TEKRAR hakkındaki VELİ sözünü, varın siz yeri geldikçe tekrarlanan RÜYALAR’a KIYAS edin: İnsanın değişmesinde bir sebeb vardır. Her ne zaman onlara anlatmak için sözü tekrarlarsan, hakkında kötü düşünürler ve “sermayesizliğinden sözlerini tekrarlar durur!” derler… Onlara, “bu ancak sizin sermayesizliğinizdendir, yoksa benim sözlerim çok iyidir, ama size anlatmak zordur. Yüz kere de söylesem, her defasında başka bir mânâ anlaşılır ve o asıl mânâ böylece el değmemiş bir mânâ olur!” dedim. (Kuru tekrar ile bereketlenen tekrar arasındaki fark!)

*

LEVHA: 2 Temmuz 2005… Bir câmide, kalabalığın ortasında, ayakta, Mahmud Efendi Hazretleri vaaz veriyor. Ben, babamla (Muammer Şerif) birlikte, oda gibi bir girintide cemaatle birlikteyim. Mahmud Efendi, gördüğüm bir Nasreddin Hoca resmindeki gibi zayıf, gözlerinin etrafı Üstadım’ın gözleri gibi halka şeklinde, çukur, dudakları da hafif çıkık ve belirgin. Yüzü de, tavır ve duruş hâlinde değil de, –ekşi yüzlü demeyeyim!– ciddi. Konuşmadan sonra çıkışa doğru bizim yanımıza geliyor; ona babamı tanıtıyorum. Babam heyecanlı ve hamasî bir tavırla benim için, “onu sizin emrinize bırakıyorum!” veya “o sizin emrinizde!” gibi birşey söylüyor. Mahmud Efendi de bana, “Nisan’da…” diye geçtiğimiz Nisan’da olan bir şey veya Nisan ayı ile ilgili birşeyler söylüyor. Kafasında kavuğu andıran bir sarık, küçük beyaz kavuk gibi, üzerinde de beyaz entari var!

*

AKAD Lûgatı’ndan, NİSANNUM-Nisan. Birinci ay: 297: BERHEMEN-Hakîm. Efsun okuyucu. Füsun; şaşırtıcı, hayret verici ve kendine cezbedici bir güzellik. Her şeyi yerli yerince eden… EL ESİRRE-Taht. Kürsî. Abdülhakîm Koltuğu: 297: MÜBERHEN-Delilli, bürhanlı, isbatlı… ISHAR-Hısımlık, akrabalık. Damad olma. Damat edinme. (Abdülhakîm Arvasî Hazretleri, rahmetli Neslihan Hanım’a “Kızım”, Üstadım’a “Damadım” diye hitab ederlerdi!): 297: REVNÜMA-Zuhur eden, kendini gösteren… PIRLANTA-Foyasız parlak elmas. (Yunanca Adamas’tan, “El-Mas”: Yenilmez, mağlub edilemez… Yenilgileri bile kazançta zafere dönen… Elmas, billûrlaşmış saf karbondan ibaret, çok sert, çok kıymetli parlak taş. Cam kesmeye yarayan ucu elmaslı keski… Elmas tozu: Elmas ve diğer bazı sert ve kıymetli taşları aşındırarak tesviye ve traş etmekte kullanılan ve toz hâlindeki elmas  kırıntıları ile nebati yağların karışmasından meydana gelen madde… Kesmek, delmek: Derinleştirme… Heba: İnce toz. Boş. Beyhude. Ziyan… Fizik ilminde ısı enerjisinin iki yüzü “sıcaklık ve soğukluk”la ilgili, birinciden ikinciye, düzenden bozulmaya durumunu ifâde eden ENTROPİ tâbiri, genel