LEVHA: 13 Aralık 1989… “Mürd’ün Yükselişi” diye bir karikatür bandı… Üç-beş karelik hikâye edişten sonra, sonda bir imza: Mürd… Kahramanın bizzat çizer olduğunu görünce şaşırıyorum!.. (Meyan-bend: Kuşak. Bel kuşağı, “orta-m” kuşağı. Vasat. Merkez kuşağı… Tevrat-Gözün beyaz kısmı. A’ma: 1016= 17: Habıt-Yukarıdan aşağı inen. Düşen… Debdebe-Gösteriş. Haşmet. Dü[n]ya: 17: Karikatür-Bir suret ve hâdisede karakter vurgusu. Teoriler.)

*

İngilizce, COLOR-Renk. Renk algısı, renk idrakı. Boya. Ten rengi. Canlılık, hareketlilik. Enerji. Boyamak. Renklendirmek. Renk değiştirmek. (Muzîk-Mudîk: Sıkma. Sıkıştırma… Aklınıza hemen müzik’in gelmesi tabiî birşey… “Müzik sıkıcıdır!” şeklinde acele bir hüküm çıkarabilirsiniz; ama aslında, “doğrunun olmadığı yerde güzel de yoktur, çünkü güzel aldatıcı da olabilir!” hakikati, yâni Hakkın bu katı aklınıza gelse daha doğru olur - çünkü en saf sanat olan müzik, güzelliği nisbetinde “nüfuz edici” bir sıkıştırıcıdır. Sıkıştırmada istenilen “terbiye edicilik”e dikkat. Nasıl ki, mobilyacıların “işkenceye almak” tâbir ettikleri “presleme-sıkıştırma” ile mamul ettikleri eşya malzemesi ve eşyaya şekil vermeleri… Musiki’nin tehlikeli oluşu da bu yüzden; sözsüz bir biçimde en saf “zevken idraka hitab” bir iş ki, veli çapında bir zevk idrakı olmaksızın insan nefsi ne alıcı olduğunu bilmez - inceler incesi bir idrakla teşhisi kabil bir mevzudur… Renk meselesinden ayrılmış değiliz: Onun “canlılık, hareket, kuvvet, enerji” ile birlik bahsi içinde İNSAN, bildik boyası - “ten rengi, derisinin rengi” ile tarife girmekte… Deri renginden kasıd, nefsi ve bedende “renk enerjisi” kasdı: Yâni bildik “beyaz, sarı, kara, esmer” deri rengi değil, renklerin bedende enerjisi ki, öyle olmasa “renk” tarifinde “ten rengi” diye bir belirtişe lüzum kalmaz, çünkü binlerce varlık çeşidinde binlerce rengin onların ismi ile anılması gerekir… İnsanda “Deri rengi”nin tarife girmesi, her kemâlin insanda bulunuşu ile ilgili… DAVUD Aleyhisselâm’ın VÜCUDÎ hikmetle tecellisini biliyorsunuz; ve Darî-Kalkan yapan… Deri’nin, “Ten, koruyan, kapı, ilim nüfuza karşı koyan, nüfuz eden” şeklinde maddî ve mânevî, “hakiki mânâsı, mecaz ve metafor” kullanımlarını ve doğrudan DARRÎ ile ilgisini; DARRÎ, “Allah’ın dilediğine belâ verici” ismi… Ve bu ismin tasarrufunda topyekün varlığın O’nun nüfuzu mânâsında “sıkma, sıkıştırma” içinde bulunduğunu… Neticede belâ, “ikiyüzlü” bir kavram. Suyun kaldırma kuvveti neticesi yüzen cisimleri düşününüz; “Atomaltı parçacıklar fiziğinde” kuark denilen temel unsurlar dışındaki parçacıkların tâbir yerindeyse içinde yüzdüğü enerjinin renklerle ifâdesi, aynı zamanda “nüfuz edilen” olma dışında bizzat kendilerinin de o enerji olmaları, “madde enerjidir; harekettir, canlılıktır”ı isbatları, bu en zayıf parçacıklarda, aslında maddenin en özüne bir yaklaşmadır. Dikkat: “Renk enerjisi”nin mecaz olmayışı da görünüyor - “mehd”i ayrı dava… O Bâtın Âlemi’nde, BERZAH Âlemi’nde… Mecaz değil: Güneş ışığının, –ışık enerji–, temel üç veya dört renk, bütün renklerin kendilerinden çıktığı 6-7 renk olarak tahlili, terkibin hakikatiyle ilgili olduğuna göre, “renk enerjisi”nde derinleşmenin “mehd”e delil “bir adım daha” oluşu - demek ki, “atom çekirdeği”ndeki gücün zayıflığını gösterirken, ondaki güç ve nüfuz alanını da isbat yolunda olan bu… ATOMALTI Parçacıklar fiziğinde bütünleşme, –fizikte bütünleşme–, renk enerjisinde derinleşme ile!): 245: CİBRİL-Cebrail Aleyhisselâm. Allah’tan elçilerine Vahy getiren. (İNSANÎ HAKİKAT’in