MATLA’ Beyit: Ehl-i diliz felekte belâmız budur bizim / Tuttuk reh-i sevâbı hatâmız budur bizim — (Nedim).

*

REH-İ Sevab-Doğru yol. Sevab yolu. Sevab metodu: 315: MEYSERE-Ordunun sol cenahı. Sol cenah. Zenginlik, servet. (Şâm: Akşam vakti. Sol taraf. Batı. “Karanlık. Siyah. Tefekkür”… Yesar: Sol taraf. Bolluk. Gençlik… Farsça, Moh: Gem. Dizgin. Hurma. Nebat… Moh: Beyin. Orta, asıl. Cevher. Mebde’, başlangıç. İlk akılın Allah’ın Bedi’ ismi tasarrufunda oluşunu hatırlayınız. Beyin’in, hayvan-canlı’ya âit oluşunu, hayvanın nebattan farkının nefs içgüdüsüne bağlı beyin ve insanda aklın denetleyici olarak içgüdüye gem ve dizgin, bunun da düşünebilme rolüyle gerçekleştiğini, nefsin ruha bakan yönünün zıddı olması cihetiyle de nefste “şuur, karışık” vasfının kendisine düşen payının arttığı nisbette “ruh” adını alışını ve sezgileştiğini… Giyah: Ot. Nebat… Kürtçe, Giyah: Ruh… Ruhun beyinde ot vasfı, aklın içgüdüye “gem ve dizgin” olmasını açıklar… Hurma, bitkinin ufku olarak, döllemeyi hayvan gibi, erkek tohumunu dişiye bırakarak yapar… KUST otu, kocası ölmüş kadının iddet müddeti boyunca sürünebileceği koku; ibadete engel hayız bahsini de ihtiva eden yönü itibariyle, Allah’ın rahmetinin kadında bütünleşmesi ilgisinde hatırlanmalıdır. Aynı sırada, Asfer: Bir kust nevi. Bomboş şey. Kızıl. Uçuk sarı. Sıfırlar. Islık sesi. Elçi.)

*

BEYT’in toplam ebcedi: 1308: ARVASÎ… ŞİHAB-Kayan Yıldız: 308: ŞEHBA-Kır at. Bir nesnenin kenarı. Sahil. Murad… İHAZE-Su toplanacak yer: 308: EZRAK-Mâvi renkli, mâvi. Saf ve temiz su… TARAK-Bulutların bir yere toplanması. Aynı cinsten şeylerin bazısı bazısının üstünde olması: 309: HURUFİYE-Harfler ilmi. Harfler ve sayı değerleri cetveli. Kültür.

*

MATLA’ Beyt’in Birinci Mısraı ebcedi: 1557= 558: MÜSTENHİC-Birinin mesleğine girme. (Reh-i sevab)… SIBGATULLAH-Allah’ın boyasıyla boyanmış: 558: TAHSİN-Kale gibi sağlamlaştırma. Muhafaza altına almak… KAMTERİR-Çatık yüzlü. “Hükümdarlık. Hüküm veren. Adil. Adlî”: 559: KAPTAN Kusto Müslîman.

*

MATLA Beyt’in İkinci Mısraı ebcedi: 751: MECZUB-Cezbedilmiş. Mecnun. Divane… MÜESSİR-Tesir eden. İz bırakan. Tesirli. Hükmünü yürüten. Eserin sahibi: 751: FÜRSİYYAT-Fars dili ve edebiyatı bilgisi. (Farsça, “veliler lisânı”dır; veli ruhuna tercüman. Fasih ve beliğ Farsça, hükümdar ve çevresi lisânı demek olan DERÎ hatırda; ve Allah’ın “dilediğine belâ verici” mânâsına gelen DARRÎ.)

İYİ - KÖTÜ

LEVHA: 17 Şubat 1987… Kötü adam rolleriyle tanınan müteveffa Ahmet Tarık Tekçe’nin filmi… Komedi filmi… Bir sirkteki süslü fillerin birinin üstünde o… Hep sevimli ve güleryüzlü!


