LEVHA: 22 Ağustos 1987… Üzüm yiyorum ve orada bulunan birkaç kişiye ikram ediyorum!

*

KİŞMİŞ-Üzüm: 661: MÜTELASIK-Birbiriyle birleşmiş olan. Bitişik. (İnak-Kucaklaşma: 221: Müslüman… İnaka: Aşırı güzelliği ile hayret verme… İnak: Sözüne güvenilir. İstişare… Anâk-Zahmet, meşakkat: 221: Ensaf-En merhametli… Anak-En zarif, en yakışıklı, en güzel. Çok ferah, çok sürurlu. Manzur: 151: Mehdî)… LAZLAZ-Yol gösterici, kılavuz. (Osmanlı: 701: Fikretmek… Meters-Kapının açılmaması için konan day[an]ak. Toprak tümsek, siper: 701: Külhan-Hamam ocağı, ateş yakılan yer… Osman Gazi Hazretleri’nin, Üstadım’ın ve benim doğduğum ay, Mayıs): 661: KERAMET… HASS-Marul. (Yevmiye: Marulun göbek yapraklarından olmak isterim): 661: TERS-Korku. (İtalyanca bir kelime, tema: Mevzu. Kök. Korku… ARIZÎ insan varlığının aslında bulunan aşk ve korku, Allah’a ve Allah’tan hakikatinde birbirine imtizacını - uygunluğunu bulur ve O’na yakınlık yolu da budur!)… ÜZÜM: 59: MEHDÎ.

*

ÜZM-Asmanın meyvesi. (Üzüm kelimesinin, “üz-mek” şeklinde, kesmek ve koparmaktan geldiği söylenir; salkımının asmadan koparılmasından dolayı… Başka lisânlarda da, üzümün “üzmek” kökünden geldiği anlaşılıyor. Ama aslında “kesmek ve koparmak”ın kasdı, Mevlâna Hazretleri’nin belirttiği üzere olsa gerek: “İnsanlar bir üzüm salkımına benzer, suyunu sıktın mı hepsi birdir!”… Nefs birdir… Bütün insanlar senlik-benlik ayırımında iken, her birinin bu varlığının, varlık olduğu ânda isbat ettikleri yokluk gibi, bir olan nefsi isbatlarlar. BİR olan ruhun bedenlerde tecellisinden meydana gelen nefslerin, ruha âit yönlerinde bir oluşları… Asıl bu, idrak ve irâde ise, mesuliyet ve tekâmül için; hani kâfir de, Allah’ın kulu ve Resûlü’nün kadrosu, kabul etse de etmese de Dünya sahnesinde Adem Aleyhisselâm ve Havva Ana’dan gelmekle beden cihetiyle de bu birlikte… Belirttiğimiz şekilde bakınca, “kesmek ve koparmak”, asmadan koparma değil de, “ruhun bendenden ayırımı-ölüm” hâdisesine mecaz olarak görünüyor; üzmek, hem “ölmeden ölme” idrakına erme babında bir sıkıntı ve çile, hem de bildiğimiz şekilde mevt olma hâline… Üzüm’ün, “göz, idrak, irâde, ölüm, anma ve zikr” ile ilgisini 2 sayı önce gösterdik.): 741: İNSİLÂH. (Derisi yüzülme. Soyulma. Sıyrılıp çıkma. Ayın sonu gelme.)… FERASET-Süvarilik. Yiğitlik. Anlayışlılık. çabuk seziş: 741: MİKRAT-Her taraftan gelen yağmur suyunun toplandığı yer. Büyük çanak. Büyük havuz. Cevab. (İnsan ve toplum meselelerine âit soruların hakiki cevablarının “ölüme cevab” verenden gelişine dikkat; o, akla “yokluk” şeklinde hitab eden bir “zevken idrak” yolu işiyle toplanandadır.)… KAŞMEŞ-Kuş üzümü: 740: MÜTEFEKKİR… TE’SİR-Ateşi yakıp alevlendirme. Kıymet ve değer koyma. (Ateş: Hayat, nefs, nur… Su: Hayat suya işlemiştir ve unsurların aslı sudur. Kâinat, unsurlarının mecmu[u] olan ARŞ üstüne kurulu ve ARŞ da zâhir’i Allah’ın zâhiri, zahir ve batını ile Allah’ın istivagâhı, tecelli yeridir. Dünyada bütün canlılar, sudan yaratılmıştır, bu mânâda canlı olmayan birşey yoktur ve canlılık kabul ve sıralaması vardır. Allah’ın ilmi herşeyi kuşatıcıdır; bu mânâ içinde “hayat, ilim, nur” birlikte kullanılır, varlık Allah’ın Nuru’ndandır… Duhter-i ineb: Üzüm kızı. Şarab… Almanca’da da aynı mânâ, wein: Üzüm kızı. Şarab… ŞEYH Galib’in MATLA’ mısralarında, feyz ve feyzi kabulde feyz vericinin “dişi” mahiyeti bir arada, aynı zamanda mecazî olarak ŞARAB’ın tarifi de vardır: Gelir muvâfık-ı rindan micaz-ı âteş ü âb / Kitab’-ı bâdedir imtizâc-ı âteş ü âb… “Gönül ehline muvafık gelir şarabın mizâcı / Ki badenin tabiatındadır şarabın muvafıklığı!”… Ateş ü âb: Ateş ve su, ateşli su, şarab, bade… “Ateş ve suyun birbirine muvafık oluşu, badenin tabiatındadır!”… MATLA’ Beyit Şeyh Galib’ten: Nûru âteş mizâc yâni şarâb / Can-ı aşk imtizac yâni şarab… “Şarab’ın nuru âteş mizaçtır / Aşk mizacı şarabtır”… AŞK: 470: AŞAK-Sarmaşık. Nurbat… LEFKOÇYALI Galib: Tâ hâk-i derin kıble-i hâcât ederiz biz / Arş üzre varıp arz-ı münâcât ederiz biz… Üzre, üzere, “üz” kökünden, “üst” anlamının vurgulanmasıyla meydana gelen bir kelime olduğu için, yukarıda anlatılanlarla ilgisi açık, üzüm bahsi çerçevesinde verdik… Hâk-i derin, “toprak” diye alındığında, onun “örtü” olarak “iki tarafı da tanıyan Berzah” anlamını, İtalyanca bir kelimede de görüyoruz: Telone-“Muşamba, perde, örtü”… ÜZÜM kelimesinin, yazılı belgelere UYGURCA’dan geçtiği ve bütün lisânlara buradan yayıldığı söyleniyor): 740: MÜTTEHİZ-Alan, kabul eden, nefsine alıp kabul eden.

