LEVHA:  Ağustos 1993... Gazete’den kestiğim bir MAKALE’nin ilk paragrafını sesli okurken, ateşli bir şekilde tenkidini yapıyorum... İkinci paragrafına geçerken, Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’ni, elindeki bir gazete parçasını –ki külâha benziyordu– parmaklarıyla karıştırır gibi görüyorum. Külâhta ve parmaklarının arasında, çiçek tohumu gibi “Kust otu” varmış!

*

KÜLAH-Koni. “Helezon”: 59: DHOME-Arnavutça, “Oda”... Fransızca, SINGLE-Tek kişilik oda. Tek şarkılık albüm: 1165: DERVİŞ MUHAMMED-332 mührü. “Büyük ebcedle”… MUKADDİM-Takdim eden. Öne, ileri geçiren. Allah’ın “öne alıcı” mânâsında 99 güzel isminden biri: 184: MUKADDEM-Küçükten büyüğe sunulan, takdim edilen. “Arzedilen, kabule sunulan”... İngilizce, OFFICE-Oda. “İç âlem düzenine mevzu”: 184: Abdülhakîm-Hakîm Allah’ın kulu... KANDAL-Büyük başlı. “Üstadım’ın Bahriye mektebindeki lâkabı”: 1183: MEHDÎ Salih İzzet Erdiş. (Fransızca, Volvoce-Tatlı su yosunu: 62: Vomi-Fransızca, “Kusmak”... Üstadım’ın mısraı hatırda: “Kustum öz ağzımdan kafatasımı!”... Fransızca, Volvox-“Volvocenin okunuşu”. Tatlı su yosunu: 59: Mehdî)... Lâtince, MUSCUS-Yosun: 175: KUSTO-Deniz akakirlerinden bir akakir, ilaç hammaddesi. “Süryanice’de, Yay”… Süryanice, KISTÎ-Bend-i din. Dinin ipi. (Rahman Sûresi’nin 19-20. âyetleri: 3166= 169: Kıst-Adalet etmek. Hisse, nasip, pay. Allah Sevgilisi’nin bir ismi... Abdulhamîd-Allah Sevgilisi’nin Arş ehli arasında, “en çok hamdeden” mânâsındaki ismi: 169: Kusto-Topalak otu)... KAİD-Abdülhakîm Koltuğu: 175: MSAYBONO-Süryanice, “Kaptan. Başkan”.