Perdeleri bahsinde, 7 Gayb-Âlem’in, 7 Peygamber’de tecelli eden ruhî-nurî renkleri, Berzah Âlemi’ne dair Âlemler’in Allah ve İnsan yönüyle sıfatlarıdır… Birinci Gayb: Adem Aleyhisselâm. Perdelerin rengi kötü kızıldan, zikir tesiriyle lâciverde… İkinci Gayb: Nuh Aleyhisselâm. Lâtifesi lâcivert renkte… Üçüncü gayb: İbrahim Aleyhisselâm. Perdelerin rengi kırmızı akik… Dördüncü Gayb: Musa Aleyhisselâm. Perdelerin rengi beyaz… Beşinci Gayb: Davud Aleyhisselâm. Perdelerin rengi, sarı… Altıncı Gayb: İsâ Aleyhisselâm. Perdelerin rengi siyah… Yedinci Gayb: Allah Sevgilisi. Perdelerin rengi yeşil)… MURAD-Gaye. Maksad. Ümit ederek beklenen: 245: ÇEMBER-Kuşatan. “Allah ve Resûlü”… MÜCERREB-Makbul. Tecrübe ile bilinmiş: 245: ERMED-Kül rengi, gri. Kurşunî. Gümüşî. Gözü ağrıyan adam. “Abdülhakîm Arvasî Hazretleri ve Üstadım”. (Seyyid Abdülhakîm Arvasî-Necib Fazıl Kısakürek: 1983: İzzet Erdiş… Savlec: Gümüş. Misk kokusu… Saliha-İyi gümüş. İyi nefs: 144: Merec-el Bahreyn Yeltagıyan-“İki deniz birleşiyor”… Selecan-Yutulmuş. “Solucan. Yılan. Kendi yolunu kendi yapan. Kef’i”: 144: Kılavuz… Gümüşün erime derecesi 1960 ve “kaynaşma sıcaklığı-tutuşma derecesi” 1950… Fizikte “çekirdek kaynaşma noktası”: Bir plazmanın –akışkan ortamın– enerji üretim hızının enerji kayıp hızını aştığı ve böylece çekirdek kaynaşması tesirlerinin kendi kendini sürdürebildiği sıcaklık derecesi… Plâzma: File. Ağ… Za’fi-Zayıflığa ve kudretsizliğe dair. “Merkez çekiminde”: 1960: Müteşekkir-Şükreden. “Kef harfi’nin, Allah’ın şükürleri kabul eden ismi ŞEKÜR’e ve KÜRSÎ mertebesi’ne işaret edişini-Abdülhakîm Koltuğu’nu hatırlayınız!”… Tenaşir-Acemî yazısı. Acemî resmi. Zaif resim. Zaif nefs. “Yevmiye: Yazısı kötü olanın başka şeyi kötü olmaz!”: 960: Müşareket-Birbirine ortak olmak. Karşılıklı anlaşmak. “Alınyazısında bâtın hissesi ortaklığı kötü olmaz, rüyâ’da gelen mânâyı hatırlayınız: Üstadım’ın hapiste 10 cilt olarak yazmayı plânladığı ikimizi kasteden eserinin ismi, 20 Yıl Beraber idi!”… Doğum yılım: 1950: Kazim-Gümüş. Yazı yazmada kullanılan beyaz deri. Arpa… Şâir: Arpa. Kurban devesi. Bedene)… MÜRD-Ölmüş. Ölü. “Fani olmuş”. (Murd: Mersin ağacı… Mersen: Burun. Uc. Zirve. Beyaz. Bit… Mürdia: Süt emziren. Süt anası. “Ayn. Küllî Tabiat-Allah’ın El Bâtın ismiyle ilgili”… Mürd: Sakalı belirmemiş gençler… Yevmiye: Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin Marifetname isimli eserinde, “Gençlik faziletin ve pîrlik rezaletin beyan eder!” diye şiir kadar güzel bir başlık var!): 224: LACEVERD-Lâcivert. Koyu mavi renkte bir süs taşı. (İbrahim Aleyhisselâm’ın Gayb Perdeleri’nin Lâcivert oluşunu hatırla… O, Allah’ı ifrat hâlde tenzih eden!)… MÜRG-ÂB-“Kurbağa. Su kuşu. Ördek”. (Merg: Ölüm… Merg: Tükürük. Salgı, kusuntu, salya… Merg: Çayır. Sebze): 244: MÜNDEFİ’-İndifa etmiş. Def’ olunmuş. (Fatk: Kırma, ayırma, yarma, çatlatma… Fatik: Çeri ve öncü kimse… KED: Hâne. Ev. “Mehd”. Def’in olduğu yer… KED: Def’ etmek… KED: Kuantum elektrodinamiği, Kuantum renk dinamiği… Ked, “kırmızı, mavi, yeşil” üç ana rengin birleşimi BEYAZ; yâni beyaz, tek kararlı birleşim… Birleşim hikmeti, “Allah’la konuşan” namlı MUSA Aleyhisselâm’da: Kelâm hikmetini de anla!)… MÜRİDD-Birleşme iştiyakı çok olan, mürid. Suyu çok olan deniz. (Rahman Sûresi 19. âyeti hatırlayınız!): 244: HALL-Ü FASL-“Bir meseleyi müsbet bir neticeye bağlayan”… REMED-Gözün ağrıması: 244: CİRYAL-Temiz renk. Bir cins kırmızı boya. Şarab. Ruh. Altun’un kırmızılığı. (Ebu-l Fazl: Altun’un kırmızılığı… Sabir: Altun ismi)