*

ÜZÜM: 746: TEFSİR-Gelir kabı… MÜESSER-Tesir edilmiş olan: 746: SEMERE-Netice, meyve… DÜMASİR-Büyük deve. (Ebedd-İri cüsseli. Nefs. Gemi): 746: MUHALAA-Birbirinden ayrılan karı koca. Talâk. (Ölüm. Ruhun bedenden ayrılması)… BOT OVA-Üzüm. (İspanyolca): 421: HÜVİYET-Asıl. Mahiyet. Allah’ın varlık sıfatı… TECDİD-Yenileme. Yenilenme: 421: TEVCİB-Bir iş için vakit belirleme… MEŞMULE-Şarab: 421: TEDVİYE-İlâç verme. (Hammar: Meyhaneci. Mürşid)… OVA-Vav harfi. (İspanyolca… BOT OVA terkibinde ÜZÜM olan bu kelime, VAV harfi bizde malûm “kalb, gönül, takva, tahir, temiz, genç kız” mânâlarına gelirken, BOTA kelimesinin “Deriden şarab şişesi, kavanoz” mânâları, onun bedene nisbetle içyüz ve “nefs” mânâsını göstermektedir.): 14: TA-HA… Üstadım’ın bana ithaf ettiği Noktalama’lardan, KAVANOZ: Bir cümbüştür kopsa da gece yakamozlarda — Münzevi balıklarız ayrı kavanozlarda!