*

KUSTO-Yay. “Zemberek. Merkezden çevreye, kesiksiz, helozoni halkalarla yayılan, en dışta işe dönüştüren bir kurgu, germe-lik; eski kurmalı saatlerde kullanılan bir çeliksi nesne”. Ok atan alet: 566: SEYYİD Abdülhakîm Arvasi... Boşnak dilinde, FEDER-Yay: 286: FÜVR-Geyik. Ceylan. Gazal. “Tos vuran hayvan”. (Hemze, Allah’ın “Mübdi’-Güzel yaratan” ismi, İlk Kalem mertebesi, Kamer menzillerinden “Seratan-Yengeç, Nath-Tos vuran, başvuran kafa” menzili... Hemze; Elf. Bütün menzillerle ilgili. “Ondan ona”... Ceyl-Yengeç: 43: Cem-Hükümdar. Şâh. Melik. “Bütün varlığı teshir eden ve dilini bilen Hazret-i Süleyman’ın bir nâmı”... Cülla-Büyük emir: 43: Cemm-Mecmuu. Çokluk. Kuyuda biriken su. “Ferdde toplu topluluk hakikati”... Levha: 5 Nisan 2003... Birisi bana, dedem İzzet Bey’in babası Musa Bey hakkında, “Musa Bey, 10 Eyaletin Mirliği’ne terfi etti!” diyor. Ben onun Mir olduğunu ve 10 Vilayetin Mirliğine ne dendiğini düşünüyorum... Eyalat-Eyaletler. Federeler: 442: Taht Hzuqyo-Süryanice, “Taht Menzili” ... Mir: 250: Liri-Boşnak dilinde, “Hürriyet”... Musa Mirzabeyoğlu: 1418: Necip Fazıl Kısakürek... Başyücelik Devleti şiarı: “Hürriyet, hakikatin hakikati İslâma teslimiyetten sonradır!”; Mir ve teba için ve ilişkilerde)... KERRUS-Büyük başlı. “Üstadım”: 286: NAKA-İ SALİH. “Kendisinde fütuhî hikmet ve vücudî hikmet tecelli eden Peygamber’in mucizesi”... Süryanice, LOMALYO MENYONO-Bomboş Devir. (Bomboş; fütuhî hikmetin tecellisi, Allah’ın doğrudan yaratmasıyla ilgili): 286: FARE-Arnavutça, “Hiç”. (Vavî: Kalb. Gönül. Tilki eniği. Takva. Genç kadın. Nur, ışık, fare... Nur, kendini idrak etmez. Allah nuru kime verdiyse, o, o nurla idrak eder; sırrı Allah’tadır... Elleys-Sırf hiçlik. “Allah’ın Zât’ına nisbetle taayyünü Vücud Sıfatı’nın karşısında, gölgesi –dikkat; gölgesi?– O’nda, Mutlak hiçlik; topyekün varlık, ondan in’ikaslar hâlinde: 132: İslâm... Kalb: 132: Selâm... Naslıhan Kerimem: 1131= 132: Münzele-Yukarıdan aşağıya kısım kısım iniş... Naslıhan: Allah Sevgilisi en başta. Üstadım hapiste iken, Efendi Hazretleri’nin onun hanımına yolladığı mektubun başlığında geçen “Naslıhan Kerimem” lâfzı, Allah Sevgilisi’nin adının besmele niyetine oluşunu bilenler anlar, O’ndan başlayan bir mânâ... Levha: 11 Aralık 1988...Üstadım, Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nden söz naklediyor: “Neslihan, her yerde demektir!”... Neslihan kelimesinin mânâsı bu imiş... Her yerde arayıcı olmak bakımından onun “Hafiye”, her yerde aranışı bakımından da “Ufuk” ile ilgisi üzerinde duruyorum... Ve Neslihan, Üstadım’ı hiç yalnız bırakmamış!)... Tolstoy: “Hiçliğe yaklaştıkça sanat!”... O, parçaların toplamından fazla birşeyin hakikati, Veli sözünde: “Bir yerde olan, her yerdedir; her yerde olan da HİÇBİR yerde!”... Peygamber sözü: “Söz odur ki, şâir Lebid’in söylediği: Allah’tan başka herşey bâtıl!”... Yine, “amellere, neticelerine göre hükmolunur!”... Hayat, bütün fikir ve fiilleriyle, “Ölmeden önce ölme!” gayesine göre nizamlanacak; herkesin işi gücü, kapasitesi, hissesi neyse; “yaşanması gerek olan hayat hangisi?” diye soranlara gösterilebilecek... KAPTAN (Müslüman Eyalet Yayı)... LEVHA: 12 Ocak 1990... Muhammed Zekâî Özcan... Adresimi bulmuş beni görmeye gelecek... Odam’da otururken biri beni ziyarete geliyor... “Beş dakika oturabilirsin, çünkü işim var!” diyorum. Gelen misafir, az sonra “Bana müsaade ağabey, sizi işinizden alıkoymayayım!” diye kalkıyor! (Muhammed Zekâî: 159: Fustad-Kıldan yapılmış büyük çadır. “Külâh”; Fe harfi, Allah’ın Kaviyy ismi, Melekler mertebesi, Kamer menzillerinden “Sa’du’l Ahbiyye”ye işaret eder; Kıldan yapılmış göçebe çadırlarına... Halid bin Velid-Seyfullah namlı: 737: Özcan. “Öz Can”... Bezle-Ahenk ile okunan şiir. “Çocukların kalbinde işler zaman rakkası”: 28709= 737: Üstadım’ın “Çocuk” isimli şiirinin toplam ebcedi. “Aynı ebcedle, Son Devrin Din Mazlumları”... Usmuh-Kulak: 1736: Mehdî Salih İzzet Erdiş)... LEVHA: 11 Ocak 1990... (...) Babam, denizden “Çok hoş kokuyor!” diye yemem için YOSUN benzeri bir ot veriyor... Gerçekten de nefis bir kokusu var... Yiyorum! (Güzel Yosun Kokusu: 468: Veysel Karani-Allah Sevgilisi’nin, “Ben Rahman’ın kokusunu Yemen tarafından duyuyorum!” dediği Veli. Allah Sevgilisi’nin bi’setinden önce Müslüman olan ve sonradan da O’nu hiç görmeyen. Hazret-i Ali ile Sıffin savaşına katılan ve şehid olan. Suriye’nin Rakka Şehri’nde Türbesi. Adına, Siirt’in Baykan İlçesi’nde de bir Türbe. Mirza Bey’in kabrinin de, onun türbesi yanında olduğu, tevatüren bilgi... Hikmet-Sır: 468: Güzel Arvasî Kalbi... Mektub-Yazı. Yazılı şey: 468: Musa Mirzabeyoğlu… Arf-i Yussul-Güzel yosun kokusu: 1523: Kelime-i Tevhid… İşnet-Yosun: 4751: Derviş Muhammed-442 mührü, en büyük ebcedle)
 

