MATLA’ Beyit: Işkdan cânımda bir pinhan maraz vâr ey Hakîm / Halka pinhan derdim ızhâr etme zinhâr ey Hakîm —(Fuzulî)… “Aşktan cânımda bir dilek’çe maraz var ey Hakîm — Halka bu murad derdimi izhâr etme ey Hakîm!”

*

Allah’a HAKÎM ismiyle dua ediyor Fuzulî; “pinhan maraz”ını bildirerek… Pin: Yama. Dilekçe… -Han: Okuyan, söyleyen… PİNHAN Maraz: 1148: MUHSÎ-Sayı sayan. “İsim”. (Allah’ın, “ilmi eşyayı kuşatan” mânâsında 99 güzel isminden biri)… DEFİNE: 149: SAHN-Boşluk… (Heba: Boş… HA Harfi, Allah’ın “El-Ahir” ismine ve “Heba” mertebesine tevafuk eder… Da’va Cetveli’nde sayı değeri 20’dir ve Allah’ın “Hâdi-Hidayet veren” ismine işaret… 20 sayısı, “Kef” harfinin ebcedidir; Allah’ın “Şekür-Kendisine şükredilen” ismine ve “Kürsî” mertebesine işaret eder… Kürsî: Taht. Makam. Makarr, merkez zuhur, sarılan, boşalan. Kaide, mesned, bir meselenin kendisine dayandığı senet, delil. KOLTUK’un “x” yıldızı. Suyun, çeşme çeşme dağıldığı hazne. “Burada “Koltuk” lâfzı, aynen lûgatta geçendir… “Boşluk”, kendisi şekil olmadan “şekil-suret” veren “heba”, bunun misali tabiattaki su ve hava, bir “kuşatan basınç” ifâde ederken, “çevreden merkezi tesbit” diyelim, bu kara cevher üzerine düşen varlık nurundaki noktada mevcut bir mahiyettir de. Merkezdeki bu boşluk, nuru kendinin kılandır. Böylece, sözkonusu “boşluk” tâbirinin, hem varlığı kuşatan, hem de “suret ve şekil” kabul eden ve onun niteliğinde bulunan oluşunu anlıyoruz; o bir acıktırandır… Süar: Ateşin harareti, ısısı. Acıkmak. Arzu, hırs. Nur-bat, vida, hayat… Nur’a nisbetle ışık, bir “nur tab”dır; nura tabi, nurdan çıkma fazla, onun akisi, nurun sureti… Işığın tab’ı da, kâinat ve varlıkları ile, aydınlık; renkler, varlıkta tahayyüz eden ışıktan doğar. Allah’tan gelen, yalnız ruhtur; nurun kalbte tab’ı ve tahayyüzü, Berzah âlemi’nde Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin “öyle renkler görülür ki, hiçbir renge benzemez!” dediği hakikat yolundan, bize kâinattaki herşeyin aslı ve astarının “Berzah” âleminde oluşunu bu yönden de göstermiş oluyor. Renk enerjisinin aslı, nur ve ışık kıyası, bâtın âleminde… TELEGRAM’da, gözlerim kapalı iken, meselâ gözkapaklarımdaki kırmızı renk, siyaha döndürülüyordu; yeşil ve mavi renge döndürme, incecik renkli ışık çizgilerinden dantele ve havaî fişek dağılımında oluşan desenler gibi desen oluşturmalar, - Bolu” marifetlerinden; zihnimi okumalarına mâni olmak için zihnimi karartma tecrübelerim, onların oyunu ve alay etmelerinden. Bazen bu tecrübelerim sırasında, sonradan niye yaptıklarını pek bilmeyenlerin de bulunduğu bir kısım “yardımcılar”, kendilerinin beni sinirlendirdiği zannıyla kapıda naylon oğuşturuyorlardı… Romence bir kelime: İmpermeabil-Muşamba. Yağmurluk. Naylon… Üstadım’dan: “Bütün bir kâinat muşamba dekor!”… Su geçirmez, heba, hadd-i zât, küna… Berzah âlemi’ne nisbetle kâinat, o hakikatin aktı, pıhtılaşması, gölgesi… Üstadım’ın mısraında benim kâinatım: Ebcedi Salih Mirzabeyoğlu’na tevafuk ediyor)… TELEGRAM Feylesofisi bakımından bir not: Işığın Nur tab’ı olması gibi, Kâinat varlıkları çerçevesinde hiçbir madde ve enerji, kendini İslâm’ın bâtın hakikatine bağlı görmeden, yâni madde dışını maddeye bağlı kılarak izâhla, kendi hakikatine de eremez. Ne fizikte, ne tıbta, ne bir şey… Bir not: Fransızca, okunuşu “Küje”, mânâsı “Başkomutanlık Makamı” olan