Üstad Necip Fazıl’ın 39. vefat yıl dönümü vesilesiyle Medeniyetimizin İzinden Kulübü tarafından “Necip Fazıl’la Hatıralar” başlıklı bir seminer düzenlendi. İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Altunizade Kampüsünde 23.5.2020 tarihinde gerçekleşen bu semineri, Üstad’ın bilfiil yanından bulunmuş olan Aylık Baran dergisinin yayın kurulu üyesi Kâzım Albayrak verdi.

Önce, Necip Fazıl’ın hayatını anlatan kısa bir sinevizyon gösterisi yapıldı. Ardından Kâzım Albayrak, Üstad’ın sistemleştirdiği Büyük Doğu davasını ve öncü mücadele çizgisini anlattı. Katılım orta seviyede idi, ancak katılan gençlerin ilgi ve alâkasının yüksek olduğu gözlendi. Seminerin dikkatle dinlenişi ve sonunda katılımcılara dağıtılan Üstad’ın “O ve Ben” isimli eserine teveccüh ve İdeolocya Örgüsü eseri ile Aynadaki Yalan romanı hakkındaki sorulardan bunu anlamak mümkündü.

Gönüldaşımızın “Necip Fazıl’la Hâtıralar” seminerinde yaptığı konuşmanın tam metnini okurlarımızla paylaşıyoruz:

Sevgili Gençler!

Üstad Necip Fazıl’ın 39. vefat yıl dönümü vesilesiyle burada toplanmış bulunuyoruz. Onun sistemleştirdiği Büyük Doğu davasını ve öncü mücadele çizgisini yer yer hâtıralarıma başvurarak anlatmaya çalışacağım. Öncelikle böyle bir toplantıya vesile oldukları için Medeniyetimizin İzinden Kulübü’ne teşekkür ederim.

Mayıs ayı, Necip Fazıl Kısakürek’in doğum ve vefat ayı. 26 Mayıs 1904’te İstanbul’da doğmuş, yine 25 Mayıs 1983’te İstanbul’da vefat etmiştir. Onu rahmetle anarak konuşmama başlamak istiyorum.

***

Necip Fazıl, İslâm’a nisbetle bir dünya görüşü kurmuş, Batılılaşma ve sömürgeleşmeye karşı güçlü bir muhalefet dili oluşturmuş ve bunu söylemde bırakmayıp aksiyon planına geçirmiştir. Allah demenin bile yasaklandığı, ezanın değiştirildiği, din eğitiminin kaldırıldığı ülkemizde ilk defa güçlü bir şekilde isyan bayrağı açan ve bunun fikirde sistemini kuran kişi olmuştur. Onun şairliğinden önce bu yönü önemlidir. Bundan dolayı Necip Fazıl, İslâmcı mücadelenin çağımızda başlatıcısı sayılır.

Necip Fazıl’ın hayat hikayesi de ilginçtir. Onun çocukluk dönemi, II. Abdülhamid Han’ın Adliye ricalinden dedesi Hilmi Efendi’nin yanında geçer. İlk gençlik yıllarında ise Bahriye Mektebini bitirir ve peşinden Daru’l-Fünun felsefe bölümüne kaydolur. Paris Sorbon Üniversitesi felsefe bölümüne de girmiş, ancak orada öğrenimini tamamlamadan yurda dönmüştür. Önce “genç şair” olarak meşhur olmuş, daha sonra İslâmî rengi ortaya çıkınca onu el üstünde tutan hâkim güçler tarafından “mürteci” damgası yemiş ve çeşitli baskılara maruz kalmıştır.

