MATLA’ Beyit: Hatt-ı sebz olmuş bedîd ol gerden-i kâfurdan / Ey aceb çıkmak zümürrüd ma’den-i billûrdan —(Nedîm)… “Hatt-ı sebz olmuş, yeşillenmiş sahra, o kafûr kokulu başdöndüren gerdandan — Ey hayret uyandıran zümrüd, acaba billur madeninden mi çıkar?”… Maden-i billur: Billur keyfiyet.

*

Billur, bir şeyin öze doğru kristalleşmesi, parlaklığı, kıymetlisi; Nedim, billur madeninden –mecazî olarak hayat tab’ı su– diye vasıflandırdığı YEŞİL Zümrüt’e işaretle… ZÜMÜRRÜD-Çok yeşil, koyu ve parlak yeşil olan renk. Çok kıymetli bir taş. (Fiziğin kimya ile içiçe ilgisi bakımından: Alüminyum, berilyum silikati olan yeşil renkte çok değerli taş… Taş: Dış. “Zahir. Şehr”… Reng: Bulanık su… İngilizce, fen: Bataklık. Çayır. “Yeşillik”… İngilizce, Fence: Parmaklık. Çit. Kılıcı ustaca kullanmak, batırmak… Fen: Hüner. Marifet. Sanat. Tecrübe. İlim. Nev, sınıf, çeşit, tabaka. Türlü, çeşitli. Fizik, kimya, matematik, biyoloji, matematik ilimlerinin umumi adı. Borçluya zaman tanımak… Fen: Malın çok olması. “Çok meyletmek, arzulamak”. Bir kimsenin iyiliğini ve ihsanını söyleyip medhetmek… Allah Sevgilisi’nin “gaybın da gaybı” makamındaki “yeşil lâtife”nin kuşatıcılığı, bütün renkler içinde olmak üzere, “Allah bir şeyin olmasını dileyince o şeye OL der ve o şey de OLUR!” hakikati, KÜN ve KÜNA, ilk ve son O olarak meydana çıktı… KÜNA: Çit. Bir bahçeyi kuşatan çit, parmaklık… HİYAT, “çit” demek; ve yeşil, İslâm’ın rengi… Nedim’in “billur madeni zümrüt” diye vasıflandırdığı renk, “İnsanî hakikatin perdeleri”nden gelen bir latife renk tab’ıdır; madde enerjisi plânında, vesile yolu ne olursa olsun): 251: EREN-Veli. (İnsanî Hakikat’in Perdeleri’nde görünen hakikatler, herbirinde hepsinden olmak üzere, topluluğunu “Hakikat-i Ferdiyye” kendisinde tecelli eden Allah Sevgilisi’nde bulur. Sonra Peygamberler, sahabîler, seçkin ve veliler, giderek… Dikkat: Yeşillik tâbirinde, bütün nebat cinsi, maden ve hayvan “arasında” olarak mevcut)… USMAN-Zeytin ağacı. “Selit, zeytinyağı’nın ismidir, Sultan lâfzı ondan gelir. Zeytin, Cennet meyvesi olarak medhedilmiştir”: 251: BEHRAMEC-Her renkte olan leylâk çiçeği… TERHİM-Atmak. Kolaylaştırmak, asan etmek. Yumuşak ve ince etmek. (Romence, İradia: Atmak, saçmak, çevresine yaymak… Meni’: Okumak. Takdir etmek. Atmak. “İkra; oku” diye emretmek. Kiraya vermek”… Jet: Fışkırma, fışkırık… Jet: Levha. Çerçeve. Kürek): 251: FESAKİ-Fıskiyeler… MUHEYH-Beyincik. (Birbirinde gizli içiçe ikili sistemler hâlinde, beyin, beyincik, omurilik, sağ ve sol kol ve bacaklara dağılan damarlar; beyin, bir sinir sistemi ilişkisinde ağ, sonra omurilikin merkezi durumunda onu kendine bağlayan beyincik sistemi, sinir sisteminin omurga içindeki kanal boyunca uzanan, boz ve ak maddeden meydana gelmiş uzantısı “murdar ilik” de denen omurilik, liflerden meydana gelen ve her organın hareketini sağlayan kaslar, –adaleler–, kas liflerini oluşturan dokular ve dokulara hayat veren kan!): 1212: RİYA-İki yüzlü… DÜBARE-İki kat, kat kat, katmerli. (İnsanî Hakikat’in perdelerinde “Dubare-Çarşamba” günü, kendisinde “maddî ve manevî hilâfet” hikmeti tecelli eden Davud Aleyhisselâm’la ilgilidir; “Vücudî” hikmet, ruh gaybı… Bu mertebenin lâtifesi, “sarı”dır; sarı, hastalık rengidir, oysa Davud Aleyhisselâm, zâhiri vücudun hikmetinin kendisinde tecelli ettiği bir tam. Hikmet: “İnsan, hasta bir hayvandır!” dediklerinin sebebi, “her şeyin zıddıyla var olması” bakımından, kök kelime “hasten-istenen”, vücudun ruh yönünden bir ihtiyacı bulunduğunu, bu ihtiyacın da ruh tarafından onu istenen kıldığını… Bu çerçevede hastalığın karşılığı olan sıhhat, onu kullanan ruhta; aslolan ruhtur… Nefsimizin, beden ve ruh arasında bir “kabul eden” olduğunu biliyoruz; iki yönlü bir açlıktan doğan. Bu hususa dikkat, nefsimizde iki yönlü tesirin karşılaşmasıdır da; hasta tarafımızın nereden geldiğini gösterendir de. “Aslolan ruh” davası, son tecridte varlığımızın neye dayandığını belirten bir ifâdededir; hastalık lâfzıyla anlatılanlar arasındaki farka dikkat… Ayrıca “açlığın-boşluk”un, doymak isteyen sıhhat belirtisi oluşuna… Burada “irfan-kültür” bahsine âit bir hikmete de kayabiliyoruz: İrfan, bilgi sahibi olmak değil, “bilmeyi, bilebilmeyi biliciliktir”; Üstadım’ın bir benzetmesiyle, “hiç kimse kilerindeki yiyecek malzemelerini göstererek, ne kadar kan’ı bulunduğunu iddia edemez!”… İrfan, hiçbir zerresi baki kalmamak üzere eriyen maddelerin vücutta gıdaya tahvili gibi, bünyeleşendir… Anlaşılıyor ki İRFAN, yedikçe açlığı artan bir keyfiyet; makbullüğü bu hâli muhafaza ettiği müddetçe!): 213: DERRACE-Bisiklet. (Bildiğim kadarıyla bisiklet, “iki teker” mânâsında İtalyanca bir kelime… “Be”nin ebced değeri 2, siklet de “ağırlık” demek; iki ağırlık yüklenen - tekerler… İstikamet üzere “paralel dönüş” görünürken, birbirine değen edildiğinde birbirini kilitleyen; sistemler nazarıyla bir mecaz da olabilir… Sanıyorum Romence bisiklet kelimesi, “velocity”; city, malûm, İngilizce’de “şehir” demek. Türkçe’de de şehir, “zâhir olmak”… Vely: Yaz yağmuru… Vely: Veli. Velî’ye yakın olmak, onun yakını olmak. Veli, akreb… Vely: Lâkin, amma… Allah’ın Zât Âlemi’ne nisbetle “Emr Âlemi-Berzah”, O’nun tecelli mekânıdır; “lâkin, amma”, O’nun isim ve sıfatlarının buradaki zuhur sıkıntısından da, “Berzah’ın tecellisi için şart”, Halk Âlemi, kâinat, tabiat, yaratıklarıyla… İki teker, iki nokta; nefsimizde “muvazene bekleyen” ruh ve beden cenahları ve tecelli eden de Allah’ın VAHDANİYET’İ!)… VELOCİTY-Hız. Sür’at: FELYCİTY-Şiir idrakinin zuhuru. “Zirve şuuru”.