olarak Fen ilimlerinde “her şeyin yıprandığını söyleyen bir kanun” hükmündedir. Bir düzende düzensizlik arttıkça, “entropi-yıpranmışlık” artar…  Madde âleminde herşey, zamanın ileriye doğru hareketinde, yıpranma, çözülme, dağılma, enerjinin azalması şeklinde, hep gerideki hâline âit düzene nisbet, bir düzensizlik ve düşüştür… İşi en baştan ifâde etmek gerekirse, varlığa nisbetle yokluk… Maddenin enerji, enerjinin madde olması; Entropi kanunlarından birisi “Kâinat’taki her şeyin kendini en düşük enerjiye çekmek istemesidir” ki, FENA tâbiri de burdan: Yokluk. Yok olma. Geçici dünya. Geçip gitme. Devamlı olmayan. Bâki’nin zıddı… Entropi’nin maddeden tıbba, teknikten Kâinat’a, çeşitli ilimlerden felsefeye kadar, nimetleri iyi veya kötü, yahud Yaratıcı Var veya Yok meselelerine sirayeti sözkonusu… Bir Kaos ortamı düşünün; bu, sonrasına nisbetle bir “düzen”dir… Ardından gelen düzen, onun düzelmişi ve zıddı olarak, ona nisbetle bir düşüş, bir bozulma; bu misâl de gösteriyor ki, kelimelerin kullanıldığı yere nisbetle mânâ alması dikkate alınmazsa, ortaya saçmasapan lâflar çıkar… Ayet meâli: “Herşey Allah’ın vechine karşı helâk hâlindedir!”… Halık: Yaratıcı. Yoktan var eden. Yoku da yaratan… Halık: Traş eden… Halaka: Traş edenler… Halak: Halkalar. Boş olmuşlar… Halak: Eskimiş ve yıpranmış bez, kumaş. Atles… Burçlara hisselerini veren Kürsî altı Atlas tabakası, Allah’ın yaratma mahallidir; ve hep yeni olan yeniden anlamında, İlâhî İbda’da tekrar yoktur. Unsurları Kâinat unsurlarının lübbü olan İnsan Bedeni’nin “cinni-gizli-sır” tarafı, hakikati Allah’ta gizli “İnsanî Hakikat” sırrının bir sureti olmakla, bâkiliğini de burada bulan… Hayat, dönüşü olmayan harekettir; Kâinatta her şey hareket hâlinde ve son tecritte “hareket ettiren kim”e çatar. Öyleyse, bizim kendi bedenimize âit “yaşama ve ölüm” dediğimiz şey, Hayat’ın iki yüzüdür ve dünya hayatının bitimi, hayatın bitimi demek değildir. Ölüm de, Allah’ın “Mümit” ismi tasarrufunda bir yaratma… Üstadım: “Ölüm, akla yokluk şeklinde hitab eder!”… Akıl, eşya düzeninin suretidir; Yaratma, aklın alabileceği ve çözebileceği bir mesele değil… Allah’tan gelen her şey ruhtur; “insana ruhtan çok az şey bildirilmiş” olmakla, objeleştirilemez olan “yok”un sadece “zihnî”, bir taraftan bilip diğer taraftan bilinmeyenin hâline uygun, “anlar gibi olmak”ta kalınacağı bir bedahet… Bir yaratma mahalli olan Atlas tabakası, hem var eden, hem yok eden… “İlk Akıl, Levh-i Mahfuz, Tabiat, Heba” mertebeleri; sırayla, Allah’ın “Bedi-Güzel yaratıcı, Bais-Elçi gönderen, Bâtın-Kendi