MATLA’ Beyit: Hum-ı beden ki felâtûn-ı ruha kalıbtır / İçinde ders-i rumuzat-ı hikmet ensebtir.­ — (Şeyh Gâlib)… Felâtûn-ı ruh: İdrak ruhu… Enseb: Kâfi. Tam münasib.

*

HUM-Küb. Şarab kübü : 640: HAYL-Düşünmek. Hafıza. Topluluk… HAYÂL: 640: MER’E(T)-Kadın. “Nefs”… DAHİLE-Bir şeyin içyüzü. “Bedenin içyüzü”: 640: HULUD-Bir şeyin aslî hâleti üzere daim olmak… HALİDE-Halid, sonsuzluk. Nefste müennes, “Halide”, ruha dönük yönüyle katedilmiş olarak “halk-mahluk”, ötesi HAKK’tır: 640: MUHADDAR-Yeşil renkle boyanmış. Gayb-ın gaybı olarak, Allah Sevgilisi’nin Gaybı perdelerinin rengi. (Peygamberler ve hisselerince gelenler)… HALAT-Kalın ip, gemi ipi. (Hablullah: Allah’ın ipi… Habibullah: Allah Sevgilisi): 640: MİŞRAK-Her zaman Güneşli olan yer… HALLÎ-Sirke. Müdahil olan, dahil olan, nüfuz eden: 640: MUHH-Beyin. İlik. Cevher. (Tefekkür –ruhî–, aklın iliği; ve akıl da beynin)… KASM-Kapa kapa yemek, bütün bütün yutmak. Kesmek. Koparmak. Cem etmek. İ’ta etmek, vermek: 640: MUKTELÂ-Kökünden koparan. (Aklın hakikati, Hazret-i Ömer’in söylediği: Aklı olanın, dini de olur!)

*

KÜB- (Kübbe-Hayl. At sürüsü. İp yumağı: 27: Ebu Eyyub-Cemel, deve. Güzel nefs… Vahîd-Yalnız, tek. Benzeri olmayan ve hiçbir mahlûka müsavi olmayan. Allah Sevgilisi’nin bir ismi… Uhciyye-Bilmece, bulmaca: 27: Taha-Düzgün arz. Döşeyip düzgün sermek, yaymak. “Allah Sevgilisi’nin bir ismi. Hurufu mukattaa’dan Ta-ha. Bulut. Allah’ın muradı ve muradı Allah; murada erenler”… Ekheb-Gök renkli, mavi renkli. “Ezrak, mavi ve Abdülhakîm’in ebcedi bir. Küllî nefs’in rengi mavidir”: 27: Hiyat-Bir şeyin etrafını kuşatan. Küna… Hakk-Kazıma. Oyma. Maden üzerine yazı işleme. “Nefste Arş üstü emirler âlemi; Zı harfi, Allah’ın El-Aziz ismi ve kalbte mertebesi madenler!”: 27: Üksus-Sarmaşık. Nur-bat. “Nesebi bilinmeyen; Allah ve mahlûk farkı, aslına benzemeyen insan. Salih, deniz kenarı. Dimağa işlemiş baş yarası, yara-kelâm”. Ruhî. Kuşatan, helezonî içine alan ve kuşatılmış insan. Kust… Kebe-Çobanların giydiği bir çeşit aba. “Sıfat”: 27: Gaz-Isırma, dişle tutma. Diş. Sahil şehri.): 22: RAHMAN Suresi, 20 âyet. “Birleşmelerine engel bir mânia var!”

*

KÜB-İçine çeşitli nesneler konulabilen toprak kab. “Sad harfi, “Ölümü yaratan” mânâsındaki Allah’ın 99 güzel isminden biridir ve kalbteki mertebesi Topraktır”: 22: İBAHÎ-Her şeyi mübah sayan. “Nefsin, içgüdü ve beden lezzetlerine iyi-kötü demeden tenezzülü ki, ruhî yön tekâmülüne zıt en kötü hâli”… VÂYE-Nasib, kısmet, pay, hisse: 22: HABİB-Sevilen. Sevgili. Seven. Dost. (Bir riyazette nefsin köpek suretinde ötede duran yiyecek tabağına uzanması üzerine, İmam-ı Âzam Hazretleri’nin “senden kurtuldum, artık içime almayacağım!” demesi, Allah’tan hitab, “Onu içine al, biz seni onunla seviyoruz!” buyruğu; Allah, açlığı, insanın kendisini muhtaç olarak hatırlaması ve şükr etmesi için yarattı. Mesele, nefsin bu yönünü köreltmek değil, terbiye etmektir. İnsan, nefsin temayüllerini Allah ve Resûlü ölçülerine uydurmak için yaratıldı ve bu bakımdan meleklere üstün kılındı… KEF-Bir harf. Köpük. Kaymak. Evliya kelâmı. Hadîs. Allah’ın Eş-Şekür ismi ve Kürsî mertebesiyle ilgilidir. Da’va Cetveli’nde, Allah’ın KAFÎ ismine işaret eder: 101: GUSTO)… HUDUD: 22: MEV’İZA-Öğüt. Nasihat. (Din, nasihat demektir!)… İZDİVAÇ: 22: İTA-Kafiyenin bir mânâda aynen tekrar olması… BADİYE-Kır. Ova. Sahra. Çöl. “Mekân. Dünya. Kâinat”: 22: RİYAZİYE-Hesab ve hendeseye dair… İTYA-Avdet etmek, dönmek. “İdea, fikirler âlemi”: 22: ATYEB-Pek güzel… Üstadım’dan: Şu hakikatte toplu tüm hikmet ve tüm gerçek; –“Hesaba çekilmeden evvel nefsini hesaba çek!”