*

AHMED Tarık Tekçe: 791: NESLİ-Hân… İZZET Mirzabeyoğlu: 791: MÜTEARRİF-Bir şeyi araştırarak bilen… MÜNŞEAT-İflâk, yâni kelimenin “nesir, yazılar” anlamını kökte şiir ve şeriat olarak bulup “kelime icâdı” hâlinde “şiiriyet” mânâsına bir usul ve metod şeklinde de beyân ettiğim kelime: 791: MÜTEFERRİ-Bir kökle alâkalı olan. Dallanan, bir kökten ayrılan… TERAKKUS-Raksetme. Dalgalanma. Devamlı aşağı inip yukarı çıkan: 791: HISSÎSA-Bir kimseye, bir şeye mahsus hâl… TERAKUS-Karşılıklı olarak oynayıp raksetme. Dalgalanma: 791: MÜTEŞAKİL-Şekli birbirine benzeyenlerin herbiri, bir şekilde olan… İKTİSAR-Sözü kısa kesmek. Kısaltmak: 791: MANŞET-Bir gazetede ilk sayfada büyük puntolu başlık. “Kaptan Kusto Müslüman-Dünya Çapında Bir Hâdise”… İHFAK-Yer sarsıntıları ve zelzeleler neticesinde meydana gelen yarıklar, delikler. (Racife-Şiddetle sarsan sarsıntı. Dünyayı yerinden oynatan vakıa. İlk nefha: 289: Harf-Yemiş. Sahibini tanıtmak için olan. Vecih, üslub. Her şeyin kenarı ve sivri ucu. “Sahil. Aslına benzemeyen. Hayâl. Fikir. Kusto”… İki şey arasında en mücerretten en müşahhasa kadar “her yerde ve her şeyde” görünen yarık ve delikler –PERDELER–, bulunması gereken hükümlerdir ki, unsurlarını ihtiva eden, kuşatandırlar… Hükümler, insan aksiyonunu öne alıcı bir bakışta, bir gayret, “sır” ihtiva eden mahiyetine nisbetle “karışık”, aynı şeyde ayrı anlayış veya birbirine aykırı oluşları ile, “kargaşa ve fitne” tâbirine giren her mevzuun kendine mahsus değer ve değerlendirmeleridir… Fitne, “gevezelik ve kargaşalık” veya bunlara sebeb oluculuktan, güzel’e “afet” sıfatıyla işaret gibi “zorluk ve zorlukla elde edilebilen” niyetine de mecaz kullanıma girer; buna dikkat. “Müddeî-İddiacı”nın, bedahet ifâde eden bir hakikat karşında tâbi olmamasının çirkinlik diye değerlendirilmesi gibi. Hani, MÜDDEÎ’nin biri LEYLÂ için “pek bir şeye benzemiyor!” demesi üzerine, Leylâ’nın, “ben ona ne diyeyim ki, o Mecnun değil!” demesi… Kabul edici “dişi” nefsin, “kendileştirdiği” şeyhin sıfatlarını sindirişi boyunca, mecaz suretinde “saçından kaşına, gözünden boybosuna” belâ ve fitne çıkarıcı diye nitelemesi gibi. “Saç, kaş, sakal”; sır, “göz”; idrak vesaire… Dikkat: Nefs, bedeni erkek veya kadın, “kabul edici, alıcı” anlamında dişidir. Müessir olma, aksiyon da, “kazanma” anlamında dişidir. Yâni, Divan şiirinde erkek olan şeyhin “kadın” mecazı, “erkek erkeke” gibi bir sapıklıktan kaçınmak için değil, “mahiyet-iç, asıl, öz, kendilik”te dişi olmak ve onun da “mahiyet-iç, asıl, öz, kendilik”inde bu olması bakımından sıfatlarına bürünmede “ayniyet-birlik” anlamındadır. Bunun kadın cinsi bakımından kıyasını da buradan ve şu misâlle beraber anlayın: “Aman bre deryalar!” isimli bir türküde “Yusufuna yanan” kadının hikâyesi, erkek veya kadın söylesin, dinleyen erkek veya kadın olsun, hisleniyor, hüzünleniyor. İki tarafta, o iki tarafı tanımadan üstelik. Senin durumuna uygun hiçbir tedaî uyandırmayan sözsüz bir musiki parçasına dalmış dinlerken, sadece “neyse o bir zevk”ten başka ne var? Musiki, zaten bir “dille ifâde edilemeyen”dir; onu bildik kelâmdan ayırmak için, bir benzetmeyle “musiki dili” diyorsun… Bunları, AŞK deyince karşı cins alâkasını ve ondan da sadece cinsî ilgiyi anlayan ve saçmalayan ahmaklar için söylüyorum. “Allah, âlemi bir aşk ânında yarattı!”; “İnsan benim sırrım ve ben insanın en büyük sırrıyım!” buyuruyor kudsî hadiste. AŞK, bir “varoluş” sırrıdır; bunu yaşadıkça ondan paydasın bunu yaşayanlarla nisbetince… İşi, her harfte vâhid olarak görünen ELİF’e, Allah’a işaretle bitiriyorum. İNSAN nefsinin cazibesine kapıldığı her şeyin müntehasında –aslî hakikatinde– tecelli eden HAK, Allah Sevgilisi’nde: O’nda tecelli eden de, HAKK’ın Hak üzerine kaimliği olarak nihayetsiz, Allah’tan!)

