Tüketim çılgınlığını oluşturan en büyük faktör, üretim çılgınlığı… Büyük ve derin bir döngü bu sektör. Ürettikçe tükettiriyor, tükettirdikçe üretiyor. Her geçen gün de bu vahşi üretim örgütleri büyüyor. Fert olmaktan öte tüketici haline getirilen insan, midesini düşünmekten ve ona zaman ayırmaktan başka bir iş yapmıyor neredeyse. Etrafımıza baktığımız zaman neden ve nasıl soruları hep yemek üzerine kurulmuş; “Nasıl yiyebilirim, nereden alabilirim, ne giyerim” gibi. Yaşamak için yemek yerine yemek için yaşayan insanlar olarak sabah kalktığımızda rızkımızın peşine düşüyoruz. Fakat artık bize verilenin bir rızık olduğunu unutmuş olacağız ki, daha çok, daha fazla kazanabilmek için bu sefer yarışa giriyoruz.
Kısaca kendisine yani ruhuna değil de midesine ayırmış olduğu 24 saat dolmuş oluyor. İnsanı sabahtan akşama kadar çalıştıran kapitalist sistem zaten sizden bu saatleri çalıyor. Bir de kendimize ayırmadığımız zamandan dolayı iyice felakete sürüklenmiş oluyoruz. Bu felaketlerden biri de yeme felaketi. Ne yiyoruz, nasıl yiyoruz ve niçin yiyoruz? Sormadan, bakmadan, öğrenmeden, araştırmadan yiyoruz. Çünkü tüketici haline getirilen insan, her şeye rahatlıkla ulaşabiliyor. Her şeye rahatlıkla ulaşabildiğini sanan insan da önüne getirilen yiyeceğin nasıl geldiğine bakmıyor. Çünkü Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na güveniyoruz, çünkü aldığımız ürünlerin arkasındaki içindekiler kısmında yazanlara güveniyoruz. Fakat küçük bir araştırma yaptığınızda hiç de öyle olmadığını görüyorsunuz.

Bir markete girdiğinizde; binlerce vahşi sektörün ürettikleri zehirlerle dünyayı bir virüs yuvası haline getirdiklerini görebilmeniz mümkün. Raflarda gördüğünüz çeşitlilik sizleri de şaşırtmıyor mu? Benzer ürünlerden onlarca var. Ve bu ürünler güya denetlenmiş. Güya domuz yağı katkısı yok, güya trans yağ kullanılmamış.

Gıda sektörleri senin ne yiyeceğini, ne içeceğini, ne giyeceğini ve ne süreceğini belirliyor. Bir portakallı meyve suyuna içinde bir gram portakal koymadan önüne nasıl portakallı meyve suyu koyacağını da başarmış. Üretilen gıdalar daha sonra işleniyor, çoğaltılması için katkı maddeleri katılıyor ardından renklendirici, parlatıcı ve tatlandırıcı katılarak cazip hale getiriliyor. Bir gıdayı sana tek başına sunmamak için her türlü ilaveyle kendilerine de dev cirolarla kazanç sağlıyorlar. Ürün olduğu gibi gelmiyor raflara; paketin içindeki gıda nasıl ki birçok badirelerden geçiyorsa, paket de bir o kadar badirelerden geçiyor. Zehir saçan kazanlar, radyasyon veren cihazlar, mikrobu görünmez hale getiren makineler vs. Bir meyvenin yahut sebzenin uzun süre paketlerde yahut raflarda kalabilmesi için çeşitli ilaçlar katılıyor. Hem parlak olması hem de uzun süre kalabilmesi için koruyucu parafin (E905) ve polietilen mum (914) katılıyor. Parafin ki birçok ülkelerde yasaklanmış bir çeşit yağ. Petrol ve linyit hidrokarbonlarının sentetik karışımı olan bu yağ; sakızlar, meyveler, kozmetik ürünler ve ilaçlarda kapsayıcı, yağlayıcı, köpük engelleyici olarak kullanılır. Şekerleme ürünlerinde yani hazır kahve, limonata ve dondurmalarda kullanılır. Meyveleri parlatmak ve bozulmayı geciktirmesi için de elma, armut, kavun, karpuz, limon gibi meyvelere sıkılıyor. Bu parafinin zararı ise; karaciğer hastalığına, kansere, ishale, hamile ve bebeklerde iç kanamalara yol açması. Bahsettiğim parafin, yüzlerce katkı maddesinden sadece bir tanesi.

