıyorlardı. Bu arada tanıdık bir polisle arabaya binip emniyet binasının yanına gittik. Tam bir çatışma yeri; tanklar tarafından ezilmiş arabalar, yıkık dökük yerler. Bomboş askeri araçlar. Demek ki ya kaçmışlar ya da tutuklanıp götürülmüşler. Evet, bundan sonrası olayları pek de anlatmaya gerek yok. Çoğu televizyon başında daha sıkıntısız geçen bir süreç. Şunun farkına vardım; savaş ve mücadele şartları insana öyle bir güç veriyor ki, yorgunluk duymuyorsun. Savaş hali insanın birçok kanallarını açılmasına vesile oluyor. İnsanın kendini keşfetme sürecine müthiş bir katkı veriyor.

Hülasa
Amerika ve batılı hainler yine bir yenilgiye uğradılar. Bu bir darbe değildir. Yaşanan üçüncü dünya savaşıdır. Bu olayı kim böyle anlamlandırmaz ise yazıklar olsun. Eğer halk meydana çıkmasaydı hadiseler böyle olmazdı. Bu Anadolu insanın yıllardır baskı altına alınan ruhunun haykırışıdır. Bu yanık yüreklilerin dualarını patlamasıdır. Amerika’nın taşeronluğunu yapan sapık kel mehdi bozuntusu fettoşun tamamen bitişidir. Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ve başkaları şöyle diyor; “hiçbir ihtilalde kan akmamıştı. Hiçbir ihtilal bunu yapmamıştı”. Hayır, katılmıyorum onlara; hiçbir devrimde halk meydanda olmamıştı, polis kuvvetleri onlara karşı gelmemişti. Yoksa o zamanda kan akar ve kan dökülürdü. O zaman sayın cumhurbaşkanı gibi gözü kara Büyük Doğu ruhunu bir nebze özümsemiş biri yoktu ki. Şişko şapkasını alıp kaçan bir mason vardı.
Sayın cumhurbaşkanına sesleniyorum; Allah imanınızı artırsın, düşmanların şerrinden kurtarsın. FETÖ’nün tabanını ibadet, ortasını ticaret, üstünü ihanet olarak gösteriyorsunuz. Bu söz alttaki insanları masumlaştırıyor. Sayın cumhurbaşkanı, bunların her kademesinin dini-imanı para ve ihanet içerisinde emin olun; topyekûn böyleler. Bundan sonra devlet bunlardan arınarak daha rahat iş yapacak, tehdit edilen birçok memur daha hızlı ve gönüllü hareket edecek. PKK ile olan mücadele daha etkili olacak. Bu zafer aynı zamanda PKK’nın da bir kolunun kaybetmesine vesile olacaktır.

Ne güzel geceydi. Allah’ım sana binlerce şükür. Bunu bana yaşattın ya.

Baran Dergisi 497. Sayı