LEVHA: 3 Kasım 1983… Birisine, “Almanlar İKTİSAT’ta BUĞDAY taneleriyle HESAB yapan yazarlara başvururlardı ve hesabları İHTİMÂL seviyesinde kalırdı; bu yazarlara çok kıymet verirlerdi!” diyorum!

*

YEVMİYE: Üstadım, paradan sıfırları atmaktan bahsediyor… Sonra, gayet mânâlı bir gülümsemeyle: “Ben İKTİSATÇI değilim; ama iktisad ilminden pay almak lâzım - iktisad’tan pay almamış olan fikir adamı olamaz!”… Kulağıma küpe! Bu işareti almadan önce bu mevzu üzerinde duruşumla ilgili olarak söylüyorum; demek ki doğru yoldayım — 1982.
 

*

Başa alınması gereken malûm: Asılda İSLÂM olmak üzere müsbet ve menfileri karışık yaratılmış bir âlemde, kendi varlık ve varoluşunu zamanın maksatlılığına nisbetle bulma ve devam ettirme durumunda olan İNSAN’ın, bu cümleden olarak en temel faaliyetlerinden biri evvelâ yemeğe dair; bunun arz ve taleb piyasası içinde görünmesinden itibaren de genel mânâda insanın maddî ihtiyaçlarını karşılaması çerçevesindeki ilişkiler düzeni İKTİSAD - anlaşılıyor ki, İKTİSAD’ın kendini ilim olarak empoze etmesinden önce de, bu faaliyet, nihayetinde sebeb ve netice olarak canlı kalma isteğimize bağlı bir ruhî çabaya dayanıyor. Bu sözleri bir doldurma şeklinde görecek olanlar, birilerine göre içinde bulundukları düzende yuvarlanırken “İKTİSAD ilmine ne lüzum var?” diyebilecek kişiler gibidir. Bu şekilde görülmediği zaman da, öz ilminin kendini ona göre ayarlaması gereken bir “yaşanmaya değer hayat sistemi” davasına kadar uzanma, kaçınılmazdır. Biz, asılla var olan ve asla bağlılık fikrini gösteren GÖLGE misâli çerçevesinde, “asılda İslâm” olan GÖLGE varlık kâinat’ın üstündeki varlıkların mânâları da bu, FAALİYETLERİ’nin içyüzüyle beraber İRADÎ seçme unsuruyla görünen insanın nisbet şartını da belirtmiş oluyoruz. Yine GÖLGE misâli ve İNSAN ile gölgesi İKTİSAD; malûm, benim bir yürüyen EL resmim var - yere düşmüş EL kadar güzel bir gölgesi olan. Bu gölge, EL’in güzelliğini dikkat çekici kılan. Benim yaptığım gölge, EL’e mekanik bir hava verirken, onun EL’e nisbetle ışığın gelişini de aksettiren gölgesi, tam “olması gereken”i gösterdi. Bu olması gerekene göre diğer ihtimalî bütün gölgeler, resmin güzelliğini örseleyen olurdu. Hisse: Yeryüzünde eşya ve hâdiseyi teshir etmekle görevli insan, asla nisbetle bu, onun için var olan kâinatta faaliyetlerinin bütününe sirayet eden mânâsıyla İKTİSADÎ ilişkilerde. Zamanın maksatlılığına nisbetle - öte âleme nisbetle bir MECAZ ve BERZAH olan bu âlemde, İKTİSADÎ ilişkilerin de hayat bütünümüzde mânâsının ne olduğunu böylece belirttikten sonra, onu mânâlı kılanı ÖZ’den işaretleyelim: Yediğimiz yemeklerin, giydiğimiz elbiselerin, geçtiğimiz yolların, kurduğumuz fabrikaların akıbetinin ne olduğu, hepsinin dünlerine baktığımızda ortada. Hep yapılan, hep yok olan, hep yenilen, sonra