Karoten (E160), turuncu sarı gıda renklendirici. GDO’lu bitkisel bir ürün. Margarin yağlar, peynirler, sirke, salamura sebzeler, tahıllar, reçeller, sosis, salam, şekerlemeler, içecekler, alkollü içkiler, çerezler, unlu mamuller, ilaç ve kozmetik ürünlerde kullanılıyor. Sağlığa zararı ise; deride sararma, cildde tahribat... Birçok ülkede yasaklanmıştır. Buna benzer sarı kırmızı ve çeşitli renklerde GDO’lu renklendirici ürün; E100 ile E181’e kadar olan tüm kodlarda yer alıyor. Bu ürünler gıda, ilaç, kozmetik, oyuncak, ambalaj, boya gibi çeşitli maddeler için kullanılıyor. (E kodlara bir başka yazıda değineceğiz)

Trans yağ; doymamış yağ demek. İşlenmiş yiyeceklerde, hazır gıdalarda, margarinlerde sıkça kullanılır ve bu yağ vücutta birikir. Bunlar tamamen sentetik ve yapay yağlardır. Bitki yağlarının hidrojen ile ısıtılması sonucu elde edilir. Dışarıda yediğiniz birçok lokanta yemeği, fastfood ürünler, patates, tavuk, et vb. kızartmalar defalarca ısıtılıp tekrar tekrar önümüze sunuluyor.

Cipsler, krakerler, gofretler, bisküviler, unlu mamuller, kurabiyeler ve buna benzer birçok üründe hidrojenize edilmiş trans yağ kullanılıyor. Trans yağ kullanılmasının sebebi ise bu ürünlerin raflarda daha uzun süre kalabilmesi. Ürünlerde her ne kadar “trans yağ yoktur” ibaresi yazıyor olsa da onun yerine “hidrojenize yağ” ibaresi bulunur. Yahut “trans yağ yoktur” ibaresini pakete koyduktan sonra hemen altta yer alan gramaj tablosunda ne kadar trans yağ kattıklarının bilgisi veriliyor.

Bugün yediğiniz hamburger, masada aylarca durduğu halde çürümüyor. Bunun en büyük sebebi ise içerdiği trans yağ ve diğer bazı katkı maddeleridir. Her geçen gün tüketim salgınının büyüdüğü ve karşılığında da tüketiciyi devamlı bu zehir kuyusuna çeken sektörler olduğu müddetçe bu gibi gıdalar ve farkında olmadan yediğimiz binlerce yiyecek bizim hasta olmamıza, felçli kalmamıza veya ölmemize yol açacak. Trans yağın insana yaptığı zararlardan birkaçı ise şunlar; kolesterolü artırarak kalp krizine yol açar, hafıza kaybına ve unutkanlığa yol açarak Alzheimera kadar götürür. Diyabet, obezite, depresyon gibi hastalıkların yanı sıra kısırlığa da sebeb olur.

Yediklerimizden çok da etkilenmiyoruz sanki. O kadar alışmışız ki yapay gıdalara, içten içe zarara uğradığımızı anlayamıyoruz. 2 gün glikoz almayan birinin vücudu devamlı şeker ister. Ne kadar uzaklaştırırsanız o kadar vücut kendine gelir. Hiçbir şekilde bu gıdaları yemeyen birinin vücudu artık bu gıdalardan birini aldığında ifraz etmeye başlar. Çünkü vücut artık temiz ve katkısız gıdayı fark edecektir.

Kendi ektiğini yiyip içen Anadolu insanının ömrü uzun oluyor. Çünkü toprağından çıkan sebze, ağacında büyüyen meyve ve hayvanından sağdığı sütle besleniyor. Elmayı daha çok parlatıp renklendireyim ve uzun ömürlü olsun diye her hangi bir katkı maddesi sıkmıyor. Gıdalarda bulunan gerçek koruyucular yerine şimdi sentetik koruyucular üretildi. Meyve sebzede bulunan tabii koruyucular insanı birçok hastalıktan korurken, sentetik koruyucular yüzünden yediğimiz elma bile zararlı hale getirilmiş durumda. Genetiği değiştirilmiş milyonlarca yiyecek bize “zararsız” diye yutturuluyor. Ardından hastane kapılarında sürünüp duruyoruz ki ilaç sektörü de para kazansın…

Baran Dergisi 530. Sayı