BUGÜN Afganistan sınırları içinde bulunan BELH, Horasan’ın önemli merkezlerinden biri olarak, Hicrî 2. asır’da (Milâdî 732 sonrası seneler), İBRAHİM Ethem Hazretleri’nin Sultanlığı’nda… Hızır Aleyhisselâm’ın ikazı ve vesilesiyle, “bu dünyayı heveslilerine ve Cennet isteklilerini ona, kendi tek derdi Allah’a yakınlık olmak üzere” tâcını ve tahtını yele vererek bâtın yoluna düşmesi meşhur… Birgün, söküğünü diktiği HAZAR Denizi kıyısındaki bir kaya üzerinde otururken, eskiden Sultanı olduğu bir vâli, maiyetiyle birlikte oradan geçmekte; durur, bakar ve sonra edebiyle onun yanına gelerek, neyin uğruna Sultanlık yerine bu durumu kabullendiğini sorar… İBRAHİM Ethem Hazretleri, elindeki iğneyi suya atar ve balıklara emreder: “İğneyi geri getirin!”… Bir balık, iğneyi ağzına almış ona getiriyor ve sonra tekrar suya salınıp dalıp gidiyor… Cevab: “İşte bunun için!”… (İbrahim Ethem bin Süleyman bin Mansur’ül-belhiî.)

*

Söz onun: “Tefekkür, beynin iliğidir!”… Nefsimizde, merkezi beyin, tefekkürle görünen akıl; demek ki akıl ve düşünce beynin ürünü olmak şöyle dursun, akıl ve beyni vareden düşüncedir. Bir şeyin maddî neticeler meydana getirebilmesi için, kendisinin de madde olması gerekmez… Gelmiş geçmiş topyekün varlık, toplamı İSLÂM’da, bir MUTLAK Fikrin gerçekleşmesidir. Varlıktaki kuvve!

*

İBRAHİM: 259: MARHİC-Yılan balığı… İNCİRAD-Mücerred olma, tecrid edilme: 259: URGAN-İp. Halat. Akl. Ölüm… HARRAN-Susuz. (Gayn-Susuzluk. Bir harf: 1060: Büyük Doğu. Sin. İnsan. “İnsan, iki kişi demektir!”… Gayn harfi, Allah’ın Ez-Zâhir ismine ve Küllî Cisim’e işaret eder!): 259: HENCAR-Kâide. Usul. Yol. Kural… (FUZULÎ’nin bir MATLA’ Beyti: “Hâk-i reh etdi âşık-ı miskîni ol heves / Kim pây-ı bûs-ı yâra kaçan bûla dest-res”… Aşıkı hâliyle yol toprağı etti o heves: Ki, ne zaman yarin ayağını öpüp de bulur saadet… Birinci Beyt’in ebced toplamı: 2020: Rahman Sûresi 20. âyet - “Aralarında birleşmelerine engel bir Mania var!”… İkinci Beyt’           in ebced toplamı: 1227: Tahir-Yüksek nefes… Rikbe-Diz. Eklem yeri. “Berzah”: 227: Girdab-Suların dönerek çukurlaştığı yer. Tehlikeli yer ve zaman… Mazruf-Zarflanan. Sarılıp muhafaza altına alınan. Zarfa konulan: 1226= 227: Aksiyon… Rikz-Gizli söz: 227: Tarih)… MENSAF-Her şeyin yarısı: 260= 1259: DERUN-Kalb. İç. “İnsan, kendini bildiği kadar Rabbini bilir!”… SAK’-Horozun ötmesi. Bir kimseye vurmak. Geri dönmek: 260= 1259: MERG-Ölüm, mevt… ERNEBE-Burun ucu. Denize uzanan kara parçasının ucu. Dağ zirvesi. Görürlük, görmeklik. Zirve. Bit: 258: MİRZA-Reis. Bey. Beyzâde.

*

ETEM-Tam mükemmel olgun. Karayağız: 441: KÂRGER-İş yapan, iş işleyen. Etki yapan, tesir eden, nüfuzlu… KIRNAS-Doğan kuşunun avının ardınca gitmesi: 441: MÜKAŞİF-Keşifte bulunan… KÜLHANCI: 441: KISAKÜREK… MATE-Öldü: 441: TAHATTÜM-Hatem, yüzük takınmak. Ariflerin gönlüne Allah’ın koyduğu işaret… TEVALÜD-Doğurma, doğma: 441: SALİH Mirzabeyoğlu.