*

HUM-I Beden-(Zenberiyye-İri vücutlu. Ebed. Sırtlan. Çevreyi iyi bilen. Kan. Demir: 274: RUHANÎ… DİR’-Zırh… Davud Aleyhisselâm’ın ilk demir zırh yapan bir namının da DERÎ olduğu… Muhyiddin-i Arabî Hazretleri, DAVUD kelimesindeki VÜCUDÎ hikmet bahsinde, O’nun “tam bir Hilafetle muttasıf” Peygamberliği’ni anlatırken, Arabça yazılışıyla DAVUD kelimesindeki harflerin “bitişmez harflerden” oluşuna dikkat çekerek, kendisinde tecelli eden hikmetle Allah’ın yükselişini, “mücerret bir birlik” diye belirtir. O, yine, Allah’ın Zât Âlemi ile Halk Âlemi arasında bir BERZAH’tır; ama ismindeki harfler bitişik olan Allah Sevgilisi’nde bu VUCUDÎ hikmetin, “Allah’ın Zâtî tecellisine mazhar, suretin yok olduğu bir suret” hakikatinde oluşu gibi değildir. İki Âlem arasındaki mutlak BERZAH, Hakikat-i Ferdiyye sahibi Allah Sevgilisi’ndedir. Vâhid ve Vahîd sırrı… Şu mutlak hususu başa alarak, “sormadan edemeyen ve sormaya memur akıl”a, onu teskin etmek üzere VÜCUD bahsine dair pek nazik bir hususa temas edelim: Allah herşeye, herşeyin aslından daha yakındır ve varlıkta bu mânâda bir boşluk, bir ikilik yoktur. Bunun yanında, Allah ve mahlûku farkı; ne ki O sanırsın O değil… Vehim sebebi; İnsanın aslı… Allah’ın VÜCUD sıfatının ­–ki bütün sıfatları bundan– gölgesi, Mutlak Meçhul Zâtındadır; gölgenin asıl ile var olması bakımından, ilk ânda sanki yanlış birşey söylenmiş gibi oluyor. Oysa burada, “Gölgesi Zât’ta” tâbiri, mevzuuna göre “önce Zât, sonra sıfat” kelime dizilişi ve mânâsına “Vücud’un aslı Zâtta” kasdı anlaşılır bir ifâde olduğu gibi, “asıl dediğimiz VÜCUD sıfatı olmasaydı, Zât mutlak meçhullüğünde kalırdı” mânâsı da var. “Miraç mucizesinde Allah’ın Zâtî yakınlığına eren Allah Resûlü”; keyfiyeti hiçbir kula nasib olmamış bir kayboluşta, –birşeyde gaib olmak o şey olmak değildir!–, Zâtî yakınlığın, “O’nun ne aynı, ne gayrı” bir yakınlık içinde bulunduğu… Doğruyu Allah bilir; VÜCUD birliği… Bir imân mevzuu olan MİRAÇ bahsinde, imânımız tam, bizimki kuru akılla mantık yürütenleri NEFY işi… Allah’ı tenzihte en ileri giden Allah Sevgilisi’dir: “Allah’tan gayrı ne varsa, bâtıldır!”; her erişle, erişten öte olan var… “Müminin miracı namazda secdedir!”; MİRAÇ mucizesi ile kıyas değil, “Allah insana şâhdamarından daha yakındır”, hisse işi… DAVUD: 15: B.D-İBDA… Levha: 23 Aralık 1983… Sanki kıyafet inkılâbının tanıtımı… Çarşı içi gibi bir yerde, çok şık bir karı-koca… Ben tenha bir arsada giyinmeye çalışıyorum; önce DEMİR bir gömlek giyiyorum… O sırada askerî bir kamyon geliyor ve KÖMÜR veya ÇÖPÜNÜ, yerde duran benim elbiselerin üstüne döküyor… Üzerimde demir gömlek olduğunu anlarlar diye çekiniyorum. Bir taraftan da, uçları gözüken elbiselerimi alıp alamayacağımı soruyorum. Yağmurluk ve hırkamı döküntünün altından çekip veriyorlar. Buna da şükür… ESLEB-Vücutta ben, nokta. Çerçöp. Gemi dümeni: 533: MEHDÎ Salih İzzet Mirzabeyoğlu… Hükümdar: 273: Mecmua-i Alî): 696: FİKİR KAHRAMAN(I)… Aynı ebcedle SURET.

*

EFLATUN: Çeşitli tonlarda görülebilen terkibi bir renk. Mordan, kavuniçi ve maviye kaçan renklerde. Lûgatta “leylak” rengi diye anılan. Leylak, salkım şeklinde mor ve beyaz renkli çiçekleri olan bir nebat adı. Renk enerjisinde, beden sisteminin bütününü ayakta tutan bir enerji kabul edilir; tonlarının hangi vücut kısımlarında ne işe yaradığı “hekimlik-şifâ” meselesi, fikir alâkası içinde bizim üzerinde durduğumuz husus, merkezi bakımdan ki, kafanın tepesinde TAÇ şakrası denilen yer. Duyu organlarının verilerinin toplanışında ve değerlendirilişindeki nihayet, aynı zamanda zihin faaliyetlerinin de metafizik mahiyette beraber göründüğü “Hiss-i Müşterek” vasıflanmasının sahibi BİNTASYA; kelime, “kara kız”, “hekim kız” tarzında nefsin “kabul edici” niteliğine uygun ve maddî-maveraî infial makamı eserlerini açık eden “Yaşama-Hayat” mânâsını da kapsar… Fikir, bir zâhir olmadır; zâhir olma da, iç ve dışyüz konuşma hâlinde görünen. Tıbbın “konuşma aksaklığı” hakkındaki tecrübe ve müşahedeleri –elbette tedavi amaçlı–, bize o yönden “suretten mânâyı anlama” şeklinde “hiss-i müşterek merkezi Bintasya”nın rolünü gösteriyor: Dış dünyadan, görme ve işitme şeklinde ve içimizden gelen “duyularımıza-hasselerimize” âit bilgilerin yorumlandığı, şakak bölgesinin üst çıkıntısındaki işitme alanının arkasında bulunan kanat; görme ile igili bilgiler, önce artkafa bölgesinde bulunan görme merkezine gelir ve burada yorumlandıktan sonra tekrar yorumlanmak üzere BİNTASYA alanına iletilir. İşitme ile ilgili bilgiler, işitme alanına gelir ve burada yorumlanır, sonra BİNTASYA’ya gelir. İnsanda en önce oluşan “Lems-dokunma” bilgileri yan kafa kanatlarının ön kısmında bulunan dokunma alanına gelir ve burada yorumlanır; sonra, yorumlanmak için BİNTASYA’ya… Netice olarak, bütün duyuların HAFIZA’daki bilgilerle karşılaştırılıp yorumlandıktan sonra BİNTASYA’ya yollandığı; burada bütün bilgiler yeniden yorumlanmakta ve konuşma sırasında seçilecek kelimeler de burada seçilmektedir. Konuşma için kelime HAFIZASI çok önemlidir… Konuşma arızası, bu kısa geçiş yolları boyundan takib edilebilir; işimiz bu değil… BİNTASYA’da, malik olduğu hususiyetlerden, bunların değerlendirici göründüğü iç ve dış müessirlere kadar idrak edilenler, ondaki hepsini kapsayıcı nasib, talih, mukadder sıfatı gösteriyor; Arş’a nisbetle Kürsî misâl, kalbe nisbetle beyin-merkezde BİNTASYA. Mukadder, sözün gelişinden belli takdir olunmuştur. Onun kadın ismi oluşu, dişi hüviyetini belirtir… Mukadder: 345: Mukaddir-Dilediğini dilediği gibi yapan Allah. Takdir eden. Olacakları sıralayan… Alemdar-Bayrağı ve sancağı taşıyan. “A’lem, renk, suret, hâl”: 345: İmâm-ı Rabbanî… KADÎA, “Dilediğini yapmaya gücü yeten, kudret sahibi” anlamında Allah’ın 99 isminden biri; Da’va cetvelinde Kef harfi ile gösterilen… Muhyiddin-i Arabî Hazretleri’nde Allah’ın “şükürleri kabul edici” mânâsına ŞEKÜR ismi ve KÜRSÎ mertebesine işaret eden. (Abdülhakîm Koltuğu’nu hatırlayınız)… Kafî-Yeter. Tamam: 201: Birr-Gönül. Kalb. Takva. Işık. Genç kadın… Şükran-Şükretme hâli. İbadet ve kulluk nimetini hayat bilen: 571: Sararmak. Sarı olmak. “Davud Aleyhisselâm’daki Vücudî hikmeti hatırla”… Şiar-İz, belirti, işaret, alâmet, ayırd edici adet. Üstünlük veren işaret. İnsanın gömleği, sıfatı. Kıllar, verimler, yemişler: 571: Şâir-“Şiir idrakını düşün”… ŞARİ’-Şeriatı meydana koyan. Şuru’ eden, başlayan. (Allah Sevgilisi…): 571: ÂTIK-Azad edilmiş. Hür. Yaşlı, pîr. Genç kız. Temiz ve soylu. Eski. Yavru kuş. “Çocuk”. (Hazret-i Ebubekir’in bir vasfı)… EFLATUN: 176= 1175: KAYTUN-Hazine. Kiler. Ziyafethâne… MIKLAD-Anahtar. Hazine: 175: KUSTO… KAİD-Oturan, oturmuş: 175: FASSAD-Cerrah. Kan alan… USEYLE-Çiftleşme: 175: MUKLE-Göz. Gözbebeği. Su taksiminde kullanılan taş… Aynı ebcedle, Mehdî Salih İzzet Erdiş.