*

TAHA Sûresi… Âyet meâli: “Biz, Kur’ân’ı sana güçlük çekesin diye değil, ancak Allah’tan haşyet duyanlara –korkanlara– bir nasihat olsun diye indirdik”… Âyet meâli: “Kur’ân, arzı ve yüce semaları yaratan Allah tarafından peyderpey indirilmiştir”… (Kur’ân’ın Allah Sevgilisi’nin nefsi olması; sahilde dalganın git geli tecelliye bir mecaz!)… Âyet meâli: “Rahmân, Arş’a istiva etmiştir”… MUHYİDDİN-İ Arabî Hazretleri: TA harfi, TAHİR ismine, HA harfi de HADÎ, “birinci, mazluma yardım eden, Allah’ta fâni olma muradı ile yaratılmış kurbanlık nefsi –bedene’yi– şevkle O’nun ölçüleri ritmiyle süren, hidayete ermiş, mürşid ve yol gösterici” ismine işarettir. O’nun maddî ve manevî EHLİBEYTİ, bu isimlere liyakatleri kadar AL-İ TÂHÂ olarak isimlendirilmişlerdir; müsemması onlarda tecelli etmiştir… “En güzel isimler Allah’a mahsustur”; KUR’ÂN, bütün CEMÂL ve CELÂL sıfatlarına sahib Allah’tan inmiştir ve Allah Sevgilisi’nin zâtında bunu kabul edici bir fevkiyet olmasaydı KUR’ÂN’ı kabul edemezdi. Varid olan eserin tecelli edene uygun olmasının bir ZORUNLULUK olması bakımından, sözkonusu sıfatlarda Allah Sevgilisi’nin kabul edici olarak hissesi vardır. Yüce Allah, yüce semaları ve arzı, yâni ruhlar âlemini ve kendisine nisbetle mekân ve cisim hükmünde olan mutlak varlık âlemini yarattığı, CEMÂL ve CELÂL’ine PERDE kıldığı gibi, İNSAN’ı da İNSAN gaybinin sözü edilen yedi perdesinden oluşan mertebeleriyle (kalb mertebeleri), yâni ruhaniyetiyle ve bedeninden ibaret olan görünür arzıyla perdelemiştir. (BERZAH makamında, “Herşey Allah’tan, Allah değil” hakikatinin aslıyla, İNSAN ve ALLAH münasebeti; “kişi kendini bildiğince Allah’ı bilir!” sırrınca, İNSAN’ın kabul edici durumu.)… Allah’ın bütün isimlerinde ona mahsus olarak tecelli eden kuşatıcı RAHMAN ismi; bütün varlıkları kuşatıcı RAHMET sıfatı, Allah’ın topyekûn varlığın karşısında her kemâlin üstünde mutlak azametini ifâde eden CELÂL sıfatı bakımından, mahlûkuyla perdelenmiş demektir ki, RAHMET yalnız O’na mahsus iken, RAHÎM ismi için böyle bir tahsis yoktur. - CEMÂL sahibidir, “ihsan edicidir”, cemâliyle bütün varlıklarda tecelli eder… (Süleyman Aleyhisselâm’da tecelli eden hikmeti hatırlayınız): Allah her şeyin ARŞ’ına RAHMANÎ sıfatıyla zuhur etmesi ve eserini göstermesi - istivası gibi, Allah Sevgilisi’nin kalbine de bütün sıfatları orada zuhur ettirmesi sebebiyle, O âlemler için RAHMET olmuştur. (Bütün âlemler O’nun için yaratılmıştır. Burada, bunun görülmesinin NÜBÜVVET’de son olması ile ilgili bir ifâde olduğu anlaşılıyor.) Dolayısiyle İSTİVA, alıcı-verici uygunluğu kasdıyla, orada eşit ve tam zuhur mânâsındadır ve yalnız O’na mahsustur. O, “Kün-Ol” emrine uygunlukta BİRE BİR olmak bakımından “ben-ene” anlamında gölgesizdir; Kul olarak hep kul ve bu mânâ, yalnız O’na mahsus bir fena ve Hakk ile beka bulma… (Her Peygamber’de bir hikmet tecelli etmiştir ve hepsi O’nda toplu olarak O’ndan… RAHMANÎ hikmet, Allah’ın kulun amelini kendi nefsine “vacib-zorunlu” kılması ya; Allah’ın yaratma işinde bu sıfatla kulunu müşterekmiş kılması, OL, OLUR’un aynı sırrını, bunun da kesintisiz ve eksiksiz bir devamlılıkta Allah Sevgilisi’nde bulunduğunu anlıyoruz… ARŞ ÜSTÜ Emirler Âlemi ve ARŞ ile taayyün eden zamanın bir varlık-bir yokluk temposunda görünen bütün HALK Âlemi varlıklarının tecelli KABI Arş, O… Malûm mesele: Peygamberler, Sahabiler, tabiin, veliler, seçkinlerden, en sade Müslüman’a kadar herkes kendi hâlince bu hakikatten pay sahibi: Belirttiğimiz gibi, inanan da inanmayan da, Allah’ın kulu ve Resûlü’nün kadrosu olarak, bilse de bilmese de.)

