Levha: 19 Aralık 1985… Su pınarı… Salih, hâlis; el ayasında ve alında olan hatlar, cem olmak… Ada; yüzdeki “ben”… Takdimci Halit Kıvanç, yılbaşı gecesinde piyangodan çıkan numaraları okuyor… 37806 veya 38706… Bu numara, büyük ikramiye mi, yoksa büyük ikramiye bu numaradan sonra mı okunacak… O kadar canlı ve candan dinliyorum ki, sanki gaibin işaretini okuyorum… Zeyn-âb arkadan omuzumu tutuyor… Bıraksana yahu! Bak şimdi numarayı okuyacak! Bu fasıl geçiyor… Bundan önce, acaba rüyâ mı yoksa düşünüyor muyum tereddüdü içinde, cezbolma başlangıcı ve üstüme Allah’ın lütfu yağıyormuş gibi idim; ve birkaç kere kaybolma hâli… Bu hâl içinde, sağ gözüm açık; perdedeki ışığı görüyorum… “Herhâlde gün ışığı” diyorum ve bunun zannettiğim gibi nur olmadığını düşünüyorum… Uyanınca, gece ve her yerin karanlık olduğunu gördüm… Ve piyango davası… Sonra aynı yerde biri elime tutunmuş birkaç küçük çocuk… Elimi tutanı öyle arsız ki, bir türlü parmağımı kurtaramıyorum… Yapışkan ve inatçı… Hattâ yanağından makas alır gibi canını yakmama rağmen, parmağımı bırakmıyor ve ısırıyor! Ve piyango çekilen yerden ayrılıyoruz… Yolda, 1968’de Eskişehir’deki 57 kilo boksörü Hıdır ile karşılaşıyorum… Üzerinde eşofman var… Güleryüzle tokalaşıp hatır soruyoruz… Sonra o, koşusuna devam ediyor!
 
*
 
Piyango: Kader. Kısmet. İkramiye. (Mânâda, “emeksiz kazanç” olan piyango, kelime karşılıklarından da anlaşılacağı şekilde, doğrudan Allah’ın ihsanı diye tâbir edilir. Nasıl ki, gönlün meyletmesinden dolayı “mal, meyilden, temayülden gelir; onu Allah katında düşünün ki, meyliniz Allah’a olsun!” buyuran İslâm büyükleri, mânevî kazanç ve malı kastetmişlerdir, öyle. Doğrudan Allah’tan gelen ile çalışmakla kazanılan, “vehbî” ve “kesbî” farkına benzer mânâ.): 1069.
 
Büyük Doğu-İBDA: 1069.
 
*
 
İkramiye: Allah’ın lütuf ve ihsanından. Hesab dışı verilen şey: 277.
 
Rahman Sûresi, 20. âyet. (Noktasız): (Meâl: 19- İki denizi salmış birbirlerine kavuşuyorlar… 20- Aralarında birleşmelerine engel bir BERZAH-PERDE var… Malûm: KAPTAN KUSTO MÜSLÜMAN başlıklı takdim ediliş yazımda ilgisiyle geçen iki âyettir bunlar.): 278= 1277.
 
Engare: Tamamlanmayan, eksik kalan iş, nakış veya taslak. Hikâye, efsane, roman, kıssa. Hesab defteri. (Üstadım’ın yarım kalan KAFA KAĞIDIM isimli romanının TİLKİ GÜNLÜĞÜ’nde UFUK başlığı ile gün gün verilmiş olduğunu hatırlayınız. Bunun yanında, “engar-sanma, zan, şübhelendirme, vehim verme, tamamlanmayan iş, tasavvur, taslak” mânâları çerçevesinde, tıpkı “Âdem’in dünyaya inmesi HATA neticesinde oldu; Âdem’in hatası, O’nun EFENDİLİĞİ gözüksün diye idi” hikmeti gibi, eksiklerimiz, bizim tekamül etme yönlerimizi de göstericidir. Müsbet veya menfiye istidadımızı.): 277.
 
Arvasî: (Seyyid Abdülhakîm Arvasî: 566: Maunet-Allah’ın salih kullarına imdadı, yardımı): 278= 1277.
 