*

İngilizce, ELEVATE-Aklı ve ruhu geliştirmek, yüceltmek, yükseltmek. (Pelle: Derece. Merdiven… Pele: Terazi kefesi… HAKİKAT, Allah’ın muradıdır; ve maveradan masiva âlemine ne kadar inmiş bir yükselinmesi gereken merdiven ayağı benzeri hak katları varsa, –hepsi kendi yerinde o asılın tab’ı hakikat–, bir müntehadır… Elevate: Ele-vate… Vata’: Şikenc. Baskı, bastırma, sıkıştırma. Nüfuz. Tasarruf. Birleşme… Allah’ın keyfiyetsiz –mutlak meçhul– sıfatlarından “el” sıfatı hatırda; “Kalbler O’nun iki parmağı arasındadır!” ve dilediğini dilediği yöne sevkeder… İngilizce, Water: Su. “Hayat. İlim”… Vater: Çok uzak. Sonundaki… Vate-R: Da’va Cetveli’nde RE harfinin sayı değeri 46 ve Allah’ın VALİ ismine işaret etmektedir. Yine, RE harfi, Allah’ın 99 güzel isminden MÜSAVVİR’e ve kalpteki mertebesi Musa Aleyhisselâm’ın Perdeleri BEYAZ olan gaybına… Beyaz: Tek kararlı renk birleşimi… HALK Âlemi’ndeyiz, “Atom altı parçacıklar fiziği”nde, ihtimâller âleminde: Atomun temel unsurları çekirdek ve temel parçaları dışında, gevşek parçacıklar ve bunlar arasındaki ilgiyi sağlayan zayıf enerjinin o parçacıkların yükünü arttırmak üzere birleşmeleri çerçevesinde kullanılabilir olması gayesi. Burada “çekirdek gücü”ne nazaran zayıf olan bir enerjinin tâbiliğinin sağlanabilirliği, bir “Birlik” ihtiyacının metaforunu da belirleyecektir; uzmanlığın, gittikçe parçalanma ve dağılmaya sebebiyet veren durumu yerine, uzmanlığın “Birlik” hakikati ihtiyacına uygun gelişimi gayesi… Maveradan habersiz şöyle böyle edinilmiş “kablî-tecrübe ve müşahede öncesi kabul edilmiş peşin fikirlerle” fizikte “başka bir basamakta” bozulmak üzere gel-geç başarı sağlansa da, dağılma esastır; böylece, Einstein’ın “kablî fikirler zarureti”ni ifâde eden sözünün, fiziğin “metafizik-mavera’üt tabia”nın doğrulayıcılık usûlü olduğunu –gizlice– kabulü neticesini de söylemiş oluyorum… Zayf-Misafir. Konaklama: 890: Müntekiş-Nakşolunan. “Zayıf parçacıklar, parçaların toplamından fazla birşey çekirdek gücüne tâbi olacak bir enerji yüklenmesiyle birleştirilmek istenirken, bunun içtimaî anlamda ferd iradesi –Raî, ve Vâli, Ruh’un– küllüne bağlanması ihtiyacından ne haber? Sisteminden? Kablî Küll, İslâm; ya O’nun içtimaî sistemi?”… Zaif-Güçsüz, kuvvetsiz: 960: Gümüşün akıcı olma, erime derecesi… Zai’: Yayılmış, dağılmış. Herkesçe bilinen. “Nesr-Yazı. Dağılmış, saçılmış. Kartal”… Rüyâda gelen mânâ: Takdim yazımı istemem üzerine Üstadım, “vereyim ama lüzum yok, herkes biliyor!” diyor… Bütüne hâkim olunmadan parçalara hâkim olunamayacağı “fizik” açısından da kabul edilen bir hakikat; nitekim “renk enerjisi” bu yüzden… İnsan cinsinde, zayıf olan kadın; nefs de “kabul edici” olarak dişi. Arızî varlık, zayıf… Maddenin maddede görülen zayıflığı “bütünü isteyen”; insanda da, ferdî ve içtimaî bütünlüğü isteyen zayıflık, “idrakin aczini idrak” çetinliğini yaşayan irade için “Küllî İrade” rızasını isteyen olması… İnsan, maddî ve manevî ihtiyaç hâlinde maddeyi istismar –kullanma– amacıyla uğraşadursun, onun hakikati öteyi haber verende, bâtında. Bâtın da, insanın bilerek bilmeyerek, isteyerek istemeyerek tâbi olduğu hakikat yatağı… İngilizce, Ark: Nuhun gemisi. “Nefs’te lâcivert renk. İfrat hâlde tecrid”… Ark: Açılmış su yolu. Cetvel… Lâcivert, koyu mavi: Küllî nefs. Can. Rızık isteyen… Arkî: Balık avcısı. “Beden avlayan”… Hangi maveraî cetvellerle fikrimizi örgüleştirdiğimiz ve içtimaî anlamı, bunun ARMA’sı belli: B.D-İBDA… Arma: Sembol. Remz. Verimlilikle ilgili İlâhî suret… Arma: Alem. Suret. Renk. “Hendese”… Arm: Alaca yılan. Erkam, rakamlar… İngilizce, Ark: Yay ve kavis şeklinde oluşum. Meyil, eğilme. Her madde ve enerji, kendi ekseni etrafında döner… İngilizce, Ark: Yüksek akım yoğunluğu ve kendisi düşük elektrik alan şiddetiyle karakterize edilen bir ışıltılı gaz boşalması veya kıvılcım… Berk: Şimşek çakması. Yıldırım. Parlama. Ahmak olma, acz. İlâhî tecelli ile yakınlığa mazhar olmak: 302: Mirzabeyoğlu… Noktalı harflerle, “Kaptan Kusto Müslüman”: 302: Derviş Muhammed-“Noktasız harflerin ebcedi”… Berkiyye-Şimşek gibi. Telgraf. Telefon. “Telegram”: 317: İşe-Casus, hafiye… Topyekün varlığın birliği: Hayat): 49: LEVHA-Çerçeve. Hadd-i Zat. Kuşatan. Zayıf. “Allah’ın fazlı olmasa yanarız. Zayıflığı idraktir, ruhîliği yükselten!”

KUŞATAN (LOKMAN RUHU)

MATLA’ Beyit: Yârab hemîşe lütfunu et reh-nümâ bana / Gösterme ol tariki ki yetmez sana bana — (Fuzûlî)… Reh-nüma: Kılavuz. Yol gösteren.