*

TA-HA. (TÂHÂ Suresinin başında, huruf-u mukattaa denilen ve en başta Allah Sevgilisi, sevenle sevilen arasında şifre olan kesik kesik harflerden. Allah Sevgilisi’nin bir ismi de TÂHÂ.): 14: İçinde bulunduğumuz asır. (Asîr: Sıkıp suyunu çıkarmak. “Üzmek”… Yevmiye: Dünyanın neş’esi gitti KEDURET’i kaldı!)… TAKDİM Ü TEHİR: Seyyid TAHA, Seyyid Fehim Arvasî, Esseyyid Abdülhakîm Arvâsî, “MEKTUBAT: 869: Necib Fazıl Kısakürek - Salih Mirzabeyoğlu”… HE-Ebced değeri beş olan zikr harfi. “O” şeklinde yazılır. Daire ve Çember, muhteva ve şekil, öz ve zarf, nihayet ÜZÜM’e mecaz… HE: En büyük ebcedi: 705: Fikir Kahramanı.

 

GÖLGE

(ONİKİ ŞAHIS)

 

LEVHA: 17 Temmuz 1984… Asker uğurluyormuşuz ve içlerinde kardeşim de var… Eskişehir Hava Hastahânesi’nden bir tip, benim de gidip gitmediğimi soruyor… Sonra, dergi çıkarıp çıkarmadığımızı soruyor ve bana, “siz 12 kişiydiniz!” diyor… Yâni azmışız… GÖLGE Dergisi’ndeki başarımızdan ve kalabalık oluşumuzdan bahsedeceğim ama, güç bulamıyorum… Hödük birine benziyor ve beni aptalca sıkanlar gibi bir his içindeyim!..

*

MECMUA-Toplanıp biriktirilmiş, tertib ve tanzim edilmiş şeylerin hepsi. Cem olunmuş. Risale: 164: NOKTA. (Eski yazıda 10 rakamı)… MA’DEN-Bir haslet ve hususiyetin kaynağı. Herşeyin aslî mekânı, mehazı, menbaı olan yer: 164: DESAK-Kabın dolduktan sonra taşıp dökülmesi… KELİMULLAH-Allah’ın hitab eylediği zât. Hazret-i Musa’nın bir ünvanı: 165= 1164: SADA’-Kasd ve teveccüh eyleme. Bir şeyi âşikâre söyleme. Mevkiine tevcih ve isabet ettirmek. Kat’etmek. İzhâr ve beyân etmek. Yarık ve çatlak. Bir şeyi ikiye yarmak. Delmek… MÜFDEM-Kızıla boyanmış nesne. (Reng: Bulanık su: 350: Urf-İhsan. Cennet ile Cehennem arasında bir makam; insanın dünyada birinden birini kazanacak olmasına binaen dünya… Logos: Dil, kâinat nizâmı… Feraset: Kırmızı. İdrak… Şarab: Divan edebiyatında renk kasdıyla, kırmızı. Su yönüyle ilim, hayat, nur): 165: RAHMAN Sûresi 19. ve 20. âyetlerin toplamı.

*

BERFEND-Asker. Güzel ve hoş söz. Derin yer. (Kamus: Lûgat. Denizin derin yeri… Veli kelâmı bir kısım mânâ askerleridir ki, ihtiyacı olanların yardımına yetişirler): 336: MUSAVVİR-Tasvir eden. Şekil ve suret çizen. (Şekil verici mânâsıyla, Allah’ın 99 güzel isminden birisidir… Madde ve mânânın, en müşahhas ve en lâtifine kadar)… Allah’tan gayrı herşey, kendi mahiyetinde bir surettir - şekil kapsamındadır.

*

ŞAHS-İnsanı başkalarından ayıran maddi ve manevî heyeti. (ŞAHS: Acı çekmek… Şahs’ın yazılışları farklı bu iki mânâsı bir arada, üzüm sembolünde; burada, üzümün dış çeperi içindeki suyunun, hayatın hayata, nurun nura, ilmin ilme hasreti neviinden, insan nefsinin zamanüstüne iştiyakını temsil edişini de bildirilelim… Üzümün “üzüntü” belirtmesi, “üzüm üzüm üzülmek” şeklinde bir tâbirle, üzüntü verici her durum için şimdilerde unutulmuş bir şekilde kullanılmakta-idi; bir kelime tekerlemesi olmayışına dikkat.): 990: FEYZ-Ölmek. (Feyz: Bolluk, bereket. İlim, irfan. Suyun çoğalıp çay gibi taşması. Akar su. İhsan. Bir haberin zuhuru. Yüksek mertebeye çıkmak: 880: Harf: Yemiş toplamak… TA-HA’ya böyle bakınız!).