ADLÎ TIBB
(İLİMDE AMEL)
 

İlim’le amel etmek, “İlimde amel”le başlar; aradığının ne olduğunu bilmezsen, bulduğunun da ne olduğunu bilmezsin - bildiğin, aradığın olsun; yoksa ezbere bilgi, tekerler gidersin... “Şeriat, zahiri akıldır ve tarikat batınî şeriat”; aklın ruhîleşerek derinliğine ve incelerek genişliğine iki yönü budur... İslâma muhatab anlayış: Umum için... İrfan: Aydınlar sınıfı için... Takva: Seçkinler için... İmân mevzuu etrafındaki meseleler, iç ve dışa doğru zembereği tahkim için... Bildiğini seversin, sevdiğinden korkarsın; uzak düşmekten korku, sevginin şâhididir!

*

İMÂM-I GAZALÎ’den: Bugün kim “Fürû-u Fıkıh”ın inceliklerini bilir ve onlarla fazla meşgul olursa, ona FAKİH derler. Halbuki birinci asırda, AHİRET yolu ve NEFSİN afetlerinin (kusurlarının) incelikleri bilgileriyle AMELLERİ bozan şeyleri bilmeye, DÜNYALIK yerine AHİRET nimetlerine bağlanmaya, (O mu ona, o mu ona tâbi meselesi), kalbini ALLAH KORKUSU’nun (Allah’ın azametini hissetmesinin) kaplamasına FIKIH İLMİ denirdi. Nitekim Allah, Tevbe Sûresi’nde geçen bir âyet’te bunu açıkça göstermiştir: “Dinde fakîh olup, kavim ve kabileleri yanlış iş yaptıkları zaman onları korkutmak için”... Korkutmak kendisiyle mümkün olan; işte bu, FIKIH’tır... Yoksa, “Talâk, itak, li’an, selem ve icare” meselelerini bilmek değildir; çünkü bu meselelerle, ne çekindirme ve ne de korkutma olur. Belki yalnız bunlarla uğraşmak, kalbin korkusunu azaltır ve kalbi karartır; nitekim sadece bunlarla uğraşanlarda olduğu gibi... Bu günler hakkında Allah, A’raf Sûresi’nde şöyle buyuruyor: “Onlar için kalbler var ki, o kalblerle anlamazlar”... Burada FIKIH kelimesinden “Fetvaları anlamazlar” değil, İMÂN’ın ne demek olduğunu anlamazlar mânâsı murad edilmiştir. Ömrüme yemin ederim ki, “Fıkh” ve “Fehm-Anlayış” kelimelerinin ikisi de Lûgat’ta aynı mânâdadır. Arablar arasında eski ve yeni şivelerde ikisi de bir mânâda konuşulur. Nitekim Haşr Sûresi’nde, “Bu ise anlayışlı bir kavim olmadıklarındandır” buyurulmuştur. İnsanların, Allah’tan korkularının azlığı ve saldırılarını büyütmeleri, FIKIH azlığına havâle ediliyor. Bak bakalım, bunların FAKİH olmamaları, FETVALAR’ın çeşitlerini bilmedikleri için mi, yoksa bizim anlattıklarımızı bilmedikleri için midir? Peygamber Efendimiz (S.A.V), kendisini ziyarete gelen bir cemaat hakkında, “İmân, amel ve ahlâk” esaslarını öğrenmelerini ve iyi hasletlerini anlatmaları üzerine, “Alimdirler, hakîmdirler, fakihdirler!” buyurmuştur; halbuki bunların hiçbiri diğer mânâda FIKIH meselelerini bilmezlerdi. Zührî Kabilesi’nden İbrahim oğlu Sa’d’a (R.A), “Hangi şehir halkı daha fakihdir?” diye sorulması üzerine, “Allah’tan daha çok korkan!” cevabını vermiş, Fıkıh’ın “gaye ve neticesine” işaret etmiştir. Çünkü, İLMİN BATINÎ NETİCESİ FETVA HÜKÜMLERİ DEĞİL, TAKVADIR!
 