hepsi (B) olan; insanı yalnız yedi içti ile değerlendiren geçiciler dünyasında, alınması gereken bir ibret… Ruh ve ruhçuluğa karşı çıkarken bile mistiğini üretmeden yapamayan sağlı sollu davranışlar içinde, parlak(!) bir zekâ: “Düşünce, ilim, sanat vesaire olmadan, teknoloji üstünlüğünü bunun üzerine kurmuş olanlarla ne yarışması?” dedikçe, “satarsın petrolü, o ne yaparsa hazır alırsın!” diyen ve böylece İNSAN’ı beş duyu dünyasında “hoşça vakit geçirmekle” tatminin kâfi olduğunu –bu onun hayat anlayışı– gören, “petrol” misâliyle de bizim söylediklerimizin hepsini dehlemiş olan… Bahsettiğim İBRET’te onun hâli var… Ve şu: Yaşanmaya değer hayatın ne olduğu ve “pratik yarar” bir tarafa, tek başına bir yarar dışı ilmin ve marifetin bile, insan için “başka?”yı ister bir tarafı var - HADES’ten başkayı, (B) dışı olanı… Sıra geldi bundan sonraya: “Faydasız ilimden Allah’a sığınırım!”… Bir mânâsı şu: “İlim insanın cehlini alır, ahmaklığını kaldırmaz!”… Sonra: Sadece pratik yarar ve dünyalık işlerle ilgili olan ilimler, “Ben bilgisi” vermeyenler. Bunları AZİZ kılacak olan, bağlı oldukları asıldır, yoksa (B)’ye döner… Bizde ölçüsü: “Hiç ölmeyecekmiş gibi DÜNYA’ya, hemen ölecekmiş gibi AHİRET’e”… İş geldi İKTİSAD ilmine: Hayat, insanın aklî tecridlerine uymaz, tecrid insan sayısıncadır. İlk elde “bu iş ne akılla olur, ne de akılsız!” hesabı, iktisadî olarak nitelenen hayatın bütün görünümlerinde bu husus kolayca anlaşılabileceği gibi, İLİM ve SİSTEM bazında da tabiî olarak bu böyledir. Hayatın sair unsurları gibi, “bütün üstüne örtülü parça” hükmündeki İKTİSAD’ın bu niteliği, İlim ve Sistem ve bütün sistem içindeki yeri bakımından ele alınırken, KİM NE DERSE DESİN, varacağı nokta MUTLAK FİKR’İN GEREKLİLİĞİ davasıdır. Yoksa, devamlı değişir bahanelerle hep bunu ihtar edecek olan çeşitlerle gider… “İslâm’da idare şekli yok, idare ruhu vardır!” vasfı gibi, “yaşanmaya değer hayat” bütün kemmiyet ve keyfiyet değişimleri boyunca sağlanması gereken bir DENGE olarak yerinde… Sanıyorum, dün popüler olanın bugün modası geçmiş olmasına bakıp da, yarın modası geçecek olan bugünkü modaya itibar edilmemesi gereği, dünyanın sadece iktisadî ve siyasî durumundan değil, tabiatın ve “kayıb insan”ın hâlinden de belli… NYMPHA-Ser, “petrolü satıp da ilim ve sanatın ürettiğini satın almak” türünden “iktisadî cambazlıklarla” adeta bunun gerekliliğini reddeden bir mantık muhalifi şakada - beni kızdıranlardan. Şu satırları yazarken de, “sen ne dersen de, bu böyle!” diye bir hakikate parmak basıyorlar; doğru, ama ben, olana değil de, hep olması gerekene bağlı bir hayatı yaşayan olarak bunları yazıyorum. Yoksa Cezaevi’nde de olmazdım - hazcı bir hayatı seçsem, dünya yansa bana ne? Hazcı olmadığıma göre, derdim tâââ “hayatın hakikati ne?” ve herşey O’na göre!

