Bildiğiniz gibi OHAL 15 Temmuz’dan bu yana ülkemizde yürürlükte. “Normal” hayatta pek de kimseyi rahatsız etmeyecek boyutta bir OHAL’den bahsediyoruz. Malûm, isteyen protestosunu yapıyor, isteyen yürüyüş düzenliyor filan… Fakat durun bir dakika? OHAL sadece bize yani “normal” olmayan (!) vatandaşlara mı var yoksa?

Misal, son bir yıldır Müslümanların herhangi bir şeyi protesto etmek için bir araya geldiklerini görmedik. Oysa gerek ülkemizde gerek dünyada olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Ama ne zaman bu tür bir şey için bir araya gelmek fikri doğsa, birileri “o işi biz hallederiz siz sakin olun” diyerek İslâmcı camianın tepki göstermesini engelliyor. “Zaten OHAL var” diyorlar. Diğer taraftan “seçilmiş hükümetin içten ve dıştan saldırılara maruz kaldığı böyle bir dönemde bu tür şeyler yapmak iyi olmaz” görüşü hâkim olduğundan, ağzını açmaya yeltenen, hainlikten başlayarak aklınıza gelen-gelmeyen her şeyle suçlanıyor.

Oysa Sol, Kemalist ve Kemalist-Sol çevreler, çeşitli platformlarda haklarını arıyor, eylem yapıyor, protesto ediyor, Kılıçdaroğlu gibi Ankara’dan İstanbul’a yürüyüşe geçiyor vs. Onlara OHAL yok mu? Sosyal medyada en üfürükten eylemlerini öyle bir propaganda ediyorlar ki, duymayan kalmıyor.

Buna karşın 28 Şubat darbesinden bu yana ipe sapa gelmez suçlamalarla hapis yatan yüzlerce kardeşimiz, gönüldaşımız var. OHAL kapsamında bu kararların iptal edilmesi yeniden yargılama taleplerinin kabul edilmesi gerekmez mi? Bizim neden sesimiz, haklılığımızdan aldığımız güçle daha gür çıkmıyor?

İçerdeki Fetöcüleri çıkarmak için mağdur olmuş birkaç insanı burnumuza sokanlar ve adalet arayanlar karşımızda dururken, bizim yüzlerce gönüldaşımız darbe hukukunun yargılamasıyla nasıl hapis yatmaya devam ediyor?

Yeniden yargılanmaya başladıkları gün, hepsinin beraat edeceği ve tahliye olacağı ayan beyan ortadayken ve bunun onlarca örneği varken?

Adalet arayışını içerdeki Hdp, Chp milletvekilleri, çeşitli sol örgütler ve fetöcülerle sınırlayan Kılıçdaroğlu, güya “herkes için Adalet” diye yolları arşınlarken ve her tondan solcu bu yürüyüşe destek verirken?..

Üstelik bunu “sivil itaatsizlik eylemi” olarak yorumlayan ve destek veren “aydın-sanatçı-elit”(!) kesimi de eklemek gerek…
Bu arada bir not olarak belirtelim: Bir eylemin “Sivil İtaatsizlik” kapsamına girmesi için çeşitli tanımlamalar yapan felsefeciler var. Mesela, Amerikan ahlâk felsefecisi John Rawls, ünlü Adalet Teorisi adlı eserinde “Sivil İtaatsizlik” ile ilgili aşağıdaki tanımı öneriyor: Sivil itaatsizlik “yasaların ya da hükümet politikasının değiştirilmesini hedefleyen, kamuoyu önünde icra edilen (aleni) , şiddete dayanmayan, vicdani, ancak yasal olmayan bir eylemde” ifadesini bulur. Rawls, haklı bir sivil itaatsizlik eyleminin taşıması gereken üç şarttan söz ediyor: Protesto eylemi, açık biçimde ifade edilebilecek çok ciddi haksızlıklara yönelik olmalıdır; sonuç getirecek yasal yollar denenmiş ve tükenmiş olmalıdır; sivil itaatsizlik eylemleri anayasal düzenin işlerliğini tehlikeye düşürecek boyutlara ulaşmamalıdır. (Bkz: Kamu Vicdanına Çağrı: Sivil İtaatsizlik, Ayrıntı Yay., İstanbul)

Düşünün, yeni cezaevine girmiş, “casusluk” yani vatana ihanet suçundan yargılanan bir milletvekili için henüz yargılama neticelenmeden, tüm yargı yolları tüketilmeden, sivil itaatsizlik eylemine girişen ve “Adalet” pankartı üzerinde sakil dursa bile bunu umursamayan, türlü örgütlerin desteklerini hiç de rahatsız olmadan kabul eden CHP var önümüzde.