O, meşhur bir şair olarak sanat ve kültür çevrelerince el üstünde tutulmasına rağmen bu hayattan memnun kalmayıp hakikat arayışı içine girmiş, “entelektüel kriz” yaşamıştır. Necip Fazıl, her türlü maddî imkânı, itibar ve ikbali de görmüş ancak onun ruhu doymamış, hakikat arayışının sonunda tıpkı İmam Gazâlî Hazretleri gibi tasavvufta karar kılmıştır. Kendi hayat hikayesini, bunalımlarını ve Kurtarıcısını nasıl bulduğunu O ve Ben eserinde etkileyici bir dille anlatmıştır. Necip Fazıl’ın O ve Ben eserini okumamız, hakikat yolunda neden tasavvufta karar kıldığını ve tasavvuftan kasdının ne olduğunu anlamamız açısından da faydalı olacaktır. Mürşidi Esseyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerinden aldığı fıkhî ve tasavvufî öğütleri, Hz. Peygamber sevgisini, kelâm, tefsir, hadis gibi ilimlerin hikmetlerini O ve Ben ile Çöle İnen Nur başta olmak üzere birçok eserinde bulmamız mümkündür. Necip Fazıl’ı tanımamız açısından onun O ve Beneseri, toplantıyı organize eden öğrenci kulübü tarafından sizlere hediye olarak verilecektir.

Necip Fazıl, “Allah Resûlü’nün zâhiri şeriat, bâtını tasavvuf...” diyerek İslâm’da zâhir-bâtın birlikteliğini savunur ve varlığın yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Kâinatın Efendisinde her şeyi bulabileceğimizi ifade eder. Ayrıca, “İslâm’ın en yeni, değiştirilemez ve örnek nesli, Resul eliyle yuğurulan sahâbîler…” diyerek onların ümmetin temeli oluşuna hassaten dikkat çeker.

Necip Fazıl’ın “varlık sebebim” dediği İdeolocya Örgüsü eseri üzerinde de durmamız faydalı olacaktır. Batıdan gelen modernizm gibi akımlar ile yine onların desteklediği içimizdeki sapık kollara karşı İdeolocya Örgüsü eseri kurtarıcı bir reçetedir. İslâm’ın temiz akidesi olan Ehl-i Sünnet çerçeveye bağlı ve çağımızdaki meselelere çözümler sunan böyle bir bir dünya görüşünün örgüleştirilmesi çok mühimdir. Öyle ki Necip Fazıl, İslâmî ölçüleri kuru kuruya tekrar ile yetinmiyor, yeni bir dil ve diyalektik geliştirerek onları asrımıza tatbik etmek istiyor. Bu hususta o, estetik ve zarafeti de fikriyatında en başa alıyor. Şekille ruhu, amelle hikmeti mezceden ve yeni bir tarzda olan İman ve İslâm Atlası eserinin estetik bahsinde Necip Fazıl şöyle diyor: “Umulur ki, 15. İslâm asrının yenileyicisi İslâm’da estetik planı başa alsın… Zira güzellik, hesap ve kitap sordurmadan, yakalayıcı, zapt ve fethedicidir.”

Necip Fazıl’ın kıymetli eşi Neslihan Kısakürek’in ise, Necip Fazıl’ın kontrolünden geçmiş Büyük Doğu dergilerinde Kadın-Moda, Muaşeret Edebi, Ev ve Kadın başlıklarında birçok makalesi olup bunlardan bir kısmı Muaşeret Edebi başlığında Rapor 13 kitabında toplanmıştır.

***

Bu fikrî çerçeveden sonra bazı hâtıralarıma yer vermek istiyorum. Necip Fazıl’ı görmek ve 5 sene kadar yanında bulunmak şerefine erdim. Bunlardan bir kısmını nakledeceğim. Bu ülkede İslâmcı gençliğin söz sahibi olması için 1975 yılında Akıncılar teşkilatı kurulmuş idi. O zamanlar MTTB teşkilâtı, tabela teşkilâtı haline düştüğü için böyle bir oluşum gerekliydi. Ben de bu gençlik teşkilatı içinde 1975 yılından itibaren bulundum. Büyük Doğu ideolojisine bağlı Salih Mirzabeyoğlu’nun 1979 yılında çıkardığı ve benim de içinde bulunduğum Akıncı Güç dergisi, Üstad Necip Fazıl’ın dikkatini çekti ve Ortadoğu gazetesinde “Müjdelerin Müjdesi” yazısıyla bu dergiyi tebşir etti. Üstad’ın Akıncı Güç kadrosunu daveti üzerine onun Erenköy’deki evine hep birlikte gittik.

