LEVHA: 7 Haziran 1985… Eskişehir’deki FATİH İlkokulu’nda hocam olan MUHSİNE Altunbulak… İngilizce Hocası imiş… Bana OKU diyor… Sanki eski yazıyla yazılmış… “She is my name” diye okuyup takılıyorum… “Halbuki bunu ben okuyabilecektim!” diye şaşıyorum… Ve eski harf bir “Y” görüyorum!
 
*
SHE IS MY NAME: “O benim ismim!”… She, “o” demek ve kadın ve kızı gösteren bir işaret zamiri… İsim olarak “İNSAN veya dişi hayvan” mânâsına geliyor; eski İngilizce’de ise, yazılışları SO - HA biçiminde. Bu kelimenin “eski Farsça’dan geçmiş olabileceği” söyleniyor-muş; HA MAS ON - “Hamason” kelimesinden… KADIN SAVAŞÇI mânâsına gelen AMAZON kelimesinin de buradan geldiği… Bugünkü “The Warrior-Muharib, savaşçı” kelimesinin başındaki THE, Arabça’daki EL ismi tarifinin karşılığı; yâni kelimeyi “marife” eden, belirli eden.
*
She is my name: 287= 1286.
İfrad: Tek olarak söylemek. Ayırmak. Göndermek. Yollamak: 287= 1286.
Naka-i Salih: Salih Aleyhisselâm’ın mucizesi: 286.
Mahigîr: Balık tutan, balık avlayan: 286.
*
Şi iz may neym. (Okunuşu.): 1162= 163.
Muhyiddin: Dini ihya eden: 163.
Asâb: Gazâl. Ceylân: 163.
Kaptan: (Kaptan Kusto Müslüman: Salih “Mirzabeyoğlu”… Tırnak içindeki Mirzabeyoğlu nokta[lı] ve noktasız harflerle DERVİŞ MUHAMMED’e de tevafuk eder.): 163.
*
Sabrî: 302.
Ahiz: Ses alıcı âlet. Telefon. Alan. Alıcı. Kabul etme. “Kabil. Nefs. Vacib-ül vücud olan Allah’a nazaran, topyekün varlık mümkündür - Varlığı zorunlu olanla kaim olan.”: 302.
Efkâr: Fikirler. Düşünceler: 302.
Magaris: FİDAN bahçesi: 1301= 302.
*
HAMASON: (She. Kadın savaşçı. Nefs.): 166.
Rahman Sûresi, 19 ve 20 âyetler: 3166.
*
AMAZON: Güney Amerika kıtasında bulunan Dünya’nın en uzun ikinci nehri. Kadın savaşçılar. (Nehr: Boğazlamak. Boyun. Boğaz çukuru. Tasavvufta, AHFA makamının vücudtaki yeri boğaz çukurudur. İki şeyin göğüs göğüse olması.): 105.
Tedessür: Elbise giyme. Dişiye nazaran erkek. Kişinin sıçrayarak AT’ına binmesi. (Talak: Dil açıklığı. Düzgün sözlülük. Güler yüzlülük… Talak: Bağlı olan bir şeyi çözmek. Boşanmak. Kadından ayrılmak. “Nefste nefs kutbunu ve terk meselesini hatırlayınız; ve türlü çetin riyazetlerle nefs meylini tüketerek MEKÂNET yüksekliğinin en üstününe eren İDRİS Aleyhisselâm bahsini”…): 105.
Mühellil: Tehlil eden. “Lâ ilâhe illallah”ı devamlı tekrar eden. (Mühelhil: Lâtif ve nazik söz söyleyen. Bir şeyi lâtif ve zarif bir şekilde yapan. Güzel elbise giyen… Muhallil: Tahlil eden. Üç talâkla boşanmış olan kadınla, bekleme müddeti sonunda evlenen erkek… Tehlil ile sıfatlandıkça, kabulü artan yeni NEFS’in ruh kutbu.): 105.
Al-i Aba: Ehl-i Beyt: 105.
Meniyye: Takdir edilmiş olan. Ölüm, mevt. “Menî-Okumak. Hükmetmek. Takdir etmek.” (Men: Ben. Kim?): 105.
Seyyad: Avcı: 105.
Lâdinî: Dinsiz. Din dışı. Dinle alâkası olmayan. (Lâdinî, dinsiz mânâsı dışında, Şer’i ölçü ve ilimlerle alâkası olmayan işler hakkında da kullanılır. Şeriat’in, alâkalı olduğu ve olmadığı meseleler. Şu var ki, Şeriat’in alâkalı olmadığı bahisler, bu vasıfta onunla alâkalı ve müsbet ve menfisinin tâyinine girdikçe de doğrudan onunla alâkalı olurlar. Bunun dışında “fetva” değil de “takva”ya giren işler de, “indî, zâtî, şahsî” niteliği ile umumdan taleb edilebilir bir mükellefiyet belirtmediğinden dolayı, bu çerçevededir. İLM-İ Ledün’ün tasavvufta Allah’ın doğrudan doğruya mevhibesi oluşu bahsini de hatırlayınız.  Bu işaretlerin toplamında da, SEYYİDLİK mânâsını… Ve velâyetin, ümmete zahirî HALİFELİK hakkı demek olmadığını.): 105.
Menut: Bir millete sonradan dahil olan: 105.
Melike: Kadın hükümdar: 105.
Müheykel: İri vücutlu ve sağlam. “İşi bitiren, koparan, Emr kalıbının çıkacağı nefs”. Heykelleşmiş - ruh: 105.
Adil(e): Adil. Adalet eden: 105.
Hela’: Korku, feryad. (Yevmiye: “Peki helâya gitmeyecek midir? Bu edebin içinde bu kadar!”… Üstadım, Esseyyid Abdulhakîm Arvasî hakkında anlatırken… İşin beşerî mânâsı açık; kâğıdın öbür yüzünde ise himmet var.): 105.
*
MUHARİB: Savaşçı. CENG eden. Cesur. (ÇENG: El. Pençe. Eğri büğrü - “Miltat’ı hatırlayınız”…): 251.
Kumandan: 252= 1251.
Eren: Ermiş. Sevinmek, sürûr: 251.
Urum: RUM. (Rumeli - ANADOLU): 252= 1251.
*
EL-MÜCAHİD: (Vücut azası EL’in, mecazî olarak “kuvvet ve kudret” ifâde ettiğini biliyoruz… Mücahid-Din için savaşan. Nefsiyle mücahede eden: 53: Ahmed-Allah Resûlü’nün “çok medhedilen” mânâsında ismi… O’nun sıfatlarından biri de, diğer Peygamberlerden farklı olarak “Melhame Nebisi” olması… Melhame: Büyük muharebe mekânı. Kanlı harb… “Harb, HUD’A dır!”… HUDA: Hâlık. Rabb. Sahib… HÜDA: Kur’ân. Doğru yolu bâtıllardan arındırmış olarak gösteren. Kur’ân, “Kur’ân ahlâkıyla ahlâklanmış olarak”, O’nun nefsidir - nefsinde idi de… HUD: Miğfer, baş zırhı. “Elbise”… HUD-Bir Peygamber’in ismi ki, Hakkı ve gayrını Hakk ile gören; her şeyde, her nakışta O’na şahid olurluk” mânâsı kendisinde tecelli etmiştir. İNSAN-KELİME: HUD’un, “hürmet, vakar, büyüklük, sükûn” mânâsının, bir Peygamber’de “ismi ile müsemma” hikmeti bu… HUD: 15: DAVUD-Vücut kemâli ve İNSAN’ın halifelik memuriyeti, zâhir ve bâtınıyla kendisinde tecelli eden Peygamber… B.D-İBDA: 15: 1014: Salih Mirzabeyoğlu… Üstadım’ın küçük ismi, AHMED: 53: Mehdî Salih Mirzabeyoğlu. “2052= 1053”… Bâtın kahramanlarının en büyüğü olan İMAM-I RABBANÎ Hazretleri, Ümmet’in sahabîlerden sonra en büyüğü, bu vasfıyla AHMED isimlilerin de en büyüğü: AHMED-İ FARUKÎ… Farukî, hem dinî, hem de HAZRET-İ Ömer neslinden gelişinden.): 84.
Nacil: Nesli kerim, şerefli olan, soyu temiz: 84.
Hamele: Bir mala kefil olan: 84.
Hamul: Sabırlı, metanetli, tahammüllü kimse: 84.
Ledün: “İnd-zâtî” kelimesi gibi, zaman ve mekân zarfıdır: 84.
 
