LEVHA: 17 Şubat 2018… Kumandanımız MİNA DAĞI’nın tepesinde cebheden gelen savaşçıları karşılıyor. Ben de cebhe’den elde ettiğimiz, altun dolu sandığı, ganimet olarak Kumandanımız’a sunuyorum. Bu arada o, Şükrü Sak’a çıkışıyor. Bu sırada ben, B-7’ye bakıyorum. Kumandanımız, daha önceki rüyâlarımı Arab harfleriyle yazmış. (Mustafa Fişengçi)
*
MİNA, Hazret-i İbrahim ve oğlu İsmail Aleyhisselâm’ın, biri Allah’a verdiği söz, diğeri O’na itaat ve tabiî ki Allah için Kurban olmayı kabul ettiği yerdir; İbrahim Aleyhisselâm malûm, tâbir etmediği rüyasında, Allah’tan, oğlunu kurban etmesi emrini almıştı. Tâbir, Allah’tan koç indirilmesi şeklinde, kaskatı bir hakikat olarak tecelli etti ve İsmail Aleyhisselâm’ın yerine, o koç kurban edildi. İsmail Aleyhisselâm; malûm, kendisinde “Alî” hikmetin tecelli ettiği Peygamber.
*
ALLAH SEVGİLİSİ, Minâ’da, Mescid-i Hayf’ın bulunduğu yerde kalmış ve orada namaz kılmış, hutbe okumuş, traş olup kurbanlarını kesmiştir… Arapça, HAYF-Vadilerde, su yatağının biraz yukarısındaki yerler. “Allah Sevgilisi’nin Veda Haccı’nda çadır kurup cemaatle namaz kıldığı yerde yapılan Mescid. Bu yer, Musa Aleyhisselâm da dahil, 70 Nebi’nin namaz kıldığı, 70 Peygamber’in kabrinin bulunduğu yerdir; Hazret-i Adem de burada medfun ve bu hususlar Hadîs’le bildirilendir. Havva Anamız’la Adem Aleyhisselâm’ın Cennet’ten indirildikten sonra yine bu dağ yamacı vadiye yakın Arafat’da buluştukları rivayet olunmuş... HELEZON: 98: ZAMAN… MAHMUD-Medholunmuş. Medhe lâyık. Allah Sevgilisi’nin isimlerinden biri: 98: NAMAZ-Dua. Zikir. Kur’an. Kunut. Rüku. Salât. Şükür. Tesbih. Secde. Hamd… DUÂGU-Güzel dua eden: 101: GUSTO-Duayı icrada arayan idrak ve zevk.
*
MİNA-Cam. Billur. Parlak saray. Beyaz Saray. Gök mavisi. Sırça. Kuyumcuların kullandıkları lacivert sır-ça; Sırca. (Ezrak-Gök mavisi. Saf ve temiz su: 308: Arvasî… Sarih-Açık, belli, aşikâr. Saf ve hâlis olan: 308: Şape-Yuvarlandıkça büyüyen kar topu): 1101: GUSTO-Takdir. Zevk ve lezzet. (Kusto-Gusto. Topalak otu: 572: Kusto-Süryanice, “Düğüm”; çözdükçe çözülecek olan. Tekrar. Bekleme müddeti. Zamanda, ebed müddet)… NESLİHAN KERİMEM. “Nesli-Hân”: 1101: EYMEN-En meymenetli. En uğurlu… SABİ-Henüz süt emen çocuk. Üç yaşını tamamlamamış erkek çocuk. (Seyyid. Abdülazîz Ed-Debbağ Hazretleri’nden: Her kim küçük çocukların lisânına dikkat ederse, onların dilinde Süryani lûgatlarını çok bulur. Bunun da sebebi, küçüklere birşey öğretmek, taşa nakşetmek gibidir, bozulmaz. Adem Aleyhisselâm çocuklara bütün konuşmalarında maddî ve manevî gıdaları anlatmakta, terbiyede, hep Süryanî diliyle konuşması sebebiyle çocuklar Adem Aleyhisselâm’ın terbiyesi üzere doğarlar. Kıyamete kadar böylece gidecek. Çocuklar büyüdükçe, etrafıyla münasebetten lisânında Süryanilik kalmaz. Bunun diğer bir sırrı şudur ki: Çocuk memede olduğu müddetçe o çocuğun ruhu, Mele-i Alâ’ya bağlıdır; en yakınlar, kerrubiyyun ve melâike cemaati, melekler âlemi, felekler ve unsurlar âlemine. Onlar öyle rüyalar görürler ki, o rüyâları