Üstad’da ilk gördüğüm, 70’lik bir delikanlı olduğu idi. Bahçede bize ikram ettiği yemekten sonra yine orada bize akşam namazını cemaatle kıldırdı. Namazdan sonra İslâm inkılâbının “nasıl” ve “niçin”ine dair mevzulara girdi. Anlattığı her şeyi âdeta yaşıyor idi. Şeyh Galib’in “Şair, ehl-i haldir.” sözünde olduğu gibi. Batıyı sonuna kadar muhasebe edip davamızı zıddından da ispat ediyor, İslâm ümmetinin meselelerini derinden hissederek temas ediyordu. İman öfkesi ve vecd tavrı onun bâriz vasfı idi. Zaten ömrü bir dâvaya adanmış olarak geçti. Fikir ve aksiyon çizgisi olarak şeriatten kıl kadar taviz vermedi ve bu hususta her fedakârlığa katlandı. Defalarca hapislere girip çıktığı gibi vefatında bile Sultan Vahidüddin Han kitabından dolayı üzerinde 1,5 yıl hapis cezası vardı.

Rahmetli Necip Fazıl’a hizmet eder ve Büyük Doğu yayınlarına gider gelirdik. Ondan fikir ve aksiyon ruhumuzu alırdık. Bize sıcak ilgisi yanında eşya ve hadiselere her daim pençesini geçirici tavrı dikkatimi çekmişti. Yorgunluk ve umutsuzluk onda hiç yoktu. Daha önce onun konferanslarına gitmiş idim. Ancak onunla bizzat tanışmak, bilinene şâhid olmak ve dava heyecanımı yenilemek demek idi. Necip Fazıl’ın mücadele çizgisi net idi. Meşhur eseri Çile’nin şu mısraında söylediği gibi: “Yalnız iman ve fikir; ne sevgili ne kardeş.”

Necip Fazıl’ın te’siri o kadar büyük oldu ki, Türkiye’de ondan etkilenmeyen ve pay almayan İslâmcı münevver yoktur. Ancak onu nasıl anladığımız önemlidir. Necip Fazıl bir dünyadır, bir sistem kurucu mütefekkirdir. Sadece ideolog değil, aynı zamanda aksiyonerdir yani fikrini eyleme dökebilmiştir. İslâm’ın izzetini her şeyden üstün tutar, öne atılmaktan çekinmezdi. Zaten bütün gerçek kahramanlarda sonunu düşünmek yoktur. Onun yeni gençlikten istediği hasletler de böyle idi. İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesinde Hoca olan ve Üstad’ın Bir Adam Yaratmak eserini 1983 yılında Arapçaya çeviren Mısır asıllı Muhammed Harb Hoca, Aylık Baran dergisinde yayınlanacak mülakatında şöyle der: “Necip Fazıl Türkiye ve dünyadaki Müslümanların ruhudur. İslâmî devletin fikir mûcididir.” Bu arada yeri gelmişken, Necip Fazıl’ın Bir Adam Yaratmak piyesinden maada, O ve Ben ile Esselâm eserinin de Arapçaya çevrilmiş olduğunu ve aynı şekilde Aynadaki Yalan eserinin de basılacağını ifade etmek isterim. Aslında en başta İdeolocya Örgüsü eseri tercüme edilmeli. Çünkü İslâm âleminin ihtiyaç duyduğu devlet ve cemiyet modeli orada örgüleştirilmiştir.

Üstad Necip Fazıl bir mütefekkir olduğu için çok yönlüdür, ilmî, irfanî, içtimaî, iktisadî, hukukî, idarî, estetik vs. bütün meselelerde terkipçi-sentezci görüşleri vardır. İnsan ve toplum meselelerini halledici ve sistem haline getirici bir dâhidir. Onun kaynakları olarak başta İmâm-ı Rabbânî olmak üzere İmam Gazâlî, Muhyiddin-i Arâbî ve mürşidi Esseyyid Abdülhakîm Arvâsî’yi sayabiliriz. Nefsim adına şunu ilave edeyim ki, Necip Fazıl hakkında biri kamu hukuku, diğeri Temel İslâm Bilimleri alanında olmak üzere iki yüksek lisans tezi hazırlama imkânı buldum. Bu tezlerden birinde onun “Başyücelik Modelinde Hürriyet Anlayışı”nı, diğerinde ise “Eserlerinde Hadis-Sünnet Anlayışı”nı ele aldım. Gördüm ki o, hürriyet dâvasında hakkı üstün tutarken, Allah Resûlü’nün hadislerine ve siyer-i nebiye ilmin kuru aklıyla değil, imanın vecd tavrıyla yanaşmayı ilke edinmiştir.