*

Doğru-yanlış, güzel-çirkin, iyi-kötü; bunlar, inanç, kültür ve kişiye kadar aynı veya farklı, ayrı mevzularda aynı veya değişebilen değer ölçüleri… Bu çerçevede, müsbetler ve zıddı menfiler; neyin neye âlet olabildiği ayrı mesele… İfâde içinde kullanıldığı yere nisbetle değerlenişi de; kasıd, niyet, şu bu… ADLÎ Tıbb mantığıyla insanın dışyüz ve içyüzünü onda toplarken, ÇİRKİN’in buna nisbetini Divan Edebiyatı Şâirleri’nden NÂBÎ’nin şu beytinde buluyoruz: Çirk-i dalâli âb-ı hidâyetle mahv eder / Hâsiyyet-i vücûd-ı Hüdâ’dan enbiyâ… “Dalâlet kir ve pasını hidâyet nuruyla mahv eder — Hüdâ vücudunun kuvvet ve tesiriyle Enbiyâ!”… HÂSİYET-Kuvvet, tesir, fayda, keyfiyet: 1101: MAHZUM-Burnunun halkasıyla tutulan sığır ve deve. Her delinmiş nesne. “Bedene: Kurbanlık deve”. (Cihad, Cehd lâfzından: Müslümanın ilim, irfan, takva şeklinde içyüz ve uç ifâdesi kılıçta dışyüz cehdi, varlığın alt duruşu maddenin hülâsasından mürekkeb bedeninde vücud bulan bir mesele. Öyle veya böyle cihad’ta nefsin “kurbanlık oluşu”ndan bahis, onun beden tarafının şuur emrine alınmış aslîliği bakımındandır… Asin-Pis koku: 111: Masi-Balık. “Cesed, beden”… Beden’in yalın olarak çirkinliği, estetik açıdan değil, nefsin Allah’a bakan ruh cihetinin zıddı temayüllerinin karşılığı olmasındandır; Allah’tan gelen yalnız ruhtur - her türlü güzelliklerin, doğrulukların, iyiliklerin ölçüsüyle bildirilen. Bunun hâkimiyeti nisbetinde nefs, zıddını tasarrufuna alan ve beden cihetinde onu bu gayeye hizmet ettiren, bineğini ehlileştirendir… Bu ölçülendirmede, kesret âleminin kopukluk ve kesikliğine dair akıl ve toprak da, neye göre kıymetleniyor belli; akıl, duracağı at ve koşturacağı alanı hakikati ölçülerle bildirilmiş ruhun emrinde ruhîleşerek bilirken, Kur’ân’da “sefillerin en sefili” diye belirtilen içinde bulunduğumuz Âlemde - toprak… Adem Aleyhisselâm’ı Cennet’ten düşüren sebeb, Şeytan’a uyma hatasıydı; İlâhî hikmette bu HATA, onun topyekün varlığa efendi oluşunun görünmesine fırsat; “Allah’ın bütün isim ve sıfatlarının tecellisi bakımından bu âlemden daha iyisi yok!” diyen İmâm-ı Gazâlî Hazretleri, bu âlem için varlığı zorunlu BERZAH Âlemi’nde tecelli eden Allah’ın isim ve sıfatlarının, bu âlemde tâlimle kazanılabileceğinin de beyancısıdır - bu âlem onun için… Son olarak MAHZUMOĞULLARI: “Allah’ın Çekilmiş Kılıcı” ünvanlı Halid bin Velid Hazretleri, “kılıcı şiir kınında” Sahabîler kadrosu cümlesinden olarak bu ünvanıyla hatırlanmalı!)…