Kırzin: Büyük balta. (Teber: İki yüzlü balta: 602: Amene’r Resûlü’de - “Allah hiçbir nefse takatinden fazlasını yüklemez”: Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: İtare-Bir şeyin peşini bırakmayıp takib etme. Dikkat ve hiddetle, anlayışla bakmak: Sakb-Delme, delinme. Bir taraftan diğer tarafa açık olan delik. SÜTÜ ÇOK OLAN deve. Çok kırmızı: TİLKİ: Habb-Kurnaz. Denizin kabarması, MED. Denizde dalga olması: Rakşa’-Alaca yılan. Süslü kadın. Nefs. HATALI, eksik bırakma: İŞRAK-Güneş doğmak. Kalbe mânâların doğması. Güneşlik yere dahil olmak: Ahdar-Yeşil, yemyeşil: Muktebis-İktibas eden: İsti’mal-Kullanmak, faydalanmak: Süpüş-Bit… Ta’bir: İfâde. Rüyâ yorma. Herhangi bir şeyden ve hâdiseden, başka bir hak ve faydalı şeye intikal etmek.): 277.
 
Evreng: TAHT, HÜKÜMDAR KOLTUĞU. Şan, şeref, nâm. Zinet, süs. Akıl, irfan. Ağaç kurdu. Hoş hâllilik. Hile, tuzak kurma. Yakışıklılık-manzur, bakılan, ümid edilen, beklenen, yakışan: 277.
 
 
İKİ NUMARA
 
 
37806= 843.
 
Kısakürek - Salih Mirzabeyoğlu: 1842= 843.
 
*
 
38706: (Aktör: 707= 1706: Fikir Kahramanı.): 744.
 
Muktedir: İşe gücü yeten: 744.
 
Semere: Meyve, yemiş. Netice. (Mive: Meyve kelimesinin aslı: 61: Büyük Doğu: 1061… Miv: Kıl-şair: 56= 1055… Necb: 55… Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 2055.): 745= 1744.
 
Tefsire: Oturak, idrar kabı. (Tefsir: Mânâyı izhâr etmek. Bâtında olanın zâhire çıkması. Kur’ân’ın yorumu. Bir ibare ve hâdiseden, anladığını nakletmek… İdrarat: Gelirler. Varidatlar.): 744.
 
*
 
Hızır: 1600.
 
Takannün: Kanunlaşma. Değişmez hâlde kat’i olarak belirme: 600.
 
 
ŞİFRE
 
 
Levha: 11 Şubat 2004… Rahman Sûresi 19-20. âyetlerinde geçen “iki denizin birbirine karışmasını engelleyici perde” tefsirlerine yeni bir görüş getiriyorum ki, daha önce hiç öyle bakılmamış!
 
*
 
Rahman Sûresi 19-20. âyetler: 3165= 4164.
 
NOKTA: Yazıda durak işareti. Hiçbir uzunluğu olmayan şekil. Eski harflerde, SIFIR işareti. Benek, ben. (Hindu: Benek, ben: 65: Necib.): 164.
 
İn’idam: İdama gitme: 166= 2164.
 
 
*
 
Sıfır: Hiç. Hiçbir sayı olmamak: 370.
 
Sırf(e): Sâfi ve hâlis şey: 370.
 
Safer: Boş ve hâli olmak. Karın içinde durabilen yılan: 370.
 
Rasaf: Kaldırım. Kaldırım taşları. (Üstadım’ın KALDIRIMLAR isimli şiirinden: Kaldırımlar içimde bir lisândır.): 370.
 
Kustar: Bir şehre veya bir beldeye vâli olan kimse. Mizân, ölçü. Tüccar, tacir. Kesedar, sarraf: 370.
 