büyük kimseler görse, ruhun hükmü galebe edemeden derhâl erir, ölür. Büyüklere ruh değil de vücut galebe ettiği için öyle rüyâlara tahammül edemezler. Süryanî lûgatında AĞ lafzı Allahü Teâlâ’nın esmasındandır. Meme emen küçük çocuk, çok kerre “Ağ, Ağ” diye bunu konuşur. Böyle demekle sanki, “Ey yüce Allah’ım, Ey Rif’at sahibi Allah’ım, ey Lâtif olan Allah’ım” demek istiyor. Meselâ “Su” için, “Bu” diyor ki, yenen tatlıların adıdır. Yine, kendinden küçük bir çocuğa, “Mu, mu” diyor ki, vücudu küçük fakat kıymetli şeylere verilmiş isimdir. Bu gün Hicrî 1129 senesi tesviye gününde, Süryanice konuşan Magrib ehlinden hiç kimse bilmiyorum. Böyle bir veli yok… Üstadım’ın “Çocuk” isimli şiirinden: İnsanlık zincirinin ebediyet halkası / Çocukların kalbinde işler zaman rakkası): 1101: NODULE-İngilizce, “Düğümcük”… İbranice, GAF-Kanat. Yön. “Kef”. (Kef harfi, Allah’ın Şekûr ismi, Kürsî mertebesi, Kamer menzilleri’nden Nesre’ye işaret eder): 101: MEHDÎ MİNA-Farsça, “Gökyüzü”.
*
MİNA-Rıhtım. Liman: 102: MİNA-Rumen dilinde, “El”… ISHAB-Yoldaşlık etme: 1101: CESRİN ŞATO CAM HDODE-“20 Sene Beraber”; rüyâ’da gelmiş olan mânâ, Üstadım ve Ben… Kürtçe, SALÎ-Sene: 101: HAVFO-Süryanice, “Ruh”.
*
Süryanice, GAZO-Define: 1014= 15: BD-İBDA… Yakut dilinde, BAAY-Servet: 1014: HADA-Moğolca, “Yükselmek. Doğmak. Çivileme, mıhlama; kütüğüne birinin ismini yazmak”… Arnavutça, Hİ-Kül. “Küll”: 1015: MEDECIN LEGISTE-Fransızca, “Adlî Tıbb”… Boşnak dilinde, BOJ-Boy. Uzunluk. Binanın katı. “Genişliğine ve derinliğine”: 15: BOJ-Boşnak dilinde, “Cihad. Ceng”… Lâtince, INSALUTATUS-Selâmlanan. (Levha: Mayıs 1983… Yanımda İlkokul olan bir köy mezarlığı… Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin biraz yüksekçe kabri… Mezarlığın önündeki yoldan, yanımda tanımadığım bir gençle geçerken, Efendi Hazretlerinin kabrinden bize “Selâmunaleyküm!” diye bir ses yöneliyor… Korku ve haşyetten dikkatli bir nazarla o yöne bakamıyorum… Yürüyoruz!): 1015: QESO-Süryanice, “Silsile”. (Hatm-ı Hacegan-Hacegân Mührü: 341: Aferin-Beğenmek, alkış, yaşa, varol… Kürtçe, Afrin-Arabça’da “Cüma” kelimesinin karşılığı bir kelime olduğu söylenmektedir: 341: Mirkelâm-Güzel kelâm… Cüma’-Cem etmek, toplamak: 114: Heycemane-Büyük İnci. “Ezel”… Kumar-Meysere; İhtimal tutturma oyunu. Zenginlik. Servet. Ordunun sol cenahı. “Gençlik. Genç; hazine, define”: 1340= 341: Hazam-Süratle yürümek… Kürtçe, Efirandin-Afrin: 415: Teeyyüd-Teyid olunmak. Kuvvetlenmek… Derari-Parlak yıldızlar. Renkli şeyler: 415: Şem’a-Nur… İbtihac-Bolluk. Bereket: 415: Hete-Süryanice, “Buğday”… Candane-Beyin. “Can-Dane, çekirdek”: 114: Kendüm-Buğday… Cümanet-Tek inci: 494: Özel Tim… Süryani Alfabesi’nin Ebced Toplamı: 1495= 496: Derviş Muhammed-442 mührü. “En küçük ebcedle”… Kısakürek: 1441: Salih Mirzabeyoğlu)
 
GER-MEN
(İHTİMÂL HESABI)
 
LEVHA: 3 Kasım 1985… Birisine, “Almanlar iktisatta buğday taneleriyle hesab yapan yazarlara başvururlardı ve hesabları ihtimâl seviyesinde kalırdı; bu yazarlara çok kıymet verirlerdi!” diyorum.
