Türkiye, bugünlerde radikal bir dönüşüm geçiriyor. Kökleri Büyük Doğu'nun başlangıcıyla 1940'lara, ilk filizlerini vermesi de Gölge Dergisiyle 1970'lere dayanan bu dönüşüm, “muhayyel ve sığ, doğulu olan ama batılı gibi düşünen (veya hiç düşünmeyen), varoluş ızdırabı çekmeyen, doğu ve batıyı İslâm önünde hesaba çekmek bir yana ne doğuyu ne batıyı bilen bir İslâmcı siyaset” yerine tam bir bütünlük ve fikrî bir yetkinlik içinde, ayakları yere basar bir vaziyette, beşerî her oluşu Mutlak Fikir'e nazaran mânâlandıran ve yerli yerine koyan İslâm'a muhatap anlayış'ın, yani BD-İbda'nın başlattığı bir dönüşümdür. Bu değişimin ön planında her ne kadar kimi kurum ve şahıslar gözleniyor olsa da, bu radikal değişimin ardındaki motor güç, İslâmcı siyaseti fikri bir bütünlük hâlinde ortaya koyan Büyük Doğu-İbda'dır. Şimdiye kadar muhayyel olan İslâmcı siyaset BD-İbda eliyle tasfiye ediliyor, bahsettiğimiz bu “yeni ve üstün siyaset” tatbik edilmek üzere billurlaşıyor. Gelinen noktada öyle görünüyor ki, Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı değil, rejim seçimi yapılmıştır. Meseleyi yalnızca Receb Tayyip Erdoğan’ın şahsına irca ederek, ona karşı yahut yandaş olmak hatasına düşülmemelidir. Millî ve bağımsız bir ülke meydana getirme çizgisini koruyacak olan Erdoğan’ı sonuna kadar destekleriz ve karşısında yer alanlarında gerekirse biz karşısında dururuz. Tersi bir durumda da onun karşısına yine biz dikiliriz. Türkiye, bu dönüşümle zihnî ve fizikî prangalarından kurtuluyor ve engeller bir bir ortadan kalkıyor. Erdoğan, tavır ve söylemleriyle Müslüman Anadolu halkının içtimâî hafızasını uyandırıyor ve İslâm düşmanı çevreleri de bilhassa bu yönü kudurtuyor.

Bu kısa girişten sonra seçimlerle devam edelim, 2007 senesinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki kriz dolayısıyla hükümet bundan sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin halk tarafından yapılmasına karar vermişti. Bu karar dolayısıyla geçtiğimiz Pazar günü ilk kez bir Cumhurbaşkanı doğrudan millet tarafından seçildi ve Başbakan Receb Tayyib Erdoğan %51,8 oy alarak, ilk turda Cumhurbaşkanı oldu. Öncelikle, Receb Tayyip Erdoğan’ı üst üste kazanmış olduğu 9. seçim zaferinden ötürü tebrik ederiz. Allah hayırlara vesile kılsın inşallah. 

Tesbitlerimize, öncelikle bu seçimlerin kısa bir değerlendirmesini yaparak başlayacağız. Ardından da Receb Tayyib Erdoğan’a dokuzuncu kez seçim kazandıran Müslüman Anadolu’nun, ondan ne beklediğini çeşitli başlıklar altında ele alacağız.

2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri

Muhalefet kanadıyla başlayalım. Bu seçimlerde, 1999 senesinde ölmüş olan Kemalist anlayışın artık kurtlar tarafından kemirildiği bizzat Kemalistler tarafından deklare edildi. CHP, Ekmelettin İhsanoğlu’nu aday göstererek, milletimizde Kemalist anlayışın hiçbir karşılığı olmadığını kabul etti. MHP’de Milliyetçi-Ulusalcı bir aday ile yola çıkmadığına ve CHP ile ortak hareket ettiğine göre, artık milletimiz nezdinde Kemalist-Ulusalcı anlayışın metelik kadar değeri olmadığı, bizzat bu anlayışların temsilcileri tarafından böylelikle beyan edilmiş oldu. Hâl böyle olunca, çatı partilerinin kendi dar kitleleriyle Ak Parti tabanından kayması planlanan seçmen arasında sıkışıp kalan İhsanoğlu’nun hareket sahası da daralmış oldu. Sonuç olarak, Ekmelettin İhsanoğlu, CHP ve MHP’nin son seçimlerde aldığı toplam oydan daha düşük bir oy alarak cumhurbaşkanlığı seçimlerini ikinci tura taşımayı başaramadı.