bir kelime. “Makarr-Başşehir, zuhur merkezi” mânâsına gelişi, onun da “zâhir olmuş bir makam” anlamında alınabileceği ilhâmını veriyor. KÜRSÎ kelimesindeki, “Koltuk’un x yıldızı” anlamını hatırlatarak… Küje: 37: Ezel… “X” harfi, İngilizce’de: Ks, gz, z seslerini verir. Romen sistemine göre 10 rakamı ki, Türkçe’de “Lafz” ve “Ebced” kelimelerine tevafuk eder. Cebir ilminde “bilinmeyen-sır” işareti, kesin olmayan şey ve yanlış, öpücük, yazı bilmeyenin imzası-işareti… Bunu kendi mevzu dilimize tercüme edersek, “x”te gördüklerimiz: Kesin olmayan-“Ahir, istikbâl, ihtimâl”. Yanlış-“Hata. Bâtın’ın zıddı olmakla, onun cezp ettiği, onu cezbeden”. Kabul-“Öpmek. Nefsin kabul ediciliğe kabil hâli”… ABDÜLHAKÎM Koltuğu’nun ortasındaki yuvarlak: Sıfır, boş, he-ebced değeri 5’tir… Kürsî-Koltuk’taki, şedir kelimesinden, “şed etmek”, yâni “bağlamak, akt, hareket, beste etmek, rabt” mânâları; HE harfinin, Allah’ın “Bais-Elçi gönderen” ismine ve “Levh-i Mahfuz”a işareti, gönderilenin ve kader sırrının, kalb mertebesi ve âleminde, Allah’ın Zât âlemi’nin imzasıdır, tab’ıdır… HE-HA-HI. “En büyük ebcedle”: 1822: ABDÜLHAKÎM Koltuk’u… O âlemin tab’ı olan bulunduğumuz âlemin fiil, hareket ve oluşları ise, ona bağlı… HE-HA-HI: 613= 1612: DERVİŞ Muhammed. (En başta, Mürşidi Allah olan Sevgili Resûlü)… HE: Allah’ın “El-Bais” ismi, Levh-i Mahfuz… HI: Allah’ın HAKÎM ismi, “şekil, suret”… HA: Allah’ın “El-Ahir” ismi, heba… HAKÎM: Varlığın hakikatini muttasıf. Allah’ın “Herşeyi yerli yerince eden” ismi… Her mevzuun “x”i kendine; “bilinir ama görülmez, görülür ama bilinmez” hakikati, bilme ve görmenin ve birbirinin yerine geçebilir mânâları hakkında lâfızda oyalanmadan, kasdın Allah ve Sevgilisi hakkında oluşunu hatırlarsanız, ikinci VAHİD’in birinciye bağlılığında kolayca anlaşılabilir bir netice ortaya çıkar. Bu kıyasla; ABDÜLHAKÎM Koltuğu’nun “x yıldızı-görünürün bilinmezinden parlayan”ın tab’ıdır madde dünyasının “x”i. Bâtınî hayatın idrakı ve yaşayışı içinde olanların, “Hakkı idrak’a” kadar hisselerince açık bu hakikat, fizik ilminde eşyayı istismar –kullanma– amacı üzerinde yükselen bir ilim olma çerçevesinde bir kayıd, KUANTUM Fiziği’nde, –“Atomaltı parçacıklar dünyası fiziği”–, BÜYÜK BİRLEŞİM MESELESİ adı altında bir ele alınandır; teorem, yani “böyle bir dava var” diye, henüz “kurgu-teori” olmamış… Bizim kendi dünya görüşümüzün hasrına alarak ve hasrında işaretlediğimiz bu mesele, onlarda “kabli-peşin fikir” olarak alınanın “fiziğe yamanması” amaçlı bir doğrulayıcılık niyetinde görünüyor. Bilerek bilmeyerek işaretlenen “kablî fikir” bir ihtiyacı gösterirken, neticede ucu nereye bağlanacağı meçhul bir açıklıkta kalacaktır; “bildikçe bilinmesi gereken”in ortaya çıkması hakikati önünde çarpılmak üzere… O TEOREM: Büyük Birleşim nasıl anlaşılmalı? BÜYÜK Patlama’nın ilk anlarında âlem, oldukça simetrikti; bütün kuvvetler eşit büyüklükteydi. Bu süre boyunca temel parçacıklar, girift bir iç simetri sayesinde birbirlerinin aynadaki görüntüleri gibiydiler; ancak aradan saniyenin “?” parçası bir süre geçtikten sonra, Kâinat’ın sıcaklığı düştü, böylece simetri bozuldu. Elektro-zayıf kuvvet, renk kuvvetinden, hadron kütleleri de lepton kütlelerinden ayrılmaya başladı; bundan önce, tek bir enerji ve tek bir kütle vardı. (Kozmik Kubbe)… BÜYÜK BİRLEŞİM, daha temel bir simetri