*


CERMEN: German. Alman: 293.

Cirman: Organlarla beraber vücut: 294= 1293.

Bergaman: Ejder. Büyük yılan: 293.

Recif: Şiddetli ızdırab: 293.

Sabir(e): Tahammül eden, sabreden: 293.

Sabir: Altun ismi: 293.


Sirbal: Gömlek, kamis. Bitkilerde ince zar: 293.

Basır: Gören. Dikkatli ve göz kuvvetiyle gören: 293.

 

*

BUĞDAY: 1022: VAYE - Nasib. Kısmet… RİYAZÎ - Hesab ve hendeseye dair: 1021= 22: RAHMAN Sûresi 20. âyet –“Aralarında birleşmelerine engel bir perde var”… HAVAZ - Kalbte olan gam ve tasa. “Rızık tasası, ekmek derdi - harekete geçiren. Zihni çelen”: 22: HAYYE - Yılan. “Hayat, canlılık”… VEHBİ - Doğuştan. “Canlı kalma arzusu”: 23= 1022: HAYED - Gölgesinden ürken eşek… İnsanın hayatta hayat iradesini gösteren ilk davranışı, “dokunma hassesi-duyusu” ile bitişik gıda ihtiyacı ve iştiyakı ile ilgilidir. Bu temel ihtiyacı ile şekillenen ve kısaca “üretim ilişkileri” içinde görünen, –mevzuumuz bu–, ilişki ve kurumlara etkileyici ve etkilenen olarak bu ihtiyaç, iktisadî alanda teknolojinin bütün alanlara hakimiyeti içinde değerlendirilir olmuştur. Onun tek tayin edici oluşu içinde. Makinenin insan emeğinin yerini alarak zamanla ezen rolü, her ne kadar bütün kurumları şekillendirir görünse de, bu neticede tıpkı ŞAMAN ruhuna âit bazı hünerlerin teknoloji ile marifetten çıkması gibi, “ruhçuluğun hakikati”ne ihtiyacı belirtir bir çığıra varmıştır. İnsanın canlı kalma ve bütün faaliyetlerinde mevcut “ruhî çaba” esası, yine “başı da o, sonu da” aslının bu yoldan tezahürüne… “Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, kendine bir müeyyide arayan makine bilmecesinin çözülemeden kalmasıyla neticelenmiş” diyen Üstadım, teknolojinin siyaseti de ne türlü şekillendirdiğini - tayin ediciliğini… Neticede, “gölgesinden ürken eşek”; gölge yerine “makine”, eşek yerine de onun lûgat karşılıklarını, “uzun zaman, dünya, nefs, dil, kültür”ü, yâni insanın maddî ve mânevî suretlerini koyalım. Halen devam eden bu süreçte, insan ve toplum meselelerinin bir parçası yahut sistem çapında bütünü şekillendiren olarak görünen iktisadî ve elbette siyasî çalkalanmalarda, “doğru bir, ihtimaller ise sayısız; elverir ki ihtimâl hesabı o doğru olan bir ile olsun” tesbiti çerçevesinde, söylediğimiz gibi, MUTLAK FİKRİN GEREKLİLİĞİ davası kavransın. Bu herşeyden önce “bir hayat tarzı - ahlâk” davasıdır - “faiz yasağı ve zekât şartı”ndan sonra iktisadla doğrudan veya dolayısiyle ilgili bütün bir ölçüler manzumesi… Bundan sonra da, her davada ona mahsus niteliğiyle görünen ve gösterilmesi gereken Büyük Doğu-İBDA “İslâma muhatab anlayışı”… Üstadım’ın 1980’de bize ithaf ettiği İSLÂMI YENİLEMEK (İdeolocya Örgüsüne Ek) yazısından: “Dört büyük Halife’nin sırayla şiarları olan merhamet, celâdet, edeb ve akılda tam ikmalli ve techizatlı olarak, 15. İslâm Asrı’nın eşiğinde, İslâmı yenilemek davasını çözümleyecek nesilden ana rahmini tekmeleyici sesler duyuluyor. Aya gitmek hüner değil, bu sesleri Güneş’ten duyulacak derecede fikirde ve aksiyonda yükseltmek marifet!”… MEHDÎ. (En büyük ebcedle): 23: AZADÎ - Hürriyet. Şükür. “KÜRSÎ, Allah’ın Eş-Şekür ismi ve Kef harfi ile alâkalıdır. Ebced değeri 20”… RAHMAN Sûresi 20. âyet: 2020= 1023: SALİH Mirzabeyoğlu… Aynı ebcedle Kürtçe bir kelime, KEÇ: Bit. “Şiirin ince mânâlarını çıkarmak. Kılıçla kesmek - kördüğümü açmak. Püf noktası. İncelik idrakı”… Muhyiddin-i Arabî Hazretleri’nden rüyâda gelen bana bir mânâ: “Bit veya pire hakkında en çok yazan odur!”