HENDESE

LEVHA: 1 Eylül 1989… Bursa’daki, çocukluğumun dede evi… Dayımın kızları Sevinç ve Nazmiye, kapıdan girince sofanın tavanındaki DİKDÖRTGEN girintiyi, sandalye üzerine çıkarak BEYAZ yağlıboyayla boyuyorlar… Yemeğe oturuyoruz… Faik’e takılıyorum, o da kızarak koca ekmeği ağzıma sokuyor… Yandaki ev de bahçeli… Sadî, “biz tutarız!” diye düşünüyor ve orada Hilâl’le kırıştırabileceğini kuruyor!..

*

DAÎ-Dua eden. Açlık ve iştahtan dolayı yemeğe yönelen iştiyak misâli, sebeb. Davet eden. Müezzin, bildiren, tebliğ eden. Allah Sevgilisi’nin bir ismi: 85: DAÎ-Farsça, “dayı”. İleri gelen. Kabadayı. (Hâl: Dayı. Hususen yüzde olan ben, siyah nokta, hindu… Hall: Çözme. Çözülme. Karışık bir meselenin içinden çıkma. Anlayıp karar verme. Neticelendirmek. Ezmek. Dahil olmak, girmek… LEVHA: 16 Aralık 1985… Zeyn-âb’ın söylediğine göre TEKEL’e bir kitab hazırlanıyormuş; mevzu, Tekel’de kabadayılar. Kitabı hazırlayanı tanımıyorum; ve yine Zeyn-âb’ın naklettiğine göre TEKEL’de ilk KABADAYI imişim ve getiren benmişim… Muhab-Korkulan. “Korku, muhabbetten de doğar!”: 48: Magz-Beyin… Beyin: 62: Mehdî… Hal’: Men etmek, mani’ olmak. Hediye. Vurmak. Nüfuz etmek… Halâ: Şimdi. Boş. Nüfuz eden, edilen… Halâ: Yaş ot. “Hayâl. Canlı”… Hala’: Koparmak… Kırgızca, Kap: Kapmak. Dişlemek… Kırgızca, Kapar: Suur. Sureler. Bilezikler. “Şuur”… Kap-ar: Hayata tutunmak, şuurlu hayat)… KÜNYE-Bir kimsenin nereden ve kimden olduğunu bildiren ve hüviyeti yazılı kâğıt. “Kaptan Kusto Müslüman”. (Kırgızca, Kapal: Hasretini çekmek. İştiyak. Üzüntü, keder. Rahatsızlık… Kapal: Kap-al… Kaptan Kusto’nun “Cebel-i Tarık” boğazında Büyük Okyanus’la Akdeniz’in birleştiği yerde bu iki denizin sularının birbirine karışmasını engelleyen “su perdesi” bulduğunu hatırla: 1979-1980… RAHMAN Suresi 19-20. âyetleri ile FURKAN Suresi 53. âyetlerinin, “iki denizi birbirinden ayıran su perdeleri” ile ilgili oluşunu hatırlayınız… LEVHA: 18 Nisan 1988… “Perdeler candır!” veya “canlar perdedir!” deyip uyanıyorum… Zahir ve Bâtın anlamıyla perdeler: Göz hissi ve idrakı ile, aklî his ve idrakı hâlinde, hayatla idrak edilen hayatiyet… MANİA-Engel, hani kuşatan bir çitin hangi noktasına karşı gelsen, o karşı gelen olarak, kuşatandır; yâni, mania-engel, sınır olmakla kuşatandır… Kuşatan ve merkez ilgisi, bizzat kuşatana çatanın hâlinde isbatlı… Musavvir: Tasvir eden. Resim çizen… Müsevver: İhata olunmuş, kuşatılmış. Kolun bilezik takılacak yeri… İspanyolca, Gibraltar: Cebel-i Tarık… Gibar: Canını sıkmak. Rahatsız etmek. Nüfuz eden. Kuşatan… Altar: Mihrab. Kurban edilen yer. Kurban taşı. “Bedene, kurbanlık deve. Nefs”… Alterar: Değişiklik yapma): 85: MEHDÎ Salih Mirzabeyoğlu.