Biraz daha hâtıralardan bahsedeyim. Zira, hâtıralar ilgi uyandırıcıdır. Üstad, dışardan görüldüğünün aksine sıcak ve ilgili biri idi. Bir gün Büyük Doğu yayınlarının Cağaloğlu’ndaki yerine gittim. İçeri girince selâm verdim. Beni görünce, ismimdeki “ı” harfini “i” şeklinde seslendirerek yanına çağırdı, hemen karşısına çömeldim. Böyle seslenmesinin gerekçesi olarak, “ı” harfinin kaba bir ses olduğunu ve birçok dilde bulunmadığını söyledi. Sonra bir sohbetin içinde buldum kendimi. Üstad, o zaman biz gençlerle fikir-estetik, ihtilâl-inkılâp, strateji-taktik vs. birçok mevzuda çok rahat sohbet ederdi. Bir gün, “Sizin görüşünüz nedir?” diye bize tek tek sorduğunda, evinde misafir olarak bulunan yaşlıca biri, “Bunların başı sen değil misin, niye soruyorsun?” dedi. Üstad, “Sorarım, ancak kararı da ben veririm!” diye cevap verdi. O, hem bizim ne düşündüğümüzü merak ediyor, hem de otoritesini gösteriyor idi.

12 Eylül 1980 Askeri Darbesinde Akıncı Güç kadrosundaki gönüldaşlarla birlikte Samandıra Askeri Kışlası’nda 20 gün işkencelere maruz kaldım. Bizi, Necip Fazıl ile irtibatlandırıp ona bir suç isnad etmek istiyorlardı. Mâlum, Batıcı çizgideki rejim tarafından Necip Fazıl her zaman hedefte idi. Allah’ın izniyle bunda muvaffak olamadılar. 20 günlük çileden sonra oradan selâmetle çıktık. Direnişimizi haber alan Üstad’ın bize tebriklerini iletmesi ise çektiğimiz çileleri unutturur nitelikte idi. Büyüklerin takdirinin gençler için ne kadar ehemmiyetli olduğunu o gün yakînen anladım.

Üstad’ın Aynadaki Yalan isimli romanı çıkar çıkmaz, 7.5.1980 tarihinde ona imzalatmış idim. Galiba o gün, Büyük Doğu yayınlarında söz konusu roman hakkında Üstad’dan duyduğum sözler meâlen şöyledir; “Romanda kadın unsuru, bütün hikmetleriyle kadın problemi mühimdir. Ve bu mesele Türk romanında çözülmemiştir.” Üstad ayrıca Aynadaki Yalan romanının, kadın meselesini bir kâinat muhasebesi olarak değerlendiren ilk eser olduğunu belirtti. Bu hâtıra vesilesiyle de onun ilk ve son romanını da anmış oldum. Onun fikir eserleri yanında epeyi tiyatro eseri de vardır. Üç adet de otobiyografi eseri bulunmaktadır.

Üstad’la beş yıl kadar aralıklarla fiilen yakın olmama rağmen maalesef bir fotoğrafım yok. O dönem birçok arkadaşın ihmal ettiği bir husustu bu. Aslında biz fikre ve aksiyona bakıyorduk, bugünkü anlayış gibi fotoğraf çekmeyi düşünmüyorduk. Ancak bazı anıları da belgelemek gerekiyormuş.