*

HUBUB - Tohumlar. Taneler: 18: HAYY - Diri, canlı, sağ. Bir şeyi cem’ ve ihraz eylemek, kazanmak. (İhriz - Bitkin, hareketi kısıtlı. Çocuk. Sahil. Kust, bitki. Secde)… GAİYYE - Maksad ve gayeye müteallik: 1017= 18: KARİKATÜR. “Mizâh anlamında değil de, kendini empoze eden yönlerinin idrak seçiciliğine denk gelişi içinde, İKTİSAD ve meseleleri - genel sağlık ve hastalık benzeri, umumî bakış ve aktüel prob[lem]leri, bu vasıflar çerçevesinde pratiğe nazaran karikatürü andırır. Meselelerin sayısızlığına nisbetle bir model”… HUBUB - Su üzerinde kabarcıklar. “Ab-süvar: Su yüzünde olan kabarcıklar”: 12: BUD - Varlık… HUBUBAT - Taneli nebatlar: 418: NECİB Fazıl Kısakürek… MUSA Mirzabeyoğlu: 418: NECİB Fazıl Kısakürek… Salih Mirzabeyoğlu: 429: Musa Mirzabeyoğlu… Hayatın aslı ve bu aslın meseleleri mi? MEKTUBAT: 869: “Büyük Doğu-İBDA”… Üstadım: “Türkçe’nin güzel lâflarından biri “katık”, katmaktan gelir. Nan-ı Aziz, aziz ekmek”… NAN - Ekmek: 101: GUST… HUBZ - Ekmek: 609= 1608: RÜTUB - Sabit olmak, daim olmak, devamlılık… SEVAKIB - Parlak yıldızlar: 609= 1608: ŞEVŞEB - Karınca. “Bit. Pire. Atom”.

*


İKTİSAD VE AHLÂK: (Bu isimde eserimin arka kapak yazısı: “500 senedir beklenen İslâm HİKEMİYAT binasının kurucusu İBDA Mimarı, inkılâb yolunda herkesin emeğini gerekli kılacak taleb piyasasını oluştururken, ruha bağlı bir zaruret olan İKTİSAD mevzuunu görmezden gelemezdi. İKTİSAD ve AHLÂK, ilmin kabuk delâletinde bile ruhî faktörün baş unsur olduğunu isbatlamaktadır.”… NYMPHA-Ser’in, benim hakkımdaki “cahiliye” devirlerinden kalma bir alışkanlık ve utanmazlıkla, geçen hafta ziyaretime gelen CEZAEVİNİ İNCELEME KURULU üyelerinin ardından başladıkları klâsik seks hötörötlüklerine katık ettikleri bu alay(!) mevzuuna ek, yine alay(!) mevzuları, “bir iktisad kitabında ne alâka” cinsinden… Böyle demememi isterlerken, “yan cebine koyduktan sonra, beni hafifletiyorsun diye güyâ tehdidini kaale almışım gibi yapma!” ikaz ve alayıma, “yazın verilmeyebilir!” diyor. “Bundan sonra CEZAEVİ İZLEME KURULU gelirse, onlara ne söyleyeceğini baştan yazarak bildireceksin!” naneleri ile açılan süreç. Düşünün, benim ne derdim olduğunu sormaya gelenlere ne cevab vereceğimi, baştan yazılı olarak idareye bildirmeliymişim; yersen hesabı. Öyle olmayınca, tevilini kendileri, “şakaydı!” diye yaptılar… Evet, o eserimin takdiminden “komik” bulunan kısım: “Taklidi imân ve tahkiki imân… Biri telkinle alınır, öbürü tahkikle bulunur… Bunun dışında, bir de tahkik taklidi… İmân vesilesi etrafında yaptığımız bu sınıflandırmayı fikir ve fikre muhatab olma bahsine tatbik edersek, birinde dış yüzden taklid, diğerinde içyüze nüfuz, öbüründe de birincinin aynı iken ayrı imiş zanneden veya zannettirmeye çalışan açıkgöz bulunur… Kim, nerede ve ne yapar, o ayrı mesele; biz, havada mihraksız tecrid perendeleri atan palavracılardan ayrı bir yerde, Büyük Doğu-İBDA anlayışıyla, fareden koparılan bir kılla filden koparılan bir kıl arasındaki farkı göstermeye, hava tabakasının yeryüzüne bağlı olması gibi RUHÇULUĞUMUZ’un tahayyüz sahasına perçinli karakterini işaretlemeye memuruz…” vesaire… İKTİSAD - Tutum, biriktirme. İtidal üzere bulunma. Beyit ve kasideyi birbirine vasl ile uzatma. “Meseleler arasında irtibatta şiir idrakı gerektiren BERZAH - üçüncü bir hüküm çıkarma işinin hakikatleri toplaya toplaya giden tecrid tavrı”: 596: TEVFİK - Uygun düşürme. Uydurma. Muvafık kılma. Fıkıh, anlayış… AHLAK: 731: MABSARA(T) - Bedihî ve zâhir olan hususlar. Açık ve meydanda olanlar.): 1328.