sureti üzre insanın bâtını yarattığı, Ahir-Vücudunun sonrası olmayan” isimleri tasarrufunda… Levh-i Mahfuz’un altındaki Tabiat mertebesi, “sıcak ve soğuk” şeklinde Allah’ın iki yaratma âleti… Tâbiat’ın “huy, yaratılış, âlem ve içindekiler” mânâsı, onun maddî ve manevî bütün varlıklarda onlara mahsus bulunuşunu belirtiyor. Burçlar bahsinde, insanı maddî çevre olarak kuşatırken, insan vücuduna tesiri kısmında hisleştiğini, hissin de hem duyu,  hem de duygu ile ilgili oluşunu, daha önceki fasıllarda anlattık… Tabiat: “Kuru sıcak, Kuru soğuk, Nemli sıcak, nemli soğuk”… Heba mertebesi, Allah’ın Ahir ismi tasarrufunda ve Kamer menzillerinden “Deberan-Bozan, çözen” ile ilgili… “Yengeç-Nath-Tırmalayan, Başvuran”;  Allah’ın Mübdî ismi ve ilk Kalem mertebesi ile ilgili bir Kamer menzili… YENGEÇ Burcu, Unsuru Su, tabiatı Soğuk ve Nemli, türü Hareketli, yıldızı Ay, vücutta tesir yeri Göğüs ve Karın, cinsiyeti Dişi-Kabul edici, simyada Çözme safhası… Heba mertebesi: Şekil veren, ama kendi o şekil olmayan. Son gelen Resûller Serdarı, Kul olmakla “Allah’tan sonra ilk ve Hebaî ilk mertebe “Cisim-Sicim”de baş O; “Adem Aleyhisselâm’a henüz ruh üflenmemişken, O’nun Nebi oluşu”… “Kendi nefsini bilen, Rabbini de bilir”; Allah’ın Zahir ismi, ilk Cisim mertebesi ve Kamer menzilleri’nden “Re’su’l Cevza-Kendi iradeleriyle hareket eden ikizler”, İnsan nefsinin iki yüzü… Kâinat’ta maddî ve mânevî bütün varlıklar, İnsan’ın kendini tanıması için nefsi hükmündedir; ve İnsanoğlu’nun ilk ferdinden başlayarak gelmiş ve gelecek bütün İnsanlarının nasiblerinin aslı, Allah Sevgilisi’nin nasibinden dereceleri nisbetinde hissedir!): 297: ENGÜREK-Gözbebeği. “İnsan, Allah katından bakan gözbebeği gibidir; bu yüzden O’na İnsan ve Halife dendi!”… EHRAMEN-Şeytan, iblis. (Veli: “Şeytan, yoldan çıkmışların hocasıdır!”… Hadîs olup olmadığını tam bilmiyorum, ama hayatım boyunca sayısız yaşadığım hakikat: “Siz iyi bir iş işlemeye niyetlendiğiniz ân, onun bozulması için şeytan kendi dostlarına ilhâmda bulunur!”… Boş lâftan iğrenen Napolyon, Akka’da veba illetini gördükten sonra, boş lâfı ve[b]aya benzetirmiş: “Boş lâf bana veba illeti gibi görünür!”… Telegram: Maddî ve mânevî eziyetiyle çağın vebası): 297: ZEFİR-Ateş gürültüsü. Belâ. (Yevmiye: “Allah çektirmediği çilenin nimetini vermez! O çileyi çekebildiğin için o yükü sana veriyor, sevinmelisin!”… Ben hamdediyorum, yönü kıble olmayanlar akibetini düşünsün!)… Bir not: Bolu F-Tipi Cezaevinde Telegram’a alınışım, yukarıda yazılı rüyâdan iki gün sonra, yâni 5 Temmuz 2005’de.