YILMAZ AY-HAN
 
LEVHA: 11 Ocak 1992… Kütahya’nın GEDİZ İlçesi… Yazıhâneye benzer bir yerde birkaç kişi… Sarışın, mavi gözlü NİLGÜN… Ona, “afedersiniz, sizin adınızı öğrenebilir miyim?” diyorum… “Benim ismim AYHAN Yılmaz!” diyor… Hayret… Halbuki Nilgün olduğunu biliyorum! (Ayhan Yılmaz, 1984-85’de, TAVIR isimli dergiyi çıkaranlardan biri.)
*
KÜTAHYA: 442= 1441.
Devlet: 441.
Kısakürek: 441.
Salih Mirzabeyoğlu: 1441.
Adham: İri cüsseli adam. (EBEDD-İri cüsseli kimse: 7: EBED-Ebedîlik. “İstikbâl. İBDA”… TEVRAT-Musa Aleyhisselâm’a nâzil olan kitab. “Tevr-Su konulan kab. İlim kabı. İnsan. Hadîs: Ümmetimin âlimleri Benî İsrail Peygamberleri gibidir.”: 1007: GUZZ-Oğuz. Tarik adamları… BED’EN-Başlangıçta. İlk önce. VÜCUD: 8: 1007: EGO-Ben. Ene. “BED’ENE-Kurbanlık nefs”… EZEL-Zelil kökünden gelir. Bâtın yolu kahramanlarının “ebediyen hakikatine erilemez” buyurdukları Allah ile kul arasındaki mesafe için “ezel kavramı bunu ifâdede en iyisi” dedikleri bu hayâl mertebesi, en çok ayak sürçmesi burada olduğundan ZÜRAFA sırtına benzetilmiştir. Zelle-hata, sürçme. Ezel, başlangış ve ibtidası olmayan: 38: EZELL-Kurtla sırtlandan doğan hayvan, canlı. “Kurt. Ot. Rüyâ. Serab”. ARCA, “sırtlan ve topal kişi” demek… Topal, denizlerdeki med ve cezir hâdisesindeki gibi hâdiseler ve AY’ın ışığının artıp eksiltici olması bakımından ona da teşbih edilerek kullanılmıştır. Bundan başka, istisnadan olarak Arabça’da AY “erkek” kelime ve yine GÜNEŞ “dişi” kelime. Mecazî olarak da Güneş Allah’a, Ay da ALLAH Sevgilisi’ne benzetilmiştir. O’nun Allah’ı kendi nefsinde idrakı, müessir Allah’a nisbetle kulda nefsin müteessir-tesir alan hakikati bakımından dişidir. “Kendini bilen, Rabbini bilir!”… Bunun yanında, topyekün kâinat bütün varlıklarıyla O’nun tasarrufuna mevzu, bu bakımdan dişi, bu bakımdan da İNSAN’da temsili KADIN suret ve sıfatında olduğundan, O’nda kendi ERKEK suret ve sıfatı, “iki dişi bir erkek eder!” ölçüsünü gösterir… KADIN, erkekten yaratılmış olmakla, ondan daha eksik; buna mukabil Allah’ın RAHMETİ’nin “herşeyi kuşatıcı” olması dolayısiyle, bunun görünüşü onda tamam olur ve doğurucu olma özelliğiyle RAHMET ona hamledilir. Kadın, hem Allah, hem de erkekten FAAL’e muhatab olmakla, hem Allah, hem de kul yönünden onda görüş daha tamdır. Erkeğin kadına meyli Allah’ın rızası bakımından değerlendirilirse, MEYL’in bu mânâsı ondaki Allah’ı idrakın kemâli yönünden olacağı açıktır… Şimdi: ERKEK ve KADIN, bütün insanlar, tek tek Allah tarafından yaratılmışlardır. ÂLEMDE İNSAN, hem Allah, hem duyu verileri-hasse ile gelenlerin ortasında bulunan NEFSİ ile “ruh veya nefs kutublarından birinden birini gerçekleştirmekle mükellef”… Bu ifâdede NEFS’ten kasıd, onun hem beden yönü, hem de ruhun onda tecellisidir… NEFS, Allah karşısında hep eksik, bu eksikliği idrak ettiği kadar da alıcı… Sözkonusu NEFS’tek[i] “nefs kutbu”ndan kasıd da, beden isteği âlem yönüne ve menfiliğe meyil ki, ruh kutbu tarafından iradeyle tasarrufa alınması gereken… DİKKAT: NEFS’in dişi ve MÜNFAİL sıfatta olması, hem erkek, hem kadın yönünden aynıdır. Onların FAALİYETLERİ’ne, FAAL oluşlarına gelince; tıpkı erkek veya dişi balığın cinsiyetine bakılmaksızın tarafımızdan erkek üreme organına benzetilmesi, buna mukabil sudan hava ihtiyacı ve yiyecek kapma faaliyetinin ağızla olması cihetinden de, bunun kadınlık organına benzetilmesi… Ciris: Sazan balığı… Ciriş: Cesed. Temel… Erkek bedeninde ağız, dübür vesaire… KÛN, Kürtçe’de, “kıç, mak’ad” mânâsına geliyor… KÜN: Allah’ın “ol” emri… ABDÜLHAKÎM KOLTUĞU’nda deliğin, “çocuk oturağı” koyulur delik gibi oluşunu hatırlayınız: HAKÎM kulun nefsi, doldurulabilir DELİK… “Nefsini bildikçe Rabbini de bilirsin!”; bilindikçe mahlûk, bilinmez Hakk… ALLAH’a “erkeklik, dişilik, doğuran, doğurtan” vasıfları teşmil edilemez; o kula mahsus bütün sıfatlardan münezzehtir… Allah’ın VÜCUT sıfatı, kulun ilim ve sıfatlarından O’nu tanıması için ve Zâtı mutlak meçhul; “Allah’ın kendi nefesinden üflediğini buyurduğu NEFES, ruh, NEFS olarak da tâbir edilmiştir”… Allah’ın nefsi ve Kâinat’ı bütün mevcutlarıyla kendi için yarattığı ALLAH Resûlü’nün nefsi; Allah’ın KÜN emrinin tecelli ettiği BERZAH âlemi, İNSAN nefsinde bir yönüyle kul, öbür yönüyle bilinecek olan ALLAH’a âit… BATIN kahramanları, KÜN’deki Kef ve Nun harfleri arasında yazıda olmayan VAV harfinin gizli varlığını, Allah Sevgilisi’ne hamlederler: KÜN’le gelen O… KÛN’un mânâsını yukarıda söyledik… NEFSİMİZİN BİR HAKİKATİ VAR; Hakikat-i Ferdiyye de Allah Sevgilisi’nde tecelli ediyor… GÜNEŞ karşısında AY: Allah ve İnsan… Her insan, Resûller, sahâbiler, seçkin ve veliler, giderek bütün tabakalarıyla müminler ve topyekün gelip geçmiş ve gelecek olan insanlık, kendi ferd hakikatini bu AY misâlinde kadın ve erkek olarak, O’na nisbetle bulacaklardır. NUR’a yakınlık ve uzaklık olarak. O, dolunay… Allah’ın RAHMET sıfatının herşeyi kuşatıcı olması bakımından ARÜS-ÜL Kur’ân denilen RAHMAN Suresi’nin 19.-20. ayetleri: 3166: KASAH-Sırtlan. “Ezel. Ebed”… Allah’ın Sevgilisi, Alemlere RAHMET olarak gönderilen; ve KUR’ÂN, O’nun nefsi.): 441.