*

AŞKU: Gökyüzü. Gök. Tavan - kat, tabaka: 328.
KIRGIZ: (Kır-gizi: İNSAN): 328.
ŞEBEKE: Balık ağı. Ağ şeklinde olan dokular, nescler. Ağ gibi yapılmış yollar ve hatların bütünü. Hüviyet sureti. (Alet kullanan - avcı): 328.
MİR’IZZA: Keçi kılının alt kısmındaki tiftik. (Dokumacı): 328.
MEZARİ’: Sürülüp tohum atılmış ve ziraat olunmuş yerler, tarlalar. (Çiftçi): 328.
FÜRUN: Ekmek fırını. (Hübbaz - Ekmek: 609: Hudde - Çukur. “Hakikat”… Kureyş: 610-1609: Hata - Kuzey Çin): 329= 1328.
MUTREF: Haz kumaşından dokunmuş birkaç alemli ARAB kaftanı. Başı ve kuyruğu beyaz veya siyah olup, vücudu başka renk olan AT: 329= 1328.
BİZİŞK: Tabib, doktor. (Tıbb: Tabiblik… Tıb: Gölge… Tıb’: Nehir. “Ruh”… Tıba’: Yaradılış. Tabiatlar… Nehr: Irmak. Bolluk. Genişlik. Fazl… Nehr: Boğazlamak. Kesmek. Sadr… Bed’en: İlk önce… Bedene: Kurbanlık deve. Nefs.): 328.
NERGİS: Narsist - kendi görüntüsünü, “nefsi”ni nehir’de görüp aşık olan YUNAN mitolojisindeki Narkisos isimli kahramanın ölümünden sonra bittiğine inanılan çiçeğin adı. “Nebat”. (EZEL ve EBED yönüyle hakikati kabul eden nefsin sonsuzluğuna nisbet, İNSAN - Nisyan. Unutmak - aranan sonsuz ezel, varılmaz hakikat: 162: BEN KİMİM?): 329= 1328.
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu - Abdülhakîm Koltuğu: 1328.
KEŞFÜ’Z ZUNUN, Kâtib Çelebi’nin eserinin ismidir - 17. yüzyılda yaşamıştır.

 

İKTİSAD

(İLM-İ TEDBİR-İ MENZİL)