BDP-HDP’nin Cumhurbaşkanı adayı olan Selahaddin Demirtaş’a gelecek olursak; geçtiğimiz seçimlerden daha yüksek bir şekilde %9,8 oy aldı. Her ne kadar söylemindeki samimiyetten bahsedilse de, Selahaddin Demirtaş’ın oylarını arttırmasındaki en önemli faktör hiç kuşkusuz “Çözüm Süreci” ve Çatı Aday'a oy vermek istemeyen Alevîlerden kısmen yaşanan oy kayması oldu. Sonuç olarak, bu seçimde %10 barajına yaklaşan BDP-HDP’nin, 2015’de gerçekleştirilmesi planlanan Genel Seçimlere bağımsız adaylarla değil de parti olarak girme yolunda çalışmalar yapacağını tahmin ediyoruz.

Ak Parti’nin adayı olan ve Cumhurbaşkanlığı seçimini de zaferle bitiren Receb Tayyip Erdoğan’a gelecek olursak; Başbakan alışıldığın aksine her seçim oylarını arttırarak yoluna devam ediyor. Birkaç hususu kısa kısa notlar hâlinde buraya düşmek istiyoruz.

- Başbakan Receb Tayyib Erdoğan, güneyde Suriye ve Irak’ta, kuzeyde Ukrayna’da yaşanan iç savaşa, İsrail ve Amerika ile nerdeyse ipleri kopartma noktasına gelen münasebete ve tüm bunlardan ötürü şiddetle eleştirilen dış politikaya rağmen millet tarafından desteklenmiştir. 

- Bundaki en büyük âmil, Başbakan'ın Anadolu insanı tarafından İslâm davasının siyasetteki mümessili görülmesidir. Bu teveccühün en büyük sebebi budur. Yaptığı hizmetler vs. bu teveccühün daha da pekişmesine yol açmaktadır.

- Başbakan’ın seçim dönemlerinde yalnız meydanlarda gösterdiği yüksek performansın bile coşkuyla karşılanıyor olması, milletimizin aksiyona ve aksiyoner lidere olan açlığını ortaya koymaktadır.

- Başbakan, 2002 seçimlerinden beri son derece başarılı seçim kampanyaları yapmaktadır. Bu başarının altında yatan en önemli faktör, seçim kampanyalarının ahbablık münasebetine göre değil de, liyakate göre kişi ve kuruluşlarca hazırlanmasından geçmektedir.

- Başbakan’ın bu seçimleri kazanmasındaki tartışılmaz bir diğer faktör de, muhalefet partilerinin Türkiye’nin gerçeklerini geç anlamaları ve taklitçi durumuna düşmüş olmalarıdır. İşin enteresan tarafı Batı’da Türkiye’deki muhalefetle aynı zihniyete sahib vaziyettedir. 

- Her ne kadar geçmiş dönemlerdeki kadar zor ve meşakkatli olmasa da, Türkiye’yi yine bir geçiş dönemi beklemektedir. Bu dönemin en büyük işaretini de Mirzabeyoğlu'nun tahliyesi için Başbakan'ın gösterdiği kararlılıkta görüyoruz.

*

Kısaca notlarımızı da paylaştığımıza göre, %51,8 oyla Receb Tayyib Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı seçen milletimizin taleblerine tercüman olarak devam edelim. Büyük Doğu’yu beraber inşa etmek iddiasındaysak, iddia isbat ister ve Büyük Doğu’nun inşa edilmesinin şartları da bellidir. Yine kısa kısa olmak kaydıyla bu yol haritasından bahsedelim.

Ne uzlaşma

90 küsür senelik rejim süresince, Batılı efendilerinden aldıkları ruhsatla, milletimize efelik-efendilik taslayan Kemalist-Ulusalcılardan artakalanların, hangi kademede olurlarsa olsunlar, derhâl görevlerinden alınması ve Müslüman Milletimizin bu konumlarda göreve getirilmesi gerekir.

Kendisini cemaat-cemiyet diye tarif eden, çürümüş beceriksiz Kemalist kesimin yerine, Batı’nın Anadolu’daki hâkimiyetini kotarmak adına vazifelendirilmiş Ilımanların, devletin bütün kademelerinden sürülmesi ve bugüne kadar gerçekleştirdikleri bütün hukuksuzlukların, başından kuyruğuna kadar, en şiddetli şekilde cezalandırılması gerekmektedir. Bu konuda her ne kadar kararlılık ve irade olsa da, maalesef işler yavaş yürümekte ve geçen her gün, bu güruhun ümitlenmesinin ve kopuşların gecikmesinin vesilesi olmaktadır.

İktidar ve Cumhurbaşkanı kendisini nerede konumlandırırsa konumlandırsın, rejimin Kemalist yapısı anlamsız bir şekilde hâlen yaşatılmaktadır. (Yıl olmuş 2014, “Yüksek Askerî Şura” toplantısından evvel mezar ziyaret etmek de nedir yahu?) Artık devletin protokolü bu tip gereksiz mesailerden arındırılmalıdır. 