*

Kürtçe, AVREL-Nisan: 307: VAK’A-NÜVİS-Osmanlı devrinde zamanın hâdiselerini kaydeden resmi tarihçi… TEVRİH-Bir hâdisenin veya konuşmanın tarihini yazmak. Vakit bildirmek. (Telegram parantezi: 1 saatlik havalandırma saatim dolunca, hücredeyim. “Bolu’da” ilk günlerde başlayan ve 3-5 ay mütemadiyen, yan havalandırmadan “ıslıkçı” tâbir edilen Telegram ayakçısı, devamlı ceb telefonuyla konuşuyormuş gibi yaparken, Telegram cihazı dikkatimi ona topluyor. Üst kat, bana sırasında Müdür’ün odası, sonra üst katın üstünde benim hücremin havalandırmaya açılışı kapısına göre sol cihette bir hücre varmış orası zannettirilmeye çalışılırken, yine çıplak sesle duyulan su sesi, aleyhimde tehditkâr ve alaycı konuşmalar, ara sıra “uyarıcı” telefon zilleri; üst kat aslında koridor, anlattıklarım da, yan hayale ısmarlanan, yan görüntü gönderme şeklinde, Telegram konuşmalarıyla karışık. Sonra, bir “ipucu” veriyorlar; telefonun yanındaki takvim neymiş… Arada bir, “adam sanki tarihçi, tarih de yazıyor!” lâfları… “Sanki şairmiş, bir de şiir yazıyor!” faslı, ayaktakımı alayları henüz başlamadan önce böyle… Vücuduma telâş, huzursuzluk ve korku verirken, işin sözlü tarafı… Hoş: Ana koridordan, Telegram cihazı ile gönderilen “tabiîlik verme” niyetli konuşmalardan birinde, benim sonradan Orkit ismini koyduğum kişi, –cihazdaki ikinci asıl–, birine “çaresiziz ağabey!” diyor… Benim onların kontrolüne dediklerini yapacak şekilde sokulamamamdan dolayı… Nihayet yumurtluyorlar: “Nikâh tarihini söyle!”… Hey yavrum hey; zihin kontrolüne dikiz!.. Türkiye’nin en büyük çetesi olacak, başı-kıçı belirsiz, benim “pilavcılar çetesi”, yan koridordaki ıslıkçınınsa kendilerine yakıştırmamı istediği isimle “Tinerci Çocuklar Çetesi”nin kültürel çapı da böyle… Benim gocunacak birşeyim yok; ortaya çık da konuş, “anasına tecavüzden yattığını söyleyen” ve HUNHAR şöhreti edinmeye çalışan salak dikizci… Bunları, evimin içinde hâlâ belden aşağı pisliklerine devam eden Telegramcı’nın “izleyişi” altında yazıyor oluşuma dikkat!): 1216= 217: RÜYA-Düş. Uykuda görülen suretler. Hayâl. Yerden biten ot. (İspanyolca, Tele: Kumaş… Gramme: Çim, yeşillik… Telegram’da, “Rem-Derin uyku” sırasında görülen rüyâların, şuur uyanık fakat irade dışı suretler hâlinde kişinin canlı olarak katılıyormuşcasına benzerinin ilka edilebilmesi, Telegram Projelerinden birinde ifşâ olunmuşlardan, bir not!)… Süryani Lûgatı’ndan, CAYNO D’SEMOLO-Sol göz. “Adlî Tıbba ikinci gidişim, 20 Şubat 2013’de… Hikâyesi uzun sürer, kısaca şu: Bir inanıp inanmama meselesi değil, bir bilgi meselesi olan Telegram ifşa edilmedikçe, Hekimler hâliyle “bilmemek zorunda kalma” şartlarından dolayı oraya gelene kafada fizikî bir araz olup olmadığı yolundan, psikolojik tedaviye ihtiyaç olup olmadığına bakacaklar. Ben akıl zafiyetinden bir rapor koparıp da ondan istifade etmek isteyenlerden değilim. Kafam ve psikolojik yapım sağlam; hemen herkes tarafından takdir edildiği gibi. Ben, bana Telegram yapılıp yapılmadığına değil de öbür türlü bakışa set çekmek üzere, hekimimle konuşurken, çok güzel bir soru ile karşılaştım: “Öyle ise niye geldin?”