GUSTO-(Romence, Gustare: Tad. Çeş. “Varidat. Gelirler”… Çeşen: Mübarek gün. Bayram. “İdrak. Göz”… Şef’: Kurban Bayramı. Çift… Şefe: Dudak. Kenar. “Sahil”… Şefi’: Şefaat. Suç ve hataların affı için yardım eden… Şifa: Hastalıktan kurtulma… Haste-Hasta. Rahatsız: 1065: Necib… Haste-Uzanmış. Ayağa kalkmış: 1066: Vîn-İrade. Siyah üzüm. Boya, renk… Haste-İstenilen, matlub, taleb edilmiş: 1073: Mehdî Salih Mirzabeyoğlu… Aslolan sağlık, hastalık arızî; HATA bahsi kıyas, neyin neye dönebileceği, “hakkımızda hayırlı olanı dilemek ve O’nun bileceği!”… Mesih: Bir şey üzerinde el yürütmek. İsâ Aleyhisselâm’ın bir ismi. Hastaları elinin teması ile iyi ettiği ve mucizesi olarak bir ölüyü dirilttiği için, “İsâ Mesih” denmiştir… Mesih: Bir şeyin suretini çirkin hâle koymak. HAYVAN’ı koşturup yorarak onu bitâb hâle getirmek. Başka bir şekle girmek, hayvanî cesedini değiştirmek… Son mesele; velinin hususen nefs tezkiyesi icâbı kendini Allah karşısında hep kusurlu görmesi icabı, nefsine itibar olarak güzel sıfatında değildir. Hikmet icâbı, yüzünü çirkin hâle çeviren Veli’nin, müridine “bizde çirkin bir hâl görürsen, sen onu bırak da kendi nisbetine sarıl!” buyurması, hem o kerameti gösterir, hem işaretlediğimiz hususu. BATINÎ anlamda, nefsin beden seviyesine tenezzülü “çirkin” karşılandığı için bu sıfatla anılan ahlâka karşılık, basbayağı bedene hayevan’a tam bir tasarruf ifâdesi olan İDRİS Aleyhisselâm’da tecelli eden hikmet, elbette bunun tam zıddıdır… Beden-Madde’nin ne olduğunu söyledik… Farsça, Tûk: At kakülü. Alın tüyü. Göz. İdrak… Farsça, Yekçeşm: Tek gözlü. GÜNEŞ. Esir edilmiş kadın. “Tâbi’ olmuş nefs”… İkinci Nübüvveti’nde Lübnan Dağı’ndan temsil olan AT’a hiçbir bedenî arzusu kalmamış olarak binen ve mirac eden İdris Aleyhisselâm, AT’ta temsil olan mânâ, maddenin mücerretleşmesidir… Farsça, Madde: Sözlükte bir kelime… Romence bir kelime, Çira: Ateş. Ruşen olmak, görünmek… Romence, Çira: Misbah. Siyah at… Romence, Çir: Fasih, açık. Fasih lisân… Veliler lisânı denilen Farsça’da, Deri: Fasih Farsça demek… Farsça, Mesh: Çirkinleştirme. Hatalı yazma. Cismaniyete cismaniyet olarak hâkim olma anlamında, ruhun –hayvan bedenine– inmesi… Burada “inme”den kasıd, “derinleşme”, yâni yüksekliktir… Yevmiye: “Yazısı çirkin olanın, başka şeyi kötü olmaz!”… Sırrına aşina olduğumuz hikmet yazdıklarımız kıymetince!): 101: ASGA-Bilmeye çok hevesli. Çarpık suratlı. (Saga: Kuyumcu… Kustar: Kuyumcu. Kesedar. Tüccar. Mücahid. Mizân, ölçü. Bir şehre veya beldeye VALİ olan. “İrade”… Allah’ın MUTLAK İradesi karşısında, insanın iyiyi istemesi gereken “seçici” iradesi ZANN keyfiyetindedir; MUTLAK Varlık karşısında, ARIZÎ –O’nunla var– durumuna uygun olan… Yaratıcı karşısında onun muhtaç ve eksikliği, kasıd bu, çirkinliğidir. “Allah’tan gayrı herşey bâtıl” buyuran Allah Sevgilisi’nin sözü izinde, “Ey insan, senin var olmandan büyük suç mu olur!” misüllü sözler, bu cümleden olarak!)