*

HATT-I Sebz-“Yeşil hat, hayat”: 675: TELEGRAM. “Lif, tel… Grammo: Radio, ışın. Yapışkan, sırnaşık”… SEBZİN-Rengi yeşil, yeşil renkli: 129: SALİH… NUHA’-Boyun kemiği içindeki murdar ilik. (Ahder: Yeşillik… Ahda’: Vavî, gönül, tilki, hileci… Murdar lâfzı, dinen yenmesi yasak olan hakkında, canlılar veya kısımları için kullanılır ve “mürde-murd”, yâni ölü kelimesinden gelmedir; demek ki bir yönüyle akıl üstü lâtifliği işaret ediyor, diğer yönüyle “cansız beden”i. Mânevî hayat bulma, şuur ve idrakinde de, bir benzetme aracı… Fuzulî bir beytinde: “Aks-i ruhsarım ile oldu müzeyyen mir’at / Beden-i mürdeye feyz-i nazarım verdi hayat”… Yâni: Çehremin nurunun aksetmesi ile süslendi ayna — Ölü bedene feyz idrakim verdi hayat… Demek ki, Üstadım’ın ifâdesiyle, “insan kafasını fare kafasından ayıran biricik haslet, düşünce, tefekkür”dür; bedenin haysiyeti, bu vasıftaki kafadan gelir, yoksa o bir leştir - mânâda… Birbirine irtibatta –eklem– bütünleşen omurların teşkil ettiği OMURGA, boyun kemiğini meydana getiren omurlardan leğen kemiği’nin “kuyruk sokumu” denen bölgesine kadar, mahiyetini belirttiğimiz nitelikte bir hayat kuvvesi’nin bütün vücuda yayılan bir hayat kuvvetini barındırır. Kuyruk sokumunda “us’us” da denen “fatiha-i hilkat”; beden hilkatinin başlangıcı. Gaybında Gayb’ından gelen bir nurun tab’ı hâlinde, yeşil rengin macerası böyle. TELEGRAM ile HATT-I Sebz’in ebced tevafuku, bir zıddıyeti gösteriyor; bu zıddiyet içinde aynı ebcedle SALİH İzzet Erdiş - Hayatıyla, ona kastedeni arasında. İşin tıbbî ciheti erbabının, diyelim bu da bildik vücud hasta edicilerinden, o da içinde olarak zihin kontrolu ve yönlendirmenin “eserde müessiri idrak” yönü, bildiğiniz gibi aslî davamız olarak devamda… Muhterik-Ateşte yanmış olan. Yanan: 748: Teşahhum-Yağlanma, semirme. “Bakırköy Mazhar Osman Rehabilite Merkezi’ndeki genel sağlık durumumda, Psikiyatrım spor yapmam gerektiğini beyanla, anladığım kadarı, kaslarıma dönüşmeyen bir yağlanma olduğunu söyledi. Spor, Telegram altında nasıl?”… Yevmiyem de devamda… Haşmet: 748: Cezme-Kamçı. “Birden dokuza kadar sayılar. Ehadid”… NEDİM’in Matla Beyti’nin ilk mısraı: 1747= 748: Mukterih-Bir şeyi araştıran. Yeniden ortaya çıkaran… Kâfûr: Çeşitli renklerde, hekimlikte kullanılan kokulu bir madde… Gerden-i kâfur: Hayatı döndüren madde, tâ yaratılıştan “beri”… Madde ve mânâda hekîmlerinin, hakîmlerinin bildiği!): 129: ISLAH.