***

Necip Fazıl hakkında yanlış anlamalara yol açan birkaç hususu da belirtmekte fayda mülâhaza ediyorum. O, eserlerinde de belirttiği üzere, bir dönem bohem hayatına fazlaca dalmış, ancak tevbe noktasında bunları işaretlemiş idi. Zaten o, şeyhlik iddiasında bulunan biri değil, bir fikir adamı olup sistem kurucu bir mütefekkirdir. Yani, ondan fikir alınır. Necip Fazıl tavizsiz duruşu ve sahih geleneğe bağlılığı ile de bize örnektir. Büyük Doğu ideolojisi Kurtuluş Yolu’na çağımızda eklenen bir halkadır. Bu hususu kendisi İdeolocya Örgüsü eserinin girişinde şöyle takdim ediyor:

“Büyük Doğu”, İslâmiyetin emir subaylığı… Büyük Doğu, İslâm içinde ne yeni bir mezhep, ne de yeni bir içtihat kapısı… Sadece “Sünnet ve Cemaat Ehli” tâbirinin ifadelendirdiği mutlak ve pazarlıksız çerçeve içinde, olanca saffet ve asliyetiyle İslâmiyet’e yol açma geçidi, ve çoktan beri kaybedilmiş bulunan bu saffet ve asliyeti Yirmibirinci Asrın eşiğinde eşya ve hâdiselere tatbik etme işi… Galiba işlerin de en değerli ve pahalısı…”

Necip Fazıl’ın Büyük Doğu ideoloji-dünya görüşü her zerresiyle İslâm’a bağlıdır. Onun, “Türk’ün ruh kökü” gibi ifadeleri ise ırkçılık olarak değil, mensup olduğu kavme yapmak istediği İslâmî aşı olarak anlaşılmalıdır. Onun siyasî tercihleri de, Büyük Doğu davasını yürütmek için sağ partileri desteklemek şeklinde olmuş, CHP’ye daima karşı çıkmış ve onu bir parti olarak değil, İslâmî ruhu kurutmakla vazifeli, “şekavet ocağı” olarak nitelemiştir.

***

Büyük Doğu fikriyatının karakteristiklerinden bahsedelim. Necip Fazıl, fikir dünyasından önce gelen his dünyasını da inşa etmiş, yaşanmaya değer hayatın ölçülerini billurlaştırmış, daha önce ifade ettiğimiz gibi iman ve aksiyonu birlikte yürütmüştür. İktisadî ilişkiler dâhil insan ve toplum meselelerine Başyücelik Devlet Modeli ile çözümler sunarken, aksiyonu ile Müslüman Anadolu ahalisinin dinî hayatını canlandırmış, fikriyatı ile de İslâm âlemine örnek olmuştur. Büyük Doğu ismi, “Doğunun doğuşu” mânasında olup Doğu kelimesi ile İslâm âlemi kastedilmiş ve onun yeniden doğuşu hedeflenmiştir. Büyük Doğu’nun tarih muhasebesi ve Batı felsefesini kritik etmesi de onun temel özelliklerindendir. Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu eserinde şöyle der Üstad:

“Düşmanı tanımadan dost tanınır mı? Düşmanı tanımak dostu tanımanın yüzde 99,9’udur. Ve buraya yine Allah için kızmak, Allah için sevmek düsturu çıkıyor. Düşmanı olmayan Müslüman, Müslüman değildir! Buyurun ve illa herkes Müslüman ola!..”

Bu mevzuda Necip Fazıl’ın şu beytini de hatırlatmak istiyorum:

“Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın;

Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın!”

Büyük Doğu İdeolojisi, her şeyden önce bir usul davası olup İslâma muhatap anlayışın “nasıl”ını temsil etmektedir. Necip Fazıl, bilgi ve anlama yönü-metodu ile yeni bir usul ve dil geliştirmiş ve ideolojisini şeriate derin bağlılık içinde ve ilahî hududa riayet çerçevesinde ortaya koymuştur. Diyalektik, kendi zıddını dışarda bırakma sanatıdır. Büyük Doğu fikriyatı, İslâm’a zararlı unsurları dışarda bırakan, efradını câmi ve ağyarını mâni bir ideoloji/sistem ifadesidir. Büyük Doğu fikir manzumesi, hayatı güzelleştirmeyi hedefleyen ve insanı mükemmeli aramaya teşvik eden düzenlemeler ve faydalar demek olan tahsîniyyâttır. Zarûriyyat ve hâciyât ile tahsîniyyât, maslahat prensibinin üç aşamasıdır ve esasen bunlar tek bir küllî amaç için birer vasıta hükmündedir.