*

AHMED-Allah Sevgilisi’nin bir ismi: 53: CİNN-Gizli. (Cennet de, gizli olmak bakımından “Cinn” lâfzından gelir.)… MÜHCE-Can, ruh: 53: HEYULA-Eşyanın aslı ve hakiki kısmı… HILYE-Güzel sıfatlar. Allah Sevgilisi’nin hasletleri. Cevher. Kılıcın sapındaki veya kınındaki ziynet. Suret: 53: DARZEME-Çok ısıran. (Tanıma anlamında, “onu bir yerden gözüm ısırıyor!” deriz ya; ısırmanın idrak, idrakin hakikate yapışmak mânâsı hatırlanmalı.)… KALİB-Köpeğe av tâlim ettiren. (Kürtçe bir kelime, Av: Su… Ab: Su… Abb: Nur, ışık, ilim… Allah’ın hayat sıfatı, suya işledi; ve her canlı sudan yaratıldı… Maddeden insana, insan hem madde hem mânâ, kendi varlık “orijinini-özünü” koruma derdinde; “hayat iradesi” insana doğru artan bir seçicilikte… Köpek, “sezgi”de ergen bilinir; “içgüdü vasfı” ile… Bu vasıf insanda, akıldan önce davranan bir his; basiret ve ferasettir ki, kritikten geçmiş “akıl ve içgüdü” değerleri… TALİM, insan nefsinin ruha bakan kutbunun, eşyaya bakan akıl ve içgüdü yönünü bir “şuur bütünlüğü alışverişinde” kontrola almasıdır ki, hissin ruhî vasfı ve AKL’ın “ruh” anılması bir tekâmül sürecinde “yaşanan” olarak idrak edilen… “Köpeğe av talim ettirmek”, içinde yaşadığımız dünyada “nefs tezkiyesi”ne memur insanın, nefsine yakıştırdığı horluğu, Allah ve Resûlü ölçülerinde giderme işidir; buna erildikçe bahsi geçen, “selim akıldır!”… Tâbi’ ve teslim olmuş akıl!): 53: MÜCAHİD-Cehd eden, yapan… BİR Not: Divan Edebiyatımız’da, “Sevgili, kadın, erkek, kaş, göz, saç, sakal, tüy, boybos, gül, bülbül” motiflerinin hakikati arama babında ne kadar güzel sembol seçimleri oluşunu, ADLÎ TIBB yönünden uyaralım… Kökleri toprakta ağaç ve meyvesi; kökleri ilimde tefekkür ve meyvesi. Köklerin toprakta olması, kökün toprak oluşu değildir; o, kendine yarar bulduğunu özleştirmek üzere emen… Tefekkür ağaç, meyvesi şiir… Romence, Vest: Beyit… İngilizce ve Romence, Vest: Batı. “Gece. Karanlık. Siyah. Suyun akması. Tefekkür. Fikir”… Vest, Romence: Yelek… Türkçe, Yelek(a): Beyaz keçi. “Beyaz, mücerret rengi, keçi ise inatçı. Yeni. (Alb: Beyaz)… Romence, Vest: Haber verme. Bildirme… BİR Not: ADLÎ Tıb ile ilgili iki CETVEL kullandığımız malûm - Muhyiddin-i Arabî Hazretleri’nin ve Şeyh Ebu’l-Muvahhid’in, harflerle ilgili cetvelleri. Sık sık kullanıyoruz… ADLÎ Tıbb: 126: SALİH-İhlâslı, samimi… Künun-El’an. Halihazır. Şimdi. Halâ. Hal. Alış veriş yeri. Çarşı. Pazar: 126: Künun-Bir şeyi saklı tutma… Bilme dışımıza doğru olursa “ilim”, içimize doğru olursa “hikmet” adını alır… İngilizce, Rule: Cetvel. Kural. İlke, şiar. Yol. Metod. Hâkimiyet. Hükümdarlık. Karar verme… Ruler, İngilizce-Hükümdarlık. Adillik. Cetvel. (2.000 senesinde, kendi usulümce TELEGRAM’ı üzerimdeki tesirlerinden anlama çabalarımın başvurmaları sırasında EBCED alâkamın davet ettiği ERKAM, –sayı ve ilgilileri– meselesi sırasında bulduğum Şeyh Ebu’l Muvahhid’in “Harfler, sayı değerleri ve Allah’ın ismi” cetveli ile, Muhyiddin-i Arabî Hazretleri’nin “Harfler, Allah’ın ismi ve mertebeleri” cetveli; biri KARTAL Cezaevi’nde, diğeri BOLU F-Tipi Cezaevi’nde): 437: Tebelluh-Gece vakti bir yere gitmek… Tebellüh-Kaybolan şeyi araştırma. “Ben’de aranan sebeb ve eseri”: 437: İctilab-Çekme, cezbetme… Tegavvül-Renkten renge girmek. Renk değiştirmek: 437: Benefşe-Mor Menekşe… Tezekkî-Mânevî temizlenme. Ahlâken yükselme. Zekât verme. “Diyet”: 437: Tecelbüb-Gömlek giyme. “Sıfatlanma. Ölüm”.