… Öyle ya! Ama ben isteyerek gelmedim gönderildim: “Telegram, Telegram” diye boyuna anlatıyorum, yazıyorum ve onlarla, görenlerin ve duyanların bildiği üzere, lâflarına lâf, pislik konuşmalarına aynen mukabele, gece gündüz açıktan konuşuyorum. Telegram kabul edilmediğine göre, “bir akıl hastası tesbitine uğramak” üzere… Gitmesem, bir taraftan zımnen bunun belgelenmesi olacak, gidersem iş buna bağlanırsa zaten hem Telegramcılar, hem de yardımcılar –ıslıkçılar!– için meydan büsbütün açık, onlar için kaymak!.. Kartal Cezaevi’nde, Mahkeme’ye çıkmamam üzerine cereyan eden 1999-2000 tarihindeki hâdiseleri biliyorsunuz; idam hükmünün peşin peşin alındığını, Çete işlerini, Cezaevi’ne beni vurmak için girildiğini bildiren ifşâ ve itiraflar basında ve Mahkemeler’de çıktı, malûm… 2000’de başlayan ve 2002’ye kadar orada süren Telegram’da, Mahkeme’de vurulacağım tehditleri ve Mahkeme’de Telegram altında “resmî ve gayrı resmî” tiplerle tertiblenen buna uygun mizansenler; bunları teferruatı ile yazmış değilim, tek başına uzun uzun anlatmam gereken; yakınlarımın, Telegramı bilebildikleri kadarıyla bildikleri… Her neyse: Bolu’da 2005’de başlayan hücre işinin başlarında, beni sosyolog olarak ziyarete gelen Akif isimli görevliye, buzdolabı ve semaverden gelen –radyo sesi– ve şarkılar çalışından söz açarak, Telegram’a alınma başlangıcı gibi şeyler olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Tabiî o bunu bilmiyor görünüşü karşısında enayi durumuna düşmemek için, hem Telegramı, hem zihnî durumumun normal oluşunu isbat üzere… Ve lâf arasında, 2000’deki Adlî Tıbb maceramdan dem vurarak… Islıkçılar, kendi aralarında hep “Hastahâne” sözü geçer şeklinde konuşarak dolanır ve Telegram açık açık beni “Hastahâne”ye göndermekle tehdit ettikleri sıralar… Akif, ağzından kaçırdı: “Tabiî, boşuna yorgunluk!”… Onun ıslıkçılardan olduğu şübhem, –çünkü Telegram mizanseni ile uyumlu görünüyordu!–, tersine döner gibi oldu; ama Telegram apaçık olduğunda, onlarla birlikte oluşu kesinleşti… Buna yakın şeyleri, Adlî Tıbba 3 Şubat 2013’de gidişimde de, Hekim’e anlattım… Elindeki dosyanın sağına baktı, soluna baktı; benim ve Avukatlarımın da bilemediği gibi, “niye, kim, hangi niyetle?” soruları açıkta, bunun bile meçhûl oluşuna şaştı… Dönüşümde âlelacele olan işler var; yeri gelince anlatırım… 15 sene süren ve hafiflemiş dozda –şiddetlendirilme tehditleri mahfuz!– hâlen devam eden işkence… Şimdi gelelim “Sol Göz” hikayesine: Adlî Tıbb’ta, beyin tomografisi ve göğüs röntgenim çekilmek üzere, –Telegram cılız tonda!