Bugün 27 Ağustos 2010. Akşam haberlerinde, Genelkurmay başkanı İlker Başbuğ’un veda konuşmasını dinledim. Sunucu’nun dediği gibi, konuşmasının bir yerinde, kendisine desteğini esirgemeyen eşini, oğlunu ve kızını anarken, bir duygu yoğunluğu içinde, ağlayacak gibi oldu, sesi boğuldu, kendini kontrol için sustu, kendini tuttu. DELTA Serdar, olağan işlerini icra ederek, Avukat dönüşü oradaki konuşmalarla ilgili olarak, her lâfı alaya döndürücü bir tekrar ve yorum yaparken, bu bana onların bir seneye yakın zamandır işledikleri - alay ettikleri(!) benimle ilgili bir hususu hatırlattı: Heyecan, üzüntü vesaire gibi sebeblerle ağlama hissinin de, insandaki tansiyon inmesi veya binmesi ile bağlantılı olarak meydana geldiği iddiaları... Ben, bunu hatırlatarak, “şimdi Genel Kurmay Başkanı’nın durumu, duygu yoğunlaşmasından mı tansiyona bağlanmalı, ağlama hissinden mi tansiyon ilgisine?” diyorum. NYMPHALAR “durumdan dolayı” diyor. DURUM, dış şartlar mı, içimin gördüğü mü oluyor. Tansiyonum düştüğü için mi o durumun verdiği his, o histen dolayı mı o durumda tansiyon düşüyor veya çıkıyor? Her neyse. (Bu her neyse, tansiyonun indiği mi, çıktığı mı meselesiyle ilgili.) Neticede: Herşeyi beden-beyin fonksiyonu ile açıklamaya çalışan TIB ve PSİKOLOJİ anlayışının tersine, RUH bedensiz de VAR; ve ruh-beden ilgisi içinde teşekkül eden ŞUURLU varlığımız, ruhu beden tezahürü olarak gördüğümüz yerde, bizzat şuuru izâh edemiyor ki, onu sadece beyne bağlı olarak bilebilelim. Herşeyi beyin organına bağlı gören PSİKOLOJİ anlayışının çöküşü. Beden ruhun delilidir.