*
Nilgün Yılmaz: (EŞKAR-Mavi gözlü ve sarı tenli kimse. Yelesi ve kuyruğu kırmızı olan sarı at: 601: AMENE’R Resûlü’den —“Allah hiçbir nefse takatinden fazlasını yüklemez”… MISKAT-Su kovası: 601: HAYRANÎ Mirzabeyoğlu.): 264.
Nirx. (Kürtçe): Nefs muhasebesi: 265= 1264.
Serd: Sözü muttasıl ve güzel bir eda ile söylemek. DELMEK. Vermek. Halkaları birbirine geçirmek. “Silsile”: 264.
Harun: Musa Aleyhisselâm’ın kardeşi, Harun Aleyhisselâm. (Âyet meâli: “Biz rahmetimizden O’na kardeşi Harun’u Nebî olarak bağışladık”… RAHAMUT, Melekût gibi İlâhî âlemden… SAMİRİ isimli kuyumcunun döktüğü BOĞA heykelinden dolayı TUR Dağı’ndan dönüşünde ağabeyine öfkelenen ve O’nu “Ey anamın oğlu” diye annesine nisbet ederek azarlayan Musa Aleyhisselâm, âyette sözü edilen RAHMET’ten dolayı böyle hitabetmişti… Harun Aleyhisselâm, hem Allah ve hem de kardeşi yönünden İMÂM ve HALİFE nasbedilmiş olması dolayısıyla, hem vasıtalı hem vasıtasız olarak İMAMET hikmetini nefsinde birleştirmiştir.): 264.
Büresa’: NAS mânâsına kullanılır bir isim. (Nas-İnsanlar: 111: Elf-1000 adet şey vermek tarzında çok şeye ünsiyet etmek mânâsına gelir… NASS: Kur’ân hükmü. Kesin… Mehdî Muhammed: 151: 1150: NASSÎ.) 264.
Yahmur: Yaban eşeği. (Mishel: Dil, lisân. Kâinat. Yaban eşeği… Şibdi’: Dil, lisân. Akreb. “Yakınlık”… FUZÛLÎ: “Akreb ve aya vatandır dedim, vehm eyle ki hatarlı yıldız birleşmendir senin!”… Üstadım: “Gelsin beni yokluk akrebi soksun — Bir zehir ki hayat özü faniye!”… ZEHR: Ağu… ZEHRA: Ay gibi parlak. Çok parlak ve duru olan… Bütün gıdalar zehirlidir; onu şifâlı kılan dozudur… AHKAB-Yabanî eşek: 111: ELF. “Her varlıkta ona nisbetle tecelli eden ELİF-BİR’in bu mânâsı”… AHKAB-Uzun zamanlar. “500 senedir beklenen mütefekkir bahsini hatırlayınız.”: 112: Salih İzzet Erdiş… İRSİYET-Veraset: 112: Hilâfet-Bir kimseye halef olmak.): 264.
Mehdî Muhammed Salih İzzet Erdiş: 1263= 264.
*
AY-HAN: (Ay: Ayet’in kısaltması… Mah: Gökteki ay. Senenin 12’de biri… MAH: Mahveden. Allah Resûlü’nün, “nuru kötülükleri mahveden” mânâsında bir sıfatı… MAHÎ-Mahfeden: 59: MEHDÎ… Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 2055= 1056: MAHÎ-Balık… EYUM-Erkeksiz kadın. “Ahil, erkeği olmayan kadın, fevkinde kimse olmayan yüksek Padişah. Ahillâ, en sadık dostlar”: 57: AMİGE-Hakikat. Karışık. Birleşmek… Badin-İri vücutlu. “Ezel. Ebed. İşi sıkı tutan”: 57: Vahime-Vehim veren… Kasah-Sırtlan. “İşi sıkı tutan”: 169: Rahman Suresi 19 ve 20. âyetler.): 662.
KERAMAT: Kerametler. (Keramet: 660: İntihar-İdam-ı nefs. “Şer’i mânâda, kendi canına kıymak günah, FEDAÎ mânâsıyla da şehidliktir”… BEHDEL: Erkeğin memelerinin büyük olması. Sırtlan yavrusu… BEHDEL: Bir yeşil kuş… HADÎS: “Şehidlerin ruhları, yeşil kuşların kursağındadır!”… [ÂYET]: “Siz şehidleri ölü sanırsınız, oysa onlar başka bir hayatta canlı, Rableri katında rızıklanırlar!”… Şehidler, ölüp de ölmeyenler… Mide, kursak: BATN… Hayatları nasıldır bilmediğimiz şehidler hakkında kuşun “can” ve yeşilin “Hadara-Allah için, Allah aşkına, deniz, yeşillik” mânâları çerçevesinde, BATIN kahramanlarının sözlerinden “zevken idraka” hitab bir nasibimizce sezişe: “Şehid, hem müşahede edilen, hem müşahede edenle görür olan; Hakk’ın nuruyla gören. Bu, Hakk’ın özel sıfatı olarak mutlak nurdur; ve o yeşillik, mutlak nurun tecellisiyle dirilmiş olan VARLIK AĞACI’nın canlı olduğunun delilidir. Allah Sevgilisi ve Cuma günü irtibatlı Hakk gaybı - lâtifesi, lâtife-i Hakkî’dir!”…): 662.
BİSTER: Yatak. Döşek. (BİST-Yirmi sayısı: 462: BÜNNİYET-Sazan balığı. Her nesnenin aslı ve yaratılması. Meçhul yol. “Ezel ve ebed”… LEVHA: 28 Haziran 1984-Kalın ve yuvarlak MERMER bir sütunda, afiş büyüklüğünde Üstadım’ın kitabı… Kapakta, “20 Yıl Beraber” diye bir başlık… Üstadım onu, hapisteyken bir senede yazmış… Galiba 333 ve 33 veli gibi menkabe türü bir kitab… 10 cilt olması plânlanmış ama, “hapisten çıkınca birinci ciltte kalmış!” diye düşünüyorum… Üstadım’ın kitabını okurken, onu hayâl mi ediyorum, yoksa ben okurken sözleri o söylüyor gibi canlı mı görüyorum, yoksa o mu okuyor, kestiremiyorum… Ama onu gördüm… Şöyle bir cümle: “40 senede de erilmez ama, biz erdik!”… Kitabtaki bu yazının HAZRET-İ HÜSEYİN ile alâkalı olup olmadığını bilmiyorum!): 662.
AYHAN Yılmaz: 760.
Mahlâs: Nâm. Lâkab. Halâs olacak, kurtulacak yer: 760.
Şüst: Yıkama. “Tezkiye etmek, temizlemek. Takva. Gönül”: 760.
Şest: Balık oltası. Okçuların parmak uçlarına taktıkları yüksük. “İçi doldurulmuş delik - okçu ve terzi yüksüğü”. (Şast-Altmış sayısı. “Sin. İnsan”: 790: Şast-Okçuların baş parmaklarına taktıkları yüksük. Balık oltası… İzzet Mirzabeyoğlu: 790: Nesl Han… Destgork. (Kürtçe): Eldiven… Asabi-Parmaklar: 164= 1163: “Ben Kimim?”… Asabî-Sinirli, öfkeli, çabuk kavrayışlı”: 172: Mehdî Salih İzzet Erdiş.): 760.
Zat-ül Hareke(t): Zâtıyla hareketli: 1760.
Hazret-i Ömer: 760.
 