arayışına dayanmaktadır. Kuarklar, yani daha önce “temel parça” diye bilinen “atomaltı parçalar”ın en temel unsurları ve Elektro-zayıf kuvvetin (enerjinin) “Standart Model”inin simetrileri -“birleşik bir simetri” sunulmalıdır. Bu yeni simetrinin daha büyük simetri grublarını gerekli kıldığı ortaya çıkmıştır. En basiti, Fransızca SU (5) diye adlandırılmaktadır. Fizikçiler, SU (5) veya ona yakın bir şeyin BÜYÜK BİRLEŞİM’in simetrisi olması gereğine inanmaktadırlar. Bu kabul edildiğinde, onunla birlikte yeni kuvvet (enerji) parçacıkları kümesi fikri ortaya gelmektedir. Renk enerjisinin sekiz gulvonuna ve elektro-zayıf kuvvetin dört taşıyıcısına ilâveten, tabiatın enerjilerini taşıyan ve x parçacıkları diye adlandırılan 12 yeni ölçüm bozonları varlık kazanmaktadırlar. (Yâni bunlar, “sadece düşüncede” olan bozonlar.) Böylece bütün bunlar bir şemada birleşmiş olacaktır… BİR Not: “Kâinat, su üzerine kurulmuştur ve Allah su üzerine Arş’ı istiva etmiştir!”… Arş, kâinatı kuşatan, Allah’ın istivagâhıdır. Allah’ın ilmi kâinatı kuşatmıştır ve yere göğe sığmaz Allah, bu sıfatla mü’min kulunun kalbine sığar; ebedî sürecek bir meçhulde “İnsanî Hakikat”… Hayat-ilim-nur; Allah’ın “hayat” sıfatı suya işlemiştir, su tabiat âleminin hayat verenidir –malûm–, hem “ilim ve nurla” aynı sırada “hayat” için bir sembol, hem de “heba-şekil veren ve kendi şekil olmayan”dan misâline uygun olandır. Hava gibi… Allah’ın her isminde her ismi bulunmasına nazaran, “Allah’ın ismi ve mertebe” bahsinde geçen bütün mertebelerde bu hakikatin bulunuşuna dikkat. “Heba-boşluk”, bu izâh çerçevesinde ne “Budist boşluk”, ne de Kuantum Fiziği’ndeki boşluk ile, Kâinat’ın tab’ olduğu mânâsıyla da aynı değildir. Bu hususta hatırlayacağınız hakikat, onlarla sadece lâfız birliğine dair: “Boşluk bir kuvve olmakla birlikte, ona varlık da diyemeyiz; varlıktan maddeyi anlıyorsak, o hiçbir ölçülüp biçilebilire gelmeme anlamında müşahhas değildir!”… Kuantum Fiziği ve Budizm, onu şöyle tarif ediyor: “Onu hiçlik olarak adlandırmak da aynı ölçüde yanlıştır. En iyisi tariflerden uzak durmaktır. Her şeyin temeli odur!”… BİR Not: Kuantum, “belirli miktar” demek… Kuantitas: Aralık, arası, iki nesne arası, “fücre-suyun aktığı yer”, ortalık, “vasat-orta yer”, “esnalık-vakit, ara, parlaklık”, “beyn-aralık, ahir, ayrılık; insanın sonradan olması da hatırda”, “Mabeyn-Has Oda”, “Miyan-Pişme kıvamı”, “Hılâl-Dostluk”, “Bud-Varlık”, “Fetret-Zayıflık, tembellik”… Miktar: Kemm. Küçük. Kemmiyet. Çokluk, kesret. “Çend-Kaç tâne? Ne kadar? Birkaç. Bir müddet. Biraz”. “Çendan-Gerçi. Pek o kadar. Ehemmiyetsiz”. “Sâmân-Rahmet. Servet. Dinçlik. Düzen, tertib”… Kuantum fiziğinin kemmiyette küçükler dünyası ile ilgisi çerçevesinde, “Miktar Teorisi-İhtimâller dünyası” mânâsına bakarken, Türkçe MİKTAR karşılığını SÂMÂN’dan başa düşünürseniz, cüsse kıymeti olmayacak kadar küçüklüklerde saklı kıymetin, büyük cüsselerde temel bir zenginlik olduğu mânâsı ortaya çıkar. Eşyanın, –maddenin– elden kaymaya başladığı yerlerdeki değer… Eğer MİKTAR kavramının içi, –bu bir ön fikir olsun–, bahsi geçen fizik buudunda doldurulursa, ona –yerine– Türkçe bir isim olur… SON olarak, “Asfer”-Kızıl. Sarı. Bomboş şey: 371: Alemgir-Bütün âleme yayılan, âlemi zapteden. Nüfuz… UD-İ Hindî-“Kust otu neviinden kokulu bir nebat”: 150: MEHDÎ Muhammed.