*

TARIK-Gece gelen kimse. Zulmette hasıl olan belâ ve musibetler. Parlak yıldız. Sabah yıldızı, Zühre yıldızı: 310: MESATİR-Cetveller… MASDAR-Bir şeyin sudur ettiği, çıktığı yer. Fiilin kökü, şahsa ve zamana bağlı olmayan şekli, “okumak, yazmak” gibi. Masdar, sudur etmek mânâsında ism-i mekândır: 334: MUTARHEF-Tam güzel. (Şeyh Galib: Niçin gül renkli ruh –hayat, nur, bilgi– bedeni serkeşlendirir bilmem… Âlem: Renk)… MUSADDAR-Çıkmış. Sudur etmiş: 334: RECEFAN-Şiddetle sarsılma, sallanma. Şiddetle gürüldeme, tarraka. Şiddetli ızdırab, büyük acı. (Şeyh Galib: Niçin mânâ rengin lâfzı ateşlendirir bilmem… Ruhun bedende tecellisinden ruha doğru nefsin iki yönü, Halk Âlemi’nden Berzah Âlemi’ne nasibi neyse o karar “şuur” olarak göründü… Farsça, Mester: Mastar. Cetvel… Bizim KÖK olarak kullandığımız cetveller, BERZAH Âlemi’ndendir!)… MASDUR-Gönderilmiş, yollanmış. Göğsü incinmiş olan. (HE harfi, Allah’ın EL-Bais ismine ve Levh-i Mahfuz’a işaret eder… Bais: Peygamber gönderen. Elçi yollayan… Levh-i Mahfuz: Her şeyin kaderinin yazılı olduğu levha. Kur’ân. “Allah Sevgilisi’nin nefsi ve O’ndan hisseler”: 1078: Hakîm… HI harfinin işaret ettiği, “Suret ve Şekil” mertebesi ve Allah’ın bu ismi… Aynı ebcedle İBDA): 314: KADİR-Allah’ın “Muktedir, nihayetsiz kudret sahibi” mânâsına gelen ismi… HARİKA-Ateş. Nar, od. “Fevkalâde şey, olağanüstü hâdise”: 314: ŞEHAV-Açmak. Feth. (Kullandığımız cetvellerin fütühat eseri olduğu görüldü!)… KAF: Bir harf. Ufuk. Allah’ın El-Muhit harfine işaret eder; Kuşatan. Da’va Cetveli’nde Allah’ın Kadîr ismine… Üstadım, TİLKİ Günlüğü’nde “Ufuk”, Bahriye Mektebi’nde “İlk Gece”sini anlatıyor: “Benden 1 yıl önce bu mektebe giren ve beni kılığının cazibesiyle aynı yere çeken yeğenim Tarık ve adada âşıkken dinlediğim boru sesleri yüzünden girdiğim bu hânede, hâne hâne tek hâne olarak gurbethânede, hâlim ne olacak?”… TARİK: Karanlık. Batı. Tefekkür… TA’RİK: Ovmak. Meshetmek… TAREK: Başın tepesi. Tepe… TA’RİK: Yol, metod, usul. Bâtın yolu. (İngilizce, Armchair: Koltuk. Makam. Mertebe. Kürsü. Kolluklu sandalye. Arm: Yılan. Ordu. Kuvvet. Koruyucu. Kuşatan… Chair: Sandalye. Makam… Char: Yanıp simsiyah olmak. Kömürleşmek. Kömürleştirmek. “Fehim. Kömür. Anlayış. Pişmek”… Romence, Chair: Hatta, “–dahi”… Abdülhakîm Koltuğunun, kula ve Hakka bakan mânâsı görünüyor!)… “Tarık” ve tersinden okunuşu “Kır at”… CEVN-Beyaz, ak. Kara, esved: 59: ECNAD-Askerler. Kuşatan. (Berf-Kar. Güzel söz. Asker: 282: Naka-i Salih-“Salih Aleyhisselâm’ın mucizesini hatırla”… Bir Veli’nin sözü: Güzel sözden muradın ne olduğunu sorarsan, onlar mânâ ordularının bir kısım askerleridir ki, istidatlıların yardımına gelir!)… İHTIZAN-Sırrı gizlemek. (Abdülhakîm Koltuğu): 59: CİHAN-Dünya. Kâinat. Âlem… HAVME-Tasarruf dairesi: 59: MÜHDÎ-Hidayete vesile olan. Mürşid. Allah Sevgilisi’nin bir ismi… KABUL-Avcı kemendi: 59: MEHDÎ.

*

TEKÇE-Buzağı. Keçi. Koşan. Mektub götüren. Yeni haberci: 428: MUSA Mirzabeyoğlu. (Musa Mirzabeyoğlu: 418: Necib Fazıl Kısakürek)… SALİH Mirzabeyoğlu: 1428: ZEKÂT-Nisab miktarı mal ve paranın kırkta birini vermek. Temizlik. Ziyadeleşme, artma. Arızî, bir büyüğe takdim edilen kişi”… Yevmiye: “Zekât için hep dua ederdim, çok şükür nisab miktarına erdim!”… İHTİTAT-Yukarıdan aşağıya indirme: 428: TAHYİC-Heyecanlandırma. Ayağa kaldırma.

*

PİL-Fil. Akib, ökçe, topuk. İstikbâl: 42: BATTAL-Hantal. Hükmü olmayan. Kullanılamaz olan. İşsiz. Aksiyon görünmeyen, “şimdi” değil. Pek büyük. Boş. Alıcı olan, nüfuz eden. (Bu kelime de, “cem-i ezdad” dedikleri birbirine zıd mânâları kendinde toplamıştır, kullanıldığı yere göre renk alışına dikkat… Meselâ, “Battal Gâzi” isimli büyük kahramanı kim bilmez? Yine, “nur, kendini idrak etmez; Allah nuru kime verdiyse o hidayete ermiştir!”… Yine İmam-ı Şâfî Hazretleri’nin, “vuku bulmamış hakkında fetva olmaz!” hükmü… Bir Veli’nin, geveze “Allah’ım senden ümidimi kesme!” lâfzına, “Allah’ım senden ümidimi kes; çünkü ümit istikbâldedir, sen ise hep hazırsın!” meâlinde sözü… İstikbâl-gelecek hakkında tasavvur, olabilirin ötesinde, şart olan; yine, “ihtimâl hesabı”… Demek ki, her şeyi kendi şart ve düzeni içinde tertib lâzım; yerli yerince, onun haddini bilerek!)… DAHL-Pencere. Menfez, delik. (Farz: Allah ve Resûlü’nün emirleri. Gedik açmak): 42: CEDVEL-Liste. Su kanalı. “Şeriat, gidebilme, suya giden yol; hayat, nur ve ilme!”… CEM-Hükümdar. Hazret-i Süleyman’ın nâmı: 43: MÜRETTİB-Tertib eden. Sıra ve tertibe giren. Meydana gelen, icab eden. Dolayı. (Messah: Ölçülü, ölçen. Mesh eden… Mesh: İyi gümüş. İyi yay.)