*

12 ŞAHIS: 11880: MAHREM-Hususi, sırdaş. Çok samimi yakın. Aralarında nikâh caiz olmayan aile ve hısım akraba. İki dağ arasındaki yol. Gizli. (Bir Veli’nin şiirinden: Ne garib taifedir şu NAKŞİLER — Kafileyi gizli yollardan sevkeder!)… FAHHAR-Allah’ın azametiyle övünen. Şanlı. Memeleri süt dolu deve. (Süt, ilim suretine suret olarak tâbir edilmiştir!): 880: MÜTETALİ-Birbiri ardınca olup giden.

*

12 ŞAHS: 11880= 891: MEHDÎ. (En büyük ebcedle)… AZMEN-En fazla güvenilen. Pek fazla şeyler içine alabilen: 891: ZAMAN-Kefil olma, kefillik. Zarara karşı kefil olma garantisi… İZAFÎ-İzafetle alâkalı. Alâkalı göstererek: 892: MAMEZA-Mazi. “Ezel”… Ruhî-i Bağdadî’den: Sanman bizi kim şire-i engûr ile mestüz / Biz ehl-i harâbâtdanuz mest-i Elestüz… “Sanma bizi ki, üzüm şırası ile mestiz / Biz ehl-i harabatdanuz (kendi varlığından geçen fena bulmuşuz) Elest mestiyiz!”… ELEST, “Rabbiniz değil miyim?” meâlinde olan âyet’ten kısaltılmış işarettir. Kalu Belâ’da, Allah ruhları yaratıp “[Elestü bi Rabbiküm] - Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” dediği zaman, onlar “evet” mânâsında “[Kalû Bela]- Evet Rabbimizsin!” diye vefa sözü verdiler… AHD: Vadetme. Vefa. Yemin. Misak. Tevhid. Vasiyet. Asır. Devre.

*

DÜVAZDEH-Oniki. (Dü: İki… Vaz’: Koyma, konulma. Bırakmak. Atlamak. Tayin etme, belirtme. Duruş, hareket, tarz… Deh: On, aşer… 2’nin üzerine 10 koyulunca, 12 sayısı.): 895: FEVZA-Karışmış, muhtelit… FÜTUHAT-Fetihler. Lütf-u İlâhiye nail olmak: 895: FAHRİYE-Fahre mensub ve müteallik olan… DÜWAZDE-Onikî. (Kürtçe): 890: Oniki Şahs… MÜMZÎ-İmza sahibi: 890: RUHAS-İzinler, müsaadeler, ruhsatlar… MUMZA-İmza edilmiş: 890: MEHDÎ. (En büyük ebcedle)… DUVANZDEH-Oniki. (Kürtçe): 891: ŞAH-Su arkı. Kadeh. Alın. Boynuz. Helezon. Batn. Ağaç dalı… GİRİFTAR-Tutulmuş. Yakalanmış. (Üstadım’ın Kafa Kağıdım isimli eserinin sonu, zâhirî ve bâtınî mânâsı birbirine aykırı bir şekilde şöyle biter: Gecekondu çadırlarıyla kuşatılmış İstanbul… Aynı Moğol İstilâsı… Tutulmuş asil bir köşe!): 901: ZER’-Yaratmak. İBDA. Yere tohum saçmak.