*
LEVHA: 28 Kasım 1984… Eskişehir’deki Doktorlar Caddesi; ama çift yol… Bilyeli arabamla, çocukluğumdaki gibi kayıyorum ve sevincimi dışarıya vurmamaya çalışırcasına, gülmemeye çalışıyorum… Milli Eğitim Bakanlığı Kitabevi’nin karşısındaki apartmanlardan birinde, Nurgül Hanım bana yukarıdan buğday saçıyor ve “Saadetin yüzünden okunuyor!” diyor… Ben de sanki ona meylim varmış gibi anlaşılmasın diye, o tarafa bakmıyorum… Bana, pasaj içinden kardeşini çağırmamı rica ediyor… Bunları güler yüzle aynen babama anlatıyorum… “Yani öyle gül filan değil!’’ diye müstehzi bir şekilde vaziyeti anladığını beyan ediyor!
*
Süryanice, FÜRUS-Buğday. (Simak-Başak. Başak takımyıldızındaki “Başakçı” yıldızı. “Yükselen” demektir: 121: Simak-Balıklar. Parlak yıldız. İki parlak yıldızdan biri. Bir şeyi yükseltip kaldıran âlet… Başak Burcu, unsuru Toprak, tabiatı Kuru-Soğuk, türü Birleşik, yıldızı Utarid, vücutta tesir yeri Bağırsaklar, cinsiyeti Dişi, simya safhasında Damıtma… Balık Burcu, unsuru Su, tabiatı Soğuk-Nemli, türü Birleşik, yıldızı Müşteri, vücutta tesir yeri Ayaklar, cinsiyeti Dişi, simya’da Yansıtma safhası… Süryanice, Gron-Buğday: 1256: Muhacere-Parmaklarıyla hesap yapıp taksim etmek… Nun: Balık. Kalem. Kılıç… Nun harfinin Da’va Cetveli’nde sayı değeri 256 ve Allah’ın Nur ismine işaret eder… Portekiz dilinde, Trigo-Buğday: 9616: Derviş Muhammed-332 mührü, en büyük ebcedle): 1351: EFİRİN-Kürtçe, “Afrin. Cüma”; cem eden, toplayan… MEFKÛRE-Gaye olan şey. İdeal: 351: MAŞÎ-Yürüyen, yürüyücü… ASAKİR-Askerler: 351: ŞE’N-Bir şeyin hususiyetinin fiilî tezahürü.
