LEVHA: 19 Ağustos 1989… İrkiliyorum, ürküyorum, korkuyorum; kardeşimin –Salih Mirzabeyoğlu– saçları kirpi gibi dikilmiş ve bembeyaz… Kafasının ortasında da bir DELİK var; ve orada anafor yapan su! — (Nalân Said)

*

HİS, beş duyu verisinden, aklı aşana, bir sıfat; NEFS… Madde ve Ruh cihetleri ile, görünür âlemden gelenleri ve kendine mahsusları ele alan AKIL, bunun yanında ihsaslardan duyu organlarına birşey gitmeden onların hissedici olamayacakları bakımından onun aklı aşanla mutlak teması açısından da HÜKMÜN köklerinin AKLI aşanda - RUH’ta olması; biri BEYİN, diğeri KALB organı ile ilgili… MEVLÂNA Celâleddin-i Rumî’nin CAN’ı, suya düşmüş ışığın kepçeyle tutulamaz oluşuna benzetmesi gibi, düşünce ve ruh hakkında merkez organlar belirtilse bile, düşünce ve ruh vücudun her yerindedir… Bir VAR olan YOKLUK, nasıl kendini her varın zarurî bir zıddı varlık olarak “aklın kabul ettiği”, ama hiçbir nesne ölçüsüyle gösterilemez-objeleştirilemez kalıyorsa, düşünce ve ruh gibi mücerretler de öyle; bu yüzden, “hâdiseye yanaşan insan şuuru” bahsini de ihtiva etmek üzere, “beyni arayan ilim adamı, aslında kendi benini arıyor!” denmiştir… İster “dil olmadan düşünce olmazdı!” diye bak, ister “düşüncenin dili zenginleştirmesi” niyetiyle, LÛGAT’ta AKL’ın aynı zamanda İP ve ÖLÜM (beden hayatının görülmez yüzü RUH) şeklinde beyanı, yine İSLÂM’da AKL’ın yeri geldiğince RUH mânâsına kullanılması, durumu açıklıyor… Göz, kulak, dil, burun, dokunma duyularından gelen idrakın HİSS-İ Müşterek’te değerlendirilmesi, neticede BİNTASYA denilen BEYİN bölgesinde… BİNT-ÜL FİKİR: Düşünce mahsulü… AS: Asıl, temel. Mertebede altta olan… AS: Mersin ağacı. (Mersen-Koku alma organı)… YA: Evet, tasdik… BİNTASYA: Dişi, yâni ruhî ve bedenî olanı kabul eden HÜKÜM merkezi… AS, “asıl, altta olan, TAHT”; Şuuraltına, TAHT-EL ŞUUR denmesi misâl… BEDEN, ruhun bineği: BİNİT’i… NEFS ve ŞUUR bu… AKL’ın RUH mânâsı, BEYİN ile KALB arasındaki ilgiyi ŞUUR olarak gösterdiği gibi, BİNTASYA’nın KALBÎ mânâsını da açıklıyor: Hazret-i Ömer’in, “Aklı olanın dini de olur!” buyurması… BİNTASYA, Kalbte hem beden hem de ruhî yönden birliği bir TAHT-Çanak: Kâinat’ın hülâsası İNSAN ve Kalbinde Allah’ın isim ve sıfatlarıyla tecelli etmesi - Allah’ın ARŞ’ı istiva etmesi.

*

Şarab’ın “ruh”a mecaz kullanıldığını biliyoruz… DİVAN Edebiyatımız’ın şâirlerinden NEDİM’in beyti, “Beyt-ül İneb: Üzümün kızı” dediği şarabı, Şeyh’in “nefsi”nde ruhla hemen hemen aynılaştırdığını görüyoruz: Bintü’l ineb de muğbeçenin aynıdır heman / Bir meşreb-i küşâdece kızdır sakızlıdır… MUĞBEÇE: Şarabı Mecusîler’in (Ateşperestler) satması dolayısıyla, meyhânede içki sunan çocuk ve meyhaneci için de bu tâbir kullanılıyor. Bunun yanında, Mecusîler ve genel olarak şamanların madde âlemine bağlı mistisizmi temsil etmeleri bakımından, nefsle sınırlı (benlik) hâlinin aşılması, aslında NEFS’in eksiksiz şeklinde RUH’a nisbetle eksikli olması yönünden teşbihte “zünnarını çöz” tâbiri de aynı yoldan gelmiştir… MEŞREB-İ Küşâde: Şadeden şuh meşreb… ALAK: Sakız… ALAK: Kan. Yapışkan ve ilişkin nesne. Husumet veya muhabbet için gerekli olan. Bir işe başlayıp, o işe devamlı olmak. Bir şeye ilişip tutulmak. Kadının gebe kalması. (Ruhu kabul eden nefs)… ALAKA: İlişik, rabıta. Gönül bağlama, münasebet, taalluk, irtibat. Malikiyet. Tasarruf. Hisse. Hakiki mânânın, mecaza nakledilmesi sebebi.