SİNİR SİSTEMİNE GİRİŞ

NYMPHALAR bana, sistemlerinin tabiî amacı olarak beni aşağılamak üzere, benim söylediklerimle benim hakkımda bir kanaatlerini söylüyorlar: “Sende hayâl yok!”... Sistemin amacı aşağılamak da, bu söyledikleri, ona benzer bir şaka. Ama genelde bu soydan şakalar, tutarsa benim için ciddi ve tehlikeli, onlar içinse başarı olur. Meselâ KARTAL’da, ziyaret günü ziyarete çıkmadan evvel, ARAR bana, “seninkiler taksiyle geldi, şoförün adı NECATİ tatlım; senin küçük kız arabadan inemeden, taksi vınn!”... Örneğini pek çok görebileceğiniz, söylenen bir isim etrafında malzemesi sizin hayâlinize tevdi edilen delillendirmelerle pek çok kurgularını yaşadım; sizin tabiî paniğinizin, frekans ayarıyla öldüresiye azdırılması şeklinde. ARAR’ın, “tek başına bir yere kapatılan adama ne verirsen, gerçeği o olur!” hesabı; çünkü, işin gerçeğini sokuşturabileceğin bir durumda değilsin. O günkü hâdisede, ziyaretçime hemen, “sizi getiren şoförün adı Necati mi?” dedim. Evet; bir gardiyan veya asker, şoföre o isimle seslenmiş, yâni tanışıyorlar. Hem korkumun boşluğunun çıkmış olması, hem “tek başına kalırken bunu nasıl bilebildi?” denilebilecek olmasının memnuniyeti yanında, sözkonusu hâdise TELEGRAMCILAR’ın taze tuttuğu bir olabilirlik olarak, hep canımı yakan bir SABİTLİK arzetti. “Yarım doktor candan eder!” hesabı, yakınlarımın güyâ beni oyalamak adına “üzücü” kurguları da böyle oldu; hani aynı şeyi –TELEGRAM sabitini– düşünme monotonluğunu kırmak üzere, “hafif gerginlik” olsun niyeti.
Halbuki anlamıyorlar ki, domino tesirine döndürmek üzere TELEGRAMCILAR’a malzeme oluyor. BOLU’da, kendi derdim olarak TELEGRAM’ın nasıl yapıldığı hakkında düşünür ve bu arada kurguları içinde yaşarken, olmayan şey, NYMPHALAR’ın dediği gibi, HAYÂL kurmamam; hiç kurmamak mümkün değil, ama şuuruna ermiş ve şuurlu olarak, makul haddi aşmıyorum. KARTAL’da, dış şartlarla beraber beni yakan husus bu oldu: HAYÂL... Bolu’da ise, en basit olabilir niyetine, “ses nereden, nasıl geliyor?” diye bile bakmadım: Bunun ne demek olduğunu göreceksiniz. NYMPHALAR’ın benim için “hayâl kurma” adına söyledikleri, HAYÂL
hakikati ve melekesinin ne muazzam bir şey olduğu hakkında yazdıklarımla ilgili, hani bir çelişki olduğunu belirtme. Ben de onlara söylediklerimi, şimdi yazarken de bildikleri ve lâflamaları arasına not edeyim: Doğru, burada bende hayâl yok, çünkü KARTAL’da beni yakan, hep sonu fos çıkmak üzere bir hayâlin peşinden koşarken yaptığım kurguların, yorgunluktan öte, bitkinliği, bitirmişliği oldu. BOLU’da, o öldürücü hayâlin yerine, KARTAL’daki hâlimi de içine alan HAYÂL’in ihya ediciliğini gösterdim, gösteriyorum - sanıyorum. Kıvamı bozmamak üzere: Meselâ bir oda içinde aranması gereken bir kayıbı, hayâlin sana açtığı ufukla bütün Cezaevi içinde arıyorsun. Eğer şuurlu ve sistemli bir arayış içinde isen, onu bulamasan bile, o genişlikten odana doğru arama alanını daraltırken, –bu teşbihin ne kadar isabetli olduğunu da göreceksiniz!–, arananın bulunması şansını arttırmanız yanında, onu bulamasanız bile, sistemli bir düşünmenin verimi hâlinde, bulunduğunuz yere nisbet bütün bir çevre verilerini tanıyıp işleyebiliyorsunuz. Hani, kuru bir dalı devamlı sularsanız, o dal yeşermese bile, bir zaman sonra çevresinin çimen ve çiçekle şenlendiğini görmeniz gibi... İBDA’ya mahsus bir hususiyeti de işaretleyeyim: Beşerî sistemler, sistemin bir noktasındaki ilmî verilerin hakikatinin değişmesiyle, SİSTEM-ASIL olarak çökerler. Bunun yanında her soylu sistem, “en azından söylenişindeki ihtiyaç doğru ya”dan başlayarak, gerilerinde doğru ve hakikat öbekleri bırakırlar; çökmüş olsalar da. Oysa, bir RUH, ANLAYIŞ ve SİSTEM ifâde eden BÜYÜK DOĞU-İBDA, Mutlak Fikir’e nisbetle bir VASITA SİSTEM olduğu için, mahiyetine giren veriler, zaten sistemin kendisine âit bir prensib olarak, TE’VİL ve TÂBİR’e mevzu olurlar, bu yüzden sistem kendini her ân ihyâ edebilir. Tıpkı, “İslâm’da idare biçimi yok, bir idare ruhu vardır” aslı gibi. Her sistemin melûl olduğu yerde, MUTLAK FİKRE NİSBETLE kurulu sistem, her sistemin arta kalanlarını bu esasla istismar edebilir. Bu mesele, “şuur seviyesinin her değişiminde hakikat seviyesi de değişir”e sistem çapında tek alternatifin İSLÂM olduğunu da gösteriyor.

*

Herşey bizde ve biz herşeydeyiz. Bu anlamdaki şuura, SAF ŞUUR diyebiliriz; böyle bir şuurun gerçek ve vehim olması ihtimâli vardır... Organik ve sosyal varlığımız meydana çıkınca, o silinir; bir anlamda o, vehimdir. Fakat aktüel varlığımız, varlığın sonsuzluğu ile birleşince, âlemi kuşatan en büyük güç hâline gelir.

*

Beyin, şuurun yeri değil midir? Bu soru üzerine kafa yorulduğunda, gerçekte şuurun, “fizikî duyularla elde ettiği bilgiden başka”, kendisini mekân içerisinde bir yere yerleştirmesinin sözkonusu olmadığı görülür. Bundan, şuurun görünürdeki yerinin –beynin–, gerçek yeri olduğunun ileri sürülemeyeceği neticesi çıkar. Gerçek şu ki, şuur için mekânî bir yer tahsisi mümkün değildir; sadece DUYUYA ÂİT BİLGİ’nin odak noktasına yer tahsis edebiliriz. Şuurun mekânî olması kabul edilse, o zaman hacminin, maddî bir formunun, şeklinin ve sınırlarının olması da iktiza ederdi. Bu hakikatler, şuurun zamanî olarak yerinin olmayacağını da gösterir.