–, gönderildim. Askerler son derece tabiî davranışlarda iken, Telegram hafif dozda tedirginlik veriyor. Kafama tutturulan şeyler, gözlerime de bakılıyor; hemen yakında ekran… Son derece nahif, zarif, ses tonu şefkatli, benim yaşlarımda olduğunu sandığım Hanım Hekim, bana devamlı “sol gözünü aç!” demeye başladı. Ben o gayrette, açık gözlerimi nasıl daha fazla açayım… “Acaba bana söylemiyor mu?”… Askerler arkamda ve onu da göremiyorum… Neticede, benim Telegram marifeti olarak anlattığım fizikî ağrı ve sancılarla ilgili bir şey yok, bitti… Süryanice “Sol Göz”de, “Halkın dili, Hakk’ın dilidir!” hükmünce ele alınmış oluyor… Yesr-Sol. Gençlik. Bolluk. Öldürmek. Fikir. “Üstadım’dan: Diyorlar bana: Kalsın şiir de söz de yerde! / Sen araştır, göklere çıkan merdiven nerde?”: 271: QELB-Arnavutça, “irin” demek. “İfraz olan, kelimeler. Basiret, sezgi, kalb gözü. İz takib eden, köpek”… Göz:1013: Salih Mirzabeyoğlu… Sol Göz: 1284: Ferd-Tek, bir, yekta… Ceffar-Cifir yapan kimse. Hesab eden: 284: Faric-Keder ve tasadan kurtaran… Hüri’-Bit. Zirve: 285: Herkes-Elif’e kalbolan): 1217: KAFA KAĞIDI-Hüviyet. Üstadım’ın son eserinin ismi… Süryanice, HOZİTO D’SEMOLO-Sol göz: 584: MÜTEKADDİM-Sunulan, takdim olunan. (Dünya Çapında Bir Hâdise: 54: MAQBO-Süryanice “delik” demek. Keskin, derinlik)… MÜSTED’A-İstenen, arzu edilen. “Müz tedaisi; müzler şirketi, birbirine sirayetle birliğe döndüren suretler ortaklığı, derin fikirler sistemi”. (Hı harfi, Allah’ın Hakîm ismi, Şekil ve Suret mertebesi, Kamer menzillerinden Nesre ile ilgilidir!): 584: TEDEFFUK-Suyun fışkırması, atılmak, saçmak… Unutmadan: Üstadım’ın KAFA KÂĞIDI, 23 Nisan 1983’de tamamlanmadan yarım bırakıldı… ENGARE: Hikâye, roman, efsane, kıssa. Baştan geçen bir hâdiseyi tekrarlama. Hesab defteri. Utanarak geri geri çekilme. Tamamlanmayan, eksik kalan iş, nakış veya taslak… Süryanice, TAŞCİTONOYO-Tarihî. Masal gibi. (Dünya hâli; “bir varmış bir yokmuş!” hesabı): 1192: MİNZAR-Ayna. Gözlük. Bakışı düzelten… İNFİLÂL-Delinme, delik açılma. Derinleşme: 192: ÜFULE-Vazife, görev. “Yapacak hâle gelme”… MENAKIB-Menkıbeler. Hayat hikâyeleri: 193: MİNKAB-Delecek âlet. Ateş yakmak ve tutuşturmak… AKINCI GÜÇ-1979’da çıkan dergimiz: 193: SAHİFA-Yüzün derisi. (Üstadım, Akıncı Güç’ün ilk sayısındaki yazım hakkında: “Dergi, derlemekten gelir. Bu öyle değil ki, terkibi bir ifâde koyuyor ortaya!”… Deri, vücud sistemini kaplayıp kuşatandır; merkezini çevreden işaretleyen çember misâli… Tez: Hem acele, hem de bir ana eksen etrafında dönüş. Ten rengi… Ten, İngilizce, “On” sayısı… Yakut Lûgatı’ndan, Uon-On: 62: Mehdî.)… Süryanice, TAŞCİTO-Hayat. Tarih. Hikâye. Masal. Mesel. Gölge yer. Fıkra. Anlatış. Nakil: 1120= 121: ELİF-Allah, ve Resûlü’ne işaret eder. (Mâzi, hâl ve istikbâl; olmuş ve olacak ne kadar iş, oluş ve buluş varsa, hepsinin son tecritte kalbedileceği esas, [gaye], usul ve metod hedefi… Unutulmamalı: İYİ, rahat olmak değil, mükemmel olmak demektir ki, o sonsuz… Madde ve mânâda cihad, içiçe bu asılda!)