*

BİNTASYA: 524: ENE MEN?-Ben Kimim? (Büyük ebced)… BİN-TAS-YA: (BİN sayısı, ELF: Ünsiyet eden, ünsiyet kuran… TAS: Kab, çanak, taht, nefs. “Abdülhâkîm Koltuğu”nu hatırlayınız… YA: Evet, tasdik eden… Allah ve Resûlü’ne inanmayan da, hakikati tersinden gerçekleştirici; ama bunun şuurunda olmayan - zaten olsa, tersinden değil düzünden gerçekleştiren olurdu.): 524: KELİME-İ Tevhid… TA’CİM-Noktalama. Noktalatma: 524: EHADÎS-Hadîsler. (Allah’a bağlılık içinde bildiğimiz ve bilebileceğimiz, Resûlü’nün nefsidir. Bu bakımdan, KUR’ÂN’dan ders çıkaran da, hükmü SÜNNET ve HADÎS’e uyduğu müddetçe hakikat yolu ve beyanındadır. Aynı şekilde SÜNNET ve HADÎS, Kur’ân’ın açık edilmişi olması, - bu mânâda Allah Resûlü’nün ardında olanlar için daha kıymetlidir. Sünnet ve Hadîsleri de, bir ân bile olsa O’nu idrak etmiş ve o ÂN’da bütün hissesini O’ndan almış SAHABÎLER’e borçluyuz.)… Neticede, BİNTASYA’da, maddî ve mânevî bilinen ve bilinmesi gereken, hafıza ve hayâl, zaman ve “zamanüstü” bir arada… ZİHİN-İdrak, tanıma, anlama, kavrama, hatırlama, suret verme, sembolleştirme, muhakeme ve tecrid gibi faaliyetlerin bütünü. Hafıza. Anlayış. Akıl: 755: MÜSTERHİN-Rehin alan. Rehin isteyen. (Zihnin bu mânâsı, mâlik olduğunun kendisi olduğu yanında, arızî mahiyette ve “ariyet-ödünç” alınmış mahiyetini de gösterir. Canımız için, “Allah’a can borcumuz” diyoruz ya!)… HANDEK-Hendek: 754: MÜŞTEHİ-MÜŞTEHA: İştihası, arzusu olan. İştiha veren. Şehvet veren… Zâhir ve Bâtını ile İNSAN!

*

GİRDAB-Suların dönerek çukurlaştığı yer. Tehlikeli yer ve zaman: 227: AKSİYON-(Hatırlamak da ruhî bir aksiyondur!)… TARİH: 227: MAZRUF-Zarflanan. Sarılıp muhafaza altına alınan… TAHİR-Yüksek nefes. (Tahire: Temiz, pak. Özürsüz. Zâhir ve bâtında bütün kirlerden arınmış olduğu için, Allah Sevgilisi’ne bu isim verilmiştir… KÜN emrindeki gizli VAV da O.): 227: RİKZ-Gizli söz… MUVAFIK-Uygun. Yerinde. Denk: 227: MOĞOL Mehdî Muhammed. (EBU BEKİR: 231: MOĞOL Mehdî Muhammed… Aynı ebcedle Müslîman.)

*

ANAFOR: Girdab. Denizde, akıntının altında veya üstünde ona ters istikamette akan ve neticede üstten alta ve alttan üste dairevî devreden su. (Bir şiir kitabımın ismi): 338: KAPTAN KUSTO.

*

İŞABE-Genç yaşta saç ve sakal ağarma: 309: AKRAH-Alnının ortasında beyaz olan at. (Hadîs: Hayır atların alnına işlenmiştir!)… ARVASÎ. (Üçışık: Üç-LÂM: 33… Si: Otuz. Lâm harfinin ebcedi… Se: Üç… Si ve Se: 135: Ferc-Bintasya.): 309= 1308: HAŞ-Kalb. Halede.

 

MÜTEFEKKİR

(METRİS CEZAEVİ)

 

LEVHA: 11 Ocak 1999… Mehdî’likle ilgili birşeyler… Kolumdan ve elimden tutmuş, etrafımda halkalanan sarıklı ve cübbeli insanlar; hepsi sakallı. Bana Nakşî Şeyhî Mahmud Efendi’nin çevresindenmişler gibi geliyor. Benim yüzüm değişik, daha toplu, sakalım da daha sık ve top sakal… Dudağımın altındaki sakallı kısımda beliren tam şişmemiş balon gibi pinpon topu büyüklüğünde biri kızıl biri sarı iki sakal topu, “bak sakalı da kızıl!” diye Mehdîliğimin işareti kabul ediliyor. Çevremdekilerde bunun neşesi ve sevinci… Biri Sadeddin Ustaosmanoğlu’nu andırıyor!