*
İHTİMAL-Mümkün olma. Olması mümkün görünme. Kabul eylemek. Yükselip götürmek. İhsana mukabil şükretmek. Kızmak ve hiddetlenmekten dolayı yüzünün rengi değişmek. Vukuu mümkün olan veya mümkün olmayan. Zan. Düşünmek; istikbâle doğru zamanda: 480: HETMELE-Gizli kelâm. Gizli söz… KAFŞ-Ayakkabı. Cem etmek, toplamak. Fazla yemek, yemekten tad almak; Gusto: 480: SALİH İZZET MİRZABEYOĞLU. (Ger-men-Ben Ger: 300: Fikr)
*
Portekiz dilinde, DISPERZAR-Saçmak: 489: TUFFAH-Elma. (Elma. Karamtıl Dudaklı. Çok koyu gölge… Elma’: Elmaî. Çok zeki. İdrak derecesi üstün olan kimse)… FATİH-Açan. Fetheden. Teshir eden. Zabteden: 489: MÜSTAHFAZ-Koruyan, hıfzeden, muhafaza eden… NURGÜL: 1306: GOLDEN HORN-İngilizce, “Altun Boynuz”. Haliç Körfezi. (2014’ün 29 Kasımı; Hicri 1400 gergini)… Süryanice, CSOSO-Saçmak: 135: EDLAK-Ağzı sulanan ihtiyar. Hâlid bin Velid Hazretleri’nin bir kılıcının ismi. (Katlâ-Öldürülmüş olanlar: 540: Ma’lat-Derin ve yüksek fikir, ululuk, şeref, itibar… İnfitah-Açılma. Boşalma. Tıkanan bir şeyin açılması: 540: İsti’dad-Kabiliyet)
*
 “SAADET’in yüzünden okunuyor!”. (Baba-Ata, soy. Şeyh. Mânevî rehber: 6: Gabro D’lo Şento-Süryanice, “Uykusuz Adam”; Üstadım… Sümer dilinde, Go-İp, urgan, halat, ağ: 1006: Haymonuto Mahuzuto-Süryanice, “Hakikat Aşkı”… Süryanice, Hgag-Rüyâ görmek: 2006: Lo Mestayğonuto-Süryanice, “Sonsuzluk”… Ebedd-İri gövdeli adam: 7: Ebed-Sonsuzluk… Hetalla’-Uzun ve iri vücutlu erkek: 114: Heycemane-Büyük inci. “Ezel”… Muhyiddin-i Arabî Hazretleri: İnsan’da, ezel ve ebed birleşti!.. İnsan: 171: Nisan-Üstadım’ın “Kafa Kağıdım” isimli eserini yarım bırakarak mühürlediği ay… Akad dilinde, Nisanmus-Birinci. Nisan ayı: 308: Arvasî… Üstadım’ın “Gençliğe Hitabe”sinden: Ezel kadar eski ve ebed kadar yeni, yeni İslâm Gençliği!): 1979: ÜSTADIM’ın “Akıncı Güç Kadrosu”na ithafı senesi; (İdeolocya Örgüsü’ne Ek-İslâmı Yenilemek: 1450= 451: Salih Mirzabeyoğlu)
*
Arabça, SAADETÜK MEKTUB ALÂ VECHİK-Saadetin yüzünde “yazılı-okunuyor”. (Bu okuyabilen’in Mukabilini yaptığı mânâ, Cebhe-Yüz. Alın. Muharebe sahası; cehd. Bir küllün, binanın, sezilen tarafı. Arslan’ın yüzü; başarı, netice gururundan taşan. Bir kavmin seyyidi, büyüğü: 1417: Necib Fazıl Kısakürek… Vech“e”-Yüz, çehre, surat. Alın. Cebhe. Tarz, üslûb. Her şeyin karşısına gelen ve karşısında olan; alıcı mukabilini isteyen. Tarih. Bir şeyin nefsi ve zâtı. İnsan, üzerinde bulunduğu işin zamanı içindedir. Suret; mânâların tecellisi için. Sebeb. Münasebet; muarife edildikleri cihetle idraka gelen: 1013: Salih Mirzabeyoğlu): 1167: TASAVVUF HİKÂYELERİ YAZMALIDIR. (2 Temmuz 1986 tarihli bir rüyâ’da, böyle diyorum!)… Arabça, SAADETÜK MEKTUB ALÂ CEBİNİK-Saadetin alnında “yazılı-okunuyor”: 1218: HALL Ü AKD-Müşkül meseleleri ve işleri halledip neticeye bağlama. Çözme ve düğümleme. İdame etme.