*

HEMİŞE-Dâima. Her zaman: 360: HAŞNA’-Saliha kadın. (Saliha-Safî gümüş. İyi, salih kimse. Ruhullah, mesih: 143: Basın-Matbuat. Tab’ edilen yazılar… Romence, Presa: Basın… Romence, Prese: Sıkmak. Sıklaştırmak. Hızlandırmak. Çabuklaştırmak… Sümur-Saliha. Gümüş: 740: Mütefekkir… Halka: 143: Lâhika-Ek, katılan şey. İlâve edilen… Nasib-Nasbeden, bir şeyi bir şeye diken. Bitiştiren. Hayat: 144: Abb-Işık, nur. Güzelleşme. “Ruhîleşme”… Selecan-Yutmak: 144 – Merec-el Bahreyn Yeltagıyan… Üstadım’dan, bir NOKTALAMA mısraı: “Solucan kanat taksa göze görünmez olur!”… Meblu’-Yutulmuş: 148: Makh-Sür’at. Hız… Kanaat-Razı olmak. Kâfi bulmak. Bir şey hakkında düşünce sahibi: 621: İntisaf-Hakkını tam olarak alma. Zaman, yarı olma. “Yevmiye: Cahid Sıtkı, Yaş otuzbeş yolun yarısı eder demişti… Güzel bir şiir… Gençliğinize güvenmeyin!”… Kanat-Kuşkanadı, yan kollar. Kanal, boru, su borusu. Sopa, mızrak. “Üstadım’dan: [Bir âlem ki,] gökler boru içinde — Akıl olmazların zoru içinde!”: 551: Muhammed-En büyük ebcedle… İngilizce, Lateral: Tek. Yan. “Kuşatan, kucaklayan”… Letter: Harf. Mektub. Kanun. Anlaşma. Harfi harfine. “Nefs”… Mukîd-Kuvvet verici. Allah’ın ve Resûlü’nün bir ismi: 551: Esrarengiz)… TAZ’İF-Kat kat. Kat etmek. Kerrat. İki kat. Çoğaltmak. Zayıf addetmek. (Hakikat: 618: Hayret-Hiçbir tarafa teveccüh edemeyip kalmak. Zayıfın kopmaz mıknatısîyet ile yapıştığı cazibe… “Hürriyet, hakikate esaretten sonra hürriyettir!”… Hürriyet: 618: Tahkik-Doğru olup olmadığını araştırmak. İçyüzünü araştırmak… Fuzulî’nin, “Gösterme bana o yolu ki erişmez sana mana” demesi, kuvveti zayıflığından gelen “dişi nefs-kabul edici”nin yanılma imtiyazı ile yaratıldığına da tatbik edilebilir. Hakikati arama için var olan hürriyet, iradeye hitab “ihtimâller âlemi”nde onu yakalamak için… Herkesin hakikat bildiği kendine; hakikatin hakikati kimde?.. “Senin rızana uygun olmayanı ve sana eriştirmeyen yolu nasib etme bana”; irademe, şuuruma… “İhtimâller âlemi” tâbiri, hem BERZAH âlemi, hem de ona izafetle var olan HALK âlemi için geçerli bir keyfiyet; bir velinin keşfinde bile “hakikatin mutlakını Allah bilir!” sırrına riayet için, “yüzde 10 hata payı olabilir!” denmiş ve mesele NASSLAR’ın mutlaklığına havale edilmiştir - “Bunu gerektiren” mevzularda… “Gaibi yalnız Allah bilir!” hakikatini başa aldıktan sonra, Yaradan’a ortakmışçasına “olacak olanı haber veren kâhin”in yalancılığını izâh lüzumsuz… Mevzuları itibariyle meçhule âit söz ve tavırların mübahları var: Tahmin, sezgi, tecrübe ile olagelen, teamül… Bunların hepsinde hata payı baki; hata, izafetin “zayıflık” mânâsı içindedir… Dünya, Berzah Âlemi’ne, Berzah da Allah’ın “Zât âlemi’ne nisbetle Arızî mahiyette… Mesele “dünyalık işler” dışına çıkınca, zaten kınanmış olan Kâhin’in onda payı yok; onun çelişkisi şuradadır ki, “gaibi bilir” denilen kâhin, payı olmayan âleme âitleri zaten bilemeyeceği gibi, o gayb mertebelerine izâfetle bilinebilecek olanları da bilemez ve tutturduğu dünyalıkların tahmin ve tesadüften başka bir anlamı olamaz… Bir veli, Şeytan için, “yoldan çıkmışların hocası!” der; İlâhî olana musallat olan sahtelik derinliği de, Şeytanî ünsiyet ve vecdten doğan –küfrün bâtını da o– Hak ile bâtılı birbirine karıştıran… Aslı yalan olana bağlıya “yalancı” denmesi tabiîdir; isterse doğru da söylemiş olsun… Bizim bu bahse girmemizin sebebi, şu rivayet: Bir kâhin, şu gün yağmur yağacağını söylüyor, nitekim yağıyor da. Allah Sevgilisi, kovasıyla su basan yerin suyunu boşaltırken, bir taraftan da “Bütün kâhinler yalancıdır!” buyuruyor… Düz bir mantıkla söyleyeyim: Kâhin her söylediği yalan olan bir adam olsaydı, bir insanın “öleceğini” söyleyerek onun ölmemesini de sağlardı. Allah Sevgilisi, “Bütün kâhinler yalancıdır!” buyururken, hem de kâhinin sözü doğru çıkmışken, “ihtimal” hakikatine işaret etmiştir… Üstadım, Almanlar’ın bunu “ihtimal hesabı”na örnek diye 10 ciltlik bir iktisat eserinde örnek kabul ettiklerini söyler… Kâhin: 76: Sahi-Hata işleyen): 360: KURUNE-Nefs… ARİF-Bir işten iyi anlayan: 360: ŞIN-Bir harf. Çok nikâhlı kimse, çok hüküm çıkaran. Kürtçe’de “Mavi” demek. (Külli Nefs: Mavi renk. Nuh Aleyhisselâm gaybının perdeleri lâcivert - “koyu mavi”… Şın’ın ebced değeri: 300: Fikr… Gun: Mavi. Tarz. Yol… Şın harfi, Allah’ın EL-MUKTEDİR ismine ve “sabit yıldızlar” mertebesine işaret eder; Da’va Cetveli’nde Allah’ın ŞAFÎ ismine - Şefaati kabul eden. Şifa veren… Bazı lûgatta, “hekim, hâkim ve kâhin”, eski kültürlerin izi olarak birlikte anılır; kâhin’in, hekimlik işiyle uğraşırken kâhinlik yaptığı bilinen… Biz, Hakîm, “varlığın hakikatiyle muttasıf” için geçerli hükmü, bütün “ihtimaller”in bağlanacağı bir şiarla gösterelim: Atın ağzına gem vurmak mânâsında, “Hakm”. Aslolan budur)… ARS-Şimşekli ve yıldırımlı bulut: 360: RAS’-Yapışmak. (Rehnüma: Kılavuz. Yol gösteren.)