Sokrat: (Kendinden zuhurun esası hâlinde, “başkasının nefsiyle ilgilenmekten rahat bulmak” tâbirine giren kritik etme-tenkid şuuru hedefi olarak, İslâm Tasavvufu ve Batı Tefekkürü arasında kanatlarını açan İBDA, ikinciyi birinciye irca ederken, Sokrat’ı, ilk Yunan fikir fışkırışının temel şahsiyeti ve VAHDANÎ mizacıyla sembol görür. Eflâtun ve Aristo’nun Üstadı. Bu üçlü, mihrak olmak bakımından, Batı’nın önce ve sonrasının kendilerinde buluştuğu bir “kendinden zuhur” örneğidirler. Kendisini EFLÂTUN’dan SOKRAT’ın bu talebesi hakkında, İslâm uleması arasında EFLÂTUN-U İLÂHÎ denmesi, zamanında semavî bir dinin yürürlüğü bulunmasa da, kendilerinin Allah’ı tevhid ruhu ve tenzih mizacıyla idrak edenler sınıfından olduklarını göstermektedir: “Allah katında DİN İslâmdır”, kulun ameliyle gerçekleşen. Din: Yol, usul. Sözkonusu ölçünün göstericisi, Allah’ın rızasına uygunluk nisbetindedir. Sokrat hakkında söylediklerimizi, Allah Sevgilisi’nin geleceğini müjdeleyen ve bekleyen, O’nu çocukluğunda tanıyan Rahib Bahira misâliyle birlikte düşününüz. Meraklısı, alt başlığı “Erkek ve Kadın” olan İNSAN isimli eserimize bakabilir.): 370.
 
 
*
 
Şifr. (Arabça): Sıfır: 580.
 
Teslif: TAKDİM ETMEK: 580.
 
Arîş: TAKDİM ETTİRME: 580.
 
İstihsan: Beğenmek, beğenilmek: 580.
 
İstiflâh: Maksada ulaşma. Felâh bulma, kurtulma: 580.
 
Mültekî: Kavuşan, buluşan, birleşen: 580.
 
Aşir: Onda bir. Kur’ân’ın on âyetlik bir parçası. Dost. Sahib. Toz: 580.
 
Atik: Hazret-i Ebubekir’in bir namı. NECİB. Kadim: 580.
 
İftihas: Gerçeği iyice araştırma, içyüzünü tetkik etme. İmtihan etme, deneme: 580.
 
Şair: Kurban devesi: 580.
 
Mu’temil: Zorlukları göze alarak tek başına iş gören: 580.
 
Şeffere. (Arabça): Güneş batmaya yüz tuttu. Bitirmek üzere oldu. Malı azaldı. (Tıfl: Batmaya yakın Güneş. KÜÇÜK ÇOCUK. Kıvılcım… Bitirmek üzere olmak; işin sıfırlanmaya yakın olması… Malın azalması; sıfırlanmaya yakın mânâsı yanında, tasavvufta teşbih, “varlığını yele vermek-fenaya ermek-helâk olmak”… KÜÇÜK ÇOCUK: SIFIR… Şifa: Güneş batmaya yakın olmak. Sıhhat dilemek, sıhhat bulmak: 302: Mirzabeyoğlu.): 580.
 
Derviş - SİN: 580.
 
Şefr. (Arabça): Kenar. Ferd. (Osmanlıca’da KENAR: Çevre, kıyı. Sâhil, deniz kıyısı. Köşe, uç. Nihayet. Çember. Etrafı çevrilen şey. Kucaklama. Kucağa alma… Üstadım’ın KÜLTÜR DAVAMIZ hakkında söylediği: Bize ağuşunu açmış takdirkârıyım… Ağuş: Kucak.): 580.
 
*
 
Ş(i)fr: 590.
 
Şerif: Şerefli, mübarek. Hazret-i Hüseyin soyundan. (Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri, Hazret-i Hüseyin soyundandır.): 590.
 
Teneffüs: Nefes almak. Şafak vaktinin gelmesi. Deniz suyunun sahile vurması: 590.
 
Muntazar: Ümit ile gözlenen. Beklenen. Gözetilen: 590.
 
Muntazır: Bekleyen. Gözleyen. Birisinin gelmesini bekleyen: 590.
 
 
 *
 
Cipher. (İngilizce): Sıfır. ŞİFRE: 224.
 
İlm-i Ledün: 224.
 
Rahman Sûresi 19.-20. âyetler - MEHDÎ: 1224.
 
*
 
Şefre(t). (Arabça): Şifre. Ustura. Bıçak: 980.
 
Şeriat: (Dinin, mukadder oluş hâlinde Kur’ân ve hadisten başlayarak, icma-ı ümmet ve kıyas hâlinde heyet-i umumiyesi.): 980.
 
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 1980.
 
İstikbâl İslâmındır: 980.
 
*
 
Şifre: 585.
 
Tefekkuh: Fıkıh ilmini tahsil etmek. (Anlayış mânâsına FIKIH’ın geniş mânâsı içinde yer alan malûm mânâdaki FIKIH İLMİ de, dindeki gizliliklerin ihtiyaçlara nisbetle açık edilmesine
dairdir.): 585.
 