*

28 Aralık 1998’de girdiğim METRİS Cezaevi’nde ilk gördüğüm rüya bu… MÜTEFEKKİR: 740= 1739: METRİS Cezaevi… DER-SAADET. (İstanbul’un eski ismi): 739= 1738: HALİD bin Velid. (Halid bin Velid Hazretleri, Hadîsle beyan edildiği üzere, Allah’ın ve Resûlü’nün kılıcıdır; ünvanı bu… HALİD bin VELİD el-MUGARÎ: Düşman üzerine saldıran kulun oğlu… MUGARÎ, aynı zamanda “bulanık, kederli” demek: 1251= 252: KUMANDAN… Halid bin Velid Hazretleri’nin künyesi-lâkabı, EBU Süleyman (Horoz): 200: SEMSEM-Tilki… TURFANDA-Mevsiminden önce yetiştirilen: 739: MEHDÎ Salih İzzet Erdiş.

*

HENDEK-Metris. Çukur. Kab. Hakikat. (HENDEK Savaşı, Allah Resûlü’nün Hicret’in 5. senesinde vuku bulan en büyük muharebelerinden biridir. Beni Nadr kabilesinin, Kureyş ve Gatfan kabilelerini de çağırmasıyla, hepsinin MEDİNE’ye hücuma geçmeleri; Allah Resûlü, Salman-ı Farisî Hazretleri’nin –bâtın yolunda yetiştiricisi Hazret-i Ebubekir ve Hacegân silsilesinde ondan sonraki kolbaşı– reyi ile hendek kazılmasını emretti. Bu bir yenilik. Bir ay devam eden şiddetli çatışmalar, Kureyş ile Yahudiler arasına anlaşmazlık düşmesi ve kuvvetli bir fırtına ile perişan olması ile, onlar için hüsranla bitmiştir.): 754: CÜRSUME-Kök. Asıl. Temel. Bir tohumun özü. Karınca yuvası… İSTİBSAR-Basiretli olmak: 754= 1753: NABİZ-Savaşçı, muharib… HASREME-Üst dudağın alt dudak üstüne gelmesi: 753: ZEBAN-Lûgat, lehçe, dil, lisân.

*

MATLA’ Beyit: Riştedür cismüm ki devr-ı çarh vermiş tâb ana / Merdüm-i çeşmim dizer her dem dür-i sîyrab ana. — (FUZULÎ)… RİŞTE-İplik. Hayt. (Cisim: Beden. Suret. Nefs. Sır): 905: HARİKA… HURKA-Yanmak. Yanık çıban. (Hark: Yakmak. Yandırmak: 308: Arvasî… Ashab-ı Bedr: 308: Gölgeler): 905: RİŞDET-Doğruluk. Temizlik. Şâhit… YEVMİYE —“Kafanın çok iyi çalıştığını biliyordum, ama böyle cins yönünü bilmiyordum. Hiç bahsetmedin, SER-Rişte vermedin hâlinden. Bunlar benim hiç kimseyle konuşamadığım mahrem şeyler. Has Oda sırrına çok yaklaşmışsın!”… TÂB: Karakter. Huy. Kuvvet… Çeşm-i merdüm: Gözbebeği… DÜRR-İnci… SÎRAB: Suya kanmış, doymuş. İlme doymuş. Nura doymuş… (İpliktir, nefstir, akıldır, hayattır, ölümdür cismim ki, feleğin devri karakter vermiş ona; Gözbebeğim dizer her dem doymuş incileri-hakikatleri ona!)… Gözbebeği: İdrak, idrakın aczini idrak eden… (Gaybte olanın, mevcuda gelen gayb hâlinde görüneceği zamanı beklemesi hakikati anlaşılıyorsa, METRİS’ten bu yana ANADOLU ve Dünya’da olup biten hakikatlerin derinliğini dizen gözlerin FUZULÎ’nin MATLA’ beytine niçin yer verdiği de anlaşılır.)