*

Herşeyi gören, ama kendisi görünmeyen göz gibi, “arayanın, yerini bulamaması, arananın bizzat kendisi olmasındandır.” Denmiştir. “Müşahede eden, müşahede edilen”e benzer şekilde, düşünen ve düşünce arasında da bir bağ vardır; düşünce, düşüneni doğurur ki, bu da düşünceyi yeniden doğurur. Bundan dolayı BEYİN’in düşünceyi doğurmasından ziyâde, beyni üreten düşüncedir.

SİNİR SİSTEMİ

Betatron hakkında inceleme yaparken “Sinir Sistemi”ni derli toplu ve hülâsa olarak ortaya koyan Dr. Hakkı Açıkalın’ın yazısını, TELEGRAM cihazının bir niteliği diye gördüğüm BETATRON’un ve sair TELEGRAM tesirlerinin nasıl olduğu bilinen ve bilinmeyen bütün
yönlerinin mekân haritası olarak aynen buraya alıyorum. “Kafamın içinde video oynuyor gibi, gözüme şöyle vurdular, kulağıma böyle oldu, el ve ayak parmaklarımı oynatıyorlar, tenasül uzvumla oynadılar, vücudumun filân yerini böyle dürttüler” benzeri ifâdelerimde, işin tıbbî yönüne âit bir iz olsun, anlattıklarımdan kanma hissi doğsun diye. İşin beden yönü.

*

ÇEVRE SİNİR SİSTEMİ: Merkezî sinir sisteminde yeri olmayan kolektif sinir yapılarını adlandırmak için kullanılan bir terimdir. Sinir hücrelerinin gövdeleri Beyin ve Omurilik’teki Merkezî Sinir Sistemi’ni döşerler. Bu hücrelerin daha uzun olan uzantı kısımlarına “axon-eksensi uzantı” adı verilir ve bunların üst ve alt âzâlara (kollara ve bacaklara) ve vücudun bütün taraflarına uzanırlar. Eksensi Uzantılar’ın büyük bir bölümüne genel olarak sinir adı da verilir. Çevre Sinir Sistemi’nin duyumu merkeze götüren sinirlerinin hücre gövdeleri ard kök boğumu’nda bulunurlar, orayı döşerler.

*

MİKRO ANATOMİ: Sinir sistemi mikro “skala-mikyas, derece”de, en temel ve birincil olarak nöronlardan (sinir hücreleri) yapılmıştır. Mamafih, “glial-destek hücreleri” de çok önemli bir rol
oynarlar.

*

NÖRONLAR: Bunlar elektrikî olarak uyarılabilir olan sinir sistemi hücreleridir. Bu hücreler bilgiyi üretirler ve iletirler. Nöronlar beynin, omuriliğin, omurlar arası ön sinir hüzmenin-şeridin ve çevre sinirlerinin “merkezî-çekirdek” parçalarıdır. Çok sayıda değişik nöron tipi vardır: Duyu ile ilgili Nöronlar dokunuşlara, sese, ışığa ve duyu ile ilgili organları etkileyen birçok uyarıya cevab oluştururlar ve omuriliğe ve beyne sinyal gönderirler. Motor Nöronlar adını verdiğimiz “hareket ettirici” nöronlar, beyinden omurilikten sinyalleri alırlar ve kas kasılmalarına yol açarlar. Ara nöronlar, beyin ile omurilik arasındaki nöronları birbirine bağlarlar.

*

GLİA HÜCRELERİ: “Nöron olmayan hücreler” olarak anılırlar. Bunlar beslenmeye, homeostares’in muhafazasına, mylin isimli maddenin oluşmasına destek olurlar ve sinyal aktarımına katılırlar. İnsan beyninde GLİA hücrelerinin diğer nöronların 10 misli olduğu düşünülmektedir.
Glial hücreler nöronlara destek verirler ve onları korurlar. Bu sebeble Sinir Sistemi’nin “tutkalı” veya “birleştiricisi” olarak da bilinirler. Glial hücrelerin dört temel fonksiyonu, nöronları kuşatmak, sarıp sarmalamak ve onları yerli yerinde tutmak, nöronlara oksijen ve diğer besleyicileri temin etmek, bir nöronu diğerinden ayrı tutmak, ayırıp izole etmek, hastalığa sebebiyet veren mikropları ve ölü nöronları tahliye etmektir.