*

Süryanice, YARKO D’HABOBE-Nisan: 253: DARBUM-Eskişehir’in Bizanslılar dönemindeki ismi… GIRBAN-Kargalar. Kuzgunlar. (Karga, ululuk rengi siyah kasdıyla, ululukla vasıflandırılmıştır… Keraker-Kuzgun. Karga: 441: Mirar-Kerreler, defalar. İd… İd-Kerre. Kurban Bayramı: 15: Bd-İbda… Salih Mirzabeyoğlu: 1441: Kısakürek… Teslis-Üçleme: 1440= 441: Mükâşif-Keşifte bulunan): 253: ARBACO-Süryanice, “Dörtyüz”. (Taht-Kürsî: 400: Te harfinin ebcedi. Bu harf, Allah’ın Kaabid ismi, Esir mertebesi ve Kamer menzillerinden Kalb’e işaret eder… Taht + Seyyid Abdülhakîm Arvasî: 1966: Salih İzzet Mirzabeyoğlu + Mehdî Necib Fazıl Kısakürek… Yolumuz, Halimiz, Çaremiz + Ta’yid. “Bayram etme”: 1966: Eskişehir’de, Üstadım’dan dinlediğim ilk konferansın tarihi.)

*

Sümer Lûgatı’ndan, BAR-Nisan: 203: EBR-Bulut. “Taha”… EBER-Akreb sokması: 203: EBERR-Çok faziletli, çok şerefli… SULTAN AHMED: 2203: MİRZA MAHZUMOĞULLARI… 23 NİSAN-Kafa Kağıdım’ın bağlandığı gün: 194: KASD-Bir işi bile bile yapma. Niyet. Tasavvur. İstikamet. Yolu doğru olmak… Süryanice, HAŞOBTO ELAKTRONOYTO-Bilgisayar. (Üstadım’ın bana ithaf ettiği Noktalamalar’dan, Bilgisayar: “Yüzelli sene var ki, bozuk bütün ayarlar / Yanlışları sayıyor, şimdi bilgisayarlar!”… Eski yanlışlar: Bilinerek nefyedilmesi gerekenler!): 1923: CEM-İ EZDAD-Birbirlerine zıd olan şeylerin bir arada bulunması… UFUK İLE HAFİYE-Tilki Günlüğü isimli 6 ciltlik eserimin alt başlığı: 923: İKTİSA-Biriktirme, toplama, yığma. “Tasarruf”… SALİH Mirzabeyoğlu Hükümdardır. (Tilki Günlüğü’nde, altında Üstadım’ın ismi bulunan bir yazı, rüya. Aynı zamanda 31 Temmuz gününün başlığı): 924: VAZİH(A)-Meydanda, apaçık.

*

NİSAN-Dördüncü ay: 176: EFLATUN-Sokrat’ı kendisinden öğrendiğimiz, fikirlerini işleyen ve geliştiren Yunan filozofu Platon. (Kendimi, Yevmiyeler ışığında Sokrat’a nisbetle Eflatun diye vasıflandırışım malûm… Bizim tarihimizde Eflâtun’a, Eflâtun-u İlâhî denildiği de!)… MİKVEL-Dil, lisân: 176: MUS’İ-Zengin. Muktedir. Sabit yıldızlar, sabit ölçü ve ölçülendirmeler mertebesi. Ferahlık veren. Genişlendiren. “Suret ve Şekil. Müzler, derin fikirler”… HİLKAM-Aslan. Havan. Sindirilir hâle koyan: 176: MUAYENE-Zahir ve âşikâre olmak, görünmek. Gözden geçirme, muayene etme. “Her hafta!”… ÜSTADIM’dan son şiiri ZEHİR’in ilk dörtlüğü: “Çocukken haftalar bana asırdı / Derken saat oldu, derken saniye / İlk düşünce, beni yokluk ısırdı / Sonum yokluk olsa, bu varlık niye?”