*

MEREC: Zorunluluk. Kararını bulamamış, kararsızlık. (Birbirine zorunluluk ifâde eden, Bâtın Âlemi’ne nisbetle onun misâlini barındıran Halk Âlemi meselesini hatırla. “Misal” lâfzı, birbirine kasdıyla hem öyle hem böyle kullanılabilir. Yine Berzah Âlemi, Allah’ın isim ve sıfatlarına tecelli yeri olmak bakımından, Allah’ın Zât Âlemi’nin tecellisi ve “var olmak” için şartlarında birbiri için zorunluluk ifâde eder; bir naz makamında velinin, “ben var olmak için sana muhtaç isem, sen de bilinmek için bana muhtaçsın!” dediği… MEREC El-Bahreyn: Birbirine zorunlu, kara bulmak için akan iki deniz!)… Farsça, MEREC: Ebegümeci isimli 1500 çeşidi olduğu söylenen nebat. (Her yerde kendiliğinden yetişen, kökü ve çiçekleri özellikle YUMUŞATICI hassaları sebebiyle Tıbb’ta kullanılan, “kalsiyum, demir, A ve C vitaminleri” ihtiva eden, yaprakları sebze olarak kullanılan bitki… EBEGÜMECİGİLLER, odunsu ve otsu bitkiler familyası: Bamya, ıhlamur, ebegümeci, hatmî, başlıca türleri!)… LEVHA: 25 Haziran 1985… SAPANCA Gölü… Televizyon dizi filmindeki Emniyet Müdür Yardımcısı Komiser Enrayt ile bir sandaldayız… Göl, Batı ülkesinde… Batı’da “Hint-Çin” karışımı bir medeniyetin oluşuna şaşıyorum… Eski çağlarda… Gölün kıyısında, Tarihî binanın enkazı var… Ve yan tarafına uzanmış, büyük bir tepe cüssesindeki muazzam MERYEM Ana heykeli… Komiser Enrayt, EBEGÜMECİ dediği MARUL benzeri bir çiçeği koparıyor ve “bunu Büyükannem çok sever, iyi bakar!” diyor… Büyükannesi, HANİFE Erdiş, yâni Babaannem imiş! (Enrayt, Amerikalı bir aktörün filmindeki ismi… En: Kadran, uygun olma, uygun gelme. Mercekte ışık alma ayarı… Rayt: Işık. İz, eser… Enrayt: Gizliyi çözen göz, idrak… Batı: Karanlık. Siyah. Fikir… İngilizce, Cow: Dişi fiil. “Alıcı kuvvet. İnsan nefsi”… Cove: Haliç. Körfez. Koy… Amerika: Batı. Karanlık. Siyah. Fikir… Ahmak: Aptal. Mânâda, iradesi mutlak teslim olmuş mânâsına iradesiz… ÜSTADIM’dan: “Ben bir atım, iradem, elinde binicim; — Bir çocuk oyuncağı, ucunda bir sicimim!”… YEVMİYE: “Hâliç’in neresinden bir bardak su alınsa aynı çıkar!”… Üstadım’ın, TURGUT Özal’ın Parti kurma çalışmasında ona başvurusu üzerine bir tavsiyesi: “Amerikalı ahmak fili, sonra mücadelesi kabil olanlara sıra gelmek üzere Sovyetler Birliği aleyhine kullanmalı”… 1990’da onun tasallutundan şöyle veya böyle kurtulan şimdinin devletleri hatırlanmalı… Sözün içyüzde kimi bahane ederek kime söylendiği tâbirimiz içinde; ve TAKDİM yazımız hasırında, onu işaretlemekte!)… HUBBAZÎ-Ebegümeci: 620: KUREYŞÎ-Allah Sevgilisi’nin içinde bulunduğu topluluk… TÜRK: 620: KÜRT… TÜRK: 626: KÜRT… [Müteveffık]-Muvaffak olan: 626: Aysum-Filin dişisi. Büyük deve. Sırtlan. Büyük nefs. Ebed.