*

MATLA’ Beyt’in İkinci Mısraı: 1046: İLÂHÎ… LİV-Güneş. Şems: 46: MAH-Ay, kamer. Senenin 12’de biri… HIBALE-Kemend: 46: ÇELİPA-Eğri ve kıvrık çizgi. Dönen. Aslına döndürülen… ULA-Birinci, ilk, evvel: 46: HATİME-Son söz. Son. Nihayet… DİMAĞ-Beyin: 46: DİMA’-Kanlar. Lübb. Öz. “Su”. (Hatırlayınız: “Tefekkür, beynin iliğidir!”… Maddeyi var eden düşünce… Ab-gine: Billur. Ayna. Kılıç. Taksim eden. Ayırd eden. Fely. Gözyaşı. “Cesedte nur tab’ı, bozulmuş sarı su; yâni lâşeden akan”… Malûm, sarı sıfatı hastalık rengi olarak bedene âit bu vasfı gösteren; yeşilliğin sararması istidadı… Nedim, hatt-ı sebz’in, nefsin, billur madenînden çıkan zümrütten mi olduğunu sorarken, bir arama ve keşifte… Huliyy-Zümrüt. Altun. Gümüş. Elmas. “Bâtın ve zâhir. Güzel koku”: 48= 1047: Agma-Kayan yıldız. “Kur’ân’da Allah Sevgilisi kasdıyla geçer!”… Zeyl-Ayırma, tefrik: 48: Mühic-Nefsler, canlar.)… Geçen sayılarda, bence pek uygun düşen tevafuklar hâlinde, ZI harfinin ebced değeri 800 olarak gösterilmişti; birkaç yerde böyle oldu ve öyle de kalacak - tefe’ül niyetine… ZI Harfinin ebced değeri. (Allah’ın EL-AZÎZ ismine işaret eden ve mertebesi madenler, keyfiyetler olan harftir!): 900: FEYZÎ-Feyze mensub. Bolluk ve berekete âit… MÜSTEKŞİF-Keşfetmeye çalışan: 900: MUSAHHAR-Teshir edilmiş. Fethedilmiş. İstenilen hâle konmuş… KAZZ-Büyük taş. Toprakla alâkalı. Topluluk, cemaat. “Silâm: Kaya. Su. Hamd… Kazz: Makas. Ayırdeden. Furkan”: 900: HARK-Yarma. Yırtma. Su akacak yer. “Harîk-Ateş, yangın: 308: Arvasî”… AZER-Ateş: 901: GİRİFTAR-Tutulmuş. Yakalanmış… TAKARRÜR-Kararı verilmek, kararlaşmak: 901: ADL-Men’ etmek. Mani olmak. “Ölçünün çizdiği… FURKAN Suresi’nin 53. âyetinde geçen LAYABGIYAN sırrı, bulamamacasına arama hakikati. Ebed.”

*

MATLA’ Beyt’in toplam ebcedi: 2793: HAZEFE-Hicaz vilâyetinde olur bir cins siyah koyun. (Ganem-Koyun. Mutî. “Allah’a en itaatli ve mahlûka en şefkatli mânâsında Müslümanın övülen yumuşaklık vasfı. Bu yumuşaklık, Hakk’ın rızası doğrultusundadır ve yeri gelir, merhametin kaynağının da aslı İslâm’da vicdanın cesaretine bağlı olduğu görülür”. Ganimet alan: 1090: Malik-Allah’ın 99 güzel isminden ve Allah Sevgilisi’nin isimlerinden birisidir, “Mülk sahibi” mânâsındadır. Topyekün varlığa şamil olarak “şahid-şehid”lik, bu vasıftaki kula mahsus. “Rıfk, yumuşaklık, vakar ve sükün”, hikmet olarak HUD Aleyhisselâm’da tecelli eden… Hud: 15: BD-İBDA)… HUZAFE-Bez kırpıntıları. “Mânânın nefsten kopardığı, onda olanlar”: 793: MÜMAZEHA-Yapışmak. Cima. (Taha: Bulut… Taha: Cima… Süryanice’de Cim’in Mim oluşu, bana Üstadım’ın ismindeki Cim’ hakkında gelen bir mânâdır. Mim harfinin Da’va cetvelinde sayı değeri 90’dır ve Allah’ın “Malik” ismine işaret eder)… İSTİSRA’-Süratlendirme, çabuklaştırma. (Eskiden “bisiklet”e velesbit denmesi hatırda… Velocity-Hız. Sür’at: 466: Üstad… Feylcity: Fikir adamı, fikrin zuhuru): 792: MÜNBESİR-Yüksek. Mürtefi. “Zirve. Nokta. Sıfır. Boş. Bit”.