*

POMPON. (Fransızca)-Toparlak püskül. “Sakal topu”: 106: AL-İ Aba. (Ehl-i Beyt)… SAHABE-Sahibler. Yakın arkadaşlar. Bulut: 107= 1106: MUSA-Ustura. Bıçak. (Rüyada gelen: At üzerinde, sarıklı, Osmanlı tipi giyimli bir adam, bana tebessüm ediyor. Sahabî imiş ve o ânda içime “Musa Anter” diye bir isim doluyor… ANTER-An ter. Güzel ter… MUSA Anter: 767: SERVAKT-Vaktin sahibi… FURKAN Sûresi’nin BERZAH ile ilgili 53. âyeti: 5762= 767: Havakin-Hükümdarlar… IHLİVLAK-Bulutun gökyüzünü kaplaması: 768= 1767: ZELUL-İnsanların emrindeki yeryüzünün hâli… BULUT ve YERYÜZÜ… Lefkoçyalı Galib: “TÂ HÂK’İ derin kıble-i hâcât ederiz biz / ARŞ ÜZRE varıp ARZ-I münâcât ederiz biz”… TA-HA Sûresini hatırlatmak üzere: TA-HA ki derin… ARŞ ÜZRE varıp ARZ: Arş üzre varıp arzetmek, Arş üzre varıp yeryüzü için dua etmek!)… VEL’-Hapis: 106: SÜVÜM-Üçüncü… ASFER-Kızıl, sarı. Bomboş şey: 371: ALEMGİR-Bütün dünyaya yayılan, dünyayı zapteden… MİNA-RENK: Gök mavi: 371: ŞAMİL-İçine alan, çevreleyen, ihtiva eden, kaplayan. Çok şeye birden örtü ve zarf olan… TAZLİL-Gölgelendirme ve gölgelendirilme. (TAHA-Bulut ile gölgelendirilme, TAHA’nın gölgelendirmesi): 371: IRAK-Kökler, asıllar. Temel, asıl. Uzak. Selçuklu ve Osmanlı eyaleti. Bir Devlet ismi. (Irak, Amerika’nın, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra TEK SÜPER güç vasfıyla “Yeni Dünya Düzeni” projesinin, bilinen 1990 savaşı başlangıç, onu bayır aşağı giden bir rahatlıkla otomobil farzederseniz, bir tekerinin söküldüğü yerdir.)

*

RÎŞ-Sakal. Yara, yaralı. Tüy. Kuş kanadı. “Yolcu”. (Kelîm: Yaralı kimse. Kendisine söz söylenen, hitab edilen. Söz söyleyen, konuşan. Allah’ın konuştuğu, Allah’la konuşan mânâsında MUSA Aleyhisselâm’ın bir vasfı): 510: SÜNNET… ŞÎR-Aslan. Abbas. “Nizâm-ı Âlem” davasında olan. Süt. (Allah Sevgilisi’ne rüyâsında süt verilir… Buyuruyorlar ki: “Tırnaklarımdan sızıncaya kadar onu içtim, sonra ÖMER’e verdim!”… Ve sütü, ilimle tâbir ediyor!): 510: RÎŞ-Çok pahalı elbise. Çok büyük sıfat… TESEMMÎ-Bir isimle isimlenme. Bir şahsa veya kabileye bağlı olma. (GÖLGELER’i hatırla): 510: TAKRİZ-Bir kimseyi hayatında methetme. (KÜLTÜR Davamız hakkında Üstadım’ın, onu bir an-teri hâlinde İSTİKBÂL’e hitabiyle “Cumhuriyet sonrası kavruk nesillerin ilk ciddi fikir sesi ve ilk çileli nefs murakabesi” diye takrizini hatırlayınız!)… LİHYE-Sakal: 53: AHMED. (Üstadım’ın ön ismi)… MEHDÎ Salih Mirzabeyoğlu: 510: TEKMİM-Ağaç çiçek verecek vakitte gılafıyla tomurcuğunu izhar etmek.

 

KÖKLER

(NESL VE GÖLGELER)

 

LEVHA: 27 Haziran 1992… Rahmetli Musa Bey… Elinde, saksıdan sökülmüş bir çiçek… Bir yazı sözkonusu ve bunun çiçeğin kökleri ile bir alâkası var!