FIRAT KABDANLIĞI
NİL KAPDANLIĞI
 
Tuna deltasından Estergon’a kadar bütün Tuna Nehri üzerindeki askerî veya ticarî trafikten sorumlu Tuna Kabdanlığı gibi, ama ondan daha küçük FIRAT Kabdanlığı… Herhâlde OSMANLI Devri olduğu anlaşıldı… İran’a karşı en büyük kale olan BAĞDAD’a bir kısım askerî mühimmatı nakleder, İran’la savaşta ehemmiyeti artardı… Merkezi, Birecik Nehir Limanı ve büyük bir tersanesi vardı. 1565’de (Kanunî Sultan Süleyman devrinin başlangıcı) FIRAT ince donanmasının 700 gemisi ve her geminin 70 mürettebatı mevcuttu - toplam 49 bin mürettebat. Gemilerin 200 adedi BAĞDAD Nehir Limanı’nda, yâni DİCLE üzerinde… Kabdan Birecik’te otururdu; ŞAT Kabdanlığı da denmiş… ŞAT-Büyük nehir: 309: 1308: ARVASÎ… ŞÂT-Vahşi Sığır: 731: ABDÜLHAKÎM KOLTUĞU… Şat Kabdanlığı, her iki büyük nehrin temizlenmesinden de mesûldü… Meselâ 1702’de Fırat’ın temizlenmesinde 40 bin işçi çalıştığı… Bu kabdanlığa, bazen BEYLERBEYİ payesi de verilmiştir… 18. Asırda OSMANLI’nın gerilemesi ve İran savaşlarının ehemmiyetsiz çapta olması sebebiyle, buraları başıboş kalmıştır.
*
1517’de Yavuz Sultan Selim Mısır’ı fethedince, NİL Kabdanlığı kuruldu; ve başına HAMİDOĞLU Aydın Reis getirildi… Merkezi Kahire’de ve NİL üzerinde geliş gidişleri kontrol eden bir kabdanlık.
*
FIRAT Kabdanlığı: (FIRAT: 681: AMERİKA… Müstazraf-Etrafı kuşatılmış: 681: Müstazrıf-Kuşatılmış olan… Amerika’nın keşfinden sonra, İspanya’nın ALTUN’a boğulması hatırlanmalı.): 1894.
Tehemten: İri vücutlu, boylu boslu yiğit: 895: 1894.
Fuzuh: Gizli işlerin zâhir olup meydana çıkması: 894.
Ya’zid: Acı marul. (Mehded: Acı marul… Yevmiye: Marulun göbek yapraklarından olmak isterdim!): 894.
Fütühat: Fetihler, zaferler: 895= 1894.
*
NİL Kabdanlığı: (İngilizce’de Nil-Sıfır. “Sır. Nüfuz edilen”: 90: SAD harfinin ebcedi… Kabdan: 163: “Ben Kimim?”… Kabdan: 163: 1162: İNSAN… Rahman Sûresi 19 ve 20. âyetler toplamı: 3168: KAPTAN.): 1303.
Mirzabeyoğlu: 1302: 303.
İ’cazkâr: Mucizeli olmak. Başkasını acze düşürücü derecede olmak: 303.
Burak: Cennete mahsus bir binek, vasıta: 303.
 