MİRÂ HAT (HAYRETE DÜŞÜREN HAT)

MATLA’ Beyit: Hayrette koydu hâtır-ı uşşâk-ı zülf ü hat / Gösterdi kâr-ı ef’i-i tiryak-ı zülf ü hat —(Nedim)… Hayrette bıraktı aşıkların hatırını zülf ü hat — Onun zülf ü hattının panzehir olan “yılan-gözbebeği”nin kârı, işi… Engerek: Zehirli bir yılan… Engürek: Gözbebeği… Ef’a: Engerek.

*

UŞŞAK-I Zülf ü Hat. (Zülf ü hattının aşıklarına; sır yumağından çıkıp ona dönüşe kıvrılmış yılanvarî zülf hattının aşıklarına): 732: TİRYAKI Zülf ü Hat. (Zülf ü hattın panzehiri; aşıkın bu vasfıyla kabul ettiği manevî gıdadan zehirlenmesi - ölçüsüz taşkınlığına karşı, her şeyi yerli yerince eden ve şifâ veren panzehiri)… ABDÜLHAKÎM Koltuğu. (Merkezden muhite ve muhitten merkeze kuşatan; aşıkın “kabul edici-dişi” nefsinde tecelli eden, varlığın hakikatiyle sıfatlanmış ve herşeyi yerli yerince kılan HAKÎM Kul, başta Allah Sevgilisi, sonra velî ve bağlanılan, makam ve mertebesi): 732: AHLÂK. (İçyüz ve dış yüzüyle. Bâtın ve zâhiriyle)… MÜTERABBIS-Bekleyen: 732: MÜTESABBIR-Sabreden. (Hakikatini bekleyen, dayanan)… MABSARAT-Bedihî ve zâhir olan hususlar: 732: MEHDÎ Salih İzzet Erdiş.

*

MİRA-Romence, “hayrete düşüren” demek: 241: MER’A-Aynalar… ME-RA-Beni. Benim. Bana: 241: MAR-Yılan… MARR-Geçen, geçmiş, yürüyen: 241: MİSKAM-Hastalıklı, illetli. (Ezelden muhtaç)… MÜRG-Merg. Kuş. Can: 1240= 241: GAMR-Derinlik, suyun derinliği. Büyük deniz. Uzun ve geniş libas. Gaflet. (İlim, sıfat; “bildiğim birşey varsa, hiçbir şey bilmediğimdir!” idrakin aczini idrak buudunda, “ben, benim, bana”nın gayb oluşunca doğan hayret-gaflet!)… KÜRK-Kızıl, kırmızı. Sır: 241: KÜREYVE-Küçük delik. (Abdülhakîm Koltuğu’nun ortasındaki yuvarlak boşluğu hatırlayınız… Mahzum-Her delinmiş nesne. Sığır ve devenin burnunun ucundaki halka ki, onunla tasarruf edilir; mecazî mânâda müceddit, yenilik getiren, tazelendiren. Halid bin Velid Hazretleri’nin mensub olduğu kabilenin ismidir. Allah’ın yarattığı kul, insan, bu mânâda aslına benzememek bakımından muallaktadır; idrak, “burnundan halkalı köle” misâl, o halkayla idrakı muallaklıktan çıkmış ve Allah’a bağlanmışlığı temsilde. Hakikatin hakikatinde fânî oldukça, “Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmaya” dair gerçek hürriyet: 101: Gusto)… RÜYA’da gelen mânâyı hatırlayınız: “240 defa Bismillâh çekiyorum ve böyle uyanıyorum!”: 240: MEN’AF-Dağın sivri tepesi… MER-Elli sayısı. (Nun harfinin ebcedi ve varlık’a işaret eder): 240: MİFSAL-Dil, lisân. Kâinat.