*

ELVAN-Renkler. Tarzlar. Yollar. Muhtelif görünüşler. “Levhalar. Tablolar”: 88: HABİBULLAH. “Hablullah; Allah’ın ipi”. (Elvan-ı İbadet-İbadet renkleri. İbadet çeşitleri: 556: Süruş-Cebrail. Melek. “Peygamberlere vahy getiren, izindeki büyüklere ilhâm ilka eden”… Maunet-Allah’ın salih kullarına inayeti. Yol yiyeceği, azık. İmdad, yardım: 566: Seyyid Abdülhakîm Arvasî - “Yolun icazetini, Nakşîlik mesleğinde İmâm-ı Rabbânî yolu, Mevlâna Hâlid tavrı ve Seyyid Tâhâ tasarrufu üzerinde olan Seyyid Fehim Arvasî Hazretleri’nden aldı; O, Rabbî bilmek, hak ve hakikati aramak, gönlü sefalandırmak, vefa vasfını bırakandan”… Meşkur-Şükre lâyık olan Allah. Kendisine şükür arzolunan. “Allah’ın Şekür ismi ve Kürsî mertebesinin, KEF harfi ile işaretlenişini hatırlayınız… Kef: Al ve alındaki çizgiler. Alınyazısı. Kâfi… Abdulhakîm Koltuğunu hatırlayınız!”: 566: Takavvüs-Kavislenme. Meyil. Yay gibi eğilme. “Halim. İrâde teslimiyeti mânâsında yumuşaklık ve sıkı yapışma”… Topyekün varlık, varlık özü müntehasında birdir ve Allah’ın razı olduğu ve olmadığı bütün işleriyle Allah Sevgilisi’nin şahsında yaratılış birliğindedir. Fuzulî’nin beytinin birinci mısraında aslın aslı olarak “Rehnüma-Kılavuz”dan kasdı odur; Allah’ın rızası yolunda olmak imân, –Hemişe lütuf, Kesiksiz varidat–, O’nun eteğine yapışmaktan gelir… Kaptan Kusto Müslüman: 566: Umumiyet-Bütün âlemler ve renkler)… HALÎM-Yumuşak huylu. Hoş muamele yapan. (Allah’ın 99 güzel isminden biri, “Yumuşaklık gösteren” mânâsında El-Hâlim… “Geçti gazabımı rahmetim” buyuran): 88: NUHL-Karşılıksız hediye ve hibe… SEYYİD Taha - “Tehir-i Takdim” mevzuunu, Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’ne nisbetle düşününüz. Tasarruf, kimin yolu ve kanalı üzerine ile birlikte. (Cinn: Gizli… Romence bir kelime, Cinci: Beş demek… Romence Cine: Kim, her kim, kime… Büyük Doğu-İBDA göründü): 88: ME’ZEM-Dağ içinde olan dar yol. “Press”. Cenk yeri. (Nefste başlayıp biten, maddî ve mânevî cihad!)… MAZEM-Dar olan her yer. İki dağ arasında olan dar yol. (Berzah ve Halk Âlemi’ne âit işlerde görünen Mecazî Berzah): 88: ADİD-Çok. Birçok sayı. Müteaddid. Tekrarlanan. Birbirinin dengi. (Sağlanan muvazene, adalet… Adid-Tepesine el yetişen hurma ağacı: 874: İBDA’-Parça parça etmek. Tahlil, tahkik. Cevabı güzel olmak. Kandırmak, doyurmak, itminan hissi vermek. Birisine, kâr tamamen kendisine âit olmak üzere sermaye vermek.)

*

MATLA’ Beyt’in Birinci Mısraının Ebcedi: 1452: MÜCAZAT-Ceza. Karşılık. (Karşılık, sadece suç bedeli değildir; demek ki “ceza” kavramından kasıt da… Mücaz: Cevaz’dan. Caiz görülmüş, yapılabilir. Diplomalı, icazet almış… Suç ve ceza: 88: Elvan-Adem Aleyhisselâm’ın HATA neticesi Cennet’ten Dünya’ya indirilişini, hikmetinin de “bir müminin takvaya erebileceği iyi ve kötü karışık bir âlemde ve Varlığın Efendisi olduğu görülsün”… Fuzulî’nin Allah ve Resûlü niyetinde Ceza, “işlediği bir suç karşılığı” olduğunda da, nefs sanki yoldan çıkmış bir davar, yola sevke yarar bir dürtüştür… Hata: 612: Meb’as-Yollanma, gönderilme. “İnsan, Allah’ın mahluku olarak aslına benzemeyen mahiyetiyle bir hatalıdır!”… He harfi, Allah’ın “Bais-Elçi Gönderen” ismine ve “Levh-i Mahfuz”a işaret eder; Allah’ın gönderdiği elçiler olmasaydı, insanların doğru yolu bulamayacağı beylik bir ifâde, “doğru yol - niçin?” derdi de olmaz, “iyi ve kötü” değer ölçüleri bulunmayan ve içgüdü içinde yaşayan “sonu yokluk” hayvanlar gibi olurlardı. “Hata ve sevab”, bedelini görecekleri bir âleme âit “devamlı hayat”tır. Bunu tersinden de göstermiş olanlarsa, Peygamberler… Tabah-Kuvvet. Rızık. “Tabih, aşçı”: 612: Derviş Muhammed)… MİTA-Bir şeyin son bulduğu yerin sonu. Geniş yol. Yolların birleştiği yer: 452: NETH-Büyük olmak, gövdeli olmak. (Ebedd-Gövdeli, iri cüsseli kimse: 7: Bede’-Başlama. Bir şeyi başkasından önce işleme)… CENNET-(Kâfirin de hoşlandığı işleri yapmak bakımından tabiatına uygun “azab-lezzet” yeri, aslına muvafık Cehennem’dir!): 453: MÜBTEGA-İstenen ve arzulanan şey… MARAZİYYAT-(Hastalık ve rahatsızlıklar, fizikî veya ruhî olarak nitelensin, sergilendiği yer bedenimiz ve bedenimiz ile… Ma’raz-Bir şeyin sergilendiği, göründüğü yer: 110: Müsebbih-Allah’ı tesbih edip anan. “Sakın deliyi misâl vermeyin, bilmediğiniz bir hâl, Allah’ı tesbih ve anması onun kendi hâlindedir. Nasıl ki hayvan, nebat ve madde bile tam bir teslimiyetle kendilerine mahsus tesbih ve anma içinde; ki o bir insan!”… Maraziyyat, hastalıkların sebebini, doku ve organlarda oluşturduğu yapı bozukluğunu, en büyük ve en küçüğüne kadar tahlil eden bir ilimdir; zihni marazların bir kısmının beden dolayısiyle vukuu bir bedahet… Ancak, ruhî maraz sadece beden faaliyetleri ile ilgili olsaydı, “ruhiyat” diye ayrı bir ilme lüzum kalmazdı; beden sağlamsa, ruhî maraz yoktur… Ruhî marazlara karşı bedenî ilgiyle ilâç tedavisi, faydalı ise faydalı; ama buradan hareketle ruhî-zihnî marazın sebebini bedenden gayrı görmemek, beden iptali ile hiçbir maraz kalmayacağı mantığına da yol açar. Gaye “ruhî maraz”ın gitmesi ise, toptan gider. “Gaye sağlık” denecekse, ilâçla vücudun kazandığı durumun, vücudun tabiî hâli olmamasıdır ki, –yan etkilerle, birtakım fonksiyonların ona uyum fedakârlığı–, bu takdirde vücudun “fayda ne ise”, ona uydurulması sözkonusudur. Bu ise, zihnin bedenin her yerinde oluşu… Benden bu kadar; ben ADLÎ Tıbb’ı işaretlemek zorundayım!): 451: SALİH Mirzabeyoğlu.