YEVMİYE
(AHMAK FİL)

 
12 Mayıs 1983... Perşembe... Üstadım, dış politikada takınılması gereken tavırdan bahsediyor ve Türkiye’nin, Amerika ve Rusya (SSCB) arasında, biraz Amerika tarafına meyyal gibi durup, iki tarafı da idare edici ve hiçbir tarafa bağlanmadan şahsiyetli bir politika yürütmesi gereğinden ilgiyle, şöyle diyor: “Amerika, güdülmesi gereken ahmak bir filden başka bir şey değildir!”

*

SİYASET-İdare etme, yerli yerince etme sanatı. Bir memleketin içe ve dışa dair meselelerini yönetme; kurma, koruma ve yönlendirme sanatı. Hilâfet; İslâm eyaletlerinin birleşmiş şeklinde, merkezî otorite olmak sıfatıyla, onda tecessüm eden mânâ. (Üstadım: İslâm’da siyaset, ferasettir!): 531: SELÂMET. (Selâmet: Selâm Et... Metris- İstikbal için: 710: Şahadet- Şahidlik. Bir şeyin doğruluğun inanma. Delâlet. Alâmet. İz. Nişân)

*

Süryanice, FULİTİQİ-Siyaset: 551: MUHAMMED-Allah Sevgilisi. “En büyük ebcedle”. (Süryanice, Fulitiqoyo-Siyasetçi: 2561= 563: Harbo Aşiş Mafrguto-Süryanice, “Çöle İnen Nur-Çöle ve Bütün Zaman ve Mekâna”; Üstadım’ın eseri)... Süryanice, FULİTİQOYO-Siyaset: 563: QELEYTO HOMON-Süryanice, “Ölüm Odası”... Süryanice, TUKUS SULTONUTO-Siyasî Düzen. “Kökler”: 1536: SEYYİD ABDÜLHAKÎM ARVASÎ... FETTANE-Mehenk taşı. Altun ve gümüşü muayeneye yarayan taş: 536: HEFTAN-Kaftan. Zırhın altına giyilen pamuklu elbise. Üstten giyilen kürk biçiminde elbise. (Penbe-Pamuk: 1058= 59: Mehdî... Arnavutça, Gezim-Sevinç: 1058= 59: Azmay-Denemiş, denenmiş... Fulitiqi-Siyaset. “Feraset”: 551: Etefsah-Süryanice, “Sevinme”. Netice)

*

Hollanda dilinde, POLITIEK-Siyaset. Siyasetçi. Siyasi: 478: KAPTAN KUSTO MÜSLÜMAN... Süryanice, ZİTİMA-Hata. “Giderilmesi gereken eksiklik, kusur”. (Şah-ı Nakşibend Hazretleri: İlletin tedavisi için, marazın tesbiti şarttır!): 478: HASTİ-Var olan, mahluk... Kıpçak dilinde, TOMALA-Gizlemek, saklamak. “Bulunması gereken ilâç”: 478: COUSTEAU-Fransızca, Kusto; deniz akakirlerinden bir akakir.