*

SEVİNÇ-Sürur. Bayram, çeşn. Meserret, sevinç. Meser, soğuk, buz: 129: SALİH. “Dayımın oğlunun da ismi”… NAZMİYE-(Nazm: Kur’ân âyetleri. Dizili olan şey. Sıra, tertib. Manzume): 1006: VAV-Bir harf. Tilki. Gönül. Fare, ışık. Takva. Nefs… RAVZ-Bahçeler. Ağaçlık ve çimenlik yerler. Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin RAVZATÜ’L-Tasavvufiye isimli eseri hatırlanmalı. “Nefs’in kendi kendine dışyüz ve içyüz hâlinde bahçe olduğuna da dikkat”: 1006: EBEC-Patlak gözlü adam. (Zahire: Dışarı fırlamış olan göz. Günün yarısında devenin otlamaktan dönmesi… Zahire: Hububat. Azık. Rızık… Zahir: Engin denizler. Taşkın, coşkun. Semiz, tavlı, bol olan canlı… Zahir: Kuvvetli deve. Geriden gelen. Ebed… Zahir: Yüksek şeref. Neşv ü nüma bulup gelişen ve etrafa sarmaşan sarmaşık. Nur-bat, nefs… Zâhir: Parlak, parlayan. “Nur”… Zahir: Görünen, aşikâr olan. Görünüş. Anlaşılan. Zann etme)

*

DİKDÖRTGEN: 731: ABDÜLHAKÎM Koltuğu… Abdülhakîm Koltuğu’nun yan mermerlerinde BURSA ve ESKİŞEHİR yazısı… Romence, BURSA-Tahsisat. Ticaret. Cihad: 269: HAYRAN-Çok takdir etmiş, şaşa kalmış. (Tasavvufta, en yüksek makamın “hayret” makamı oluşu hatırda… Hayret: Hiçbir cihete teveccüh edememek, şaşkınlık… Hayr: Büyük avlu, büyük bahçe. Küna, kuşatılan bahçe. “Hayırlı yer”… Hayir: Toplanmış su. “Vakt. Nakşbend”… Hayr: Faydalı ve hayırlı amel)… ŞERİF Muammer Mirzabeyoğlu-(Rüyâda gelen mânâ: “Bütün Fikrin Gerekliliği”ni okuyan babam, hep onu sözkonusu ediyormuş, bana “bilmez misin oğlum, bu Baban ne Rumî’dir!” diyor… Rumî: Batı. Gece. Karanlık. Ululuk rengi. Tefekkür… Yâni Üstadım!): 269: RUZANE-Yevmiye. Gündelik… Aynı ebcedle “Muavvezetan”: Felâk ve Nâs Sureleri… ESKİŞEHİR: 596: TEVFİK-Denkleştirme. Muvaffak olmak. (Denkleştirici adalet; yerine tutma, kaim etme)… Kırgızca, Abdülhakîm Koltuğu’nun yan mermerleri hatırda, KAPTAL-Yan kısım. Yan satıh. Göğsün yan kısmı. (Üstadım: Seyyid Fehim Hazretleri’nde, Seyyid Taha hazretleri’nden başka, bir yan lâhika hâlinde Seyyid Muhammed Salih Hazretleri’nden de bir pay var!): 142: MEN ENE? (Ben kimim?)… KAPTAL-Her yerden sarılmış, kuşatılmış olmak. Yolu kapatıcı engele çatmak. (Âyet meâli: “Sana ruhtan soranlara de ki, size ruhtan çok az şey bildirilmiştir!”… Güzel, ruhun; doğru, aklın; iyi, amel ve faaliyetin değer ölçüsüdür… Ve iç içe… “Allah’tan gelen herşey yalnız ruhtur!”; ruhtandır… İki denizin birbirine karışmasını engelleyen MANİA, perde, berzah: Layabgıyan sırrı… “Bulamamacasına aranan ruh”; kuşatan… LEVHA: 30 Ocak 1985… Estetik bahsiyle ilgili tefekkür hâlindeyim. Çok net düşünüyorum ve uzun sürüyor. “Güzel, sınırda sınırsızlıktır!” veya “Güzel, şekil içindeki sınırda, sınırsızlıktır!” diyorum… BEDİ’: Eşi benzeri olmayan. Hayret verici güzellikte olan. Garib. Acib. Benzersiz yaratıcı. Yeni bulunmuş ve görülmemiş tarzda olan. Allah’ın, “misilsiz yaratıcı” mânâsında ismi; “Sıyırtma” dedikleri ELİF yerine kullanılan “hemze”nin işaret ettiği isim ve kalbteki mertebesi İLK Akıl): 142: A’LAM-Âlemler. İzler. İşaretler. Büyük âlimler. Büyük dağlar. Bayraklar.