… ÇİL-Kırk. Çok. (Süryanice, Arbcin-Kırk: 266: Muanaka-Birbirinin boynuna sarılan, kucaklaşan… Arvasi: 278: Arbcinoyo-Süryanice, “Kırkıncı” demek… Büyük Doğu’nun 40. senesi 1983: Seyyid Abdülhakîm Arvasi + Necib Fazıl Kısakürek… Aynı ebcedle: İzzet Erdiş): 33: BAGAL-Koltuk. (Abdülhakîm Koltuğu”… Kameri Ayların yaklaşık 33 senede devrini tamamlayarak aynı mevsim ayına gelmesi ve bir ayda 4 hafta bulunmasına nazaran HAFTA sayısı: 1584: MÜTEKADDİM-Takdim olunan, sunulan… Süryanice, ŞOBUCO-Hafta: 353: NAŞİB-Ok sahibi. İçine girip yapışan nesne. Hafız, hıfzeden, insana “haddi”ni bildiren. (Yevmiye: “Sen artık içime girmişsin, derinliğine, kanıma!”… İçine girip yapışan: Isıran)… ÇEŞN-Bayram: 353: KURBAN-Allah’ın rızasını kazanmaya sebeb olan şey. Bir maksad uğruna feda olma… BAYRAM: 254: MÜRİD-Gölgelik… SAAT-Muayyen vakit: 531: İSTİTAN-Vatan edinme… Süryanice, ŞOCOT-Saat: 715: HALİFE-Gebe deve… TAGŞİYE-Bürünmek, kendinden geçirilmek: 1715: RİŞDAR-Sakallı… HALİFE-Çadır direği: 716: HÜKÜMDAR… Süryanice, RFOFO-Saniye: 372: ASFAR-Kust otu. Sıfırlar. Zirveler… BERKÎ-Yedinci kat gök. (Çile şiirinden: Yalvardım, gösterin bilmeceme yol / Ey yedinci kat gök, esrarını aç / Annemin duası düş de perde ol / Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç!)… PİŞİN-Peşin, önce, evvel. Önden verilen: 372: RAHLAMAK-Ata taht ve eğer takımı takmak. (Rikab: Özengi. Büyük bir kimsenin huzuru, makamı… Arz: Bir büyüğe bir şeyi hürmetle vermek. TAKDİM. Bir şeyin âniden meydana gelmesi… Abdülhakîm Koltuğu ile birlikte düşün!)… Süryanice-TROFO D’ŞOCTO-Saniye: 1411: ŞİNAS-Tanıyan, bilen, anlayan… SANİYE-Dakikanın altmışta biri: 516: ERDİŞ… SANİYE-Su taşıyan deve. Su yükledikleri ve su çektikleri deve: 126: SALİH… ASALE-Zehiri çok kuvvetli ve korkunç yılan: 126: HİNDUVANÎ-Hindli kılıç. (Hindu: 65: Necib… Fely: Keskin kılıç. Şiirin ince mânâlarını çıkarmak. Bit toplamak)… Bir ayda 4 hafta… Birinci hafta, Kamer menzillerinden “Seretan-Yengeç, Nath-Tos vuran-Başvuran” ile başlar; mertebesi İlk Kalem, Allah’ın isimlerinden Mübdi’, harf Hemze… İkinci hafta, Kamer menzillerinden “Nesre” ile başlar; mertebesi Kürsî, Allah’ın isimlerinden Şekür, harf Kef… Üçüncü hafta, Kamer menzillerinden “Gafr-Tövbe, istigfar”; mertebesi 5. Sema, Allah’ın isimlerinden Musavvir, harf Re… Dördüncü hafta, Kamer menzillerinden “Sa’du’z Zabih-Kurban, kurban kesen” ile başlar; mertebesi “Madenler-Kan”, Allah’ın isimlerinden Aziz, harf Zı… Bir haftada, “İnsanî Hakikatin Gayb Perdeleri”nden 7 günün nasibini hatırla; ve İlâhî İBDA’da kopya mânâsında bir tekrar olmadığını, meselâ Pazartesi gününden kıyas, hiçbir Pazartesinin aynı olmadığını, buradan saatlere, saniyelere, git gidebildiğin kadar, düşün; aklın cüceliğini ve hisse döndükçe, Allah’ın azameti karşısında FANİ olanları!.. Yevmiye: “Anlamak yok çocuğum, anlar gibi olmak var / Akıl için son tavır, saçlarını yolmak var!”


Baran Dergisi 414. Sayı