*

İBRAHİM Ethem-(Üstadım’ın en çok sevdiğini söylediği veli): 361: İŞLEK-Çok işler, çok işlenmiş. Tecrübeli. İdmanlı. Alışık. (Zurhâne-İdman ocağı: 869: Mektubat-İmâm Rabbâni’nin eseri… Aynı ebced tutarı ile: Necib Fazıl Kısakürek-Salih Mirzabeyoğlu)… TAZ’İF-Kat kat: 361: MEHDÎ Mirzabeyoğlu.

 

GÖZYAŞI

 

YEVMİYE: “Bu gözüme de şöyle böyle diyorlar… Bi’ sinirleniyorum, ayağa kalkamıyorum… Bende herşey ruhî!”… Gözünün iyi görmemesi hakkında… Bu bir derin duyuş, bir idrak mevzuu; yoksa aslında herşey herkes için aslında ruhî… Amma… FUZULÎ’den bir MATLA’ Beyit: Nem-i eşkim mükedder hâtırumdan def-i gam kılmaz / Bu rûşendür ki nem âyineden jengârı kem kılmaz… “Gözyaşı nemi kederli hatırımdan, hâlimden, def-i gam kılmaz — Bu çok bellidir ki nem aynadan pası azaltmaz!”… Kem kılmaz: Nefyetmez, olumsuzlamaz.

*

Tezahürlerinden tanıdığımız ruhun, eşya ve hâdise hâlinde gerçekleşmesi; ve sebeb yollarından netice, neticeden geçmişte olanın sebeb bulunması şeklinde bir tecridle idealizme-düşünceye varılması. Burada, ruh ve düşünce kasdının aynı olduğu açık. Ortaya çıkan, nesneye verilen kelimelerden üreyen düşünce, mücerret bir MUTLAK Fikir kabulü ürünü “objektif idealizm”dir… Mevcut oluşu kabul edilip de kimliği olmayan bir MUTLAK Fikir, putperestinden, semavî olan ve olmayan dinlerin hepsinin bir Yaratıcı’nın olduğuna inanması gibi bir rastgeleliğe girer. O zaman da, “objektif idealizme” aykırı fikir ekollerinin kendisini iptal edişini kabul ona düşer… Bu ölçülendirmeyi, felsefesinden fiziğine, bütün NASS havasına giren düşüncelere tatbik edebiliriz. İster MUTLAK Fikir, ister KAOS densin, gerek çıkan ürün bakımından, gerek hayatın gerçekleşmelerle devamı yönünden verilerin ve düşüncenin aldığı şeklin değişmemesinin bedahet ifâde etmesi bakımından, gerekse tıpkı Yaratıcı’nın umumî kabulü gibi “eşya ve hâdise”nin izâfiyetinin kabulü ve bunun da hakikatinin adamına göre olması bakımından, “izafîden çıkan izafîdir” neticesiyle, kimliksizden ve kaostan düzen değil, kaos çıkar, kısmî düzen izâhı karışık düzensizlik çıkar… Aynadan kasıd, varlık, düşünce veya insan; aynadaki pas ve kir, aynadan mı, aynaya bakanın pası mı - hani “hâdiseye yanaşan insan şuuru ve şuurun yansıması” meselesi? ŞEYH Galib’in bir MATLA’ Beyti, “Allah çektirmediği çilenin nimetini vermez!” hakikatini pırıldatarak, önceki MATLA’ Beyt’in “nem aynadaki pası çıkarmaz” deyişinin bizim meramımıza uygun olduğunu gösteriyor: “Çekme gâm dest-i gîrdir Allah / Kula ni’me’n-nasîrdir Allah”… Çekme gam, yardımcıdır Allah, — Kula “ne güzel yardımcıdır!” Allah… Hissin ağlattığı insan başka, fikrin gözyaşı derinliğinden gelmesi başka, ikisinin de yapmacık ve sathiliği başka… ÜSTADIM’ın dediği gibi: “Gözyaşı olmasaydı, ne olurdu hâlimiz?”… EŞK-Gözyaşı: 321: KURTUBÎ-Namı “Ebu Süleyman” olan HALİD bin Velid’in kılıcının ismi. (Kılıcı şiir kınında olanlardan!)… TÎG-Kılıç. Kalem: 1410= 411: EBU Eyyüb-el Ensari… Aynı ebcedle BÎT-Gıda. Rızık.