Müstefad: Anlaşılıp istihrac olan, kazanılmış olan, istifade edilmiş. Mânâ. Mefhum: 585.
 
Şeriyye(t): Şeriate uygun olma: 585.
 
Şüfre: Yassı büyük bıçak. (Sult: Büyük bıçak: 520: Derviş.): 585.
 
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 1585.
 
 
MUSA(Y) - MUSA - MUS
 
 
Musa(y): USTURA, bıçak: 107.
 
İnhilak: Kendini tehlikeye atmak: 107.
 
Servet: 1106= 107.
 
Dolunay: BEDR. Bir şeyin tamam olması. Sürat etmek. Bir işin birdenbire ansızın zâhir olması. Tam ve münasib olan âzâ. Dolu şey. İyi hizmet eden kul: (Badir: Hemen yapmak isteyen. Birdenbire vuku bulan. Dolunay. Büyümüş çocuk… Badire: Birdenbire meydana gelen hâl. Birden zahmetsizce söylenen söz. ZOR GEÇİT-BERZAH): 107.
 
Lu’be: Oyuncu. Aktör: 107.
 
Sevvam: Akreb ve yılan: 107.
 
Misheb: Siyah at: 107.
 
Aile: Ev halkı. Akraba. Aynı işte çalışanların hepsi: 107.
 
Muhannet: Mumyalanmış. (Tahnit: Mumyalamak: 477: İzzet: Cousteau: İzzet.): 107.
 
Muhannit: Mumyalayan. (Yevmiye: Mumyalamaya karşıyım… İBDA’ya, YÜRÜYEN BÜYÜK DOĞU diyoruz; bu çerçevede, İBDA’nın mumyalanması, bizzat BÜYÜK DOĞU’nun mumyalanmasıdır. İşin en azından “teşbih ve mecaz” yönüne bakacağına, “Kaptan Kusto Müslüman olmadı ki…” diye sırıtan ve böylece benim TAKDİM ediliş yazımın benle alâkasız oluşu bir yana muhteva olarak da yanlışlığını gösterdiğini sanan ahmak ve hainlerin hâlini, eze eze gösterdik. O günden bu güne, niyet ve tavır olarak devam eden “ademe mahkûm etme” davranışları ise, müessirini örtseler bile eserleri dünya çapında hâdiseler şeklinde bir bedahetle devam eden OLUŞ’la karşı karşıyadır… Yevmiye’nin diğer mânâlandırmasını, bana âit ihtarını da belirtmiş oluyorum: Takdim yazım, bahsi geçen hâdise ve ismin, kimliği ne olursa olsun herhangi birinin Müslüman olması gibi anlaşılmamış olmasından dolayı ortaya çıkmıştır. Yâni, ne arayışım mumyalandı, ne bulduğum mumyalandı, ne de bulduktan sonra “bildiğim ve bulduğum üzerindeki arayışım” mumyalandı. BEN KİMİM?: Necib Fazıl Kısakürek: 1417= 418: Musa Mirzabeyoğlu: Vahdet-Birlik, yalnızlık, teklik… Mumyalamanın 1999 METRİS HÂDİSELERİ ertesi ortaya çıkan şekli ise TELEGRAM’la oldu: Bütün vücuda bir elbise gibi giydirilen elektrikî tesirin verdiği sıkıntı, tesir kaldırıldığı ânda sanki incecik bir cam tabakanın kırılıp ufalanmasıyla kalkıyor, naylon içinden çıkan insanın vücudunun nefes almasıyla önceki hâlin farkedilmesi gerçekleşiyordu. O sıkıntılı hâlinizi körükleyen zihnî telkin, işin aslı olarak bindirilen. [Malezya’da] AMOK diye bahsedilen çıldırmışı tanıyan ve duyurmak isteyenlerin “amok, amok!” haykırışları hatırda; belirttiğim TELEGRAM marifetini kurbanda pekiştirmek üzere koğuşa-mazgala gelen görevliler birbirlerine “kirilli, kirilli!” diyorlardı. Elektriğin vücudta, deri üstünde kristalleşmesini andıran bu durumu kolayca anlaşılır şekilde bir ifâde, BOLU’da bir Adlî mahkûmun kendi hâlini izahtan geldi: Rakibinin devamlı konuşması ve arasıra ondan bahsetmesi veya kendisinin o konuşmalardan kendine lâf atılıyor zannıyla seçmeleri, yan hücreden gece boyu gelen bu sesler karşısında, “beni alçıya alıyor!” diyordu. Psikolojik savaşla rakibi iş ve hareketten kesici duruma düşürmek. Bu “alçıya almak” lâfı çok hoşuma gitti. Alçıya almak, mumyalamaya benziyor. Şimdi: Mumyalamaya karşı olan Üstadım, gördüğüm bütün yardımlar ve direncim onun yüzüsuyu hürmetine, TELEGRAM’da onlar için benden yana bir bir karşı olandır.): 107.
 