*

EBU Süleyman-Horoz. (Halid bin Velid Hazretleri’nin künyesi): 200: KAL’-Bir şeyi kökünden çıkarıp koparmak. Kendisinden iyi kalay çıkan maden… ALAK-Kan. Bir işe başlayıp o işe devamlı olmak: 200: SEMSEM-Tilki. (Vavi-Tilki: 13: Salih Mirzabeyoğlu… TİLKİ Günlüğünü hatırla!)… RÛYA-Yerden biten bitki: 217: RABITA-Rabteden, bağlayan, bitiştiren. (Musa Mirzabeyoğlu: 418: Necib Fazıl Kısakürek… Yevmiye: Üstadım’a, bana âit herşeyi öğrenme cümlesinden olarak, “bizim aile HALİDÎ!” dedim… “Mevlâna Halid’ten mi?” diye sordu… “Hayır efendim, HALİD bin Velid Hazretleri’nin soyundan!”… Cevab vermedi… Bir not: Bağlıya yakîn getirmek için sorulan soruların cevabları, kasıd bu ise, envaî yoldan gelir. “Ne garib bir taifedir şu NAKŞÎLER!”, neleri nerelerden rabteder. Bir bâtın kahramanı, “Bizim ölümümüz, keskin kılıcın kınından sıyrılması gibidir, daha yakın oluruz. Rüyalarına girer, müridi yetiştiririz!” der.)… SEYFULLAH-“Allah’ın çekilmiş kılıcı” mânâsına gelir ve Halid bin Velid Hazretleri’ne, Allah Sevgilisi tarafından verilen bir ünvandır. (Mirzabeyoğlu: 322= 1321: Kurtubî-Halid bin Velid’in bir kılıcının ismi.): 216: VARÎ-Teşbih olarak, benzer, gibi. Vahşî eşek. Semiz et-Nesl. Nur, ışık. (Mishel: Dil, lisân. Yabanî eşek. Dizgin… Dizgin, hususen At’ta, binilen hayvanın kontrollü gidişine âit bir nesnedir. Hayvan, “hayevan” kelimesinden gelir ki, hayat ve canlı demektir. Öyleyse dizgin, hayatın insana kendini empoze eden suretleri olan mevzuların ehlileştirilmesi hâlinde “dil kompozisyonları”nı idare eden yine dildir… Logos: Lisân, dil. Aslı İslâm olan Kâinat nizâmı… Şibdi’: Akreb. Dil, lisân. Belâ. “İnsanın icâd ve keşif sıkıntısı. Varoluş çilesi”… Ahkab: Yabanî eşek. Uzun zamanlar… “Tarihimizi ayıklamak gerek sahte kahramanlardan” diyor Üstadım: Kahramanlığın ve kahramanların kimler olduğu bir “vahid-i kıyas” kabul edilerek, bütün mevzular için ölçü bu, gerçekleştirmek!)

*

ÇİÇEK. (Levha: 26 Şubat 1985… Tiyatro eseri gibi bir “biyografi-hayat hikâyesi”… Üstadım’ın imiş ve Büyük Doğu yayınlarından yeni çıkmış… Üstadım, “benim dostum 37 yaşında!” diyor.): 37: EFRAŞTE-Yükseltilmiş, yukarı kaldırılmış… MEHDÎ Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 987: SEYYİD Abdülhakîm Arvasî Üçışık… 1987’de 37 yaşında idim… MUKATTAA-Kesik. Bitişik olmayan. (Yemiş toplama ve sahibini tanıtmak için mânâsına gelen HARF kelimesi, bununla birlikte Kur’ân’da Sûre başlarında bulunan huruf-u mukattaa’dan harfler meselesi hatırlanmalı!): 224: İLM-İ Ledün… MÜSTE’SİL-Kökünden koparan, ele geçiren: 661: KÜLTÜR-İrfan.

*

KÖK: 46: VAV Harfi’nin Da’va Cetveli’ndeki sayı değeri. (Alâ’nın nihayetsizliğinde yüksek dereceler)… MÜCAB-Duası isteği kabul edilmiş. Cevabı verilmiş: 46: DİMAĞ-Beyin. (Mehdî: 62: Mütefekkir Mirzabeyoğlu.)… HÜMA-O ikisi: 46: HÜMA-Devlet kuşu. Saadet.

*

KÖKLER-(Necib Fazıl’dan Abdülhakîm Arvasî’ye alt başlıklı eserimi hatırlayınız): 277: ARVASÎ… MANSUS-Nass ile sabit kılınmış. (BERZAH ile ilgili, Rahman Suresi 19-20 ve Furkan Sûresi 53. âyetleri): 277: ERMELE-Erkeği olmayan kadın… ÂHİL-Erkeği olmayan kadın. Fevkinde kimse olmayan yüksek Padişah: 106: ÂL-İ ABA. (Allah Sevgilisi’nin, kendisi ile beraber, kızı Hazret-i Fatıma, amca oğlu ve damadı Hazret-i Ali, torunları Hazret-i Hasan ve Hüseyin efendilerimiz beraber, örtündükleri ve altında dua ettiği örtü; hey’et hatırlanmak üzere AL-İ Aba diye anılır.)… HAMSE-İ Al-i Aba.  (Al-i Aba, böyle “beş kişi” diye belirtilerek de söylenir): 812: ŞAH-I Nakşibend. (Bütün tarikatler, Hazret-i Ali’ye, en hususisi de Hazret-i Ebubekir’e bağlıdır. Nakşîliğin “Hacegân” dedikleri en büyüklerden 15’incisi, ismi yola isim olmuş Şah-ı Nakşibend Hazretleri’dir.)… MU-SA: Ustura. Bıçak: 107= 1106: İSTİHDAM-Hizmet almak, hizmet ettirmek. Birçok mânâsı olan bir kelimenin her mânâsına muvafık bir söz söylemek.