*

FİZYOLOJİK BÖLÜNÜM: İnsan Sinir Sistemi’ni, Anatomik yapısından ziyâde fizyolojik olarak bölmek daha pratik olarak düşünülmüştür. Burada muhtelif “nöronal yollar-fonksiyonel yollar”ın, Merkezî veya Çevreye âit olmalarından bağımsız olarak oynadıkları roller esas alınır. Somatik-bedenî sinir sistemi, iradî vücud hareketlerini tertib etmekten mes’ûldür. Örnek vermek gerekirse, bunlara “şuurun kontrolü altında bulunan faaliyetler” diyebiliriz. Otomatik Sinir Sistemi, gayr-ı irâdî fonksiyonları tertib etmekten mes’ûldür. Misâl olarak, nefes almak ve sindirmek faaliyetlerini verebiliriz
Bu bölümlendirmeler, sinir uyarılarının iletilmeleri ile ilgili olarak da yapılabilirler. Duyu ile ilgili nöronlar aracılığıyla uyarıyı beyine veya omuriliğe ileten sistem impulsları bedenî alıcı’dan Merkezî Sinir Sistemi’ne taşır.
Motor Nöronlar aracılığıyla uyarıya cevab veren sistem, impulsları Merkezî Sinir Sistemi’nden – cevabî mânâda– bir faile taşır.
Ara Nöronlar’dan müteşekkil olan Vardiya Sistemi, Yedek Sistem, duyularla ilgili nöronlarla motor nöronlar arasında impuls aktarımı sağlarlar. Hem Merkezî, hem de Çevre Sinir Sistemleri içinde faaliyet gösterirler.
Nöronlar arasındaki bağlantı noktalarına Sinaps adı verilir. Bu sinaplar çok dar bağlantı alanlarıdır. Nöronların arasındaki boşluğa “sinaptik aralık” adı verilir. Bu bölgede bir aksiyon potansiyeli, bir nörondan diğerine aktarılır. Eylem akışı, sinirler arasında böylece sağlanmış olur. Sinir impulsları veya mesaj bu yolla, bir yerden diğerine aktarılır. Mucizevî bir sistem ve işleyiş olduğunu belirtmemiz gerekiyor. İş, mesajın sinaptik aralık yoluyla sinire âit iletme yoluyla aktarıcılarının kullanılmasıyla ilgili yere ulaşmasına varır ki, amaç böylece hasıl olur. Neurotransmitter’ler dediğimiz sinir iletme aktarıcıları, bilâhare komşu nöronun alıcı alanlarına kenetlenirler. Bu uyarı bir sonraki sinapsa aktarılır ve devir bu şekilde sürüp gider.
Sinir impulsları nöronun içindeki ve dışındaki “ion-yüklü atom” dengesinin değişimine işaret eder. Çünkü, Sinir Sistemi bir elektrikî ve kimyevî sinyaller tertibini kullanır ve bu metod akılları zorlayacak kadar süratlidir. Sinyalizasyonun kimyevî vechesinin elektrikî yönünden daha yavaş olmasına rağmen bir sinir impulsu reaksiyon üretme mevzuunda yeterince hızlıdır. Bir organizmanın etrafındaki tehlikeyi algılayabilmesi açısından hız gerekli ve önemli bir karakteristiktir. Böylelikle, yaralanma ve ölme riski bertaraf edilmiş olur. Meselâ, elimiz sıcak bir sobaya veya ütüye değdiğinde eğer sadece kimyevî aktivite faaliyette olmuş olsaydı, sinir sistemi elimizi veya kolumuzu sobadan uzaklaştırdığımız için gerekli sinyali yeterince hızlı bir biçimde gönderemeyecekti. Bu cümleden olarak, Sinir Sistemi’nin hızı hayatî seviyede belirleyici olmaktadır ve bunun ne kadar karmaşık, üstün ve göz kamaştırıcı olduğunu takdir ve ikrâr noktasında duruyoruz.

*

(Bizim burada asıl vurgulamak istediğimiz, İMPULSLAR; bedene âit, ama ruhî kavramlarla ifâde edilen... İMPULSE: İtici, kuvvet, sevk, tahrik, teşviki şevk, âni his, saik. Çok kısa zamanda tesirini gösteren büyük kuvvet. Kendinden hareketli.)

AĞLAMAK ÜZERİNE

Merkezinde varlığını bâki kılana, kendi varlığına dair aşk ve korku bulunan, şevk, heyecan, sevgi, endişe, gam, keder ve sevinç duygularının “bir yerinde”, bunların ifâdesi olan malûm gözyaşı; ağlamak. Gönlün ifâdesi. Bu genişliğe tercüman olmanın yanında, yapmacık sulanma, riyâ ve zırlamaya kadar, hattâ mesnedsiz görünüşüne şahid olduğumuz bir hâl. Nasıl olursa olsun, hep his ve madde cebhesi beraber. Hissin derinden bir mânâya doğru gittiği yerde, fizikî eşlik olsun olmasın, o, fikirleşen, fikir olmuş, erimiş fikir bir keyfiyettir.


Baran Dergisi 191. Sayı