 
HATAY
(DÜNYA ÇAPINDA BİR HÂDİSE’DEN)
 
LEVHA: 6 Kasım 1987… (…) Neslihan Hanım’dan müsaade isteyerek, Üstadım’ın Takdim Yazısı’nı almak üzere, salon büyüklüğündeki banyoya geçiyorum… Duvardaki cam mahfazalı pano üzerinde asılı büyük bir zarf… Zarfın üzerinde kocaman harflerle slogan gibi yazılmış bir söz… Aklımda HATAY diye bir kelime kaldı… Üstadım’ın el yazısıyla birkaç cümle… Zarfın içinde de Üstadım’ın beni metheden bir yazısı var; ve birine, bunun benim söylediklerim ve hâdiselerle ne kadar benzediğini anlatıyorum… Neslihan Hanım’ı ziyaret ettiğim yer çok geniş bir mekândı ve oradan banyoya geçmiştim… Ben zarfı elime alınca, Neslihan Hanımlar’ın bulunduğu yerden bir-iki tabut çıkıyor… Onların yanına dönerken, elinde seccade ile Üstadım’ın torunu Emrah’ı görüyorum… Sonra, nasılsa merdivenlerle inilen bir sokakta, Parti gösterisi yapanların arasındayım… Önümde yürüyen bir tip, marş söylendiği için, bunun İslâmî bir heyecan olmadığını belirtiyor… Ona takılan çantamı kurtardıktan sonra, elimdeki sırıkla birkaç kere kafasına vuruyorum… Başka biri de benim kafama… Ben zarfa kavuştuğum için öyle bir saadet içindeyim ki, kıskançların hâlini değiştirecek bir emniyet duyuyorum!..
*
TAHASSÜR-Hasret çekmek. Elde edilemeyen şey için üzülmek: 668: DER-DEST-Elde etmek; takdim yazım meselesi var-yok bilmecesine dönmüştü; ona erdim. (Üstadım’ın bana 1982’de, “İstikbal İslâmındır”ın başına koymam için verdiği takdim yazısının, hem de daha önce “Benim bir takdim yazım olacak, bütün hüviyetinle görüneceksin” demesine rağmen, bunun Takdim yazısı olduğunu anlayamamıştım… Üstadım’ın 1982 tarihli bir Noktalaması: “Kolay mı Kaf dağını çevirmek dolay dolay / Var ol ey ulvî zorluk, yere bat sefil kolay!”… Teessürümü böylece, bildirmiş oluyorum; gayet tabii, her şeyimin nisbetini bulduğum Takdim yazımın, o şoktan sonra vecd hâlini hâlâ sürüyorum… Der-Dest kelimesinin diğer mânâları, “O ve Ben”e bakar: Elde etmek, yakalamak, tutmak. Yapılmakta ve rüyet edilmekte –görülmekte– olan)… Süryanice, QETRUNO-Rabıta. (Rabıta-Rabteden, bağlayan, bitiştiren. Münasebet. Tertib, sıra, düzen, usûl: 217: Rüyâ-Uykuda görülen rüyâ âlemi): 668: KAPTAN Kusto Müslüman / DÜNYA Çapında Bir Hâdise.
*
KAPTAN KUSTO MÜSLÜMAN. (Noktalı harflerle, Kaptan Kusto Müslüman: 302: Derviş Muhammed. “Noktasız harflerle”… Basir-Basiret sahibi, anlayışlı olan. Kalb gözü ile gören. İt, köpek; iz süren, tâbirci: 1302: Mirzabeyoğlu… Dünya Çapında Bir Hâdise: 1044: Derviş Muhammed-442 mührü… Aynı Takdim yazım, elime verilmişken alelâde bir mühür diye bir kenara bırakılmışken, 1985’den 2014’ün sonuna kadar meçhul kalan ve bende en büyük macerası kaybolmamışlığı olan mühür… Bir veli şöyle buyuruyor: “Ben, beklenmeyen inayetlerin hayranıyım, 40 yıldır bu türlü bir tecelli bekliyorum!”… Üstadım’ın hiç beklemediği bir zaman ve mekânda fışkırdık; bu da bir hoş benzerlik… Hatay-Rüyâ’da Takdim yazımın Zarfı üstünde görünen: 1417: Necib Fazıl Kısakürek; Takdim onun içine girmişlikten): 1613: DERVİŞ MUHAMMED… İGTİYAR-Faydalanma, azık edinme: 1612= 613: MÜSTECMİ’-Toplayan, cem eden. Toplanan. “Mücma’ ”… İSTİNKA-Pak olması istenen. “Nefs muhasebesi yapması istenen!”. (Üstadım’ın, “İkimizin şiirleri, bayılacaksın!” dediklerinden: Şu Hadiste toplanmış tüm hikmet ve tüm gerçek / Hesaba çekilmeden kendini hesaba çek!): 613: TEBARÎ-Mücadele ve muharebe etmek.