*

LEVHA: 6 Kasım 1987... (...) Neslihan Hanım’dan müsaade alarak, Üstadım’ın Takdim yazısını almak üzere, salon büyüklüğündeki banyoya geçiyorum... Duvardaki cam mahfazalı pano üzerinde asılı bir zarf; üstünde kocaman harflerle HATAY yazıyor... Üstadım’ın el yazısıyla birkaç cümle... Zarfın içinde de, Üstadım’ın beni metheden bir yazısı var. (...) HATAY-Türkistan’da bir şehir. “Şehir, Altay dilinde Balık, Süryanice’de Su, Arabça’da Zâhir olma mânâsına gelir”: 1420: SALİH MİRZABEYOĞLU.
 

CEBHE
(TAVIR DERGİSİ)
 

LEVHA: 3 Nisan 1988... Ülkücü Gençlik Başkanları’ndan Lütfü Şehsuvaroğlu, yüksekçe bir yerden kendi yazısını geniş bir salondakilere okuyor... Çıkaracakları derginin müsveddesi... Ben de merdivenlerden çıkarken, “Ne diyor?” diye durup dinliyorum... Bu sırada, “Hayatı düşünmeyle geçen Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’na…” diye, bana teşekkür ediyor ve dönüp tebessüm ediyor... Anlıyorum ki, okuduğu yazı benim hakkımda ve beni methediyor... Ben mahcub bir vaziyette kalıyorum, çünkü o yazının benim hakkımda olduğunu bilerek durmamıştım... Bunu ifâdeyle oradakilere teşekkür ediyorum!..