*

MATLA’ Beyt’in Birinci Mısraı: 2273: HÜKÜMDAR-Hakîm. Felyesof. Mütefekkir… SİPAHDAR-En büyük asker. Kumandan: 273: HUNDURE-Gözbebeği. “İdrak”… SECİR-Dost: 273: İHTİRA’-Evvelce bilinmeyen bir şeyi keşfetmek. İcâd etmek. Hiç kimse tarafından kullanılmamış tâbirler ve mazmunlar –sanatlı ifâdeler– kullanma. İBDA’… BARİ’-Tam üstün. Mükemmel: 273: BERMAL-Zirve… İDRİS-İlk yazı yazan ve terzilik yapan Peygamber: 275: RUHANÎ-Ruha âit ve dair.

*

MATLA’ Bey’tin İkinci Mısraı: 3006: VAV harfinin ebcedi… HEBA-Boş. Fazla’dan olan. “İnsan”: 9: CEVV-Yer ile gök arası. Gök boşluğu. Feza. Hiçliği dolduran. (HA harfi, Allah’ın “El-Ahir” ismine ve “Heba” mertebesine işaret eder… Kendisi de, “şeklin kendisinden olduğu, ama kendi şekil olmayan”, Allah’ın hayat sıfatının işlediği su, heba’dandır. Kan, yapışan su olmakla, “Heba-Boşluk”a yapışan, tutunan, ısıran bir alt duruş, bir alt oluştur, maddedir, arizîdir, sunulandır… İngilizce bir kelime, Perhaps: Belki… Mutlak’ın karşıtı ihtimâl, belki… Per: Kanat… Haps: Hapis. Kafes… Kafs: Zorla birşey almak. “Hiddet, hadîd, demir madeni, idrak”. Ölüm… Kafs: Hafiflik. Sıçramak. Sevinç. Hayvanın, canlının fiiline bağ… Kan, “ruh, hayat ve nur”un Heba yönünden tab’ıdır; görünen âlemin madde ve mânâda kanadı… Alak: Kan. Kızıl veya koyu uyuşuk kan. Yapışkan ve ilişken nesne. Bir işe başlayıp devamda olmak. Bir şeye ilişip tutunmak. Aşk ve muhabbet eylemek… Alâka: İlişik, rabıta. Gönül bağlama. Sevgi. Taalluk. Münasebet. Malikiyyet. İrtibat. Tasarruf. Hisse… Alâka, edebiyatta, bir kelimenin hakiki mânâsından, kastedilen bir hakikate köprü olarak “mecazî” kullanımıdır.)