Şu noktayı belirtmekte yarar var. Klasik metinleri kuru kuru tekrar etmek ve mâlumatfuruşluğa düşmemek için, İslâm davasının bir görüş ve inanış manzumesi olarak çağımızda ortaya konması gerekir. İslâm’ın izzetini düşünen ve bunu dert edinen Necip Fazıl, Büyük Doğu ile bu ihtiyacı karşılamıştır. Bu açıdan Büyük Doğu, fikir ve sanat çabasından önce “iman ahlâkı” davasıdır ki, bu esasen bir usul meselesidir. Sosyal ve siyasî bir nizam olan Başyücelik sistemiyle Necip Fazıl, dünyaya alternatif bir yönetim şekli teklif eder. “Devlet ve İdare Mefkûremiz” olarak önerdiği “Başyücelik Devleti” ile o, devrimci bir karakter arzeder. Necip Fazıl, kapitalizme ve laik-seküler sisteme topyekûn karşı gelmiş, ıslahatçı değil, inkılâpçı olmuştur. Nitekim Büyük Doğu’nun bu vasfını kendisi “İslâm inkılâbı” diye nitelemiş, fikriyatını da estetik bir form içinde sunmuştur. Hatta aksiyonunda da bu husus görülür. Bu açıdan bakılırsa Büyük Doğu ideolojisi güçlü bir dil ve diyalektiğe sahiptir. Mesela Üstad, paradoks gibi görünen ve bazen atalete bahane yapılan kader inanışını şöyle formüle etmiştir: “Kader, bir amel meselesi değildir; bir itikad meselesidir”.

Ümit ve aksiyon mihrakı olarak şu noktayı da Üstad’dan nakledeyim. Batı ile İslâm arasındaki kavganın kaldıraç noktasının Türkiye olduğuna işaret eden Necip Fazıl, temel eseri İdeolocya Örgüsü’nde şöyle der: “İslâm, 500 yıl kılıcını elinde tutan Türkiye’de bozuldu ve her yerde altüst oldu. Bu, ancak Türkiye’de düzelirse her yerde sağlığa kavuşabileceğine ait ilahî bir ihtar… Bunca zevalin ardından ancak kemal çığırı açılabilir…”

***

Netice olarak; Necip Fazıl, Batılılaşmanın en ileri olduğu Türkiye’de bütün yönleriyle Batı ile hesaplaşarak ve İslâmî hayatı canlandırmak için yepyeni bir dünya görüşü ile zuhur etmiş bir mütefekkirdir. O, yüzü aşkın eseriyle Anadolu merkez olmak üzere tüm İslam âlemine kurtarıcı bir reçete sunmuş ve böylece ümmet bilincini uyarmak istemiştir. Onu sadece şair diye anmak ve bu yönünü ön plana çıkarmak ise onu anlamamak olur. Çünkü onun fikrî yönü şiirinden ve edebiyatçılığından daha baskındır. Zaten o şiiri, “duygulaşmış fikir” olarak tanımlıyor. Ayrıca Necip Fazıl, aksiyona geçerek gençliği ve Müslüman Anadolu halkını uyandırmış, onları mukaddes emanete sahip çıkmaya davet etmiş ve mevcut rejimin zulümlerine göğüs germiştir. Hayatı boyunca “iman ahlâkı”nı canlandırmak ve “nur gençlik” vücuda getirmek için çabalamıştır. İnşallah onun özlediği gençlik kadrosu içinde olursunuz. Necip Fazıl’ı iki kelime ile ifade etmek gerekirse onun için, “iman ve aksiyon” der idik. Tek kelime ile onu ifade edeceksek, “vecd” der idik.

Necip Fazıl, bu milletin tarihi, vicdanı ve dinî şuuru olmuştur. O, “Biz sussak mezarımız konuşacak!” demiş idi. Bugün yaşananlara baktığımızda, devir hâlâ onun fikriyatını ihtar eder özelliktedir. Yani o, eskimemiştir ve tazeliğini korumaktadır.

Burada sohbetimize son verirken, kritik bir dönemde gelmiş ve önemli işler îfa etmiş Necip Fazıl Kısakürek’in mânasının gençlik ve ümmet tarafından idrak edilmesini temenni ederim. Allah’ın selâmı üzerine olsun!

Aylık Baran 4. Sayı

Haziran 2022