 
OSMANLI toplumunda İKTİSADÎ düşüncenin bilinen ananevî niteliğini değiştirmesi, daha doğrusu YENİÇAĞ Avrupası’nda yeni bir metod edinerek gelişen İKTİSAD ilminin tanınıp tâkib edilmesi ne zaman olmuştur? - Avrupa İKTİSADÎ düşüncesi 18. yüzyıl ortalarında farkedilmiş olsa da, bunu belgeleyecek metinler o kadar eskiye gitmiyor; çok çok 1830 senelerine. (…) 19. yüzyıl İKTİSAD ilmi lûgatı, kısmen klâsik devir OSMANLI düşüncesinden kaynaklanır - nitekim İKTİSAD kavramının ilmî mânâsı, “İlm-i Tedbir-i Menzil”, yâni “tedbir ilminin menzilleri” tâbiri ile KATİB Çelebi’nin KEŞFÜ’Z - ZUNUN (Zanna dayanan keşifler) isimli eserinde… Ona göre “menzil tedbiri ilmi” tâbiri, bir hane reisinin, hâne halkı ve çalışanları arasındaki münasebetleri nasıl kurup ayarlayacağına dair misâl çerçevesinde, bunun toplum çapında düşünülmesidir… DİKKAT: Esasen 19. yüzyıl OSMANLI iktisadî düşüncesinde de öncesi gibi, “üretimin arttırılması ve tabiî kaynakların nasıl kullanılması gerektiği şeklindeki meselelerden çok, servet ve gelirlerin bölüşümü mevzuu zihinleri meşgul etmektedir!”… DİKKAT: 16. ve 18. yüzyılda Gelibolulu Mustafa Ali’nin SULTANLARA Nasihatlar’ı veya daha önce aynı türde KOÇİ Bey Risalesi, SELANİKLİ Tarihi, HIZRU’L Mülûk vesaire gibi kitablarda ekonomik-sosyal görüşlere sıkça rastlanmaktadır. Bu metinlerin başlıca özelliği, OSMANLI an’anevî düzeninin ıslahını amaçlayan eleştiriler olmaları. Buna benzer nasihatnâme ve ISLAHAT Lâyihaları, TARIM ekonomisine dayanan bir İmparatorluğun yapısını temel kabul edip, Avrupa sanayi devrimi ve getirdiği değişiklikleri kapsayan iktisadî düşünceden uzak teklifler getirmekte… Malûm olduğu üzere, sanayiin de bir temele dayanması şartı bakımından, “tarıma bağlı bir sanayileşme” düşüncesi de 2. Abdülhamîd Han tarafından - FELİX CULPA’ya, yâni dıştan mesut görünen bir işin içten felâket olması hakikatini bilerek, o “mesut suç, kutlu cürümü” işlememe zekâsıyla, rastgele bir sanayileşme edebiyatına prim vermeden… “OSMANLI toplumunda Avrupa iktisadî düşüncesine niçin yabancı kalındığı ve bildiğimiz kadarıyla niçin 19. yüzyıldan itibaren bu düşüncenin benimsenmeye başlandığının cevabı, OSMANLI iktisadî tarihini sağlam bilgilere dayanan zengin bir sentez hâlinde yazmak kadar zordur. Hatta bunun gibi tarihçilik ürünleri ortaya konduğu zaman bu soruya cevab verilebilir demek daha doğrudur!”… Bu güne kadar bilinen ilk iktisad kitabı, Z. F. Fındıkoğlu’nun “İktisadî Tefekkür Tarihimizden Bir Parça” ismiyle yayınladığı yazarı meçhul bir risaledir: RİSALE-İ Tedbir-i Ümrân-ı Mülkî… Risâle’nin girişinde, “Devlet diğer devletlerle ve milletlerle olan ticarette kendi tebaasının çıkarını kollamalı ve onun ticaretini diğerlerine göre arttıracak tedbirleri almalıdır”… Devlet hayatında ve dünyada iktisadî sistemin niye değiştiğini ve niçin yeni bir iktisad bilgisinin gerektiğini günün ihtiyacı olarak şöyle anlatıyor: “Barut ve ateşli silâhların icadı ve kullanımıyla MERKEZÎ Ordular - ordu yapısında değişim ortaya çıkmış, bunların eğitimi ve donatılması, subay ve öğretmenlerin maaşlarının ödenmesi, devletin iç düzeninde ve idaresinde değişiklikler meydana getirip, MALİ ve İKTİSADÎ düzen nitelik değiştirmiştir”… Böyle bir değişikliği merkezîleşen monarşiler hâdisesiyle açıklayan görüş, yazar tarafından benimsenmiştir. Risalede, iktisad tarihçilerinin kısaca ticarî ve sonra sınaî kapitalizm dedikleri dönemin kamu yönetimi ve idarî-askerî bünyede meydana getirdiği merkezîyetçi değişim, sermaye hareketinin büyümesi ve kapital birikim gibi olgularla yapılacak bir açıklamaya tercih edilen değişkenler olarak ele alınmaktadır. Ama tarihî yönden hiç de yanlış ve çok farklı sayılmamalıdır bu… Gerçi risalenin yazarı, farkedileceği üzere 18. ve 19. yüzyıl başlarının iktisad literatüründeki ifâde ve tâbirleri kullanmaktadır ama, girişteki bu açıklama bizce şu açıdan çekici, hatta orijinaldir: 1820’lerden beri orduda ve merkezî idarede Yeniçağ Avrupası’ndakine benzer reform ve değişmeleri geçiren OSMANLI imparatorluk yönetiminin meselelerine cevab vermek amacı güdülmekte ve buna uygun bir yaklaşımla risalenin kaleme alındığı görülmektedir. Bu yönüyle yazar, eserini ortaya koyduğu yıllarda yürütülen idarî modernleşmeyi, benimsediği teoriyle uyum gösteren bir olgu olarak değerlendirmektedir… Yazar burada, maziye bakarak değil, yaşanan güne (Halihazıra) bakarak hareket etmek gereğini ileri sürerken, İBN-İ HALDUN’a atıfta bulunmakta: “Bir devrin halkı ve şan ü şöhretini anlamak için, diğer devirlerle karşılaştırmayıp, Allah’ın her devir için ortaya koyduğu yönetim ve işleyişe uymalı ve devlet ile toplum işlerini bu biçimde yola koymaya gayret etmelidir!”… (İlber Ortaylı’nın, OSMANLI’da Milletler ve Diplomasi, isimli eserinden istifade.)