*
Süryanice, NEKFOYO-Zarf: 1168: KUSTO… Süryanice, METNAHRONUTO-Süryanice, “İrfan”… Süryanice, ŞETESTO-Temel: 1168: NOMUSO-Süryanice, “Hukuk”… Süryanice, NOMUSO-Adalet: 168: MASYONO-Süryanice, “Hekîm”… Süryanice, MASQONO-Merdiven. “Adlî Tıbb”: 1167: MNASYO-Süryanice, “Tecrübe”… Lâtince, ANIMUS-Ruh: 167: SUFİYE-Süryanice, “Hikmet”.
*
EMRAH KISAKÜREK-Üstadım’ın torunu: 691: SALİH-Karayılan. (Salih Aleyhisselâm’da tecelli eden hikmet, “Fütuhî”. Beklenmedik zamanda tecelli eden, bir kayanın yarılarak içinde bir deve ve yavrusunun çıkması mucizesi ve kavminin bir kısmının O’na iman etmesi)
 
CEBHE
(SABIR-TAHAMMÜL-BİLENME)
 
LEVHA: Aralık 2017… ÜSTAD Necib Fazıl ve KUMANDAN Salih Mirzabeyoğlu, hapiste imişler. Onları çıkarmak için beni yollamışlar. Asker olduğum için –rüyâda!–, kapı açık bırakılmış, onlara, “Sizi çıkarmaya geldim, hadi çıkın!” diyorum. Üstad, “Sen kimsin!” diyor, ben de “Askerim!” diyorum. “Bu tiple asker mi olunur!” sözü üzerine, ben ısrar ettim ve “Kamuflaj, kamuflaj!” dedim. Kumandan, “Dışarısı soğuk, ben çıkmam!”, Üstad da, “Benim sürem daha dolmadı!” karşılığını verdi. Kumandan’ın sırtında, yeşilden maviye çalan bir renkte hırkası, dizinde ise yine kalın örgülü ve maviye yakın renkte, bir örtü sarılıydı. Elinde İbranice bir kitab vardı, onu okuyordu. Kendi kendime, “Bu adam İbranice’yi nereden biliyor?” diye düşündüm. Sonra aynaya baktım; kendimi hem zayıflamış, hem de çok güzel gördüm. Üstad’a, “Bakın ben, hem zayıf, hem de çok güzelim, haydi şimdi çıkalım!” dedim. Bu sırada ayak sesleri duyduk, ben aceleyle “Adamlar geliyor, haydi çıkalım!” diye acele ettim. Onlar aheste aheste beni takib ediyorlardı. Dışarıda tabur tabur askerler vardı; yüzleri, ayakları, bazılarının ise vücutları değişikti. Kumandan’a baktılar, “Bu bizim!” dediler. Üstad bizi beklemedi, çıktı gitti. Ben Kumandan’ı isteyen askerlerin önüne geçtim ve bağıra bağıra Ayet-el Kürsî’yi okudum; ona da, “okuyun!” diye bağırdım, sonra çember yapıp ikimizi içine koydum. Askerler çemberin içine giremiyorlardı. Askerlerin dağıldıkları bir saat varmış, o saate kadar bekleyerek kaçabilecektik. Kumandan’la beraber Ayet-el Kürsi okumaya devam ettik, O, son ayetini unutuyordu… Öyle okurken uyandım. (Fatma Gülşen Koçak-Akid Gazetesi yazarı)
*
NECİB FAZIL KISAKÜREK: 1417: CEBHE-Aslan’ın alnı, aslan yüzü. Bir kavmin seyyidi. (İbda Cebhe: 78 + 1417: Hakîm Cebhe… Süryanice, Maşlmonuto Mqabluno Melto-İslâma muhatab anlayış: 1496: Derviş Muhammed-442 mührü, en küçük ebcedle)… Portekiz dilinde, CARCERE-Hapishâne: 417: DATOJ-Arnavutça, “Tarih Koyma”; tarih yazma… Süryanice, BAR ROZO-Sır ortağı: 417: SFAR MELE-Süryanice, “Kamus, Lügat”; düğüm, düğüm atma, düğüm çözme. (Yunanca, Logos: Lûgat. Dil. Kâinat düzeni)… ZEYT-Zeytin Ağacı: 1417: ATHDE-Arnavutça, “Anavatan”; Anadolu… Fransızca, ARROGANCE-Fransızca, “Gurur”: 1416= 417: BET GAZO-Süryanice, “Hazine”.