*

MATLA’ Beyt’in Birinci Mısraının Ebced Toplamı - (Matla’ Beyitleri tesbitten sonra, mânâ ve ebcedlerini çıkarsın diye MEHMED Tarakçı’ya yolladım. Mânâlar, benim işlediğim mevzu renginde hemen hepsi tarafımdan değerlendirildiyse de, faydası olmadı değil. Ebcedlere gelince, pek azı hatalı, hemen aynen kullanıldı; bu hususta dikkat çekeceğim mesele, sayı tevafukunda kelime mânâları üzerinden eserimi örgüleştirirken, Beyitlerin ebcedlerinde hata olsa bile, onlardan hareketle işlenen mevzuların sözkonusu kelime ve Beyitler’e uygunluğu hatayı örter, muhteva değil basit bir kemmiyet hatası kalır - asla tesiri olmayan. Onlar da “Tefe’ül” yerine geçer; onun ve benim ihlasım eseri olarak. MEHMED Tarakçı, MATLA’ Beyitlerimi, gerek sıhhatleri ve gerek kelimelerin yazılışı olarak, elinde çeşitli nüshalar ve lûgat bakımından karşılaştırmış şekilde geri yolladı. FUZULÎ’nin yukarıdaki MATLA’ Beyti, bunları izâha imkân: “Bana” kelimesi, onun karşılaştırmasında “mana”, –ki aynı mânâ–, “yetmez” kelimesi de –doğrusu bu–, onda “gitmez”, yâni mânâ olarak doğru; hâliyle ebcedler değişiyor. Şimdi, sözkonusu Birinci Mısra’ın “mana” doğrusuyla ebcedi üzerindeyim… Önce yanlış yazmanın getirisini, doğrusunun da özünü veren Malenezya dilinde, MANA-Kişiliksiz ve madde dışı cinsten maveraî bir güçtür. Kendini, insanın sahib olduğu her türlü beden ve mânevî güçte üstünlüğünce açığa vurur. Belli bir nesneye bağlı olmayarak her varlık tabakasındaki üstünlük odur. Yararlanmak ve yararlandırmak için edinilmeye çalışılan. Gözle görülmeyen mananın ömrü, içine girdiği varlıkla sınırlı değildir, hep var olandır. Bizim tâbirimizle, öncesiz ve sonrasız, ezelî ve ebedîdir. Bizdeki “bana”ya uygun bir idrak. Malenezyalılar’da mücerret bir inanış, bizim içinse “mücerret inanış”ında kaynağa bağlı oluşu: 92: MUHAMMED): 1543: MEREC-EL Bahreyn. “İki deniz”… YEFTENC-Sevgililerin zülfü kendisine benzetilen siyah renkli bir yılan. (Fuzûlî’den bir MATLA’ Beyit: “N’ola zâhid bilse küfr-i zülfün imân olduğunu — Şimdi görmüşler midür kâfer müselman olduğum”… Zâhid: Şeriatın kışrında sofu… Küfr-i zülf: Zülf teşbih ve sembol olmakla, bizzat putperest tâbiri mecaz, Sevgili’nin putlaştırılmasından bir mânâ. Diğer taraftan, “küfr-örtmek”, hem küfr-ü zülfün belirtilen mânâsı, hem “örtülmüş zülf-örtülmüş saçın” imândan olması meselesi. Örtü nasıl Şeriate uygun bir başı saklıyorsa, Şeriat örtüsü içinde de bir hayat ve “zann edilen” var; o örtülü zülfü nefsinde duyan da, sembol olarak açık eden… İki türlü mânâ, ilham’ın bir yazılışla “Allah tarafından kalbe gelen mânâ”, diğeri “küfretmek, sövüp saymak” demek olması gibi… Bâtın iddiasında yoldan çıkanla Hakikati üzerinde olanı birbirinden ayırdedici olabilmek lâzım; “ne olurdu?”… İkinci mısra, “müminde iman açık küfür gizli, kâfirde ise iman örtülü küfür açık” hakikatini de belirten, lâtifeli bir dille… Ayrıca, Küfr-ü Zülf: 437: Ezel): 543: İSTİGMAM-Sarmak. Sarılmak. Kuşatmak. (Arm: Zehiri öldürücü şedid bir yılan. “Zehir. Can. Ruh”… Arma: Remz, sembol. Bayrak… Arm: Kol. Kolluk. Koruyucu. Kuşatan… Arm-Chair: Kollu sandalye. Koltuk. Abdülhakîm Koltuğu hatırda!)