TARİHÇİ AYBEG
MEHMELEK HATUN
 
AYBEG El-Devadârî: (VACİDE Vücuda getiren. Varlıklı. Gani. Mevcud olan. Allah’ın 99 güzel isminden biridir: 14: VEHHAB-Çok fazla ihsan eden. Hiç yoktan veren. Allah’ın 99 güzel isminden birisidir… AY-BEG: 1014: VÂHİB-Bağışlayan, veren, ihsan eden, hibe eden… TAHA-Kur’ân’da, sevenle sevilen arasındaki şifrelerden, huruf-u mukattaadandır: 14: İÇ-Dâhil-derun. Bir şeyin GÖBEK kısmı. Kalb. Vicdan. Gönül. BİR ŞEYİN GÖRÜNMEZ CİHETİ… YED-EL. Kuvvet. Kudret. Vasıta. Yardım. Mülk. “Rüya’da bana gelen mânâ olarak, Üstadım’ın NECİB’deki onu gösteren harfin MİM olduğunu bildirmesi, bu harfin de Da’va cetvelinde sayı değerinin 90 ve Allah’ın MALÎK ismine tevafukunu hatırlayınız.”: 14: AHÂD-Birler. Birden dokuza kadar sayılar… SALİH Mirzabeyoğlu: 1013= 14: VECH-Çehre. Tarz, üslûb. Her şeyin karşısına gelen ve karşısında olan. Sebeb. Suret. Bir şeyin nefsi ve zâtı. Münasebet. TARİH… Devadirî: Çok şifa veren.): 261= 1260.
Sirr: El ayasında ve alında olan hatlar. “Sır. Yazıda başlık”: 260.
Gars: Ağaç fidanı dikmek. Dikilmiş fidan. (Levha: 11 Şubat 1985… Bir çukur kazıyorum ve içine FİDAN dikiyorum; sonra da onu sular gibi hacet gideriyorum… Biraz ötede Üstadım, hüzünlü bir çehre ile beni izliyor! - İDRAR: Bevl. Devamlı vermek… İDRARAT: Gelirler. Varidat. Tahsilât.): 1260.
Muanık: Birbirinin boynuna sarılan. Kucaklaşan: 261= 1260.
Kulkul: Şen, çevik. Büyük ve derin deniz. Hızlı giden AT. “İBDA. Hayâl. Fikir”: 260.
As’as: Kurt. Gece çok dolaşıp gezen kimse: 261= 1260.
Herkül: 261= 1260.
Kiram: Kerem’in çoğulu. Şerefliler. Eli açık cömert kimseler. Benzetmeli, kinayeli: 261= 1260.
Mirî: Devlete âit. Devlet hazinesine mensub. “Saadetli”. (Mîr: Bey.): 260.
*
SELÇUKLULAR, İslâm dinine sımsıkı sarıldıktan sonra putperestlik hatırası saydıklarından kaçınmış olmakla birlikte, bazı göçebe aşiretlerdeki bir kısım âdetler devam etmiştir. 14. asır başlarında, bu meseleyle ilgili olarak bir kitab yazan Mısırlı Tarihçi AYBEG El-Devadîrî, tam hükmü koymuştur: “Türkçe bir destanî eserden, ancak ŞERİAT’in müsaadesi nisbetinde bahsedilebilir!”… Örf, adet, hikâye ve destanlar, bu NİYET esas, ona göre… Bir dönem putperest inancını temsil ve besler şeyler, sonradan Şeriate uygun olanı, Şeriat’ın yapıp yapmamayı serbest bırakması, yahud ibrete mevzu hadler zedelenmeden ve bu bilinerek tanıtılması –meselâ tarih açısından–, yahut imân gözüyle bir masal hüviyetiyle görünebilmesi ve hikmetlerine varılması şeklinde, mübahlar içine girer… AYBEG El-Devadarî’nin tasvib etmediği: “Oğuzlar ve Kıpçaklar’ın çok TAZİM gösterdikleri bir kitabta, DEPE-GÖZ isimli kimse onların ülkelerini harab etti ve büyüklerini öldürdü. Onun ÖLÜMSÜZ olduğuna ve kılıç işlemediğine inanırlar. Bununla beraber aralarından çıkan BASAT isimli kahraman, onu öldürmüştür. Bu hurafelere akıl erdirilemez!”… Dikkat: Kutsal mahiyette imiş bir hürmet gösterilen kitaptan ve inanılan hikâyelerinden bahsediyor… Mesele şundan ibarettir: SEYYİD Fehim Hazretleri, müritleriyle namaza duracakları bir yerde önlerindeki çatılmış tahta parçalarını lüzumsuz bir hamaratlıkla “haça benziyor” diye kaldırmaya davranan müridlerine, “bırakın, o, siz neye benzetiyorsanız ona benzer, niyet meselesi!” demiş ve mâni olmuştur.
*
MEHMELEK Hatun: Selçuklu Sultanı MELİK-ŞÂH, 1087’de SURİYE’den BAĞDAD’a - Halifelik merkezine girdiğinde, büyük bir kalabalık tarafından karşılanır… Vezir NİZAM-ÜL Mülk, ordugahta kalır ve halk asker şehre girmediği için rahatça Melik Şah’ı ziyaret eder… Sonra, Sultan, Vezir ve Erkânı, birlikte İMÂM-I ÂZAM’ın türbesini ziyaret eder - daha sonra HANEFÎ mezhebindekilere tahsis edilen bir medrese inşâ edilir… Hazret-i Ali, Hazret-i Hüseyin ve Musa bin Cafer’in türbelerini ziyaret ve halka para dağıtma… FIRAT Nehri’nden NECEF’e büyük bir kanal açılmasını başlatma… Nihayet BAĞDAD’a giden SULTAN Melik-şâh’ın, HALİFE Muktedî’nin yolladığı AT ile onun sarayına gitmesi… NİZAM-ÜL Mülk, yanındaki Emirler’i HALİFE’ye takdim ederken, Halife için “Bu Emîr-ül Mümin’dir!” diyor, onları takdim ederken de, “Bu kulunuz, vilâyeti ve askerleri ile birlikte filân oğlu filândır!”; başta SULTAN’ın dayısı AY-TEKİN olmak üzere, bütün emirlerin yer öpmesi, sıra MELİK-Şâh’a gelince onun el öpme davranışına HALİFE’nin mâni olması ve bunun üzerine HALİFELİK Mührü’nü-yüzüğü öpmesi… HALİFE’nin üç sancak ve üç AT hediye etmesi, TAÇ giydirme ve Kılıç kuşanma merasimi; Sultan’ın yolcu edilmesi… MELİK-Şâh’ın Bağdad’a geliş sebeblerinden biri de, kızı MEH-MELEK Hatun’un HALİFE ile evlenmesi ve düğününü yapmak içindi… SULTAN’ın küçük oğlu DAVUD öldüğü için, bu iş ertelenmiş idi… SULTAN’da büyük üzüntü ve dikkati çeken İslâm öncesi adetlerin cenazede görülmesi: Türkmenler, atlarının kuyruklarını kesmişler, eğerlerini ters çevirmişler, siyahlar giymişler, “kadınlar saçlarını yolup dövünmüşlerdi” - ki bu son aded had dışıdır… Matem geçtikten sonra, NİZAM-ÜL Mülk’e, Halife’nin vezirinin evlenme işini açması, onun tavsiyesi ile de âdet gereği MEH-MELEK’in annesi TERKEN Hatun’a başvuru… Terken Hatun, Gazne ve Türkistan Sultanları yerine, HALİFE’yi tercih ettiğini bildiriyor… MİHR pazarlığı… MELİK-Şâh’ın halası, HALİFE ile bu pazarlığın doğru olmadığını söylüyor; ve karar veriliyor… TERKEN Hatun’un, Halife’nin evlenince âdetlerine göre gelinin anasına, büyük anasına, halasına ve bütün aile büyüklerine çıkması, düğünde SEMERKAND, HORASAN, GAZNE Hatunları ve ileri gelenlerinin hazır bulunması şartı kabul görüyor… İşte 6 sene önce İSFAHAN’da verilen kararın 1087’de icrası: Öncesi ve sonrasıyla, büyük düğünün kısa hikâyesi… MAHMELEK-Ay Melek: 135: FELKE-Dolunay… SAHİL-At kişnemesi: 135: SİLHEM-Bir kimsenin cisminde değişiklik olması.
 