Türkiye’nin bugünkü en büyük sorunlarından birisi de adalet sorunudur. Adalet olmadan diğer şeylerin olmayacağı, artık anlaşılıyordur herhâlde. Adaletin tesis edilmesi problemi, içinde bittabi diğer bir problemi, hukuksuz yargı kararlarıyla haklarında hüküm verilen kişiler problemini barındırmaktadır. Bu hukuksuzlukların da acilen giderilmesi olmazsa olmaz şartlardandır.

Sermaye konusuna gelecek olursak; bunu birkaç bakımdan değerlendirme zarureti doğmaktadır. İlk elden memleketin iliğini kemiğini sömüren “sömürge burjuvazisi” vasıflı 3000 ailenin tasfiyesi gerekmektedir. Yekten tasfiye etmek, içinde bulundukları ilişkiler ağı bakımından, belki hükümete zor gelebilir -ki bize göre bunu birden yapmak en doğrusudur, aksi takdirde yaptırmamak için ellerinden geleni yaparlar-, ama devlet içindeki tüm uzantılarının kökünden tasfiyesi olmazsa olmazdır. Cemiyetimizi nefsine tutsak ederek bundan nemalanan tüm sermaye odaklarının Anadolu’dan defedilmesi, hem ekonomik bakımdan hem de içtimaî bakımdan çok önemlidir.

İkincisi, her ne kadar çeşitli adımlar atılıyor olsa da maalesef montaj sanayisi konumundayız ve bu durumun değiştirilmesi için gerekirse devletin bütün kaynaklarının kullanılması son derece hayatîdir. Özellikle AR-GE kuruluşlarına destek sağlayan kurumların kurulması ve gerek finansal gerekse bilgi bakımından AR-GE kuruluşlarına verilen destek anlayışı yenilenmelidir. 

Üçüncüsü, (bu madde birinci madde ile de alâkalıdır) milletimizin tasarrufları lüks tüketim ve hızlı tüketim sektörünü elinde tutan urlaşmış sermaye unsurları tarafından yurt dışına taşınmaktadır. Bundan sonrasında ayakları yere basan bir ekonomi olabilmek noktasında bu tasarrufların yurt içinde kalması elzemdir. Bunun yolları, ya yukarıda belirttiğimiz çerçevede ya da başka bir metodla bulunmalıdır.

Ülkemizdeki gençlik kumardan uyuşturucuya, ahlâksızlıktan alkole kadar birçok felaketin ya kıyısında ya da dibindedir. Bu durumun başlıca müsebbibi de Türkiye Cumhuriyeti ve onun laik rejimidir. Evvelen bunun iyi anlaşılması gerekmektedir; idealsiz, başıboş, nefsinin ve heva-heveslerinin peşinde koşsun da İslâm'a uzak dursun diye bilhassa böyle yetiştirilen nesiller, şu an cemiyetimizin orta yerinde durmaktadır. Böyle giderse bunun sonu hüsrandır, çözümü de İslâm'dır.

Eğitim konusunda gerek askerî gerekse sivil eğitimdeki müfredatın ve anlayışın acilen yenilenmesi ve hâlen okul bahçelerine dikili olan ve dikilen putların artık sökülüp atılması gerekmektedir. Okulların eğitimcilerin yönetiminden çıkıp Okul Aile Birliklerinin idaresine girmesi kabul edilemez. İlk değindiğimiz husustan da ehemmiyetli olarak, Tevhid-i Tedrisat Kanunun artık kaldırılması şarttır. Her şeyin birbirine karıştığı şu zamanda, yeni bir gençliğin yalnızca İmam Hatip Okulları açarak yetişmeyeceği aşikârdır.

Ne Teslim

Türkiye’nin Batıya bağımlılığının sembolü hâline gelmiş olan Ayasofya’nın, artık bağımsızlığın nişanesi olarak aslî vazifesi ile, yani cami olarak ibadete açılması şarttır. Ayasofya’nın cami olarak açılması, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun tahliye olmasından sonra gerek içeride, gerekse dışarıdaki birliğin tesis edilmesinde son derece hayatî rolü olacak bir hamledir. 

Anadolu topraklarında bir çıban gibi biten ve irin kusan Amerikan üslerinin, ilk siyasî kriz vesile edilerek bu toraklardan sökülüp atılması bağımsızlık yolundaki son derece önemli adımlardan birisidir. 

İsrail’in tarihî hinterlandımız ve kardeşimiz olan Gazze’ye, Çin'in Türkistanlı, Tayland'ın Arakanlı kardeşlerimize karşı uyguladıkları vahşete artık diplomatik yollardan fazlasıyla yanıt verilmelidir. Bununla alâkalı askerî seçenekten daha düşük maliyetli pek çok yol vardır!