*

HER şeyi yerli yerince etme cümlesinden olarak… TEZKERE-Yazılı pusula. Bir iş için verilen hususî yazı. (Kaptan Kusto Müslüman-Dünya Çapında Bir Hâdise): 1325: HERNA’-Ufak bit. “Zirve”… KASKASE-Yol göstermek. (Kaskase: Çok karanlık gece. Asâ, baston): 325: KÜŞAD-Açma. Fethetme… BİCİŞK-Hakîm: 325: BİCİŞK-Hekim… TEZ-KERE-Tez kerreler, çabuk kerreler. Çabuk çabuk: 325: MUAYERE-Ayarlama… NAUR-Kanı durmayan damar. Döndükçe gıcırdayan dolab. (Yunus Emre’den: “Benim adım dertli dolap — Suyum akar yalab yalab — Böyle emreylemiş Çalab — Derdim vardır inilerim!”… Çalab: Yaradan… Nehir: Ruh… Dolab: Beden ve ruh kabiliyeti ile nefs… Zaman ruha izâfe edilir; bu mânâda, içimizde akıyor zaman): 325: EVZAYİŞ-Çoğalış, artış.

*

MARE-Romence “deniz” demek. (Dery: Bilmek… Derya: Deniz… Müridd: Çok arzu. Deniz): 245: DEMRAĞ-Çok kırmızı olan. (Fransızca, Fer: Demir… Fer: Işık, parlaklık. Zinet. “Harfler sahibi. İrfan”. Fazl ve vakar. İktidar, kuvvet… Fer’: Bir aslın neticesi. İkinci derecede olan. Bir cemaatin şerefli ve daha meşhuru –zâhiri– olan. Hazır ve muhafaza altında olan. İki çekişen arasına girip ıslah etmek… Fer’: Geri çekilme, dönüş. Firar. “Hürriyet”… Fer’a: Bit. Yüksek yer. Zirve)… DAMAR-Kanın dolaştığı yol. (Damir: Kalb. Niyet… Demar: Mahv. Ölüm. “Aklı aşan”… Dem: Kan… Dem: Nefes. Ağız. Nazar. An, vakit, saat, emek. Koku. Gurur. Ali, yüksek… Dem’: Gözyaşı. Sürur veya keder sebebiyle gelen gözyaşı… Dalak: Eski Türkçe’de “talak”. Karın boşluğunun sol üst kısmında, kaburgaların hemen altında, midenin sol arka tarafında bulunan, kan dolaşımını düzenleyen ve kan yapan, çok damarlı, koyu kırmızı renkte yassı organ. Kara sevda, “suad-kust”, merkezi sayılırdı; kara sevda ve neş’enin… Dem’a: Bir damla gözyaşı… Dema’: Kanlar… Dimağ: Beyin. Kafanın içi… Deman: Heyecanlı. Hiddetli. Vakit, ân, zaman. Feryat, figan. Heybetli, güçlü, kuvvetli, azametli. Kükremiş. “Hadîd, dağ eteği, anlayış, demir”… Deman: Ters, terslik. Zıdlık… Denme: Fırın ve ocak bacası. “Dimne, tilki, vavî, gönül, dişi nefs, kabul edici, kabil olan, tezkiye, takva”… Kalb: Vücudun kan dolaşım merkezi. Yürek. Gönül. Her şeyin ortasında bulunan. Bir hâlden diğer hâle çevirme. Bir şeyi geri döndürmek. Bir şeyin içini dışına ve dışını içine çevirmek. Aks ve tahvil… Ruhun bedenle birleşmesinden görünen nefs, Berzah Âlemi ile Halk Âlemi unsurlarından mürekkeb onun zıddı beden arasında, kabul