Eyheman: Ateş ve sel. (Sırr: Şiddetli ateş ve soğuk… Seyl: Sel: 103: Bumehen-Deprem.): 107.
 
*
 
Musa: Kıbti lisânında “su” ve “sandık” kelimelerinden mürekkeb bir isim. Kelimullah lâkablı Peygamber’in ismi: 116.
 
MÜBDİ’: Numune ve benzeri yokken bir şeyi yeni olarak keşfeden. Benzeri görülmemiş bir iş veya eser ortaya koyan. (Allah’ın güzel isimlerinden EL-MÜBDÎ: Vasıtasız icâd edici.): 116.
 
İ’dam: Vücudu ortadan kaldırmak. Yok etmek. Öldürmek: 116.
 
AVN-İ ŞERİAT: Şeriat mededkârı. (Topal Şükrü Efendi’nin, Said-i Nursî Hazretleri’ne âit ve talebelerinin ekleriyle çıkan “Sikke-i Tasdik-i Gaybî” isimli eserde geçen, istikbâle dair kasidesinden: Yetiş ey AVN-İ ŞERİAT, yetiş ey MUHYİDDİN… KAPTAN: Muhyiddin: 163= 1162: İNSAN: Ben Kimim?): 1116.
 
Alevî: İlim beldesinin kapısı Hazret-i Ali’ye mensub, ona âit ve müteallik. Seyyid: 116.
 
Küsül: Tenbel. Küsist. (Teneffüs: Dinlenme. Dalganın sahile vurması.): 116.
 
Nühust: İlk gelen, evvel doğan: 116.
 
Mahbus: Hapis: 116.
 
Mahsub: Bir zâta mensub kabul edilen. Tasavvufta; hesabı görülmüş, kaydedilmiş: 116.
 
Busale: Sığır yavrusu. (Salih Mirzabeyoğlu: 918= 1917: Sığır yavrusu.): 116.
 
*
 
Musa: Vasiyet olunan mal. Menfaat: 146= 1145.
 
Rahman Sûresi’nin 19. âyeti: (Meâl: … İki denizi salmış birbirlerine kavuşuyorlar.): 1145.
 
Secencel: Ayna. (Ayna: 62: Mehdî.): 146= 1145.
 
Gusto-LEVH(a): 145.
 
Delik: Sıfır. (Sir: Delik. Balık yahnisi: 300: Fikr… Abdülhakîm Koltuğu’nu hatırla.): 145.
 
Gusto-Dem. (Nefes. Vakit, zaman.): 145.
 
Gusto-Dem. (Kan): 145.
 
Gusto-Dil. (Lisân. Lûgat): 145.
 
Mevsim: Zaman, devir. Alâmet. PAZAR YERİ: 145.
 
Allâme: Her ilimde ihtisas sahibi. Mütefekkir. Şâir: 145.
 
*
 
Mus: Bıçak: 136= 1135.
 
Sahil: 135.
 
XWEKUJİ. (Kürtçe): İntihar. İdam-ı nefs: 135.
 
Sımme: Erkek yılan. Kahraman kimse. Gönül. Şimşek: 135.
 
Meymum: Denize atılmış olan. (İlme dalmış olan): 135.
 
 
KARŞI KARŞIYALIK - BİRLİK - BERABERLİK
 
 
Sult. (Büyük bıçak)-Enuk. (KARTAL): 677= 1676.
 
Derviş-Mevkud. (Yakılmış. Yandırılmış.): 676.
 
Manyetizma-İdam: 676.
 
*
 
Zihin Kontrolü: 1553.
 
Mevlâna Celâleddin-i Rumî: (Söz onun: Bu taife elini küfre değdirse, Şeriat doğar.): 553.
 