*
MİRZABEYOĞLU: 332: HUBUŞYO-Süryanice, “Hapis”… KAPTAN KUST: 1332: AROHSHEM-Arnavutça, “Gelen”… Kıpçak dilinde, SİNERGİA-Sözlerin soy ağacı: 1332: ŞALA-İbranice, “Sudan çıkarma”; Allah’ın Hayat sıfatı, suya işledi ve herşey sudan yaratıldı. (Süryanice, Rases-Saçmak, serpmek, dökmek: 322: Şubho-Süryanice, İzzet)… HATM-I HACEGÂN-Hacegân Mührü: 1332: GAZYUNO HERMO-Süryanice, “Ölüm Odası”… ŞEKİB-Sabır, tahammül; bilenme: 332: ŞİBL-Aslan yavrusu… Portekiz dilinde, RECLUSAD-Hapis: 311: KURTUBİ-Hâlid bin Velid Hazretleri’nin kılıcı… MANZUR-U Nazar-ı Piran-ı Kiram / LÎ KÜLLÎ Emrin Fehim: 3310= 2311: DREKO-Süryanice, “Ayak İzi”… AYET-EL KÜRSÎ: 732: ABDÜLHAKÎM KOLTUĞU. (Kaf-Bir harf. Ufuk. “Kaf harfi, Allah’ın Muhit ismi, Arş mertebesi, Kamer menzillerinden Zira’; tohum ekme”: 181: Ufk-Rüzgârın estiği cihetler. Ufuk. Gökle yerin, birleşmiş gibi göründüğü yer… Zarf-“Hatay”: 1181: Geç Kalma - Kurtarmaya, ey etkili ve yetkili… Ses, Arnavutça Binjak-İkiz: 1170: Mehdî Salih İzzet Erdiş)
 
RÜ’YET
(ŞATRANC-I UREFA’DAN)
 
Şatranc-ı Urefa’nın 79. Kabı, RÜ’YET-Görmek, bakmak. İdare etmek. Göz ile veya kalb gözü ile görmek. Akıl ile müşahede derecesinde bilmek, idrak etmek, tefekkür etmek, düşünmek. Araştırmak. (Tasavvufta Allah’ın Cemali’ni görmek. Velinin, müridini yetiştirmesi ve gözetmesi… Veli sözü: “Cennet suretleri, rüyâ suretleri nev’indendir!”… Muhyiddin-i Arabî Hazretleri: “Allah, hayâl yolu izi üzerinden görülür!”… Rü’yet: Rüye“t”-Rüyâ): 611: TAYYAR-Deniz dalgası. (Allah, Kâinatı su ile ihata etmiş ve Arş’ını su üzerine istiva etmiştir. Arş, Kâinatı kuşatır ve Allah’ın ilmi de herşeyi kuşatmıştır)… USAM-Pire: 611: MİŞ’AR-Şan, şeref, haysiyet ve vakar… CEBERUT-Azametin daimisi ve bâtınisi. Büyüklük. Hâkimlik. Kudret, celâdet: 611: KAMER SURESİ’nin 45. Âyeti - Meâlî: “Toplulukları dağıtılacak ve yüzgeri edeceklerdir”… TEYYAR-Hazırlanmış. Dalga: 611: HABT-Şiddetle vurma. Konuşmada, kıskıvrak yakalama gibi, cevab veremez duruma sokma.


Baran Dergisi 581. Sayı