 

SUADÎ FIRAT

 

MATLA’ Beyit: Gamdan ölmem korkarım gayret helâk eyler beni / Tîğden çekmem hazer fürkat helâk eyler beni. —(Şeyh Gâlib)… “Gamdan ölmem korkarım gayret helâk eder beni — Kılıçtan korkmam ayrılık helâk eder beni!”

*

Ayrılık; Allah ve Resûlü’nden - İslâm’ın gayesi ve gaye biçtiklerinden, sevdiğinden ayrı düşmekten… Yapışılandan uzak düşmekten helâk olmak; bilinen birşey de, “ne söyledi değil, nasıl söyledi?” sanat usulünce belirtileni, ben DİVAN şâirlerinin ebced tevafuklarına da riayet ederek, –bazen mısra veya beyiti bir tek ebced tevafuku kelimede gördüğüm için bunu söylüyorum!­– ebced usûlü ile HALİHAZIRIMIZ’a davet edeceğim!

*

MÜLAMESE-Yapışmak: 176: İSTİHVAZ-Zafer kazanma. Nefsinde feth gerçekleşme… KİYYA-Yapışmak. Alak. Kan. Sakız. “Okumak. Zikretmek”: 32: PÜL-Köprü. Berzah… TÎG-KALEM. Kılıç: 1410= 411: BİT-Zirve. Şekk derin. Sadece tekâmülden tekâmüle yol, lâkin bir ruh kamaşmasında “arızî varlık” olan insanın Peygamberler dışında “ayak kaymama” garantisi yok… MEKFUL-Kefil olmuş veya kefil olunmuş: 176: VASIF.

*

MATLA’ Beyt’in Birinci Mısraı: 3826: SUADÎ Fırat - “Yahud Fıratlı Suadî”. (Arab şâirlerinin, mecazen, çünkü ufak yazılış farkı ve iştikaka girmeksizin, “âşık” mânâsına kullandıkları “Suadî” ismi)… FIRAT: 681: REF’ET-Merhamet, yüce… MÜSTAZRIF-Etrafını kuşatan: 681: SAKİF-Nüfuz eden, içine işleyen, sözünü dinleten… (LEVHA: 5 Temmuz 1989… SUAD Fıratlı misafir… Ayrılırken, oğlu Mustafa Fıratlı’ya “Allahaısmarladık!” diyeceğim ama, odasına çekilmiş!)… Baba dostu ve çeneme tahammüllü, 1967’lerden tanıdığım “ağabey” ki, nasib bugün bu şartlarda, öz ismiyle anmam!

*

MATLA’ Beyt’in İkinci Mısraı: 4206: GAVR-Hakikat. Tefekkür. Dolanmak. Bir şeyin aslı, derinliği. Çukur. Kab. Nihayet… DÜBR-Bir işin nihayeti, sonu. Bir şeyin kıç tarafı, arkası, gerisi. (Kun-Arka, geri: 76: M-Oğul-Allah Sevgilisi’nin ümmeti demeye lâyık insan topluluğu): 206: BÜRD-Bilmece, bulmaca. Hakkı verilerek bilinmesi gereken bilindikten sonra, bilinmezin önünde ne dediğini bilerek sorulan soru; hâni, meselenin idraki için sorulan sorunun, onun cevabını devşirmekten daha zor olması davası. (Bürde, “hırka” demek… Hezarmîh: Bin yerinden yamalı derviş hırkası ki, Allah ve Resûlü vecdinin nefsinden kopardığı bâtın kelâmı gibi üzerinde süs duran bir mecaz. Bu söz, ona bakan, o düşkün kıyafette serveti görenin. Gök yüzlü… Hırka-i Tecrid: 1523: Kelime-i Tevhid)

 

HALİD BİN ZEYD
(EYUB SULTAN HAZRETLERİ)

 

MATLA’ Beyit: Halka ağzın sırrını her dem kılar izhar söz / Bu ne sırdır kim eder her lâhza yoktan var söz —(Fuzulî)… “Halka, ağzın sırrını her dem açıklar söz — Bu ne sırdır ki, her lâhza yoktan var söz!”