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 1552= 553.
 
 
*
 
Kontrola Hiş. (Kürtçe): Zihin kontrolü: 1101.
 
Gusto: Zevk ve takdir: 101.
 
Mehdî-Sülâsî. (Üçlü, üçe mensub.): 1100= 101.
 
Men Hüve?: O kim?: 101.
 
 
*
 
Kontrola Hiş. (Kürtçe): Zihin kontrolü: 1101= 102.
 
Enkal: İşkence âletleri: 102.
 
İmlâl: Usandırma veya usandırılma: 102.
 
 
*
 
Raçavkirina Méju. (Kürtçe): Beyin kontrolü: 636= 1635.
 
Hilv: Boş oluş. BOŞLUK. (Yevmiye: Bomboş bir devirdeyiz.): 636= 1635.
 
Rahman Sûresi, 19. âyet. (Noktalı harfler.): 635.
 
Halid: Sonsuz, ebedi. Daimî: 635.
 
Salih Erdiş: 635.
 
*
 
 
Beyin Kontrolü: 860.
 
Mehdî Kontrolü: 860.
 
*
 
Telegram: 676.
 
Hipnotizma-Nazre. (Cin gözü.): 1676.
 
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu-Nazra. (Bir tek bakış.): (KAYAN YILDIZ SIRRI’ndan, ALTUN NAZAR isimli şiirim: Tek bir altun nazarda cân pazarı karıştı — Aslolan yalnızlıkla toplulukta tanıştı… Bir ben bir ben bir de ben kırk mesele kırk ayak — Hâlihazır ne varsa ayrı safta kapıştı… Cümle cümle bir âlem cümle kapısı bende — Aslolan toplulukla yalnızlıkta tanıştı… Cânın câna karıştı tek bir altun nazarda — İmkâna küskün ümit ihtimalle barıştı): 1675= 676.
 
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu-Nazıra. (GÖZ. Nazar eden, nezaret eden.): 1676.
 
Salih Mirzabeyoğlu-AKSİYON: (Yevmiye: “Ben aksiyon adamıyım!”… Aksiyon, içe doğru ruhî oluş, dışa doğru bunun tamimi ve eşya ve hâdiselerin üzerinde fikrin pıhtılaştırılmasıdır.): 676.
 