YÜRÜYEN EL
 
LEVHA: 11 Şubat 1987… Benim yürüyen El resmimi AYHAN Yılmaz’a vermişim… Veya nasılsa elinde… AYHAN onu Üstadım’ın ÇOCUK isimli şiiriyle aynı yere mi koyuyor?.. Yoksa şiir bahsinin geçtiği bir yerde ÇOCUK resmiyle birlikte mi koyuyor… Ve ÇOCUK ile RESULULLAH Efendimiz’in ismi arasında bir bağlantı var!..
*
Yed: El. Kuvvet, kudret. Yardım. Vasıta. Mülk: 14.
Hadre: Yüzyüze olmak: 1013= 14.
Gıyab: Görünmeden, görünmemek. Gözönünde olmamak. Bilinmeyen şeyler. Arka. Arkasından. “Ahir. İstikbâl”: 1013= 14.
Dabure: Yeryüzünde gezen canlılar: 1013.
Ahâd: Birler. Birden dokuza kadar olan sayılar: 14.
*
Dest: El. Kudret. Tasallut. Fayda. Yardım. Âli makam: 464= 1463.
“İfrat hâlde tecrid”. (Noktasız harfler.): 463.
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 1463.
*
Usbu: Asabi’, parmaklar. (Usbe: Cemaat. İnsanlar. Hayyâl-atlılar. Atlar veya kuşlardan bir cemaat… Ceyl: Nesil. Kavim. Yengeç… Piç-pa: Piç ayaklı. Yengeç… Piç-a-piç: Pek dolaşık, kıvrım kıvrım… Piç: Nesebi belli olmayan… Milt: Nesebi belli olmayan. Aslına benzemeyen… Bir elin parmaklarının, KIRGIZCA bir boydan türeyenlere verilen sıfatla YOZ, yâni elden ama ondan başka benzetmesi, her insanın tek tek Allah’tan, ama Allah olmayan mânâsına da uyar: Bu çerçevede İNSAN, Allah’ın tek tek yarattığı mânâsında nesli olmayandır.): 178.
Evsaf: Vasıflar. Sıfatlar: 178.
Makbul: Kabul olunan: 178.
Mukabele: Karşılık, karşılamak. Mücadele. Rakib. Yüzyüze olmak: 178.
*
Sabî: Çocuk: 102.
Muhammedî: 102.
Sayb: İnmek: 102.
Ashab: Sahabeler. Halk. “Halktan kasıt”: 102.
Mübin: Açık, vazıh, aşikâr. Ayan kılan. Dilediğine doğru yolu gösteren: 102.
İlyas: (İdris Aleyhisselâm’ın, ikinci Nübüvvetinde göründüğü Zât… Aynaya bakarken çehresini çirkinleştiren velinin, sonra eski hâline dönerek muhatabına “bizde çirkin bir şey görürsen, onu bırak da NİSBET’ine sarıl; onu canından aziz bil!” demesi, çirkinlik bahsi bir yana, ister bir ân olsun isterse birkaç asır - mânâ değişmez, bedenin evvelki hâline nisbetle başkalaşması hakikatidir; bu MÜMKÜN hakikati, biz rüyâlarda değişik suretlerde görünen bildiğimiz zât hakikati olarak yaşıyoruz… İDRİS Aleyhisselâm’ın ruhanî makamının Güneş Feleği olması - mekânetinin bu, urucunun bu olduğu hatırlanmalı… MESİH: İyi gümüş. Saliha. İyi ve yeni yay.): 102.
Besil: Çirkin yüzlü: 102.
İkmam: Ağaçların tomurcuklanması. Elbiseye yen yapma. (ÇOCUK şiirinden: Annesi gül koklasa ağzı gül kokan çocuk, — Ağaç içinde ağaç geliştiren tomurcuk!): 102.
 