Gayet fütursuz…

Bizim 20 yıla yakın süredir hukuksuz bir şekilde hapislerde ömür tüketen gönüldaşlarımız için hiç sesimiz çıkmayacak mı? Birkaç gönüllü ve cengâver avukatın girişimleri dışında STK’lar, medya kuruluşları neden bu kanayan yaraya parmak basmazlar? Neden sürekli ve etkili bir kamuoyu oluşturmazlar?

Şimdi de Silivri, İzmir ve Kandıra gibi cezaevlerinde bulunan gönüldaşlarımıza kitapları, dergileri verilmiyor. Bu konuda söylenen gerekçe de OHAL… Dediğimiz gibi OHAL kuralları sadece bize mi uğruyor?

Fetö gerçeğini 90’lı yıllarda ifşa etmiş Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun kitaplarının mahkûmlara verilmeme gerekçesi nedir?

Çok basit bir düzenlemeyle bu mesele çözülebilecekken, zaten mağdur olmuş insanlara, kapatıldıkları dört duvar arasında bir pencere açan kitaplar, hangi hak, hangi kanun, hangi gerekçe ile verilmez?

Mesela, en basit çözüm cezaevi kütüphanelerine İbda ve Büyük Doğu külliyatını yerleştirmektir.

Bu konuda bilgisi olan olmayan ne kadar bürokrat ve etkili ve yetkili varsa, derhal harekete geçmeye davet ediyorum.   

Son Not: Bildiğiniz üzere bu davaların en yeni örneği, Akademya Genel Yayın Yönetmeni Hayreddin Soykan’ın, 1999 yılında, yani 28 Şubat sürecinde hakkında açılan bir davadan dolayı Silivri cezaevine gönderilmesi olmuştur. Aldığı cezanın gerekçesi, internet yoluyla 28 Şubat döneminde darbe ve darbecilere karşı bildiriler yayınlamak ve bunları etkili-yetkili binlerce kişiyle paylaşmak…

Ve kendi ifadesiyle, o dönemde bu suçtan cezalandırılmasının esas sebebi, dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Terörle Mücadele şubesine doğrudan ve özel bir talimat göndererek şunu söylemesidir: (kendisini tutuklayan polislerin ifadesidir.)

- “O bildirileri kim gönderiyorsa mutlaka yakalayın!”

24 Mayıs 2017 tarihinde, noter evrakı imzalarken bu suçtan (!) dolayı tutuklayan Terörle Mücadele polisleri bile kendisine “28 Şubat Kahramanı” şeklinde hitap ederken, toplumun tüm kesimleri bir darbeye direnmenin ne demek olduğunu 15 Temmuz’da bilfiil yaşamışken, Hayreddin Soykan’ın tutuklanması, Fetöcü darbecilerle aynı cezaevine konulması, yargılandığı davanın iptal edilmemesi ne demektir?

Hatırlanacağı üzere Hayreddin Soykan, 28 Şubat kararlarının açıklanışının üzerinden bir ay bile geçmeden Tarık Zafer Tuna’ya Kültür Merkezi’nde 28 Şubat Kararları ile ilgili bir konuşma yapmış, ardından gazetecilere yaptığı açıklamaları 30 Mart 1997 tarihli YENİ YÜZYIL gazetesine manşet olmuştu. Mehmet Ali Birand’ın 32.Gün programında da bu konuda açıklamalar yapmıştı. Yani o da, tüm İbdacılar gibi, 28 Şubat Darbesi’ne direnmiş, hatta meydan okumuştur. Bunların hepsi de bundan 20 yıl önce gerçekleşmiş, bu süreçte iktidarlar değişmiş, 28 Şubat’ta baskıya maruz kalan siyasetçiler iktidara gelmiştir. Fakat 28 Şubat darbe mahkemelerinin verdiği kararlar (ki bu kararları veren hâkimlerin, savcıların çoğu Fetö davasından ya açığa alınmış, ya tutuklanmıştır)  2017’nin şu gününde hâlâ uygulanmaya devam etmektedir.

Baran Dergisi 547. Sayı