*

Nesl: Soy sop. Zürriyet, döl, kuşak. Halk. Çocuk hasıl etme. Peteksiz, süzme bal: 140: TALÂK-Bağlı bir şeyi çözmek, ayırmak… NEFY-Olumsuzlamak. Dışta bırakmak: 140: İLM… MESDUL-Salıverilmiş, serbest bırakılmış. (Rahman Suresi 19 ve 20. âyetler: “Allah, kararsız iki denizi salıvermiş, birbirlerine kavuşuyorlar – Aralarında birbirlerine karışmalarını engelleyen bir perde var.”… Derya: Deniz… Dery: Bilmek.): 140: KEN’-Tilki eniği. Cem etmek. Yakın olmak. (Kalb. Gönül. Takva. Genç kadın.)… ÇOCUK, anne ve babadan olma, onlardan çözülmüş mânâsında ayrı ve farklı bir varlık; bunun ötesinde, bu mânâyı veren, “kötülemek” değil de farklı varlık oluşunu gösteren NEFY kavramı ki, bunun ilim ile ebced tevafukunda, ilmin yalnız kendinden olmayanı dışta bırakma düzeni değil, her mevzuun tecrid içinde yeni bir hikmete erici olması bakımından eski hâlini de NEFY diye nitelemesine benzer… ŞEHD’in ve HAVV’ın “bal” mânâlarının NESL içinde görülmesi, onun soy sop dışında, ruhî ve manevî mahiyetini de gösterir ki, EHL-İ BEYT kavramında her ikisi de mevcut… Hadîs: “Fatıma benden bir hissedir!”; HİSSE tâbirinden murad “çocuğumdur!” olsaydı, bu malûmu söylemenin yeri olmadığı şartlardaydı. NUR’a, “parça” tâbir edilmez, ona hisse tâbir edilir; ruhun parçalanabilir olmayışı gibi. Demek ki murad, bâtın kasdında: O hem çocuğu, hem bâtın sahibi. HAZRET-İ Ali ise, Sahabî, bunun zâhir ve bâtını nisbetinde. HASAN ve HÜSEYİN Efendilerimiz, Allah Resûlü ile torunu olma ilgisini anne yolundan borçlu iken, HAZRET-İ Ali’nin soyu oluyorlar. SEYYİDLİK bu… Ve, “nesil” hususunda belirttiklerimize nazaran, ayrı bir varlık olmak bakımından SEYYİD, kıymeti kalbte olanın değerince bir değer; bu husus, Sahabî’nin Sahabî olarak değeri ayrı dava, onlardan sonra gelen seçkin ve velileri de EHL-İ Beyt’ten kılar. Nasıl ki her Peygamber’de bir hikmet tecelli etmiştir ve her birinde her biri bulunan bu hikmetler HAKİKAT-İ FERDİYE’de topludur, ALLAH’ın Rahman ismi bütün isimlerini kuşatıcıdır, bunun gibi Allah Sevgilisi’ne veraset ilim mertebesincedir. İMAM-I Rabbanî Hazretleri’nin Hazret-i Ömer neslinden olması gibi; Sahabîlerden sonra ümmetin en büyük ferdi… ASY-İhtiyar. Seçkin. Pîr: 140: GUSN-Ağaç dalı… NESİL: 150: VUU’-Tilki. Gönül… ENE MEN?: 151= 1150: MEHDÎ MUHAMMED.

 

TAHA - HALİD

 

LEVHA: 5 Nisan 2003… Birisi bana, Dedem İzzet Bey’in babası MUSA Bey hakkında “Musa Bey, 10 vilâyetin mîrliğine terfî etti!” diyor… Ben onun MİR olduğunu ve 10 vilâyetin mîrliğine ne dendiğini düşünüyorum!

*

LEVHA: 29 Aralık 2004… Köy yeri gibi bir yer. Bir evin önünde AZERÎ kalpaklı birileri var ve içlerinde dedem İzzet Bey de var. Zayıf bir insan. Sanki yoldan gelmişler ve ben de misafir karşılar gibi onları karşılamak için evden çıkıyorum. Benim üzerimde de Azerî kıyafetleri var.

*

CEDD-Dede. Büyüklük, azimlik. Kat’edip geçmek. Tâli’li olmak. Kesmek: 7: SÂBİ’-Yedi. Yedinci... EBED-Sonsuzluk. Ebedîlik. (Halid: Sonsuz. Ebedî. Daimi.): 7: EBEDD-Gövdeli, iri cüsseli kimse.