HASTAHÂNE
ÇOCUK - JAPON - ÜSTADIM
 
LEVHA: 23Mayıs 1986… Ahmed Güvenli ve kafasında bandaj olan tanıdık bir genç… Temiz ve şık elbiseleri, ÜNİFORMA’yı andırıyor… Büfeden alışveriş yapıyorlar. (…) Sonra Nalân Said, Esad Said ve ben, halam Lütfiye Sübhandağı’nı ziyaretten, Hastahâne’ye gidiyoruz… Orada Üstadım’ı ziyaret edeceğim… Birine, onun yanına nereden gideceğimi soruyorum… Onun bulunduğu yere giderken bir yere dalıyorum; birkaç küçük JAPON kız… Ve burası talebe yurdu… Kızlardan birini severken, birden orada oturan ÜSTADIM’ı görüyorum: “Ooo! Siz burada mıydınız Efendim? Ben de sizi ziyarete gelecektim!”… Hemen yanaklarından öpüp sarılıyorum… Öyle güzel bir hâli var ki; hafif kilo almış, dinç, bembeyaz saçı ve sakalı muntazam taranmış… Başını hafif öne eğer gibi yapınca, gümüş rengini andıran beyazlıklar içinde, siyah saç telleri de görünüyor… Ve sanki bu siyah beyaz karmasını bana göstermek için kafasını eğmiş… Güleryüzlü ve neşeli… Benim kendisine söylediğim sözler için, “hadi hadi!” diye cilve ve naz yapıyor… “Efendim, şimdi durumumu söyleyince siz de anlayacaksınız: Çocuğu severken bir ân BU JAPON diye dalıyorum ve o ânda siz oluyorsunuz!”… Bulunduğumuz yer CAĞALOĞLU’nda!
*
HASTAHÂNE: 1721.
Mağfiret: Allah’ın, kullarının günahlarını örtmesi: 1720= 721.
Hani’: Karısından boşanmış adam veya kocasından boşanmış kadın: 721.
Halas: Kurtulma, kurtuluş. Selâmete erme: 721.
Güşta: Cennet, firdevs: 721.
Fiham: Ulu kişiler: 721.
*
LÜTFİYE: Lütuf sahibi: 134.
Saliha: İyi gümüş. Salih kimse: 134.
Kald: Gümüş bilezik: 134.
Müdmin: İdman yapan. Devam eden. (Zurhâne-İdman yeri, spor salonu: 869: Mektubat: “Necib Fazıl Kısakürek - Salih Mirzabeyoğlu”…): 134.
Delk: Dervişlerin giydikleri eski aba. Kılıcı kınından çıkarmak. (Delk: Meshetmek. El sürtmek. Oğmak… Delik: Gül tohumu.): 134.
Samed: Pek yüksek, daim. Refi’ ve âli, içi dolu şey. Kavmin ulusu: 134.
İbkal: Yerde ot bitmesi. “Rûyâ”: 134.
*
TAKALLÜB: Başka kalıba girmek. Bir hâlden başka bir hâle değişmek: 532.
Saat: Zaman. Kıyamet. (Salih Mirzabeyoğlu: 451: Kıyamet. Son, netice. Keskin çığlık): 532.
Abdülkadir Geylânî: Gavs-ı Azâm: 532.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 532.
*
ALLAH: 66.
Vekil: Başkasının işini gören. Nazır. Allah’ın 99 güzel isminden biri: 66.
Seha: Azim-ül Cüsseli. Azim-ül vücud: 66.
Vîn. (Kürtçe): İrade. “Boya. Sıfat”: 66.
Alügde: Şiddetle saldıran. Saldırıcı. “Faal”: 66.
Lebbeleb: Dudak dudağa. “Faal ve infial. Ruh ve nasut”: 66.
Kame: Arzu, istek, meram, gaye, maksad: 66.
Cenaze: İnsan ölüsü. “İnsan vücudu”: 66.
Hazırûn: Meydanda olanlar. Mevcut ve hazır olanlar: 66.
Piçan: Kıvrım kıvrım, büklüm büklüm: 66.
Keyul: Muharebede dizilen son saf: 66.
JAPON: Bir kısım tarihçilere göre, Orta Asya Türk kavimlerinden birinin soyundandırlar: 66.
*
ÜSTADIM’ın son şiirlerinden birinden: O erler ki, gönül fezasındalar, — Toprakta sürünme ezâsındalar. — Yıldızları tesbih tesbih çeker de, — Namazda arka saf hizasındalar.
*
İşabe: Saç sakal ağarma. (İşab: Ölme.): 309.
Kurt(a): Küpe. (Kulağına küpe olsun: Unutma. Düsturun olsun-Nasihat şeklinde bu cümle ile yapılan ikaz.): 309.
Haş: Kalb: 309.
Rakde: Berzah: 309.
*
ARVASÎ: 308.
Rakde: Berzah: 309= 1308.
Huşş: Helâ. Helâ’-korku, feryad. (Allah’tan korku sebebi, İNSANÎ hakikati yerine koyma, bunun için tekâmüle gerekli ölçülere uyup uyamadığı kaygısındandır. Ömür sermayesini heder edip etmeme… Yevmiye: “Gençliğinize güvenmeyin!”… Nitekim 32-33 yaşında iken 61 yaşına eren ben!): 308.
*
CEVN: Siyah. Ak. “Mukabil ve muhalif olan şeyler”: 59.
Mehdî: 59.
 
“NESLİHAN’I DA ANLAT”
 
LEVHA: 27 Ağustos 1991… Yanımda Nalân Said… İmtihana veya bir işe giriş formu gibi birşeyle ilgili olarak, elimizde gazete büyüklüğünde basılı ve siyah kopya kâğıdı da olan kâğıtlar… Oranın sorumlusu, İLKOKUL öğretmenim MUHSİNE ALTUNBULAK… Benim kâğıtlarımda bazı yazılar çıkmamış olduğu için ablamınkinden bakıyorum… Sanki imtihan olacakmışız gibi, MUHSİNE Hanım, “Neslihan’ı da anlat!” diyor… Kızım Şerife Neslihan’ı… “Ne tuhaf; biz İlkokulda iken, hocam 40 yaşında idi ve çocuğu (kızı) olmuştu. Herhâlde şimdi o 30 yaşında vardır. Şimdi de benim 40 yaşımda kızım oldu!” diye düşünüyorum… Muhsine Hanım’ın üzerinde bir kot pantolon var ve bu dikkatimi çekiyor!..
*
MUHSİNE Altunbulak: (Muhsine: İhsan eden. Kerim, cömert… Muhsın: Kale gibi mahfuz ve sağlam olan. Kendini haramdan saklayan… Altunbulak: Altun pınar.): 398.
Fersendac: Ümmet. “Nas”: 398.
*
NESL: Soy sop. Nesil. Kavim: 140.
Nass: Kat’ilik, kesinlik, açıklık: 140.
*
NESLİHAN: (Nesl-Hân: 791: Münşeat-Nesir yazılar, mektublar… Münşee: Yelkeni çekilmiş gemi. Yazı kâğıdı… Şira’: Yelken. Gemi yelkeni… Şi’r: Şiir. Anlama, idrak… Şir’a: Su almak için girilen yol. Şeriat lâfzı buradan gelir.): 801.
Müstagrak: Garkolmuş, dalmış, batmış. Mânevî bir vaziyette kalmış: 801.
Âhir: Biten. Hitam bulan. Son. Sonraki. (Allah’ın, EL ÂHİR ismi: Vücudunun sonrası olmayan.): 801.
*
NASLI-HAN: (Rüyâda gelen mânâ: Neslihan her yerde demektir!): 831.
Abdülhakîm Koltuğu: 832= 1831.
Hafıkan: Şark ile Garb: 832= 1831.
*
“Şiir idrakı” bahsinden pay sahibi olanlar, aslında bu eserde de türlü türlü gösterilenlerin mânâsından anlayacakları üzere; bir şeyi okurken onun alıştığın kalıb anlayışın dışında birden sende bir infial uyandırdığını farkettiğin ve dikkatini teksifinde yeni bir şey bulduğun olur… Muhyiddin-i Arabî Hazretleri bu hususu Kur’ân okumadan verir: “Okurken bir yeri geçersin, birden geçerken sana dokunan birşey olmuştur; sonra onu bulmak için dönersin, onu tekrar yakalama hiddeti basar ve bu arayışta yeni bir şey bulursun!”… İster lâfzın hangisi olduğunu ara, ister sana çarpan mânâyı-ilmayı… O, sonradan mekteb usûlü arama ve araştırmayla hatırlayamayacağın vaktin icabı lâtif bir mânâ da olabilir… Gayet sıradan bir mektub başlığı, dediğim tarzda “mübalâğalı” sayılabilecek bir heyecanla nakil, sonra benim o sıradanı sıradan görmem, ama Üstadım’ın dikkatini çekmesine olan dikkatim ve “mübalâğayı” palavra heyecan diye değerlendirmeme tabiîliğim, alelâde sanılanın açtığı ufuklar: “Neslihan Kerimeme”… Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin, Üstadım hapiste iken NESLİHAN Hanım’a yolladığı mektubun başlığı, YAZIDA BAŞLIK bu… Efendi Hazretleri’nin vefatından sonra onun yakınlarından ve Üstadım’ın “kemâl örneği dostu” MUHİB Işıklar, –Muhib Efendi–, Abdülhakîm Arvasî Hazretleri ile ilgili hatıraların yadedildiği bir sohbetlerinde, Üstadım’ın bahsi geçen mektubu göstermesi üzerine bu başlıkta NESLİHAN’ın, NASLIHAN şeklinde SAD ile yazıldığını farkeder. Ondan sonra Üstadım, senelerce, “Nass, Kur’ân hükmü olduğuna göre…”, acaba Neslihan Hanım’da mı, yoksa kendinde mi bir “Seyyidlik” var diye iz sürmüş, düşünmüştür… O açıdan pek verimli değil… Ama en son, “Efendi Hazretleri’nin ehl-i beyti, en yakını!”… Efendi Hazretleri’nin “Cennet gençlerinin başı” Hazret-i Hüseyin soyundan Seyyid olması yanında, zaten velilerin “Ehl-i Beyt’ten olmaları, dolayısiyle Üstadım’ın… NASLI-HÂN, Kur’ân hükmü olma yanında, elbette birinci muhatab “Sahib-ül Tac” Allah Sevgilisi’dir; burada TAÇ, sarık mânâsında. KUR’ÂN, O’nun nefsi… EL-HAKÎM: Herşeyi yerli yerince eden Allah’ın 99 güzel isminden biri… ABD-ÜL HAKÎM: Varlığın hakikatini muttasıf mânâsında, malûm, bu mânâda olan bütün mertebe ve makamların hepsini ihata edici mânâsıyla Baş, Allah Sevgilisi… Bizim burada vurgulamak istediğimiz husus, “Naslıhan Kerimem” başlığında, besmele niyeti ve yerine doğrudan doğruya Allah Resûlü’nün bu sıfatının kullanılmış olabileceği. KERİME: Kerem sahibi. Değerli. Kız evlât… O’nu O’nunla ve her varlığı O’nunla gören ALLAH Sevgilisi’nin, ALLAH karşısında “en kâmil ve kul plânında mutlak kabul edici” olduğunu tekrarlamaya lüzum yok. Allah’ın bütün kullarına KEREM’i, O’nun yüzüsuyu hürmetine ve O’ndan. O - NASLI HAN KERİME… “Allah’ım!” dercesine bir niyazdaki gibi “Kerimem” lâfzı, “Peygamberim!” dercesine bir sahiblenme tavrı neyse, NASLI-HÂN KERİMEM’in terkibi mânâsı, izâh ettiğim gibidir - doğruyu Allah bilir.
*
NASLI-HÂN Kerimem: 1131= 132.
İslâm: 132.
Kalb: (Âyet meâli: “İslâm kalbin yoludur”… Akıl, işi tahdid ile tek bir esasa bağlar, oysa hakikat bunu kendi nefsinde kabul etmez.): 132.
Muaviye: Tilki eniği: 132.
 