 
ŞİMDİ HÂDİSELERİN DEĞERLENDİRİLMESİ
 
 
2007 - BOLU… Sayım vakti; bu demektir ki, Telegramcılar müthiş bir kalb çarpıntısına hazırlıyorlar, gelenleri memnun etmek amacıyla… Tanımadığım, birkaç sene sonra NYMPHALAR’ın hatırlatmaları ve söylemeleri üzerine, mahkûm getiren misafir bir görevli imiş; yine NYMPHALAR’ın söylediğine göre, –belli ki o zaman hassas ayar yapamamışlar!–, benimle alay etmek içinmiş, “düello!” dedi. Girişi hiç de alaylı değildi, mütebessim selâm verdi, dönerken o sözü söyledi ki, benim beklemediğim bir hareket olmadığı gibi, yasak savmış gibi geldi. Cihazla bana estirilen mânâ, sanki “düello”nun bakışmakla ilgili oluşu idi. Hatırladım: KARTAL’da, Kenan beni bir araziye götürüyor, kanlı canlı bir kılıç düellosu yaşadığım o hâdisede ben ne zaman onu şişleyecek olsam, TELEGRAM hüneriyle tehdit ediliyorum ve saygısızlığım(!) bana ödetilecek. Üç buudlu bir film gibi düello alanında, ben ve Kenan onun içine nasıl dahil oluyoruz, o şuur, hayret edilecek şey bu: Yaşadığın hayâl mi gerçek mi? Düelloda yenilirsem onun üstünlüğü, yenmekten korkarsam zayıflığım olacak. Böyle birkaç düello yaşadım. Asıl hayrete değer ve tesirini hiç unutamadığım hâdise ise şu: Kalbime nasıl saplandı bilmiyorum, onu hatırlamıyorum ve şimdi cihaz tesirinin işin bu yönü yok, bana sindirdiği diye düşünüyorum, bıçakla olanı idi. Evet; birkaç gün, kalbime saplı görünmez bir bıçakla, onun acısıyla yaşadım. Fizikî tesir ve zihnî teshir bir arada gerçekleştirilen o eylemlerini, o zamanlar CİN tesirine yoruyordum. NYMPHALAR’ın kramp ve birden arka sağ ve sol boşluklarımı kapmaları - bu ağrı, sürekli ve telkin de o yönde olsa idi, bıçak numarasına mı benzerdi? “Şimdi hâdiselerin değerlendirmesi”; Telegram yapılırken, Telegram maceraları ve elbette bildik hayat. Bu cümleden olarak, MAĞRİB-İ ANKA ve vesilesiyle: Piyango’ya “devlet kuşu” diyorlar ya “başına devlet kuşu kondu!”… İyisi kötüsü adamına göre, bu deyiş bütün saadet ifâde eder talih ve kısmet hâdiselerinde, “bildiğiniz üzere” söylenir. SİMURG’un “MÜRŞİD” anlamı, MÜRİD için her bahtın üstünde bir kader, devlet kuşu. KÜLL’den. Değişik kültürlerde kendilerine göre efsanevî TİMSAL bu ruhanî ve mistik kuş, peşine taktığı ruhları yüceliklerine götürendir; “anka kuşu” ve “zümrüd-ü anka” diye de anılır. Bir ismi de, ANKA-İ MAĞRİB’dir… MAĞRİB: Batı taraf. Garb. Güneşin battığı cihet. Akşam vakti. Afrika’nın kuzeyi. Fas, Tunus, Cezayir ve İspanya tarafı… ANKA-İ MAĞRİB: 1473= 2472: Salih İzzet Mirzabeyoğlu: Sabihat-Yıldızlar. Gemiler. Yüzücü olanlar. Ehl-i imânın ruhları: İsticabe-Duanın Allah tarafından kabulü: Müleat-Allah Resûlü’nün, Hazret-i Abbas ve dört erkek evladını örttüğü perde: Tehaddüs-Bilmediği ve duymadığı ihbar ve havadisi idrak etmek. Zan ve tahmin etmek. Süratle idrak etmek: TIB’-Gölge… Aynı ebced tevafuku ile İhtibas: Hapsolunma, hapsetme. Tutulma, tutukluk… Sır kutusunda KÜN; Allah’ın tâyin ettiği zamanda, her mahlûk nasibini alır… Hapisteyim: Beklenmedik şekilde Kuzey Afrika’daki Tunus, Cezayir, Mısır, en son LİBYA’da patlayan hâdiseleri, mekân tâyin etmeksizin BEKLEYEN ben, çok da şaşırmış değilim. Bahreyn, Suriye vesaireye de… 1968’de Fransa’da başlayan talebe hâdiselerinde, hareketin başındaki lider çok güzel bir söz söylemişti: MEVCUD DÜZENİ BEĞENMİYORUZ, NE OLMASI NASIL OLMASI GEREKTİĞİNİ DE BİLMİYORUZ; BUNU BULUN!: 1989’da başlayan Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı üyelerindeki çözülme ve Komünizm’in çöküşü, Batı’daki o sesin kabulü ve görüntüsünden başka bir şey değildi; giden, gitmesi gereken olarak gitti de, hâdisenin oluşundaki “tuhaflık”, hâlâ akıllı uslu anlatılabilmiş değil. NYMPHALAR benim onlar hakkında söylediklerimin gerçekleşmesi ve genel değerlendirmemi biliyorlar; mekân ve