*

HENDESE-Geometrî. Birşeyi sınırlayan, kuşatan şekil, ölçü. (Enderunlu VÂSIF: “Hendeseylen mi yürürsün gayrı yetmez mi eda!”… Ölçü başka, eda başka; biri metod, öbürü üslûb… Hendese, Farsça “Endaze”-olan: Ölçü, ölçülü. Kumaş ölçüsü olarak 60-65 santim. Derece. Mertebe… Hendese ilmi: İlm-ül Mesaha… Mesaha: Yemeğin tatsız tuzsuz olması… Mesaha: Genişlik. Genişlik ölçme. Derinliğine, yanlığına, satıh ve hacim ifâdesine giren şekil matematiği… Geometry: Geo-met-try… Geo: Yer. Mekân… Met: Önemli mevzu. Karşılamak. Karşılaşmak. Rastgelmek. Toplanmak. Değmek… Try: Denemek. Uğraşmak. Çalışmak. Hukukta, muhakeme etmek. Sinirlendirmek. Sıkmak. Kızdırmak… Geometri, gerek klâsik, gerekse feza, “yeryüzü ve gökyüzü”nün mekanî özelliği içinde “hadiseye yanaşan insan şuuru” olarak empoze edilişini onlardan almış olsa da, neticede beş duyu dışı aklî bir ilim olmakla onların “mümkün olma özelliğiyle” gerçekleşecek ve gerçekleşebilecekini de karşılayandır; mücerrede kaçtıkça akliliği, kuşatan oluşu… Mevzu sureti, MANİASINI gösteren; ve her hâlinde fizikte kalan… Geometrik şeklin “sembol” değeri başka bir mesele; ABDÜLHAKÎM Koltuğu gibi… A’lem: Remz. Sembol. Bayrak. İşaret… Alem: Renk. Suret… Geometri’nin AKLÎ’liğine vurgu, bize “denizlerdeki perde” meselesinin “Arş Üstü Emirler Alemi”ne âit bâtın yönünü ve “Âlemler arası” münasebette tecelli eden “perde-berzah” meselesini anlamaya da katkıdır: İçinde bulunduğumuz âlemde göze hitab eden perdeler, böylece beş hasse içinde bir hisse hitab ederken, aklîliği kendileştiren bir bâtınîlikte bunu mecaz görmesi zor olmaz… Akıl, gözle görünmeyenin idrakı hâlinde “perdeler”in Berzah Âlemi’nde de bulunduğunu kabul eder; Kalem ve Levha’dan başlayarak Berzah Âlemi’nde “erkek” ve “dişi” mânâsıyla karşılıklı bütün varlıklar arasında, “zat sırrı neyse o” bir varlık içinde perdelerle farklılık… Her birinde herbiri bulunmak üzere bir halita olan bu âlem; her birinde herbiri olmak, “hisse” sahibi mânâsına bir “karışıktır-halita”dır. Yoksa, şahsiyetli olan mânâların bunu kaybetmesi olarak değil… Mavera’üttabia-Metafizik. Fizik âlemin maverası, ötesi, tabiat âleminin ötesi, maverası: 439: Dabbet-ül Arz… Kıyamet alametleri’nin ortaya çıkması cümlesinden olarak, Dabbet-ül Arz’ın böyle bir mânâsı da olabileceği, bilmem kimin işine gelir… Messah: Ölçücü, ölçen. Ovuşturan… Mesh: Hastaları elinin temasıyla iyileştirdiği için bu namı da alan İsâ Aleyhisselam… Fransızca, Monstre: Mesih. Dev. Korkunç yaratık. Çirkin kimse. Canavar kimse… Kelimelerin birbirini daveti ile özü kaybetmemek hususunda bir işaret: “Ovmak” ve “çirkinleştirmek” arasındaki ilgi bakımından, yüzünün bir yerini resim çekilircesine bir durgunlukta oğuştururken aynaya bakmak yeter. Çirkinleştirmenin “ovuşturma esnasında” olduğu görülür!): 124: İND-Hissî ve mânevî mekân. Şahsî. Maddi ve mânevî huzura delalet eder. Nezd, huzur, yan, vakt, taraf gibi mânâlara gelir… HENDESÎ-Hendeseye âit. Resim, tasvir, şekil, figûr gibi mevzuları alır. (HI harfi, Allah’ın El-Hakîm ismine ve “şekil-suret” mertebesine işaret eder… Allah’ın El-Musavvir ismine işaret eden RA harfi, “Beşinci Sema mertebesine” de… Da’va Cetveli’nde RA, Allah’ın Rabb ismine işaret eder ve sayı değeri: 202: Birr-Gönül. Yıldırım, şimşek): 129: NAT’-Zâhir olmak, aşikâr olmak, görünmek. Sahtiyan Döşek. (Sahtiyan: Boyanmış deri. Tabaklanmış deri)… LÂTİF-Lütuf. Güzel. Nazik. Derin, gizli. Mütenasib. Hilmî. (Allah’ın 99 isminden biri, “çok lütfedici” mânâsına El-Lâtif’tir): 129: TA’N-Muhalifin iddialarını çürütme. Dahil olma, girme, nüfuz etme. “Sarih, sirayet eden, gemici”.

*

BOYAMAK-(Büyük Asya Türkçesi’nde, “Boda”dan, boyamak… Buda: Varlık… Buud: Buut. Cisimlerde “en, boy ve genişlik”… Bu’d: Uzaklık. Mesafe. Menzil… Buda: Budamak’tan emir. “Kapmak. Hisse almak. Suretten koparmak. Suretine katmak. Hadd-i zâtından kılmak”… Budamak-Bodamak: 154: Mehdî Muhammed… Renk: Suret… Sıbga: Renk. Yaratılış… Sıbgatullah: Allah’ın kullarını istediği gibi yaratması. Allah’ın rengi ile boyanma… Yevmiye: Allah, kullarını da kendi istediği gibi yarattı!): 160: MUTAVAKKA-Boynunda halka biçiminde tüyler olan güvercin. (Güve[r]cin: Haberci. Elçi… RAÎ: Bir kısım güvercin kuşu. RA harfiyle ilgili. Yukarıdan bakan, gözeten. Vâli. Bedende, “işleri yürüten, idare eden” anlamında ruh. İrade: 280: NAKA-İ Salih… Salih Aleyhisselâm’ın, kayanın içinden yavrusu ile çıkan deve mucizesi… Cemel: Deve… Cemal: Güzel)

*

ABDURRAHMAN Câmi Hazretleri’nin “Nefahat-ül Üns: Ünsiyet Esintileri” isimli eserinden “İnsanî Hakikatin Perdeleri” cetveli’nde 4. Gayb, “MUSA Aleyhisselâm, Sır Gaybı, Perdelerinin rengi beyaz, Çarşamba günü” ile alâkalı… “LEDÜNNÎ İlim bu makamda açılır”… Musa Aleyhisselâm’ın “Kelimullah-Allah’la konuşan” namı malûm.