*

ÜSTADIM’ın, “denizde deniz içi hayatı kurcalayan” dediği, 1997’de ölen KAPTAN Kusto… 1962 senesinde ADEN Körfezi ve Kızıldeniz’in birleştiği MENDEB Boğazı’nda buldukları “iki denizi birbirinden ayıran su perdeleri” hakkındaki araştırmalarında, ATLAS Okyanusu ile AKDENİZ arasındaki CEBEL-İ Tarık Boğazı’nda da bu perdelerden bulunduğunu keşfeden. (CEBEL: Dağ, Yüksek tepe. Mecazî olarak, bir kavmin büyüğü ve meşhuru, âlim ve fazıl kimse.)… CEBEL-İ Tarık: 345: İMÂM-I Râbbânî… AHMED-İ Farukî. (İmâm-ı Râbbanî Hazretleri): 450: ABDÜLHAKÎM. (Büyük ebcedle)… Bahsin TAKDİM yazımla doğrudan ilgisi dolayısıyle SALİH Mirzabeyoğlu: 451: TAMMAT-Kıyamet. (Tam: Saçını kestirmek. Hikmet devşirmek. Galebe etmek. Defnetmek, gömmek… MATD: Arka. Yüklenmek. İstikbâl.)

*

TELEVİZYON - “Celb-i Suret”, suret celbeden. (Enerji, renk enerjisi, renk… Televizyon verici dalgalarının, Televizyonumuzun hafızasında, suret ve renge dönüşerek ekranda göründüğünü biliyoruz. Siyah-beyaz televizyonda renkli görüntü, vericinin dalgaları diğer renkleri ihtiva etse de mümkün olmadığı gibi, siyah-beyaz verici dalgalarının renkli verebilen televizyonumuzda renkli suretler oluşturabilmesi de kabil değil; televizyon hafızasında şu şöyle bu böyle bir tertible renksiz dalga renkli görüntüye çevrilebilir, bu ayrı mesele… Bizim altını çizmek istediğimiz husus, vericinin yaydığı “alanda hazır” dalgalarının, tarafımızdan idrak edilemediği gibi, renklerin de o enerjide neyse o bir enerji olduğudur. Bu misâli, “âlem: renk” bahsine tatbik ederseniz, “İnsanî hakikatin perdeleri” bahsinde sözü edilen “lâtife-renkler”in, “şu âlem şu renk, bu âlem şu renk” tarzında malûm dış göz kıyasımıza nisbetle anlaşılmaması gereğidir; Nuh Aleyhisselâm’ın lâtifesinin lâciverd olması, bu makamda olanların “ölülerin hâline vakıf olması” gibi bir sıfatla atfedilen olmasıdır, âlemin bildiğimiz lâcivert olması değil.): 521: HİPNOZ (İradenin teshirine yönelik sebeble, “reel-gerçek” dünyadan kopuş ifâde edişinden dolayı “uyku hâline” benzettiğimiz hipnoz, en basitinden yolda giderken dış dünyayı farkedişten kopuk “kafamızda bir düşünce” dalgınlığıdır, bir kopuştur. Şu veya bu kuvvetle bir iradeye teshir, bizim niyetimize bağlı veya değil, bir telkin neticesi olduğu gibi, tıbta bir metod, yahud amaçları çeşitli cihaz marifetiyle de olabilir. Bir alış-veriş işi. Dış dünya dalgınlığından kopuş, aklın müdahilliğinden masun bir “uyku” benzetmesine girebilse de, tam bir “uyanıklık”, iradenin dahil olduğu bir rüyâ gibi çeşitli nevileriyle de mevzulara ayrılabilir. Mesele şuurlu bir âmel veya belirli bir hâl vasıflanması içinde “aklı aşan”a girdikçe “aydınlanma”, “gerçek dışı” veya “zamanüstü” nitelemesiyle, onların mevzuu olarak “hipnoz” tâbirinin dışındadır; şamanlarda dalışlar kolayından izâh “hipnoz” olmadığı gibi, İslâm’da “rabıta, keşif, hâl, cezbe” vesaire de “hipnoz” tâbirine girmez. TELEGRAM’daki “sun’i telepati” benzetmesinde, “telepati” lâfının kendinin bizzat “sun’i”lik ifâde etmesi misâl, bunlar birbirine karıştırılmamalıdır; “telepati” tâbiri “uzaktan haber alma” mânâsına sadece bir benzetmedir.)… AMERİKA’lı Dedektif Enrayt… Rüyâ tâbirine devamdayız… AMERİKA-Her biri müstakil kıta olabilecek büyüklükte iki büyük toprak parçasından meydana gelen ve tek olarak isimlendirilen kıta. “Batı. Güneşin battığı yön. Karanlık. Gece. Fikir”: 681= 1680: NUREDDİN Mahzumoğulları. (Hâlid bin Velid Hazretleri’nin torunlarından biri!)… DEDEKTİF-Hafiye: 523: İSTİBTAN-Gizliliğe, bir kimsenin iç işlerine vakıf olmak. (Bir suret ve şahsiyet idrak edilen şeylere, onların ne olduğu üzerinde durduklarımız, vukuf peyda etmek işimiz diye anlaşılmalı!): 523: HIRKA-İ Tecrid. (Derviş hırkası. Tefekkür hırkası. Tecrid hırkası. Bürünülen sıfat)… Aynı ebcedle, “buldukça bulunacak, bildikçe bilinecek” duran KELİME-İ Tevhid.


Baran Dergisi 311. Sayı