*

DEHUDÜDÜ-Oniki. (Kürtçe): 35: CEBL-İBDA, ihtira. Yoktan var etmek. (Allah’ın KÜN emrinde, bâtın ehli Kaf ile Nun arasında VAV’ın gizli olduğunu ve bunun da Allah Sevgilisi olduğunu beyan etmişlerdir… KUN-Delik, ahir, son: 76: GEHAN-Zaman, ân, vakit… VAV harfi, “ve” kullanımından da bildiğimiz gibi, bağlama ve nisbet ekidir de… Allah Sevgilisi’nin Allah’a bağlılığı, KÜN emrinden bellidir. VAV harfi, Allah’ın REFİU’D DERECATÎ, yâni “bütün yükseklikler ve yücelikler üstünde O’nun misilsiz ve sonsuz azameti var” ismine ve “kalbte bütün makam ve mertebelerin üstü makamsızlık makamına” işaret eder. TASAVVUF’ta bütün tarikatlerin “en âlâ” bildikleri bu hususa nisbet, büsbütün silinmek, kendinde “ben” diyecek bir şey kalmama mânâsına “nefsin harab ve perişan, yersiz yurtsuz her yerde bir derbeder” anlamında MELÂMİLİK’tir. Bunun hakikati, her ân nefste bir kusur ve suç bulmak, bunu yaşamaktır. Her şeye sahtesi musallat ya; kuru kuru nefsini kötülemek, nefsine biçtiği mahrumiyetlerden yine nefsine azman bir pay hâlinde “melâmî” bilinmek isteği, böyle görünmek arzusu, bir nevî serserilik ve aylaklık, pislik içinde olmak, yapabileceği şeyi yapmamak vesaire ile benzerlik kurmamak gerek. Silinmenin böylesi değil… Seyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri, “Tasavvuf Bahçeleri” isimli ders kitabında, MELÂMİLİK makamının üstünlüğü hakkında şöyle buyurur: “Kendisinden bulunduğu makam sorulunca, hiçbir makamları olmadığını söylerler. Halk bunu, tevazu zanneder. Halbuki onlar bütün makamları aşmışlardır!”… ABDÜLHAKÎM Koltuğu bahsini, hani HE harfinin ve ebcedinin “O” oluşu, aynı zamanda bu harfin en büyük ebcedinin FİKİR KAHRAMANI’na tevafukunu ve benimle ilgisini unutmadan, meseleyi “gecekondu çadırları” derbederliği derken “MOĞOL istilâsı” deyişi ile onun içindeki efsanevî enerjiyi belirten Üstadım’ın sözünü hatırlatmaya geçelim: “Tutulmuş asil bir köşe!”… GÖLGE, asıl ile var olması bakımından, asla bağlılık düşüncesine misâldir. Allah ve Resûlü’nden sonra, hisseler ayrı olmak üzere, bütün ümmetin fertleri böyle ve tek bir gölgedir… İş asla bağlılıkta yollar, işler, oluşlara gelince, sahabiler zümresi, seçkinler ve bâtın yolu zümresi, ilâh… Bunları mevzulara, şubelere ve nihayet şu veya bu silsileye kadar, şahsa inene değin sınıflandırabiliriz; asla bağlılık kıymeti ve “ne bakımdan” ise ölçüsüyle… 12 ŞAHIS’ın, 12 rakamına, bunun da BİR şahsa dönüşünü yukarıda gösterdik: GÖLGE tek… YEVMİYE: “Nasıl başladıysan, öyle gitmen doğru olur!”… YEVMİYE: “GÖLGE dergisinden elinizde bir takım bulunması uygun olur!”… GÖLGE dergisi’nin çıkış senesi: 975-976: MAZALLE-Gölgelik yer. “Saye: Gölge. Himaye, sahib çıkma, yardım”… İSMAİL Hakkı Bursevî Hazretleri: Her gölgede bir rahatlık vardır; bu demek olur ki, her gizlilikte de bir sükûn vardır. Yani tecelli güneşi daima zâtî şimşek neviinden olsa, güneşin dışı nasıl yakıyorsa, o da kalbi o şekilde yakar ve insanın ona gücü yetmez. Sonra; bütün âlem HAKK’ın gölgesidir ki, isim ve sıfatların mahiyeti surete bağlı olmamakla beraber, yine onunla rahata ermişlerdir. Bundandır ki, insanların en kâmilleri âlemde kendilerine bir zuhur taleb ederler ve kendilerine istidatlı bir salih ararlar, çünkü onlar İLÂHÎ Hilâfetle muttasıftırlar. Zira Allah, gizli bir hazinedir ki, kendisinin kendine zuhuru ile yetinmeyip, aynadan da zuhur istemiştir!)… SEYYİD Abdülhakîm Arvasî: 976: NECİB Fazıl… EBU BEKİR. (R.A.): 231: MOĞOL Mehdî Muhammed… MOĞOL: 1076: MEHDÎ Salih Mirzabeyoğlu… MÜBEDDİL-Değiştiren: 976: MÜBEDDEL-Değiştirilmiş… ŞİMDİ tek bir gölge: Hazret-i Ebubekir, Abdülkadîr Geylânî Hazretleri, Şah-ı Nakşibend Hazretleri, İmâm-ı Rabbanî Hazretleri, Mevlâna Halid Hazretleri, Seyyid Abdullah Hazretleri, Seyyid Taha Hazretleri, Seyyid Salih Muhammed Hazretleri, Seyyid Fehim Hazretleri, Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Üçışık Hazretleri, “MEKTUBAT: 869: Necib Fazıl Kısakürek - Salih Mirzabeyoğlu”… KAPTAN KUSTO MÜSLÜMAN - Yevmiye: Benim bir takdim yazım olacak, bütün hüviyetinle görüneceksin dediği. (Noktalı harfler toplamı): 302: GÖLGELER… DERVİŞ MUHAMMED-Üstadım’ın Van ziyareti dönüşünde gördüğü ve 1975’de diğer ziyaretinden dönüşünde uçakta hatırlayarak yazdığı, SEYYİD Fehim Hazretleri’ne yorduğu, HACEGÂN silsilesinde de 21. büyüğün adı. Bu isim, isim olarak bütün HACEGÂN silsilesine teşmil olunabilir, çünkü ŞEYH birdir hikmetince, feyz hangi büyükten ve nereden gelse, birdir. Bu hususa, burada “GÖLGE tek”in izahı içinde hususiyeti olarak görebilirsiniz. (Noktasız harflerin ebcedi): 302: MİRZABEYOĞLU… EFKÂR-Fikirler. Düşünceler. Hüzünlü. (EFKÂR: Fakir… Hadîs: Fakrım fahrimdir!): 302: RAHNÂME-Harita. Yol ve yön gösteren sayfa.