*

MATLA’ Beyt’in Birinci Mısraı: 3898: TEFTİH-Açmak. Bırakmak, salmak. Yarmak, yardırmak. Geğirmek… ÜŞTUR-Deve. Nefs: 901: GİRİFTAR-Tutulmuş, yakalanmış. Tutkun. Dolaşık. Karışık. Girift mübtelâsı… ZERR-En küçük parça. Zerre. Zirve. Bit. Gıda: 901: ZER’-Yere tohum saçmak. Yaratmak… AĞIZ-Gıdanın alındığı, hayvanlarda görüldüğü üzere gıdanın verildiği, süt emen çocuklar veya memeli hayvanların süt emmesinde netice olarak ağızdan alınan gıdanın süte çevrilerek yine ağızdan alınmış gıdanın verildiği ve nihayet söz ve anlaşma seslerinin çıktığı yer: 9: BED’EN-Başlangıçta. İlk önce. Vücud. (İnsan’ın ve netice olarak bütün varlığın, Allah’ın KÜN emriyle ortaya çıkması. Varlık olmadan kelâm olmaz, “Vacib-ül Vücud: Varlığı Zorunlu Olan”dan çıkan EMR ve sözü işitip yokluktan varlığa geçen mahlûk… İNSAN’da ağız, benlik mağarası, sırrıdır; o sırrın kelâm hâlinde çıktığı yerdir. Kelâm, ağzın sırrını açıklayan ve bizzat insanın kendinde gördüğü üzere, böylece yoktan varoluşa misâl, ağız da her lâhza yoktan var edendir - bu mânâda söz, nefes harfi olan ve Allah ismine işaret “he” harfine –zikir harfine– kadar kasda girer; LEVH-İ MAHFUZ’a işaretle İNSAN’ın ebediyetine ve Allah’ın BAİS-“Gönderen, sebeb olan, yeniden yaratan, madde ve mânâda ölüleri dirilten, Peygamber yollayan” ismine dair olarak!)… İBDA-İzhâr etmek. Bir yerden diğer bir yere çıkmak. Yaratmak. Numunesiz birşey yapmak. (Hakîm-Varlığın hakikatini muttasıf mânâsıyla Allah’ın, Allah Sevgilisi’nin ismi: 78: İbda’-Allah’ın zamansız, mekânsız, benzersiz yaratması. Halk, tekvin, ihtira, icâd kelimeleriyle aynı sırada. Geçmişte benzeri olmayan şiiri söylemek. “Büyük Doğu-İBDA” fikriyatı.): 9: EVB-İstikamet. Kasd. Dönülmesi gereken yere dönmek. (İstikamet olmasa - İmân derdi bedava!)

*

MATLA’ Beyt’in İkinci Mısraı: 2410: NATŞAN-Susuz kalmış kimse. (Gayn: Susuz kalmış. Bir harf, Allah’ın EZ-ZÂHİR ismine ve Külli Cisme işaret eder)… HATA’-Saçak bükmek. (Hata-Arıza. Arz. Arize, takdim: 612: Derviş Muhammed): 410: BAHT-Öz. Hâlis. Saf. Sade… EBU Eyyüb-el Ensari. (Eyüb Sultan Hazretleri… İsmi, HALİD bin Zeyd: 707: FİKİR Kahramanı): 411: TÎG-Kılıç. Kalem… ÂYET-Kur’ân’ın her bir cümlesi. Eser. Nişân. Alâmet. İşaret. Mekân. Menzil: 411: HÜCCET-Sened. Vesika. Delil. Şâhid… TECEDDÜD-Tazelenme. Yenilenme: 411: ATÎ-Önde bulunan zaman. Vakî olan. Gelecek zaman… GARÎR-Kefil. Güzel ahlâk: 1410= 411: NÎŞAN-Yüzde veya vücudta olan benek, ben. (Hâl-i Siyah-Benek, ben: 707: Cezzab-Çok cezbeden.)

*

MATLA’ Beyt’in Toplam Ebcedî: 6308: ARVÂSÎ… ESBRAN-At süren. Süvarî. Kaptan: 314: ŞÎD-Nur. Güneş.                         

 

DEVR-İ FETH 
(BOMBOŞ BİR DEVİRDEYİZ)

 

MATLA Beyit: Gözyaşımdan sûz-ı pinhânum kılub ârif kıyâs / Bî-haber te’sir-i encümden değil ahter-şinas —(Fûzulî)… Sûz-i pinhan: Gizli yanma, için için yanma… Encüm: Yıldızlar.