*

MATLA’ Beyt’in İkinci Mısraı Ebcedi: 1711: ESÎR-Bütün kâinatı kaplamış olan lâtif madde. (Berzah Âlemi’nin kalb mertebeleri hâlinde VÂHİD ve VAHÎD sırrı… “BEDİ’-Güzel” ve İlk Akıl… SABİT, yani bütün varlık tabakalarında onlara mahsus rızkı veren Allah’ın RABB ismi. Allah’ın “SEMİ’-İşiten” ismi. Allah’ın, “Kendisine muhtaç olunan ihtiyaçsız” anlamında SAMED ismi. Allah’ın, kalb mertebesi “Nebat-Bitkiler”, REZZAK ismi. Allah’ın “Hayatı kaldırıcı” anlamında ve mertebesi “Toprak”, MÜMİT ismi. Allah’ın, YASİN ismi ki, huruf-u mukattaadan olarak Allah Sevgilisi’ne işaretle “Ey İnsan” anlamındadır. Allah’ın “Şekil ve suret” veren anlamında MUSAVVİR ismi… Allah’ın RABB ismi’nin Birinci Sema ve Adem Aleyhisselâm Gaybında, Şeytanla mücadele vardır)… HANSA-Sinsi Şeytan: 711: ESÎR. (ESÎR’in fizik ve BERZAH âlemine ait mânâlarını sıraladıktan sonra, onun sadece fizik âlemine dair bir keyfiyet olmadığını da belirtmiş oluyorum. Bahsin kökü, LOKMAN Hekim’de tecelli eden “İhsanî” hikmettedir; Lokman Hekim, Kur’ân’da ismiyle anılan Sure bulunan ve kıssası anlatılan kâmil bir zât. Hekimliğin, tedavide başarının Allah’ın “İhsan” olmasını göstermenin yanında, ESİR, İspanyolca’da ETER, karşılığı da “Lokman ruhu”… Yâni onunla ilgimiz, ESÎR bahsi ile ilgili!)… CAZİBE-Çekme kuvveti, büyülü. Letafet zamanı. Hüsn-ü cemâl, güzel yüz: 711: MESTURE-Örtülü kadın. Nefs. İhsan olarak var olanın, ihsan eseri tasarrufuna verilen sır, “kendini bil!”… ŞAYET-“Lâyık, yaraşır, şayan” mânâsına. Şart ve ihtimâl gösterir: 711: HİLÂF-Ters, zıd. Muhalefet etmek. (Aynı ebcedle: Hılaf-Söğüt ağacı. Su kenarında, dalları ve yaprakları suya meyilli narin bir ağaç. Muhalefet etmek… Kulunu, imtihan edici olan Allah: Lokman Hekim, oğluna nasihatinde “zerre miktarı hayır ve zerre miktarı şerrin” Allah tarafından karşılığının verileceğini söylüyorsa da, herşeyi O’na bağlamak için Allah’ı “HABİR-Kulunu imtihan edici” ve LATİF olarak anıyor. Oysa Allah, LOKMAN Suresinde onu oğluna nasihatı ile anarken, kul kelâmı “Allah’ın kabul ettiği bir Nass” olmuştur. Kendisine gayb olmaması bakımından gaibi de bilen ÂLİM Allah, kulunu da buna imtihan ile ilgide ortak kılmakla, sanki bir cazibe birliği; bu Allah’ın insana verdiği ihsan ile ilgili husus, yoksa İlâh İlâhtır, cismanî ve ruhî heyet zevki-cazibesi “alıp-verirken” O’na denk değildir - MUTLAK İlim ile cismanî ve ruhî ilim birbirinden ayrı… HİLAF, “hâlife” mânâsına da gelir: Hâlife, “Allah katında bakan gözbebeği” olmakla, İNSAN’dan kasıd Allah Sevgilisi’ne uygunlukça, Peygamberlerde asıl, İmân ve İslâm hisselerinde… Yâni kulun kul olmakla “zıd ve karşısında” keyfiyeti, imân ve inkâr durumuna nisbetle değer alır… Üstadım’ın “söğüde inkılâb eden” millet teşbihi, suda “hayat, nur, ilim” hakikat ve mecazı kasdıyla ne güzel: Devlet-i Ebed Müddet-Aliyye-i Osmanî!)… HANDEN-Okumak: 711: İHTİŞA’-Tam olarak dolmak, kanmak. Döşek edinmek… KUVVE-İ Tahayyül-Tahayyül kuvveti. Zekânın özü: 1711: MÜŞKÜLKÜŞÂ-Zorluğu gideren, açan. Zor işleri halleden. Çetinliği gideren… Esnah-Kökler, asıllar, menşeler, esaslar: 712: AHLAF-Halefler… ESER-Hadîs. İz. İşaret. Alâmet. Te’lif. Basılmış kitab. Bütün âlemler. Tesir. Bir kimsenin meydana getirdiği şey. Tarih: 701: TEFEKKÜR… ESÎR-Savaşta tutsak olan. Düşkün, vurgun. Kul: 301: RASİM-Ressam. Akarsu. Ruh. (İbadette şekil bahsini hatırla ve onun “esîrî” oluşunu… Esîr, “esîrî bir güzellik” diye kullanılırken, onun ruh ve güzelliğin hakikatinin de Allah’a kulluk oluşunu!)… VARİS-“Herşeyin kendisine rücu ettiği” anlamında Allah’ın bir ismi: 707: ESERE-İkram etmek, ihsan etmek. İhtiyar etmek, beğenip seçmek… MAHLUL-Delinmiş. Öbür tarafına işlemiş olan şey. (Kur’: Kör. A’ma. “A’ma, bazı büyüklere göre, şekil veren ama kendi şekil olmayan lâtif maddedir. Şekil alan, müşahhas ve mücerret ne varsa, ona şekil veren… Kur’an: Allah Kelâmı… Kur’ân: A’malar. Mecazen “büsbütün bilgisizlik, fâni olmak”… Kuran: Al at. Mecazen, “bilgide bilgisizlik” hâlinde kavuşan kul olarak murada eren fikirci. Tefekkürün tefekkür olarak hakikati İslâmda’dır… Allah ve Sevgilisi’nin HAKÎM ismini ve KÜRSÎ mertebesini, Abdülhakîm Koltuğu’nu hatırla!): 707: CEZZAB-Çok cezbeden… HAVK-“Halka” denilen yuvarlak. (Havak: Geniş yer. Vâsi.): 707: VEŞT-Güzel. “Ruh”… FİKİR KAHRAMANI: 707: AKSİYON. (Davud Aleyhisselâm’ın Nübüvvetinden önce hem HEKİM hem HÂKİM olan LOKMAN Hazretleri, kâmil kelâmının Allah indinde kıymetini göstermeye vesile olduğu gibi, hakkındaki Sûre Kureyşliler’in KİM olduğunu Allah Sevgilisi’ne sormalarından dolayı inmiş olmakla, KİM hakikatinin bâtın kuşatanında bulunduğunu belirtmeye de vesiledir… Bu da ADLÎ Tıbb notu!)