*

1986-1987’de çıkan İBDA-C’ı dergilerden TAVIR’da, Lütfü Şehsuvaroğlu’nun sorulan suallere verdiği cevab: İsim, TAVIR... Yol belli ve kol Büyük Doğu ve onun doğurduğu İBDA hamlesi olursa, sorunun içinde cevabın saklı olması da elbet kaçınılmaz olur; sorunuzda olduğu gibi… Ben, iki sorunuzu şu iki başlıkta topluyorum: Büyük Doğu-İbda... Büyük Doğu nedir? Herşeyden önce Büyük Doğu, Üstad’ın çıkardığı bir dergi. İslâmı çirkin gösteren ham ve kaba softaya kapılarını kapamış, “Şeriat bütününden zerre feda etmeyen” büyük mütefekkirlerin doğuşunu hazırlayıcı, asır yenileyiciliğine namzet bir fikir ordusu kurma gayretinde bir dergi. Onu bir hareket yapmanın yolu ise, gençlikte “Köprübaşı” bir genci arayışlarında saklı... BÜYÜK DOĞU, bugün adeta bir mezheb kurar gibi büyük iddialarla oturduğu yerden yola koyulan ham ve kaba kimselerin kazandırmayıp kaybettirici tavırlarından uzak, İslâma bir geçit açma gayretinin ifâdesidir. Bu gayret, elbette sadece bir dergi ve etrafını doğurmaz; başkaca şekillenme ve oluşumları da hazırlar. Büyük Doğu, atıl kapasite olarak cemiyet içinde durup-duran potansiyeli de harekete geçirmiştir. “20. asırda müsbet ilimler ikliminin yepyeni bir imân hassasiyeti cevheri beklediğini ve onun önünde eskinin pörsüdüğünü sezen bazı istidatlar tesellisini, orada ve burada, ya makineye kölelik etmek, makinede fani olmak, yahut büsbütün karanlık, muvazenesizlik ve temelsizliğe sapmak şeklinde arayışlar içinde bulunan ve hiçbir çıkar yolu bulamayan” aydınlarımıza(!) da bir çıkış yolu gösteren veya çıkış yolu bulmalarının müteharrik gücünü veren bir latemovite; gecikmiş motivasyon... ÜSTAD’a gelince: Umumun “Üstad saf değiştirdi, MSP’de idi MHP’ye geçti” gibi mülâhazaların yaygınlaştığı bir zamandı, şöyle diyordu: (Erenköy’deki evde, antika masanın arkasından) —“Onlar beni kendi zaviyelerinden değerlendiriyorlar. O taraftan bakanlar beni bu tarafta, bu taraftan bakanlar beni o tarafta görüyorlar. Oysa, ben topu ateşlemişim. Mermi, dosdoğru olarak menziline gitmektedir!”... İşte Büyük Doğu Mimarı ile ilgili bu hatıra, onun fikir çerçevesini, ideolocyasını, birkaç cümle ile ortaya koyuyor. Bugün bilhassa, Büyük Doğu gibi “fikirden aksiyona geçebilme”nin sancılarını çeken İBDA hamlesine korkunç ihtiyaç var. Yahut bu hamleye omuz vermek gerek. O kadar ki, ruhunun açlığını günümüzün kof, pörsük siyasî atmosferlerinde gideremeyen gençlik, adeta böyle bir harekete hasrettir. Bunun belki idrakinde de değildir; ama tek tek ruhuna, fikriyatına neşter vurduğumuzda, bir de bakıyorsunuz bir yara var! Yönünü bu tarafa çevirmiş bütün gençlik için bu böyle... Siyasî hareketler, gruplar vesaire arenasında Büyük Doğu ve Üstad’ın yeri mevzuunu, ben Necib Fazıl’ın komutan olarak ortaya çıkmayıp, hep Kurmay Başkan olarak kalmasına bağlıyorum çoğu zaman. Bu biraz da sanatçı kişiliğine, şair hassasiyetine, ilim sahiplerinde bulunan tevazuuna bağlı. (Burada “tevazu” kelimesine çoğu kimse takılarak, “Necib Fazıl için hüküm yanlış” diyecekler; ama onda hep ulemanın Padişah’a karşı takındığı tavrı hissettim.) Gençlikte “Köprübaşı bir genç” arayışının ardındaki gerçek de, bu hususiyetinden... Gerçekten Üstad, bir Kurmay Başkan gibi hareket etmiştir. Cumhuriyetimizin bütün teferruatı ile baş meselelerini, gerek şiirlerinde, gerek nesirlerinde, nakış nakış işlemiş; toplumculuktan tasavvufun derunî iklimlerine bizi götüren bir ruh ve akıl terkibi ile, insanın en zor taraflarını da çarpıcı şekilde önümüze koymuştur. Ancak, ben onun niye “yalnızca” bir Kurmay Başkan olarak kalışına, tarihe içerler gibi içerlemiş ve kendimce üzülmüşümdür. O, esasen “Başkumandan” olmalıydı ki, Büyük Doğu ordusu da bir ülke kursun, korusun... Gönlümde yatan aslanı uyandırdığı için derginize ve bütün gönüldaşlara şükran duygularımı sunarım. Ama “hayata indirip yürümek” yolunda bizi yeise iten çok şey oldu. Diyeceksiniz ki, yeis veya boş ümit, gururun bizde yeri yok elbette! Ama hep kendi CEBHEMİZ’de yapılan yanlışlıklar, “Çocukluk hastalıkları” sebebiyle, her ayağa kalktığımızda tekrar tekrar düşürüldük… Korkarım sohbet, çok uzayacak... Mevzuumuz çok. Birçoğunu ileri bir tarihe havale ederek, sözlerimi Mirzabeyoğlu’nun “anlayan anladı” şeklinde son cümle eklemesiyle kitabına aldığı “Temel ölçü-Şehidlik şuuru” bölümünden, “Büyük İrşad Kutbu”nun şu satırlarıyla bitirmek istiyorum: “Dinî işlerde bid’atlerin türemesi öyle bir fitnedir ki, zararı bütün mahlûkları sarar. Bunlardan biri de cihad ve gazada gevşeklik ve tembelliktir. Burada bir nükte vardır ki, münafıklığın alâmeti olmaya kadar gider. Şehidlik, İslâm’ın kuvvet bulması yolunda can vermektir. Her mümin ferd bu yüksek makamı kalb ve zevk yoluyla benimsemeye, istemeye memurdur. Bu sır icabı olarak Resûl ve Nebiler’in birçoğu, Sahabîlerin ekserisi ve Peygamber evlâdının hepsi, şehadeti arzulamış ve o yolda ruhlarını teslim etmişlerdir!”... Eğer yeni bir “Pörsümez Yeni” zuhurun hamlesine girişilecekse, evvelemirde şehidliğe mutlak hazır olunmalı; şeksiz-şübhhesiz imânla. Kavga görevini başkalarına vermek, canını kurtarmak için kendini ulemadan sayma gayretinde bulunmakla fitneyi önlemek ve İslâma yol açmak mümkün değildir.