MÜHÜR BERZAH’TAN
 
LEVHA: 10 Nisan 1990… Yanyana 6-7 tabut… Tabutlardan birinden çıkan EL, elimi tutuyor… Seyyid Mahmud Hayranî Hazretleri imiş… Yanında da, amcasının oğlu Seyyid Mustafa diye bir zât imiş… Bu zâtlar ve onların tabutlarının yanındaki tabutta yatanların şehidler oldukları bahsi geçiyor!
*
TABUT: Sandık. Su kovası. Dönüp dolaşacak merci-i küll. Ölü nakline mahsus sandık: 809.
Berzah: İki âlemin arası. Kabir. Dünya ile ahiret arası. İki yer arasındaki geçit. Mani’a, engel: 809.
Tetevvüç: Şâhit olarak gösterilen. “Emin olunan”: 809.
Müsteşhid: Şâhid gösteren: 809.
Hayyir: Çok hayırlı: 809.
Mutasarrıf: Tasarruf hakkı olan. Tasarruf eden: 810= 1809.
*
SEYYİD Mahmud Hayranî: (Şeyh Sinaneddin, uzun bir geziden sonra MEVLÂNA Celâleddin-i Rumî Hazretlerine erişir ve şu soruya muhatab olur: “Seyahatlerinde hiçbir MERD’e eriştin mi, Seyyid Mahmud Hayran’ı nasıl gördün? Ne ile meşguldür?”… Şu cevabı veriyor: “Onu tilki gibi, saçı sakalına karışmış bir hâlde oturur gördüm; sizin temiz âleminize göz kapamış-dalmış!”… Bu cevab üzerine Mevlâna Hazretleri gülüyor ve hiçbir şey söylemiyor… Şeyh Sinaneddin AKŞEHİR’e döndüğü zaman, Seydî Mahmud Hayranî Hazretleri’ni çarşı başında uyurken görüyor… Geçip giderken Hayranî Hazretleri sesleniyor: “Şeyh Sinaneddin, AHRAR reislerinin zamanında tilki olmayı cana minnet biliriz!”… Şeyh Sinaneddin, onu öptü ve gönlünü alacak şeyler söyledi… Başka bir zaman tekrar Mevlâna Hazretleri’nin yanına vardı ve şunu dinledi: “Âlemde uyanıklar çoktur!”… Ve şu beyitleri: “Eğer o deli hayatta ise ona de ki, nadir bulunur deliliği benden öğren! — Eğer sen divane olmak istersen, benim benzerimin nakşını elbisenin üzerine dik! — Her delilik için bir müddet sonra iyilik vardır. — Fakat ey deli, ne oluyorsun ki sen ifakat bulmuyorsun?”… BİR NOT: AKŞEHİR isimli, oranın tarihine ve tanıtımına dair Tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı’nın 1946 tarihli eserinde geçen bu parça, AHMED Eflâkî’nin menakıbından nakildir.): 451.
Şerif Muammer Erdiş: (Konya’da, annesi, kızkardeşi ve sair aile efradıyla mecburî ikamet ettirilen.): 1451.
Salih Mirzabeyoğlu: 451.
Nakkaş: Nakış yapan: 451.
Bint: She. Hamason: 451.
Tahaccüm: Büyüme, irileşme, hacim peyda etme: 451.
Tahtim: Mühürleme. Mühür basma. “Gün”. Tamamlama: 1450= 451.
*
SEYYİD Mustafa: (Mustafa-Seçilmiş, has. Güzide: 229: Huriye-Huri gibi. Kabil. Gıda alan. “Güneş. Bît-Gıda. Hür. Arslan”… Rabb: Besleyip terbiye eden.): 303.
Mirzabeyoğlu: 1302= 303.
 
 
Baran Dergisi 257. Sayı