edici ve kabil vasfıyla her iki yönden aldıklarını, bunu ona ve onu buna tahvil edici idrakı çerçevesinde kendini belirler… Berzah Âlemi’nin tab’ı hâlinde, ona misâl olacak herşey Halk âleminden bedende; bedende her unsurun, varlık parçasının sureti, kıymeti ne ise öylece, Berzah’a bitişik… İdrak, zann’dır; zann değişimi boyunca suret… “Şekk derin” denilen “derin zann”, kimi hangi bilgi seviyesinde yakalar ayrı dava, “imân” bahsidir. Bunun böylece tesbiti, eserde müessiri görme idrakının, kimi vicdanda zaruri, kimi vicdanda zaruri olmayışına da açıklık getirir. Yâni imân mevzuu bunu vicdana havale ederken, anlamadığı mevzuya sırt çevirme kolaycılığına da karşıdır. “Zann-idrak” keyfiyetinin tecelli ettiği her şeyde, onun imân davasına ilişik olduğunu bilmek esas; yukarıda görüldüğü üzere, hangi vücud elemanı ele alınsa, o kendini merkez olarak tebliğ ediyor… Fizik, tıb ve kimya; her varılanda gölge gibi üste çıkan metafizik taraf, bizim usulümüzce daha dikkat çekici olarak ortada… Bunlar ve ilgili mevzularında, her varlığın kendi yokunu isbatı misâl, o yok mevkiindeki madde dünyasına nüfuz eden birlik, onun “hakikatin hakikati”ni gösteren olarak, ona âit kıymetleri de kendine tâbi gösterendir. Demek ki, kıymetleri tâyin eden o… O ise, Hakikat-i Ferdiyye’yi temsil eden Allah Sevgilisi’nde, yâni İslâm’dadır. Bunu söylediğimiz ânda, Mutlak Fikr’in gerekliliğini idraktan doğan mücerret bir Mutlak Fikir’den Hegelvârî bahsetmek yerine, “Allah ve Resûlü’nün Kelâmı” diye onun bizce ne olduğunu da söylemiş oluyoruz; ve Mutlak Fikrin Gerekliliği, ondan ve ona nisbetle eşya ve hâdiseyi süzmenin usulünü ve metodunu gösteriyor. Umumî “İslâma muhatab anlayış” ifâdesinin metodu ki, ismi BÜYÜK DOĞU-İBDA’dır!): 245: MERA-Boş yer. “Heba”… ÇEMBER-Kuşatan. Merkeze bağlı nüfuz eden: 245: REMAD-Kül. Gül. Gözü ağrıyan adam. (Remd: Göz hastalığı. Helak olmak. “Fani olmak”. Mahv olmak… Demar: Mahv. Ölüm. Akla yokluk şeklinde hitab eden, akılın ermediği… Hizane: Hazinenin saklandığı yer. Kalb, gönül. “Mahda’”… Hazen: Yalazlanma. Gizlemek. Toplamak, cem etmek… Hazan: Sonbahar. “Hüzün”… Hazen: Keder, tasa, gam. “Dünyanın neşesi gitti kedureti kaldı!”. Mavi. Abî. Suda doğan ve yaşayan. “Su, hayat, ilim”… Romence, sing: Kan… İngilizce, sing: Şarkı. Ahenk… Kan unsurunda görünen unsurüstü mânâ, bedenin içyüzü “cinn”e yapışıklığına da delil!)


Baran Dergisi 306. Sayı