*

MİR: 240: TA-HA. (Huruf-u Mukattaa’dan TI ve HE’nin, Allah Sevgilisi’nin isimlerinden TAHA’ya hamlolunduğu malûm. Seyyid Taha Hazretleri’nin kim olduğu da… Burada ebced tevafuku, 1240’a gelen büyük ebcedledir.)… TA: Tahir, temiz, pak… PAKÎ (Bâkî): 33: CÜLL-Gül. Çiçek.

*

UMUMÎ VALÎ: (Vilâyet’in Mirliğinden söz edildiğine göre 10 vilayet’e bir genel vâli.): 166+46= 210: SAHİB-İ ZUHUR… İ’MAK-Derinleştirme. Bir şeyin derinliğine varma. (Üstadım’dan: Gittim gittim denizin, / Derin yerine vardım, Halin bana da geçsin / Diye ona yalvardım. — Bir çılgın vesvesede, / İçim didiklense de, / Olaydım o cüssede, / Onun gibi susardım…): 212: ZEHER-Çiçek.

*

AZERÎ: 911: HORASAN… EŞYAH-Şeyhler: 912: TEBŞİR-Müjdelemek… FAZIL-Fazilet sahibi. Üstün kimse: 912= 1911: MÜBZİ’-MÜBDİ’: Kârı tamamen kendisine kalmak üzere birisine sermaye vermek.

*

KALPAK: 234: KASI’A-Yaban farelerinin, biri gizli, diğeri âlenî yuva delikleri. (VAVÎ: Tilki eniği. Kalb. Gönül. Fare. Işık… Gizli ve açık VAV hikmetinden, bilinmez kader ve nasib olarak görüneni, “beklenen fikir kahramanı” bahsinde görüyoruz… HE-Sıfır. Nokta. En büyük ebcedi: 705: FİKİR Kahramanı… Gölgeler’in tahdidi bir mânâ ifâde etmediği anlaşılmış olarak, her Sûre’nin başında mukadder nitelikte bulunan besmele gibi, mevzuun gelişinden belli bir hakikat çerçevesinde: AHFA’, gayb-ül gayb’ten, gizlinin gizlisinden… Maddi ve mânevî gıdanın geçit yeri, boğaz; “can boğazdan gelir!”… KALBE nisbet içinde boğaz çukuru, zikirde bu mânâda!)… SUĞRE-Boğaz çukuru. Gedik: 1705: MAHLUL-Delinmiş. Öbür tarafına işlenmiş olan şey. (Abdülhakîm Koltuğu’nu hatırlayınız!)… HANEDAN-Soyca dindar ve asil âile. Peygamber sülâlesi. (Abdülhakîm Arvasî Üçışık Hazretleri, seyyidliği şiddetle ESSEYYİD diye şeceresi mahfuz, Hazret-i Hüseyin neslindendir!): 706= 1705: ÜSRE-Seleften gelen şan şeref. Söz ve hadîs nakletmek… İZZET Mirzabeyoğlu’nun rüyâda görülen başının üstündeki kalpağın, tâbir eden ben torununa göre tâbiri böyle… “Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz!”; bu da, muhatablarımın söz üzere hâli takdir hususuna dair!