*

ENDÜLÜS Medeniyeti’nden hediye olarak “esîr”in İspanyolca “eter” ve karşılığının da “Lokman ruhu” olduğunu söylemiştik. Eter, hekimlikte bayıltıcı, kendinden geçirici kokusu olan bir madde; ve “Amelî-yat”ında kullanılan… Ettar: Kasnak. Eleyen… Kültür ve fizik bir arada… Almanca, Sipin: Bir cismin kendi ekseni etrafında dönmesi. SEMA’. Temel tanecik veya çekirdeğin özünde(?) var olan ve kendi ekseni etrafındaki hareketinden kaynaklanan, kesikli değerler alabilen zamana göre değişimi… Fiziğin, “ihtimâller âlemi”ne âit fizikî değerlerle ifâdesi olan “atomaltı parçacıklar fiziği”nin elektrik ve ışık enerjisinin nakli hususunda “sabit değer” olarak görülen “esîr” maddesinin, bir başka görüşle ışık ve elektriğin sadece “dalga” hâlinde değil “kesik kesik paketler” hâlinde de yayıldığının tesbiti, “Einstein’ın esîri geçersiz oldu” diye beyan olunmuştur; “esîr diye bir şey yok!” değil de, “Einstein’ın esîr hakkındaki görüşü” şeklinde anlaşılmalıdır… Fizik ilminde bütünlüğün sağlanabilmesi cümlesinden olarak bu mesele, kastedilen bütünlüğün maveraî âlem ölçüsü olmadan ve ona nisbet düşünce ve müşahede bulunmadan, sayısız ihtimâllerde gezeceği bir bedahet. İhtimaller de, bir hak hukuk içinde aranması gerekendir… ESÎR’in, sadece maddeyi kuşatan olmadığını, hakikatinin kuşatan karmasında bulunduğunu göstermiş –çalışmış– bulunuyorum.

*

MATLA’ Beyt’in İkinci Mısraı: 1748: HAŞMET-Kucaklanmış. Kendisine tâbi olanlardan dolayı “haşem”den olan, büyüklük ve heybet… MÜRTEZİK-Rızıklanmış. Rızık bulmuş: 748: MEZHEB-Bir din, ilim, sanatta tutulan yol. (Lokman Hekim bahsi hatırda)… [Fransızca] söylenişiyle, RÖLASYON-Birlikten genişleme ve yayılma anlamından; geri gitmek. RÜCU’. Münasebet ve irtibatı. Dişlerin –sinlerin– birbiri ile münasebeti ve bağlantısı. Canlılar ve cisimler arasındaki münasebet ve ilgiler. Ruhiyat ilmi tahlilciliğinde, eşya ve düşünülen ile, “netice, etki, uygulama, tesir, gaye, maksat” arasında ilgi ve münasebetlerin aranması: 864: HADINE-Süt nine. (Üstadım, Kafa Kâğıdı isimli eserinde, çocukluğunu düşünmesi ile ilgisinde: Geçmişi düşünmek ve gideni geri getirmek çabası bile, ruhu isbata yeter. Yataktaki ihtiyarla beşikteki çocuk, aynı yaşta!)… HEZARMİH-Bin yerinden yamalı –çeşitli parçalar bitiştirilmiş– derviş hırkası. Çok süslü. Gök yüzlü. Tecrid hırkası, fikrî sıfatlar: 864: HAZINA-Emzirici, emziren. Dadı. Terbiye eden Rabb. “Hazine”… HADANE-Çocuk besleme: 864: HIZANE-Kucağa almak. Bir şeye bir şey ilâve etmek. Hak ve selâhiyeti olan bir kişinin, bir çocuğu yanına alıp yetiştirmesi. (İnsan, mânâlar âleminin çocuğudur!)

*

MATLA’ Beyt’in Toplam Ebcedi: 3163: İNSAN… RAHMAN Suresi 19-20. âyetler: 3166: MEVSİL-Kavuşacak yer. Kavşak. Ek yeri… SERRİŞTE-İpucu. Emare. Delil. Vesile. Başa kakma, göze batan: 166: MESLUL-Din uğruna kendini fedâ eden kahraman. Kınından çekilmiş kılıç. İnce hastalık.

*

MATLA’ Beyt’in Toplam Ebcedi: 3291: BASİR-Allah’ın “Görücü” anlamında bir ismi. İnsan’da kalb gözü. Feraset.



Baran Dergisi 315. Sayı