*

MATLA’ Beyt’in Toplam Ebcedi: 5279: URUC-Yukarı çıkmak. Yükselmek… ITR-Güzel koku. Ruh. Rih, yel: 279: NAKA-İ Salih. (Başkasının nefsiyle ilgilenmekten rahat bulmak, Salih Aleyhisselâm faslında. Bunun aslı da, “başkası”, bir yönüyle nefyedilen, öbür yönüyle isbat edilen farklılardır; birinde rahat nefyetmekte, diğerinde isbat etmekte, her ikisi de kendi nefsinde olmak üzere.)

LAZEBELİYYE (TAÇ ÖMÜRLÜLER)

LEVHA: (…) 2000… Küçük kum tepesi, yığını hâlinde, sanki bütün kıyı böyle, bir kanal-dere… Rüyâ hissinden uzak, sanki uyanık olarak eşyayı öylesine gördüğümüz, hafif yağışlı bir günde çıplak arazi tadı-tatsızlığı… Böyle bir yerde dere olması da tuhaf… Olmaz ama, bu duyguyla attığım misine-balık oltası; ve hayret, karış büyüklüğünde bir balık yakalıyorum… Kafasında horoz ibiği gibi, kırmızı bir ibik var; çarpıcı olan, ilk defa bir balıkta horoz ibiği görmem!

*

LAZEBELİYYE-Nebatat ilminde, “horozibikliler” denilen bitki. “Taç ömürlüler”. (Lâkabı “Ebu Süleyman-Horoz” olan Hâlid bin Velid Hazretleri’ni ve oğlu Süleyman’ı hatırlayınız… Fransızca bir kelime, Amarante-Horozibikliler: 842: Dehâmet-İrilik, kocamanlık, vücutça iri olmak. Ebedd… Dabgam-Arslan, esed, havan: 1842: Mirzaz-Havan eli, havanın tokmağı… Rahma’-Başı beyaz olan koyun. “Seyyid Abdülhakîm Arvasî: 566: Fürfür-Semiz koyun”: 842: Zama’-Susuzluk. “Gayn harfi. Allah’ın Ez-Zâhir ismi. Küllî Cisim”… Amarante: Amar-Ante… Amar-Ömürler, sinler, yaşlar: 312: Mirzabeyoğlu… Fransızca, Ante-Köşe direği. “Rüyâ’da gelen mânâ: At üzerinde bana gülümsiyen, Musa Anter isimli bir sahâbi’yi görüyorum… Anter, gök sineği, nokta, zirve, aslan”: 515: Erdiş… Amar Anter. “Muammer Erdiş”: 847: Cehzam-Başı büyük ve yuvarlak kişi. Aslan, esed. “Üstadım”… Müehhir-Tehir eden, sonraya bırakan: 846: Müverrih-Tarihçi, tarih yazan. Ebced hesabiyle tarih düşüren): 85: DI’VE-Nesebi arama… ACİB-Şaşıran ve hayret uyandıran. Benzeri görülmeyen. Garib: 85: KÜNYE-Hüviyet. “Ben kimim?”… VUSTA-Orta. Merkez. en uzun parmak. Kalem. Kılıç”. (Asabi’-Parmaklar: 164= 1163: İnsan… Hamîs-Beşinci. Perşembe günü. “Siyah renk”: 710: Nureddin Mahzumoğulları. “Şehîd”… Şahadet-Şâhidlik. Delâlet. Alâmet. İz. Şehidlik. “Yevmiye: İstiklâl Savaşı’nın Nureddin Paşa gibi büyükleri, savaşı plânlayanlar arasından çıkarıldı, unutturuldu!”: 710: İhtirak-Yanmak, tutuşmak, yanıp kül olmak): 85: MEHDÎ Salih Mirzabeyoğlu.