*

YEVMİYE: “Bomboş bir devirdeyiz!”… Bomboş, menfî bir ifâdeye vasıta olduğu kadar, “fazla, artık, doldurulması gereken” bir durum ifâdesine de vesile bir kelime-deyiş… Bunu, “açlığa, yokluğa, nüfuz edilmesi gereken veya mümküne” dair yerlerde de kullanıyoruz. Onun, doğrudan doğruya bir “feth ve nüfuz eden, sirayet eden, cezb eden” mânâsında kullanılması, bütün bunların “kab-kalb-nefs” kabulüyle ve bunun varedilmesi, yaratılması, nihayet “Bomboş bir devirdeyiz!” sözünü müjde olarak değerlendirmek? FUZULÎ’nin “Gözyaşı dökmemden gizli yanışımı anlar ARİF kıyası — Nasıl ki YILDIZLAR’ın tesirinden habersiz değil YILDIZLAR’ı tanıyan!” demesinin derinden intibaı, söz İBRAHİM Ethem Hazretleri’nin “tefekkür beynin iliğidir!” demesine gelmek üzere, bâtından zâhire HALİHAZIRIMIZ’a âit bir tarih muhasebesi HÜKMÜ’ne döner!

*

-ŞİNAS: Bilen, tanıyan mânâsında ek olarak birleşik kelimeler yapılır: 411: EBU Eyyüb-el Ensarî. (İstanbul’u kuşatan İSLÂM ordularından birinde sefer şehidi olan ve 1453’de FATİH Sultan Mehmed’in İSTANBUL’u fethinden sonra bugün BOLU’daki türbesinde feyzine devamda AKŞEMSEDDİN tarafından yeri keşfedilerek malûm Türbesi içinde tesiri ehlince malûm büyük Sahabî!)… Ahtar: Yıldız… Ahter: Tehlikeli yer ve zaman. Talih, kut, baht… Sâbihât: Yüzenler. Yıldızlar. Gemiler. İmânlıların ruhları. (Şu görünen âlemin yalnızlığı, sınırı, yokluğu var ederek onun suretini kabul eden heba denilen boşluk maddesidir. Aynada suret misâli onda yüzenler mecazı, maddeden başlayarak “şekil veren, ama kendi şekil olmayan” hebayı kendi nefsinde gören kâmil insana kadar varlık tabakalarını ihtiva eder. KAB’ın nüfuz edilen ve kabul eden mahiyetini ve nüfuz edilene ve kabile hitab edene bu yönden nüfuz eden ve sirayet eden oluşunu hatırla… “Şek derin” yapışılabilende, nefsin nüfuzu var!)… Bir yandan talih, bir yandan “hatar-tehlike”… FUZULÎ’nin, “Akreb meh-i münire vatandır dedim / Didi vehmeyle ki hatarlu kıranundurur senin!” demesi gibi: “Yakınlık ve yokluk, parlak Ay’a - başta Allah Resûlü, vatandır dedim; vehmeyle ki tehlike yıldız birleşmendir senin!”… Varlığı, varoluşan tarzda kalben bilebilme ve hürriyetleriyle yakınlık kurabilme hakikatini yaşıyanlar, “endişe ve korku” içindedirler; varoluşan tarzın kabul ve nefy seçiminden doğan endişe, hakikatini Allah ve Resûlü’nün getirdiklerine uyumla ilgilidir ve tefekkür hakikati de bu “kaygı ve korku”dan doğar… Endişe: Kaygı. Düşünce… Bu genel bir bilgidir… İnansın inanmasın, insan nefsinin derininde olan bu mânâ, bir varlık sırrına bağlı olarak, onda çap ve mahiyetince tefekkür etme, düşünme sebebidir… AHTER-ŞİNAS-Yıldız ilmi, yıldızların insan bedeni dahil maddî varlıklar üzerine tesirini bilen. (Müneccim, aslında sanıldığı gibi falcı ve gaibi bilen “kâhin” değil, bedenin içyüzü “cinn-gizli” üzerinde yıldızların tesirinden mânâ çıkarandır: Beden kuvvesini gösteren üzerinde müessirlerin etkisinden, neticede bedene tesir edecek olana dair bilgi. “Hakîm, kâhin, hekim”in aynı mânâda kullanıldığı yerler, onun “imkân ve ihtimâl” ilmi olduğunu gösterir. Yarınki hava durumunu tahmin ile, bir doktorun hastası hakkındaki tahminleri nasıl “kuvvetle muhtemel” çerçevesinde bir “tır ve dır!” mutlaklığı belirtmiyorsa, öyle. Ruhla beden arasında tecelli eden nefsimizin bedene dönük yönünde bu “içyüz-cinn” tabakası ile ilgili, hâliyle hem beden hem kabul edici nefsimiz olarak kalb ve beyin kabı üzerinde de etkisiyle, ruh ve şuur durumumuzla da alâka içindedir. Kadere sirayet eden bu mânâ, belirli zamanlarda doğanın şöyle böyle olacağından başlayarak, yıldızların hareketinden “tahmin ötesi” bir kıstasla konuşmaya dönünce, “gaibi bilen”in sanki Allah’ın yerine kaim olmasına döner ki, o zaman ortaya kınanacak bir durum çıkar. Peygamberler dahil, gaibi bilmek ancak Allah’ın bildirdiğine bildirdiği üzerinde olur… AHTER-Şinas’ın, yıldızların tesirinden haberdarlığı, yıldızların boşlukta yüzenlere benzetilmesi ile HEBA müessirliğinden, nefse tesir eden nefse, “yüzen ve gemiler” deyişinden “su, hayat, ilim”e işarete, “imânlıların ruhları” benzetmesinden ruhanî varlıkların müessirliğine kadar “objeleştirilemez olan yokluk” hükmündeki kuvvelerden bahis, ARİF’in niçin ona kıyasla FUZULÎ’nin gözyaşından “gizli yanışı”nı anlayabileceğini belirtiyor!): 612: DERVİŞ MUHAMMED - (Bomboş - akla yokluk şeklinde hitab eden - objeleştirilemez kuvve devri, açlık ve arzu devri… Kelimeler Allah ve Resûlü ile tâbi kullar yönünden seçilmek üzere böyle… Devrin terkibi ifâdesi: KAPTAN Kusto Müslüman-Dünya Çapında Bir Hâdise… Gışa-Örtü, perde. Zar. Deri. Kabuk. Zâhir. Zarf. Muhafaza: 1302: Kaptan Kusto Müslüman. “Noktalı harflerin ebcediyle”… DERVİŞ Muhammed. “Noktasız harflerin ebcediyle”: 302: Mirzabeyoğlu… Aynı ebcedle SEYYİD Mustafa… LEVHA: 10 Nisan 1990… Yanyana 6-7 tabut… Tabutlardan birinden çıkan el, elimi tutuyor… Seyyid MAHMUD Hayranî Hazretleri imiş… Yanında da, amcasının oğlu SEYYİD Mustafa diye bir zât imiş… Bu zâtlar ve onların tabutlarının yanındaki tabutta yatanların şehidler oldukları bahsi geçiyor!)