*

CEBHE-Yüz. Ön taraf. Mücadele sahası. Alın. Cebhet’ül Esed denilen bir Kamer menzili; 4 yıldızı, Arslan yüzüne benzetilmiştir. Bir binanın değişik yüzleri. Pire Genler: 414: DERVİŞ MUHAMMED SEMERKANDİ-332 mührü. “En küçük ebcedle”... CEBHE: 414: KUSTO MÜHRÜ-Evet veya hayır.
 

İNTİZAR
(ŞATRANC-I UREFA’DAN)

 
Şatranc-ı Urefa’nın 36. Kabı, İNTİZAR-“Nazar”dan. Gözlemek. Ümid ederek beklemek. (İntizar-Adamak. Nezretmek: 1352: Mütekazi-Borçluyu sıkıştıran... Süryanice, Furso-Suret: 352: Sofro-Süryanice, “Yazar”... İbranice, Gaşmi-Maddi, bedenî: 1351: Taşi Lo Metmallono-Süryanice, “Gizli sır”... Süryanice, Muşe-Musa: 351: Şekl-Kıpçak Lûgatı’nda, “Çehre”... Süryanice, Şami-İsim koyma. Tayin etme. Niteleme. Belirtme. Vasıflandırma. Üretme. Tasvir etme. “Üstadım’ın ismimi teyidi”: 351: Farsi-Süryanice, “Meydana çıkarma”... Musa Mirzabeyoğlu: Çehre Mirzabeyoğlu... Kamer menzilleri’nin harflerinin ebced toplamı: 2352= 354: Mahzumoğulları): 1551: MÜTEALÎ-Yüksek olan, yükselen. Tecrübe ile elde edilen. İlim hududunu aşan. “Ümid etmeyi hak eden”... Arabça, İNTİZAR Bİ EMEL-Ümitle bekleyen: 1624: MÜTEFAKKİD-Arayıp soran, tetkik eden... Boşnak dilinde, NADATİ SE-Ümit etmek: 1970: METMASYONUTO-Süryanice, “Kuvvet”... Lâtince, PRAELUSTRİS-Muhteşem: 1970: Fütuhat-ı Mekkiyye. (Ebu Bekir Muhammed bin Ali-Muhyiddini Arabi: 485: Sutcho’p-Özbek dilinde, “Marul”... Dağdaki Değişim: 2485: Kaptan Gusto Müslüman... Kaptan Mirzabeyoğlu: 1485: Derviş Muhammed-442 mührü. “En küçük ebcedle”... Süryanice, Yaductono-Makul. Aklın kabul ettiği: 1486: Tarjita de İdentidro-İspanyolca, “Kimlik kartı” demek) Hollanda dilinde, POLİTİEK-Siyaset. Siyasetçi. Siyasi: 478: KAPTAN KUSTO MÜSLÜMAN... Süryanice, ZİTİMA-Hata. "uklu elbise. Üstte


Baran Dergisi 507. Sayı