*

RİMAL-Kumlar. (Ramil: Şam vilâyetine bağlı bir yer… Remel: Yağmurun az yağması. Vahşî sığırın ayağında olan hatlar… Reml: Bir takım nokta ve çizgilerle yapılan, mübah, tefe’ül, kum üzerinde yapılan fal, uğur sayılan netice… Remlâ’: Ayakları siyah, diğer tarafları beyaz dişi koyun.): 270: NUREDDÎN Mahzumoğulları… ŞERİF Muammer Mirzabeyoğlu: 2267= 269: HAYRAN-Çok takdir etmiş… YESSİR-“Kolaylaştır” meâlinde dua: 270: ARKÎ-Balık avcısı… AB-SÜVAR-“Sudaki kabarcık”: 270: FUS’UL-Akreb. (Fasıl-Kısım kısım eden: 200: Ebu Süleyman… Süleyman Mahzumoğulları: 2136: Edlak-Hâlid bin Velid’in bir kılıcının ismi… Mus-Bıçak: 136= 1135: Ramazanoğlu)… ABİLE-Su üstündeki kabarcık. Sivilce. Çıban: 36: RAMAZAN Mahzumoğulları.

KIZIL SAKAL (KADÎM KOÇ)

LEVHA: 11 Ocak 1999… Mehdî’likle ilgili birşeyler… Kolumdan ve elimden tutmuş, etrafımda halkalanan sarıklı ve cübbeli insanlar; hepsi sakallı. Bana, Nakşî Şeyhî Mahmud Efendi’nin çevresindenmişler gibi geliyor. Benim yüzüm değişik, daha toplu, sakalım da daha top sakal… Dudağımın altındaki sakallı kısımda beliren tam şişmemiş balon gibi pinpon topu büyüklüğünde sarı iki sakal topu, “bak sakalı da kızıl!” diye, Mehdî oluşumun işareti olarak kabul ediliyor. Çevremdekilerde bunun neş’esi ve sevinci… Biri Sadeddin Ustaosmanoğlu’nu andırıyor!