 

FELÂTAT

 

“Lisanın döküntüleri” demek… Buraya kadar anlatılanlar içinde yerini bulmak üzere fırsatını yakalayamadığımız artanları pek düzenli olmasa da aktaracağız.

*

VİNO-Şarab. (İspanyolca): 62: MEHDÎ… RAİSİN. (Fransızca): Üzüm… RAİSON. (Fransızca): Sebeb. Gerekçe. Akıl. Sağduyu. Delil. Kanıt. (Kanıt: Üzüntü)… ŞARAB: 503: ŞECERE-Ağaç. Kütük. Bir soyun bütün fertlerini gösterir cetvel. Güzel söz… MÜBTENİS-Mahzun, hüzünlü: 503: ALEBAT-Çanaklar. (Dolmayı bekleyen; rızık veren Rabbi’nden. Daima hacet ve ihtiyaç içinde olmak, aç olmak mânâsında boş olmak gerek ki, ne kadar açlık çekilirse o kadar feyz alınır. Üstadım’ın, “soframıza açlığı besleyenler buyursun!” demesi gibi, bu boşluk “mankafa” boşluğu değil, alıcı olabilme kasdıyladır. Nefsimiz bir çanak, dolmayı bekleyen… ULBE: Fıçı. Büyük kutu. Sandık… ÜL’UBE-Piyes. Oyun: 154: MEHDÎ Muhammed… ULK-Şarab: 200: RA harfinin ebcedi ki, RAÎ, “vâli” demek… DA’VA Cetvelinde VAV harfi, Allah’ın “vâli, görüp gözeten” mânâsına geliyor ve nefsin ruh kutbunun nefse hakimiyeti insanda “seçme yapabilen şuur” olarak vâlidir. Aynı cetvelde VAV’ın değeri 46’dır; Allah Sevgilisi’nin isminin ebcedi 92= 46+46… Topyekûn varlığı ezelden ebede kuşatan VALİ… RA (Vali) + RA (Vali): 400: VAV+VAV… ARŞLA taayyün eden ARŞ Üstü Emirler âlemi ve ARŞ’ta taayyün eden zamanla görünen Kâinat: İNSAN ve BÜYÜK İNSAN!)… İSTİLÂ-Kaplamak. Yayılmak. Ele geçirmek. Tasarruf. Meydanın sonuna erişmek: 503: BAŞİR-Müjde veren… BİŞAR-Esir, kul, köle: 503: MÜTECENNİ-Meyve devşiren. Harfler. (TA-HA)… TA-HA. (Huruf-u mukattaadan): 14: SALİH Mirzabeyoğlu… DÜ-DEH Oniki. (En büyük ebcedle): 983: Seyyid Abdülhakîm Arvasî - Necib Fazıl Kısakürek… Aynı ebcedle, İzzet Mirzabeyoğlu.