*

SADİ’-Sabah vakti. 7 günlük oğlan çocuğu. Koyun ve deve bölüğü: 174: DEYSAK-Beyaz olan şey. Uzun yol. “Ledünn: Beyaz’dan açılan”… MEKKE-MEDİNE: 174: KUSTO… A’KAB-Bir şeyin hemen sonrası: 174: MUKALLİD-Taklid eden. Bir şeyi boynuna asan. Kuşatan. (Üstadım: “Varlık kelâmla çerçevelendi ve insan kelâmla mühürlendi!”… İnsan, hadd-i zâtı ile nasibi kendini kuşatan ve kuşatılandır; onu kuşatan da Allah’ın esrarı… İNSAN, Allah’ın halifesi olmakla O’nun marifetine ermeye memur, bu mânâda anlaşılmak üzere mukallittir!)… SADEF-Yüksek, büyük dağ. Her yüksek nesne. Bir yöne meyletmek. (Büyük Okyanus’la Akdeniz’in sularının birleştiği Cebel-i Tarık Boğazı’nda, “sudaki perdeler”… Cebel: Büyük dağ. Bir kavmin büyüğü ve fazılı… Tarık: Karanlık. “Batı. Gece. Fikir”… Kırgızca, Tarık: Tarih… LEDÜN İlmi, “yeşillik, nebat” ilmi cümlesinden olarak, “rüyâ: 217: Ruya-Yerden biten yeşillik, ot” bahsini de ihtiva eder… Üstadım’ın verdiği TAKDİM yazım içinde, “sudaki perdeler”le ilgili âyetler, ister istemez: “Kaptan Kusto Müslüman”… Bu terkibte Allah Sevgilisi’nden İslâm büyüklerine ve Seyyid Abdülhakîm Arvasî’den ben ve bendeki Üstadım’a neler neler… İSTİKBAL İslâmındır hakkında Üstadım, “İslâm tarihi içinde günümüz” benzeri bir işleme istemişti; benim önüne götürdüğümse… Onu methetti ama, TARİH benim içi[m]de bir ukte, kemiren kurt; ondan biliyorum, attı… Tarık: Sıkıntı. Zorluk hissetmek… Neticede 2010 yılında basılan ESATİR ve MİTOLOJİ ki, tâ Adem Aleyhisselâm’dan günümüze bir içyüz hâlinde “Peygamberler Tarihi-İnsanlık Tarihi”; gelmiş geçmiş tarih yazıcılığında hiçbir örneği olmayan!): 174: MEFHUM-Kömürleşmiş olan. Zirve. Kaymak.

*

HİLÂL-Ayın, yay şeklinde ışığıyla ilk görünüşü. Durum, isim, mecazda yerine göre. “Kuşatan”: 66: VATAN-(Ay, erkek kelime ve Güneş istisnadan olarak dişi kelime… Erkeğin kadına meyli, kendi nefsinden yaratılması dolayısıyla kendi nefsine, kadının erkeğe meyli ise “vatan” duygusu. Erkek, Hakkı kendinde “dişi” olarak görürken –nefs dişidir–, kadının kendi nefsinde olmasıyla “iki dişi” hükmünde: “Bir erkek, iki dişidir”… Burada Güneş’in Ay’ı “vatan” tutması, Ay’ın da mücerret nefs olarak “dişi” olmasıyla Güneş’e meylidir… Hem “varlık dişidir” hükmü, hem de Hakk, Erkek ve Kadın ilgisi beraber: “Bir şeyin aslı, gölgesine gölgenin kendinden yakındır” hakikati… Hakk, Erkek ve Kadın: Hakk’ın görünüşü kadında daha tam. Rahmet onda tamamlanır… GÜNEŞ ve AY: Hakk ve İnsan… İNSAN, yaratılışta Peygamber Adem Aleyhisselâm, varlığın var olması bakımından ALLAH Sevgilisi; bütün tecelli hikmetleriyle Peygamberler, Sahabiler, tâbiler ve veliler, mümin ve müslümanlar nasiblerince… “AKREB, parlak Ay’a vatandır dedim!”; Fuzulî’nin mısraı… Akreb: Zehirli hayvan. “Yakınlık”… Zehir: Zahir. Ruh. Can. Arka yükü. Mavera-üt Tabia… Güneş’in Ay’a vatan olması üzerinde durduk… Ay, “sefillerin en sefili” olarak indirildiğimiz dünya vasıflanması içinde, hem dünya etrafında, hem de bu dönüş ile Güneş etrafındaki devrinde, iki âlem arasındaki BERZAH’ı andırıyor; mecazî… GÜNEŞ etrafındaki muayyen devriyle, bir sabiti kuşatan ve o sabitin merkez hâlinde ona kuşatan olması: KONİ misâlini hatırla -merkezin tabanın her yerini görmekle kuşatan olmasını… Güneş ve Ay’ın, VAHİD ve VAHİD, kuşatanda birliği… İzahımız içinde, DÜNYA’nın da, Güneş ve Ay ile, hem kuşatılan hem kuşatan ilgisi içinde bulunduğu açık… KUŞATAN’ın asıl ve kâmil olması bakımından bütün cismanî oluşların kemâli de onda, mertebeler; mecazda Ay, “İnsan-Berzah”… “Kişi kendini bildiğince Rabbini de bilir!”; hakikati BERZAH âleminde… İnsan, Hakka göre kuşatılan ve kul olarak merkez, içinde bulunduğumuz âlemde de bu âleme âit kuşatanına merkez olmakla kuşatan… İçinde bulunduğumuz âlem, Berzah Âlemi’ndeki Allah’ın tecelli eden isimlerinin oradaki zuhur sıkıntısından, Berzah âlemi’ne girmeyen işlerin bu âlemde tecellisi ile; bundan dolayı Hakk’ın daha tam bilinişine vesile olmak bakımından “bu âlemden daha iyisi yok!”… Bu âlem kuşatanında Hakkı görene!)

NEFS (MECMUA-İ ALÎ)

LEVHA: 17: Ağustos 1991… Museviler aralarında konuşuyorlar… Bir şekil olan TEVRAT’ın içinde hemen belli olmayan rakamlar ve gizli mânâlar olduğunu söylüyorlar, tâbir ediyorlar… Musevîler, İBDACI gençler ve söz konusu TEVRAT da Tilki günlüğü gibi!

*

TEVR-Su bardağı. Göz “Beden-nefs. İdrak”. (Mavera-üt Tabia-Nefsin ruhta vatan tutma isteği; ve tuttukça-Ruh’u kuşatan olarak daha ziyade hisseder. Burada “hakkında çok az şey bildiğimiz Ruh” ile, faaliyet boyu onun nefse nüfuz ve onu onunla anlayıcı işlemiş ruhîliği birbirine karıştırmamak gerek. Ruhîlik, alıcı “dişi nefs’in bir hâlidir; Tıpkı bardağa dolan su-beden faaliyetlerine, insiyaklara ve onları kontroluna almaya memur İRADE’ye kadar bir mânâ. Bu terkibte kemâl mertebesindeki İNSAN’ın, Allah’ın Zât Âlemi ile Halk Âlemi arasında BERZAH Âlemi’nde “Hadd-i Zât”ınca mertebe hislerinde bulunduğu… RUH BİRDİR; Ruhun isimleri, hisseler mevzuu… Allah’ın 99’da toplu sonsuz isimlerinden Güzel isimleri, bütün isimleri ile, Zâtı’nı murad etmekte; ve Alem ismi Allah. İsimler mertebelerden hisse mevzuu… TEVRİYE-Vera, yâni “arkası, ötesi, gerisi” kökünden gelir. Gizlemek, gizli tutmak. Bir kelimenin birçok mânâsından en uzak olanının kastedilmesi, kullanılabilmesi. “Su verme. Derin derin, inceden inceye düşündürme, düşünme”: 621: KUR’AN-I Kerim… Aynı ebcedle HUBBAZÎ… Tevriye, edebiyatta iham: Vehme düşürmek, vehimlendirmek, “Şekk derin-Derin zann”da kuvvetli tutunma mânâsını misallendirmek… Divan Edebiyatımız Şairleri’nden NABİ’den bir beyit: Lü’lü-i tevriye vü gevher-i iham o kadar / Görmedik çıktığını hak bu ki bir deryadan”… “Tevriye incisi ve vehim veren hakikat, o kadar; görmedik çıktığını hak bu ki bir deryadan!”… Herşey O’ndan, O değil hakikati ile “İnsanî hakikatin mutlak meçhullüğü”; bildikçe acıktıran bir iştiyaka ne güzel bir idrak mahsulü beyit… Bütün derinliği içinde hep mahrumluğu gösteren mevzulara da tatbik edebilirsiniz… TEVRİYE: TEVR-B.D, İBDA): 216: RÜYA… MUKAYESE-Kıyas etme. Ölçme. Karşılaştırma: 216: AVRUPA.