Birleşmiş Milletlerin kendi kendisini tasfiye süreci hızlandırılmalıdır. Bunun için geçtiğimiz sene başlatılan “Dünya Beşten Büyüktür” kampanyası güçlendirilerek sürdürülmeli ve gerek içeride (İslâm Âlemi) gerekse dışarıda bütün enformasyon kanalları kullanılarak Batı’nın sırtlan yüzü herkese ifşa edilmelidir. Bu organizasyonla paralel olarak da adalet ve hakkaniyet dairesi içerisinde farklı bir birliğin inşasına da başlanmalıdır.

Arab Baharına yol açan en büyük âmil, toplumların anlayışıyla iktidarların anlayışları arasındaki uçurumdur. Aynı şekilde Batı âleminde de iktidarlarla toplumlar arasında uçurumlar vardır. Bugüne kadar dezenformasyon kanalları olabildiğince işletilerek Batı âleminde Müslüman karşıtı olarak kurulmuş düzenekler muhakkak bozulmalıdır. Bugün Arablara vahşi diyenlerin, o zaman birbirlerine neler edeceğini de muhakkak göreceğiz.

Devlet-i Aliyye’nin hinterlandı olan Büyük Doğu Coğrafyasında, Türkiye’nin artık daha aktif bir şekilde rol alması gerekmektedir. Bugüne kadar TİKA ve İHH gibi kuruluşlarla Batılı ve Batıcı felâketin yaralarını saran, arkasını toplayan Türkiye’nin artık sahada aktif ve fiili bir şekilde rol almasının zamanı gelmiştir. 

Batı’nın Rusya ile arasında cereyan eden gerilim Türkiye için son derece müsbet bir şekilde istismar edilebilir ve bağımsızlık yolunda uzun zaman alacak birçok adım, bu gerilimden istifade edilerek hızla atılabilir. (Bkz, Ulu Hakan Abdülhamid Hân’ın İngilizler ve Almanlar arasında güttüğü denge politikası ve eş zamanlı olarak büyük bir kalkışmaya hazırladığı Büyük Doğu Coğrafyası…)

Ne Hiçlik

“Şartlar, Türkiye’yi tarihi misyonunu üstlenmeye zorluyor.” Bugün öyle bir vaziyetteyiz ki; ya topuğumuzu dibe vurup hızla çıkacağız ya da boğulup gideceğiz. Anadolu, dünyanın neresinde olursa olsun her iddia sahibinin gözünü diktiği ve iddia sahibi olmayanlara hayat hakkı tanımayan toprakların adıdır. Bundan sonrası için “hiçlik”in kesinlikle kabul edilebilir bir tarafı yoktur.

Yalnız Mutlak Fikirde Birlik

Başta Anadolu olmak üzere, Büyük Doğu coğrafyasının etrafında bir araya geleceği tek fikir “Mutlak Fikir”dir. Batı da bunu yakinen bilmektedir ki, hakikisi gelmeden sulandırılmışı olan Ilımanları piyasaya sürerek bu gidişe dur demeye kalkmıştır. Bugün akıl sahibi her kesim, herkes bu durumun farkındadır. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun tahliye olması, Receb Tayyip Erdoğan’ın 2002 senesinden beri kazandığı seçimler, Abdullah Öcalan’ın “Çözüm Süreci”nden itibaren benimsediği dil, hep bu mânâya dikkat çekmektedir. Bundan sonrasında, birlik olunacak fikir ve bu fikri örgüleştiren belli olduğuna göre iş, fikrin tatbik edilmesine kalmıştır. Fikir belli, ideal belli; bundan sonrası ümmetin yeniden inşası…

Yalnız Mutlak Fikrin İktidarı

Fikir örgüleştirilmiş, anlayış yenilenmiş, sıra tatbikata gelmiştir. İşte “Büyük Hesablaşma” da, Anadolu’dan başlayarak kıtalar çapında, bu tatbikattan taraf olanlarla, bertaraf edilecek olanlar arasında gerçekleşecektir. 

Devlet-i Aliyye’nin son demleri de dâhil olmak üzere; kanı dökülen, sömürülen, soyulan, işkence edilen, darağacında sallandırılan, aç-susuz bırakılan, yaftalanan, hor görülen, aşağılanan ve ezilen bütün Müslümanların hesabının görüleceği vakte doğru zamanın ahenkli helezonunda kıvrılıp, geliyoruz!

*

Evet, Müslüman Anadolu İnsanının, seçimini yaptığı Türkiye’nin 12. Cumhurbaşkanından beklediği kısaca bunlardır. İnanıyoruz ki, Cumhurbaşkanı da kendisini seçen seçmeninin bu beklentilerine karşı kayıtsız kalmayacak ve senelerce birikmiş olan bu hesabın görülmesinde kendisine düşen rolü oynayacaktır.

Muhakkak olacak da, kim taraf olacak, kim bertaraf olacak, göreceğiz…
 

Baran Dergisi 396.Sayısı