*

SADİSE-Seyyid Taha, Seyyid Salih, Seyyid Fehim, Abdülhakîm Arvasî, Necib Fazıl, SALİH MİRZABEYOĞLU: 130: NİGİN-Yüzük. Mühür. Hatem. (Yuvarlak şey. Delik şey)… VAV harfinin ebced değeri: 6: HARUR-Akla gelmedik cihetten hücüm etmek… ALLAH SEVGİLİSİ’nin ismi en büyük ebcedle: 1550: İSTANBUL.

*

ŞEŞ-Altı. (Vav harfinin ebcedi 6’dır): 600: TAKANNÜN-Kanunlaşma. Kesin olarak, değişmez hâlde belirme… KAŞER-Çok fazla kırmızılık. (Firaset: Kırmızılık. İdrak… Vîn: Kuru üzüm… Vîn: İdrak): 600: MÜTEATIF-Kendisine atfolunan… MÜSENNA-İkili. İki bölümden meydana gelen. İki noktalı olan. İki defa nazil olan Fatiha Suresi. (Allah ve Resûlü, Allah ve İnsan olarak: Rahman ve Rahîm. Vahid ve Vahîd. Nokta ve Nokta… “Allah ve Resûlü”, “Allah ve Resûlü ve” şeklinde, kıymetler boyu nisbet ekleri.): 600: TAKASSİ-Bir şeyin aslını araştırma… TAALLUK-Bağlılık. Münasebet. Alâkalı oluş: 600: İSMET-Günahsızlık. Masumluk. (Çocuk hikmetini hatırla)… FUSSİLET-Ayırd edilmiş, izâh ve tafsil edilmiş: 600: ŞEŞ. (Şın: 300: Fikir. Suret... Şeş: Şın+Şın: Büyük Doğu-İBDA.)

*

ÜSTADIM’ın “Saat 12” isimli şiiri: Çın, çın, on iki hece, — Çaldı bir eski saat. — On ikide her gece, — Bana diyor ki saat: / Dün, bugün, yarın, siz, biz, — Bu yayın içindeyiz, — Onu yüz yıl sayın siz, — Ömür on iki saat… (DÜ-DEH: On iki… En büyük ebcedi: 983: Seyyid Abdülhakîm Arvasî - Necib Fazıl Kısakürek… Aynı ebcedle İZZET Erdiş.)… SAAT-Günün 24’te biri. Zaman, vakit. Muayyen bir vakit. Kıyamet: 531: İHTİTAN-Bir yeri vatan edinme… FENAT-Tilki üzümü: 531: MEHDÎ Salih İzzet Mirzabeyoğlu.

*

ZERAB-Beyaz şarab. Yaldız mürekkeb, terkib: 210: SUN’-İBDA. Yapmak. Eser, yapılan iş. Tesir. Güzel iş yapmak… DEVR-Devir. Zaman. Nakil. Yüz yıl. (Onu yüzyıl sayın siz, — Ömür on iki saat!): 210: ASEF-Ölüm. Büyük kadeh. Bir şeyi alan. Birisini istihdam eden… CEVN-Beyaz. Kara. (Ölüm ve hayat… “Ölmeden ölenler” bahsiyle birlikte düşününüz!): 59: MEHDÎ. (Hadîs: “Amellere neticelerine göre hükmolunur!”… Demek ki netice, kendisine gelene kadarki süreçte her nokta evveline nisbetle netice olarak başa vardıkta, baş ve son bir, sebeb ve netice birdir, birliktir; bu birlik, her noktanın “zât sırrı neyse o” bir varlık hâlinde bulunduğu - yâni aynı kıymet mânâsında değil, birlik hüviyetini temsilde olana nisbetle kıymetlerin temsili şeklindedir ki, bir çekirdekteki toplu kuvvetin AĞAÇ şeklindeki bütün oluşumları toplaması gibi, hükmü kendisine bağlamasıdır… Mevzu GÖLGE’de 12 Kişi, İBDA olduğuna göre, gölgeden kasıd ve keyfiyeti malûm, neticeden sebebe gidişte varılan nokta malûm, TEK bir kişidir. Bütün GÖLGE’nin ve 12 kişinin de BİR kişi olduğunu göstermiş olarak, geriye temsil kalıyor ki, temsilin haysiyeti temsil edilenden gelir; İBDA budur. O, içi ilâç dolu bir ECZAHÂNE’nin –bu yazılı– bir tabelâsı olsa da, içinin mecmuunu temsil edendir.)        


Baran Dergisi 279. Sayı