*

Almanca, GEIST-Ruh. Hayat. Kuşatan. Ân. Akıl. Zekâ. Zihin. Beyin. Espri, ruhî. Nükte. Nokta. Deha. Jeni. Hayâl. (Geist, Batı felsefesi ve ilminde, belirttiğimiz lügat temelinde hepsi kendi fikir ve ilmi renginde türemek üzere kullanılan ve İBDA Diyalektiği’nde benim “ilim malûma tâbidir” hakikati bakımından “Küllî Ruh” ve “Malûm” karşılığı olarak kullandığım… İlim, malûma tâbidir; malûm, “bedahet ve mütearife” dediğimiz apaçık hakikatlerdir ki, eşya ve hadiseye yanaşan inşan şuuru en basitinden başlayarak bunları kendi yuvasında bulur - yâni temel ruhta… İspanyolca, Gestar: Hamile. Fikir oluşmak, oluşturmak… Divan edebiyatımızda, kadehe konan “şarab”ın mecazî olarak ruh ve irade oluşunu hatırlayınız; vin, “üzüm, şarab, irade”… İtalyanca, Gesto: Davranış. El, kol hareketleri. Jest. İşmar, göz kırpma… İspanyolca, Gesto: İdare, yönetim… Asla bağlı gölge olarak, psikolojiden hayatın diğer sahalarına doğru onları kendi zuhuru, varlıklarını kendine bağlı dişi kılan “aslî ruh”a dikkat… Gestalt: Şekil, biçim. Tarz. Suret. Figür. Sima, çehre. Boy, kamed, endam. Hâl, durum, vaziyet. Şahıs, şahsiyet… Yine Almanca, Gestade: Sahil, yalı boyu. Deniz kenarı. “Milt, deniz kenarı, nesebi belirsiz, piç-a-piç, nefs”… İspanyolca, Gesta: Kahramanlık, kahramanlık hikâyesi. Destan… DESTAN: 515: KIYADET-Kumandanlık. Kumanda… Tesmiye-İsimlendirme. Besmele çekme: 515: Mid’at-Şehrin burcu… D-SİTAN: Harflerin, Allah’ın isimlerine ve kalb mertebelerine işaretinde, “sitan-şehir mekânı, zuhur yeri”, insan nefsinin ruhta vatan tutma yeri “Berzah-Beşik, döşek” mânâsına gelir - neşv ü nüma olunan, beslenip yetişilen yer. DAL harfi, Mehd’in “dal”ı olunca, Mehdî “hidayete vesile” mânâsına bir sıfat ve isim olur; Allah’ın MÜBİN ismine ve “7. Semaya” ilgide… Eğer DAD olarak alınırsa, Allah’ın EL-ALİM ismine ve Nuh Aleyhisselâm’ın seması “2. Sema”ya… Da’va Cetvelinde DAD, Allah’ın “Darrî-Dilediğine belâ verici” ismine; nefs, İslâma aykırıyı nefyederken, hem korunur, hem aslını bulur… DESTAN: Des-Tan… Des: Eş, eşit, benzer, denk… Des’: Kusmak. İstifrağ etmek. Başlamak… Harf: Şafak. Tan zamanı. Güneş doğmaya yakın ve Güneş battıktan sonraki alacakaranlık. Gündüz. Merhamet. Harf. “Muhyiddin-i Arabî Hazretleri, günün hep gündüz olmasını diler ve öyle bulurken, bildik gündüz-gece dışında HARF ilmi de dahil, amelin sağladığı nur kasdında olsa gerek!”… DEST: El. Kudret. Alî makam. Fayda. Yardım. İkmal. Tasallut, darrî. Meclisin şerefli yeri. “Dört” bucaklı yastık, yatak. Elbise, sıfat. Mekr. Allah’ın niteliksiz –bilinmez– Zâtî suret sıfatlarından EL sıfatı… “Allah’ın eli topluluk üzerindedir”… Topluluktan kasıd “kalabalık” değil; “fertte toplu topluluk hakikati” olarak HAKİKAT-İ Ferdiyye’de, Allah Sevgilisi’nden başlar. Ferdî kemâlle bulunan “BERZAH-Mehd, beşik” âleminde mertebe sahibleri hissesinde bir hakikattir; “Allah’tan başka herşey bâtıldır!” ölçüsü, “Mutlak Tevhid mümkün değildir”in aslını yaşayanlarda… Malûm mânâda topluluk da, onların topluluğu asıl olmak üzere, ­–cemaat o–, cemaat denmeye değer ne varsa; cemaatin aslı bilindikten sonra, “Allah, kullarını da kendi istediği gibi yarattı!” sırrında düğüm!): 491: TELEBBÜS-Giymek. Giyinmek, kuşanmak. İki şeyi birbirine benzeterek ayırdedememek. Örtülü olmak. (İlâhî ibdada rastgelelik yoktur; bu mânâda anlaşılmak üzere, “Hâkim, mahkûmun fiiliyle bağlıdır!”… Allah’ın ilmi –sıfatı– herşeyi ihata eder; ve “Yere göğe sığmam, mümin kulumun kalbine sığarım!” âyeti… Allah’ın bütün isimlerini ve dolayısıyla topyekün varlığı ihata eden RAHMET sıfatı da dahil, –ve hayâl–, O’nu kuşatmaz; demek ki “Allah ve Resûlü’ne eziyet edenler” şeklindeki karşılıklı tesir ifâde eden hükümlerde “müteessir”in rastladığı nokta, “kuşatan” tâbirine giriyor; Mutlak Tevhid bakımından, o nokta da onun bilinmek üzere… “Hak benim!” misüllü sekr ânında ağızdan kaçırılan sözlerin içyüzü de budur; idrakın aczini idraka varmış ve “Allah’tan başka herşey bâtıl!” kaybolmuşluğunda olmayan bir şuurla söylenirse düpedüz küfür olan bu sözler hakkında şuurlunun anlaması gerekenlerde bunlardır!)… EMANET-İstikamet üzerinde bulunmak. Emin olanlar. Kendisine koruması için bir şey bırakılanlar: 491: SU’BET-At sürüsü. Yirmi ile 40 arasında keçi sürüsü. Kabın içinde kalan su. (Fikir adamları. Veliler. Yenileyiciler. Bâkî olanlar. “Herşeyde parçaların toplamından fazla bir şey vardır” sırrı gereği, bu ondaki fazla “arızî-sunum”a gireni ardındakine takdim eden “silsile”nin, Allah ve Resûlü kaynaklı bağışı: Bâki)… MA-UL HAYAT-Hayat. Şeref, yüzsuyu. Haysiyet. (Üstadım, İMAN ve İSLÂM ATLASI isimli eserini imzası ile bana takdim ediyor: “Fikir Çilesi haysiyetinin müstesna genci Salih Mirzabeyoğlu’na sevgiyle –28 Şubat 1982”… Rüyâda gelen mânâ: Başbakan Turgut Özal, Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in sorması üzerine, benim için “100 gün staj yaptı!” diyor… STAJ: 468: MEKTUB-Yazılı şey, yazılmış… HİKMET-Sır: 468: SUHT-Bir şeyin kökünü kazımak. Yok etmek): 592: MUNTAZAR-Ümit ile gözlenen. Beklenen. Gözetilen.