*

NAKKAŞ-I Ezelî-Ezelin nakkaşı. Ezelî Nakkaş. “Allah”: 451+38= 489: FETTAH-En iyi, en çok fetheden. Darlıktan kurtaran. Her şeyi en iyi cihetten açan. Herşeyi açan. Zapteden Allah. (Allah’ın 99 güzel isminden biridir)… HATF-Ölüm: 489: AFTABE-Su kabı. “Hayat kabı. İlim kabı”… TECEVVÜF-Boş olma, kof olma. İçine işleme, nüfuz etme. “Nüfuz eden boş, nüfuz edene doğru inkılâb mânâsında ona nüfuz edendir; “Allah’ta fani olmak” tabiri gibi”… TUHAF-Hayrete sebeb: 489: YAHTEMİL-İhtimâl. “Arızî varlık durumu”… CÜFTE-Benzer, eş, denk: 489: TENKİH-Nikâh etme. (Nikâh, “doğru, güzel ve iyi” için iki şeyin birleşmesinden bir netice çıkması içindir. Serab ve hayâl, tıpkı kurd ve aslanın birleşmesinden doğan hayvana mecaz olarak “Ezell” denmesi gibi, birleşerek EZEL varlığı İNSAN meydana gelmiştir. Hayâl, “olur, olamaz, olabilir” diye düşünülen bütün varlıkları kuşatıcı, var olan maddedir; serab, “sanma ve zanna”, aldanmaya misâl, o da hayâlden… EZEL, insanda, Allah Sevgilisi’nden başlayan hisselerdir!)… TECVİ-Acıktıran. (Üstadım’dan: Soframıza açlığı besleyenler buyursun!): 489: LETHAN-Karnı aç olan insan… TUFFAH-Elma. “Elmaî: Zekâ”: 489: TELTİM-Kuvvetle sille vurmak. (Muşt-Yumruk, tokat: 740: Mütefekkir.)                                               

 

Baran Dergisi 297. Sayı