*

HALİD bin Velid Hazretleri’nin ANADOLU’ya 7 kardeş beraber gelen ahfadına dair bir menkıbe: At eğeri önünde, dizginini dolamak veya tutunmak için olan “V” şeklindeki odun kısma “kaltak” denildiği… Karacaoğlan’dan: “Yüksek olur arab atın kaltağı — Issız kalmaz koç yiğidin yatağı!”… 7 kardeş konaklamak üzere bir Han’a geldiklerinde ahıra atlarını sokarlarken, ilk girenin eğerinin kaltağı kırıldığı hâlde arkasındakine haber vermez; arkadan geleninki de kırılır, o da haber vermez… Bu şekilde hepsinin eğerinin kaltağı kırılmış olur... Bu sebebten ötürü, “7 kaltaklar” diye anılırlar… KALTAK: 632: HALÂ’-Boş, hâli. Edebhâne, helâ. Tenha, yalnız. Şimdi. Yüzdeki ben. Nokta. Eski yazıda 10 rakamı. (Halaca: Helâ, edebhâne: 635: Halid-Sonsuz, ebedi. Daimi… Hulle-Dostluk: 635: Dâhil: İçinde. İçeri girmiş… Yevmiye: Hayatım boyunca bir dost aradım, çok şükür buldum aradığım genci. Elime bir genç geçti, PÎR geçti; kendi geldi! Sen benim kanıma girmişsin, içime, kanıma!)… AHİLLÂ-En sadık dostlar: 633= 1632: SEABİN-Büyük yılanlar… LEBH-Bir büyük ağacın adı. (Bir kimse kabuğunu yarsa, ona uyuşukluk gelir. Rivayet olunur ki, iki tahtası üstüste konulup bir yıl bekletilse –suyun içinde–, ikisi yekpâre olur.): 632: TERKİB-Bir hakikate doğru belirli unsurların belirli nisbetlerde karıştırılmasından meydana gelen. Unsurların belirli nisbetlerde karışımından meydana gelen madde… HULLEB-Yağmursuz bulut. (Taha): 632: İSTİSLÂF-Selef olma… AHAL-Bir şeye yaramayacak diye atılmış olan. Tarih. (Tarih, hâle-şimdiye nisbetle bir ayıklanan ve düzenlenendir. Her ne şekli ile olursa olsun, ne şekilde bir gaîlik belirtirse belirtsin bu böyle… Her insanın her ânının ona mahsus tarihinde, yaşanmışlığı gösteren bir sureti var; bir kişinin kendine mahsus hatırası bile, şimdinin iri delikli kalburundan akanların dışında kalanlardır… Bunu kıyas alarak, istediğiniz büyüklükte topluluk ve toplum, dünya ölçeğinde - toplumlar, vesaire şeklinde bakarsanız, hem tarihin “işe yaramaz diye atılan” mânâsını, hem de niçin böyle olduğunu anlarsınız. Tarih ile, tarih ilmi arasında doğan fark!): 632: MÜSTAKBİL-İstikbâl eden, karşılayan. Kıbleye dönen. (Üstadım’dan, “ne güzel bir mevzuun var!” diye bana tesbit edilmiş sır!)

*

EBU Süleyman: 200: SEMSEM-Tilki. (Kalb, gönül)… USM-Her nesnenin bakiyyesi, artanı. (Usm: Pire. Zıplayan. Yukarı çıkıp inen. Nokta.): 200= 1199: AYASOFYA… İslâm’ın, bir siyaset VAHİD-İ KIYASI hâlinde Peygamber buyruğuyla işaretlenen İSTANBUL demek olan AYASOFYA, Selçuklular (SELACİKE) ile aynı ebcedte… SELACİKE+OSMANLI: 800: DAD harfinin ebcedi. (Allah’ın EL-ALÎM ismi ile ilgili ve kalbteki mertebesi İkinci Sema.)… KÜLTÜR DAVAMIZ: 800: TERKİS-Oynattırma, raksettirme… Anlamak gerekir ki, “hâdiseleri raksettiren keyfiyet”e bakıp böyle bir tevafukla oturmak doğru olsaydı, OSMANLI İstanbul’u fethedemezdi… Mücahidin-askerin cihadı da, onun dua ve ibadetidir!

*

Halîd bin Velid Hazretleri, Hazret-i Ömer devrinde, Hicret’in 27. senesinde vefat etmiştir, yani: 649: HATM-Kuş gagası. (Üstadım’ın vefat ettiği gece gördüğüm rüya: “Kuş gagasının bir ân yoğunluğunda dudağa benzerliği, topluluktan işarettir!” diye bir yazı okurken, kuş gagasının dudağı andıran görüntüsü!)… MÜSTAKİM-Doğru istikametli. Hilesiz, temiz: 650= 1649: İBRAHİM Kassar. (Şam’da, Üçüncü veya Dördüncü Hicri asırda yaşamış bir veli.)… MÜTEAMMİK-Derine giden, derinleşen: 649: İRTİMAZ-Izdırab ve acı içinde kıvranma. Remzetme… TERFİ’-Yükselme. Rütbe alma. Rütbe verme: 760: HAZRET-İ Ömer… ZAT-ÜL HAREKE: Zâtıyla hareketli. Kendinden zuhur: 760: FURKAN Sûresi, 53. âyet… Halid bin Velid Hazretleri’nin, ŞAM’da birçok çocuğu varmış ve bir taun (veba) vakasında 40’ının vefat ettiği… Bir oğlu, Şâm havâlisinde şehid olan SAİD bin HALİD: 828: SALİH İzzet Erdhaje. - Erdiş’in Kürtçe yazılışı. (Aynı ebcedle Mehdî Muhammed Salih İzzet Erdiş)… Diğer oğlu, Kumandanlar’dan, anlaşmazlık sebebiyle katledilmiş olan ABDURRAHMAN bin VELİD: 1078: VİÂ’-Kab. Kaab. (Halid bin Velid Hazretleri’nin dedesinin dedesinin babası, Allah Resûlü’nün de 7. bâtında atası olan MÜRRE bin KAAB hazretleriyle birleşiyor!)… HAKÎM: 78: İBDA.


Baran Dergisi 281. Sayı