*

Rîş-Sakal. Yara. Yaralı. Kıl. Tüy. Kuş kanadı. “Sır. Kelâm. Meyve. Harf. Sahibini tanıtmak için olan. Parlak”: 510: TİNNÎM-Büyük yılan, ejder. (Romence, Zmen-Ejder. Uçurtma. “Üstadım’dan: Çocukta uçurtmayla göğe çıkmaya gayret!”: 98: Z-Men. “Z harfinin ebced değeri 7’dir. Allah’ın El-Hayy ismine ve Hava’ya işaret eder”… Z-Men: 7 İnsan… Hava: Dünyayı çeviren atmosfer. Yer ile gök arası. Hafif yel, ruh. Bir binanın üzerine kat çıkma hakkı. Bir yerin hâl ve sıhhat bakımından durumu. Müzikte acılı ve hüzünlü ses, sadâ… Hava’: Hâli olmak. Boş olmak. “Acıkmak”. Sakıt olmak… Sakıt-“Düşmek” anlamına gelen bu kelime, kadının “iddet müddeti-bekleme müddeti” için kullanılınca, “boş olmak, temizlenmek” anlamına gelir: 170= 1169: Kust-Kocası ölen kadının iddet müddeti içinde kullanmasına cevaz verilen “asfar-kokulu ot”, bu neviden… Asfar: Sıfırlar. Boş şeyler: 372: Asfer-Sarı. Kızıl. Soluk. Islık çalan. Bomboş şey. “Heb: Vehb’den. Allah’a, lütfet anlamında dua etmek… Heba: Boş. İnce toz. Karşılıksız olarak fazla’dan verilen… Hebbe: Vak’a. Zamandan bir rüya… İmdad-Yardım. Vadeyi uzatmak. Zaman vermek. “Nasreddin Hoca’nın, Tilki Günlüğü’nün elime ulaşması hakkındaki rüyâ hatırda. Onun ebced tevafuku da, tamı tamına bir hakikat olarak göreceğiniz üzere”: 50: Halib-Taze süt. Rüyâ tâbirinde “ilim” suretidir… Ezman-Gök: 98: Ez-men-“Benden”… Eldüven-Eldiven. “İngilizce, guant. Fransız’ca kuant, kuvantum, yâni belirli miktar demek”: 98: Mahmud-Medhe lâyık. Medholunmuş)… YEDİ kat gök, kalbte İNSANÎ HAKİKATİN PERDELERİ: Hudur, perdeler… Hudara: Karanlık gece. Siyah bulut… Hudara: Allah için, Allah aşkına… Hudare: Deniz… Hudaret: Yeşillik. Sebze, nebat… Hudur: Aşağı indirmek. “Ezelden”… Hudur: Hazırlık… Hudrî: Kara eşek. “Çok uzun zaman. Lisân”… Şeytan Gaybı: Adem Aleyhisselâm’la alâkalı ve Şeytana hükümranlığı bu gaybta. Burada kirli KIZIL bir renk görünür, zikrin tesiriyle lâciverde… Nefsin Gaybı: Nuh Aleyhisselâm’la alâkalı. Lâtifesi LACİVERT… Kalb Gaybı: İbrahim Aleyhisselâm’la alâkalı. KIRMIZI AKİK renginde… Sır Gaybı: Musa Aleyhisselâm’la alâkalı. Rengi BEYAZ… Ruh Gaybı: Davud Aleyhisselâm’la alâkalı. Rengi güzel bir SARI… Hafi Gayb: İsâ Aleyhisselâm’la alâkalı. Rengi SİYAH… Hakk Gaybı: Allah Sevgilisi ile alâkalı. Rengi YEŞİL… Bu dünyadaki herşey gibi, renkler de bâtın âleminden bir misâl, bir hatırlatıcı; Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin, “öyle renkler görünür ki, hiçbir renge benzemez!” dediği… Zâhirdeki renklerin, bir bâtın tab’ı oluşu da böylece belirtilmiş oluyor!

*

FİERA-Romence bu kelime “safra” demek: 292: MİRALAY-Albay. “Emir Subayı”… FİER-Demir: 291: ASR-Hapsetmek… FİERA-Vahşi canavar yatağı: 291: İFRAT… MİRAN-Vahşî canavar yatağı: 291: TERAHHUS-İzinli ve müsaadeli olma… DEMRAĞ-Çok kırmızı olan. “Kızıl. Sarı. Sıfır. Yazı”… DEMİR: Demur. Demr. Hadîd. Öfke. Anlayış. Dağ eteği: 254: MÜRİD… DAMAR: Kanın dolaştığı yol… DAMİR: Kalb. Niyet… DAMİR: Zayıf, ince… DEMY: Kan. “Nefes”… DİMÂ’: Kanlar… DEM’A: Bir damla gözyaşı. (Levha: Temmuz 1983… Akan burnumu silmek için tuvalet kâğıdından koparıyorum ve burnumu siliyorum… Aklımdan, “Üstadım’ın yanında hiç böyle silebilir miydim?” diye geçiyor… Bunu ifâde de ediyorum… His yoğunluğu içinde gözyaşı hücum ediyor… Riyâ zannına yer vermemek için kendimi tutmaya çabalarken, gaibten gür bir ses: “Yalnızken akan gözyaşı riyâ değildir!”… O sesle uyanırken, sağ gözümden bir damla yaş yatağa düşüyor… Ve kendimi salıveriyorum gitsin!)… Fransızca, FER: Demir… FER: Bir bütünün parçası. Hisse. Işık. Dal… REF: Kaldırma, yükseltme… SAFRA: Gemilerde dengeyi sağlayan… BİLA: Romence safra… DEHMA: Koyu kızıl. Belâ. Zahmet. Çömlek. Çok adet. Ansızdan gelmek. Hâlis kızıl koyun. Kadim… “Fürfür-Besili koç: 566: Esseyyid Abdülhakîm Arvasî”… “Kadim-Evveli bilinmeyen, çok eski zaman: 154: Mehdî Muhammed”.


Baran Dergisi 305. Sayı