şartlar değişmeksizin, nasıl insan psikolojisi mevsim değişikliğine benzer şekilde eski kabullerine aykırı düşüyor, bir zamanın olmazları, sonra ne kadar tabiî olabiliyor. Dünün NASS gibi bir bedahet emniyetiyle kabul gören mefhumları yerine, onun tam zıddı olanlar, hem de aynı şahısların aynı tür hâdiseleri değerlendirişinde görülmüyor mu? Sovyetlerdeki dağılma, nasıl da inanılmaz bir gevşeklikte ve rahatlıkla olmuştu. Bugün görülen hâdiseler de, adetâ ciddiyetten uzak ve iki taraflı usanmışlarca gerçekleştirilmekte. Yanlış anlaşılmasın: Mevcud düzenlere karşı verilen mücadelelerin mazi ciddiyetinden değil, “olması gereken”in bir oyun rahatlığı ile pek tabiî gerçekleşmesindeki ciddiyetsizlikten bahsediyorum. Daha ziyâde, muhafaza edenler için söylüyorum. Hâdiselere şahsiyet verme usulüyle ifâde edersem, lisân-ı hâl ile şöyle diyorlar: “Mevcud koktu da, ne olması gerektiğini biz de bilmiyoruz!”… Demokrasi, ne koruyanların, ne de isteyenlerin benimsediği; operasyon kararı aldıktan sonra, Birleşmiş Milletler Teşkilatına “karar alın!” emri veren Amerika gibi, demokrasinin tadı ona rağmen yapılan hareketlerde ve onun için yapılan kitabına uysun uymasınlarda. Bugün bütün dünyanın, İSLÂM dışında denenmemişleri kalmamış olarak ortak sorusu şudur: “Yaşanmaya değer hayat ne, hangisi?”… Bir futbol maçı hiç oynanmadan neticesi söylense ortada ne oynayanlar, ne seyredenler bulunur, ne envai çeşit yorumcular ve mevzuu; tadı tuzu olur mu? Keçiboynuzu keyfiyetler, onlar adına bir harra hurraların tadı ile perdeleniyor. Yanlış anlaşılmasın: Bugün mevcud hareketleri, asıl için bir halk talimi, yöneticiler için bir ikâz veya idrak vesilesi olarak görüyorum. Hani, nerede ve nasıl olursa olsun diyecek kadar. Bilmem 5, bilmem 8 sene oldu; İsrailli bir devlet adamı, “Müslümanların getireceği yeni bir şey yok, bir hayat tarzı yok!” demişti. Biz, tâ 1990 Körfez Savaşı sıralarında, Amerika kasdıyla, “Süper gücün biri çöktü, öbürü pek mi ayakta!” demiştik. Batı’nın hayat tarzı çöktü de AIDS gibi başkasına bulaştırarak bu müşterekliğin başında kalmaya çalışıyor… Bu söylediklerim, “Petrol, çıkar, ekonomi” vesaire etrafındaki söylenenlere bir şey eklemeksizin söylenmesi gerekenler. BÜYÜK DOĞU-İBDA’dan başka hiç kimse kaydıyla, İsrail’e de gerekeni söylemiş oluyorum. Tersinden veya düzünden, dünya’daki bütün gelişmeleri, bu mânâyı doğruluyor görüyorum. Hem de tam müflis olmam gereken şartlarda; Üstadım’ın, “Biz sussak, mezarımız konuşacak!” demesi hatırda… Geçen sene NİSAN ayında, Kırgızistan TAZA DİN HAREKETİ liderlerinden Cumay Suyunaliyev Bey, tanışmak, hâl hatır sormak üzere ziyaretime gelmişti. Kırık dökük bir tercüme yardımıyla, ruh birliğinin, “bir yerde olan her yerdedir” hikmeti hâlinde görünüşü. Mevsim esneyedursun; temenniler. Onun da şaştığını duyduğum bir hareketlilik; o gün bugün KIRGIZİSTAN’ın Orta Asya’ya şâmil hareketlenmelere misâl durumu. 1999’da da Türkiye ve dünya’daki depremler hakkında en güzel değerlendirmeyi, toparlamayı, bir yabancı yapmıştı: “Bu depremler, bizim bildiğimiz hâdiselere benzemiyor ve teorilere uymuyor; adeta yeryüzü yürüyor!”… Yeryüzü üzerindeki insanlar da aynı şekilde. Zamanın hükmü böyle; kâfirler istemeseler de.
 
 
*
 
 
 [Not: Geçen haftaki yazının son iki paragrafı sehven basılmamıştır. BaştaSayın Salih Mirzabeyoğlu’ndan ve bütün okuyucularımızdan özür dileyerek yayınlanmayan paragrafları aşağıda takdim ediyoruz:
 
 
Himm: Suyu çok olan deniz. (Müridd: Suyu çok olan deniz: 244: Hall ü fasıl - bir meseleyi müsbet bir neticeye bağlama. Açıklayarak bitirme.): 45.
 
Çavele: Güzel renkli bir cins gül. Eğri büğrü, yamuk. (2005-2006’da, Telegramcılar’a yardım eden, benim o zaman aslardan diye bildiğim bir tipe taktığım isim.): 45.]


Baran Dergisi 221. Sayı