*

İtalyanca, GESSATO: Alçıyla sıvanmış, alçıya alınan. (Abdülhakîm: 184= 1183: Kireç ile bina yapan. Badanacı. Boyacı… Cessase: Kruvazör. Harb gemisi… Cessas: Gizli şeyleri araştıran, gizli şeyleri merak eden. Tecessüs sahibi. “Kaptan Kusto”… Cess: Koparmak. Bal mumu. İçinde arının kanadı ve gövdesi karışmış şey. “Müessirin esere faaliyetten başka bulaşması”… Cess: Tahkik etme. El ile yoklama. Yapışmak): 219: KESSAT’-Yüksek, mertebi kişi. Yapışan. Koparan. İşi halleden… DÜRYE-Bilmek: 219: ERİH-Güzel koku… MUSTAF-Tabur veya saf hâlinde dizilmiş. (Allah Sevgilisi’nin, “ıstıfa edilmiş-seçilmiş, seçkin” anlamındaki “Mustafa” ismi hatırda): 219: HAYIR-Hayrette kalan devam. Birikmiş su. (Vakt-Yağmur suyu birikmiş su: 506: Nakşbend-Nakşeden, nakış işleyen, musavvir)… ZÜBEYR-Yazılı küçük şey. “Peygamber şâiri Zübeyr Hazretleri, “Yevmiye” olarak hatırda: 219: FELYESOF-Şiirin ince mânâlarını çıkaran. Keskin kılıç. Bit toplama. (Bit: Yapışan, tutunan. Zirve. Nokta. Sıfır. Boş. Kuşatan)

*

GESTİ-Çirkinlik. Düşünen; suret tamamlığına ermeye çalışan. (İtalyanca, Gestro: Çirkinleşme. Yüzünü asma. Yüzünü ekşitme): 490: KİST-“Kimdir?”… TEKLİL-Taç giydirme: 490: SALİH İzzet Mirzabeyoğlu.

*

Almanca, GESTİRN-Yıldız. 21 yıldızlı “Sternbild” takım yıldız[ı]. (Almanca, Stirn: Yıldız…

Almanca, Stern: Alın. “Çehre”… Gestirn: Ge-stirn… GE: KE… Ke: Kef+elif: 21… 21 yıldız, 21 çehre olarak göründü. “Sabihat: Yüzücü olanlar, yüzenler. Gemiler. Yıldızlar. İmânlıların ruhları”: Yevmiye’de, “Yıldızlar Kuşağı”… Rüyâda gelen mânâ: “Bir gemide, biri arıza yapınca onun yerine kaim olan 21 sistem”i hatırla… AZİM-Büyük. Yüce. Çok ileri. Allah’ın 99 güzel isminden biri: 1020= 21: İHYA-Diriltmek. Canlandırmak. Uyandırmak… DİZE-Levn. Renk. Ek yeri: 21: UZMA-Büyük, iri. En büyük. Çok büyük… Hıyata-Terzilik. “Hayat. Yılan, helezonî sarılan nefs”: 21: Habi’-Sürünüp emekleyen çocuk. “Dab: Haysiyet, şân ve şeref. Dabbe: Yürüyen, debelenen. Küçük çocuk. Dabi’: Kül. Siyah. Gül, anlayış”… RAHMAN Suresi 20. Âyet: 2021: İHTİTAT-Hatla işaret koymak): 731: ABDÜLHAKÎM Koltuğu… GESTİRN: 741: MİKRAT-Her taraftan gelen suyun toplandığı su mecrası… FERASET-Anlayış, çabuk seziş. Süvarilik. “Kaptan”: 741: AHSEF-Ak ile kara. (Cevn-Ak ve kara: 59: Mehdî)… MÜTEFEKKİR: 740: SÜMUR-Gümüş. Saliha… TENASUR-Haberler birbirini tasdik etme: 740: MÜTERESSİM-Resmeyleyen. (Musavvir. Hendeseci.)

*

TEVRAT-Musa Aleyhisselâm’a gelen Allah Kelâmı. (Musa Aleyhisselâm, İNSANÎ Hakikatin Perdelerinde, 5 Gayb’da; bu gaybın perdelerinin rengi beyaz): 1007: EBED-Ebedîlik. “Hâlidî, sonsuz”… EBEDD-İri gövdeli, cüsseli kimse: 7: SÂBİ’-Yedi. Yedinci. (Sabi: Yıldız… Sabi: Çocuk.)


Baran Dergisi 313. Sayı