 

*

KEŞFÜ’Z Zunun: İhtimâl hesabı. İhtimâller âleminde keşif - mevzu ne ise. (ZUNUN - Zanlar: 1006: VAV harfi… EBEC - Patlak gözlü adam. “Zahire - Dışarı fırlamış olan göz. Çalışmadan dönen kişi. Zahire: Hububat. Tahıl. Tahl - beklemeden kokmuş su”: 6: BİH - Ayva. Yeğ, iyi. Suda doğan ve suda meydana gelen. Kurban payı”… Kürtçe bir kelime, AV - Su: 7= 1006: NAKŞ… Mevlâna Celâleddin-i Rumî Hazretleri’nin CAN’ı, suda bir ışık aksi diye tarifi üzere, tezahürlerinden bildiğimiz ZAMAN’ın dışyüz keyfiyetinin de yokluk aynasında o akis gibi yakalanamaz ve kelepçelenemez mahiyette bir ZAN etme hakikatinde oluşunu, şehadet âlemi - şu görünen âlemin bu zandan ibaret bir hakikat ve aslının ötelerde, bu idrakten sonra da bu dünyadaki beşerî faaliyetlerimizin bir suya yazı yazma cümlesinden olsa da, ötelere bağlı bir gaye olarak bu dünyanın tasarrufuna memur olduğumuzu; iktisadî, siyasî, vesaire… ZÜ’NUN - Bir ot cinsi: 813= 1812: ŞAH-I Nakşibend… ZÜN-NUN: “Yunus Peygamber’in bir namı. Nun sahibi. Nun - Balık. Kılıç. Bir harf, Allah’ın En Nur ismi ve 4. Gök ile alâkalı. Yunus Aleyhisselâm’da tecelli eden hikmet, NEFSÎ, yâni hakikatleri kabul eden nefse dair”: 812: HAVARE - Yiyecek, azık. “Besleyen ve terbiye eden, rızk veren, kulunun her ihtiyacı gibi maddî rızka ihtiyacının aslında da O’na ihtiyacı lütfunu gösteren RABB mânâsını hatırla. O, asl ile var olabilen ve kalacak olan İNSAN’ın varlık şartı - ihtiyaç kavramının doğuşu da bundan; hayat’ın mânâsını bilme cümlesinden olarak hecelenmesi gereken hikmetler”… HAVARÎ, mucize sahibi. Mücerret olarak nefsten tecelli eden varlık mucizesinin farkında olmak gereken insan?): 1416.

KUST-ÜL BAHR: 416.
CİRCİR: Maydanoz. (Yevmiye: Maydanoz, “mide nüvaz - miğdeyi okşayan” kelimesinden gelme.): 416.
HEVTE: Suya giden yol. “Şeriat”: 416.
ŞEVKÎ: Neşe ve şevk ile alâkalı. (Hayat iradesi): 416.
HEY’ET: Şekil, suret, görünüş. Birlik teşkil eden şahısların mecmuu. Gök ve yıldız ilmi. Duruş, vaziyet, keyfiyet. Tabiat ve cibilliyet: 416.
TECEVVÜZ: Sözü mecaz ile söyleme: 416.
MENGUŞ: Küpe. “Delik”: 416.
TEEVVİ: Bir yerde yerleşme, yurt edinme: 416.
TERVİZ: Bir yeri çayır çimen yapma: 1416.
TEZEVVÜD: Azıklanma. Yanına azık alma: 416.
KEŞFÜ’Z ZUNUN: 1416= 417.
Necib Fazıl Kısakürek: 1417.
Musa Mirzabeyoğlu: 1417.

 

*

İlm-i Tedbir-i Menzil: (TERBİYE - Hadlere riayet etmek: 617: TEDBİR - Bir şeyi temin veya def edecek yol… TECRİD - Alâkalardan soya soya, toplaya toplaya derinleşme. Bir şairin kendini mücerred bir şahıs farzedib ona hitab etmesi. “Bir ben vardır bende, benden içeri”. Kendi iç dünyasını nesneleştirme, şahıslandırma: 617: HAKİKAT - Bir şeyin aslı ve esası. Künh. Sadakat. Doğruluk… DAHDAH - Arzu, istek: 617: TAHKİK): 883.

Bedayi’: Anamal. Sermaye. (LEVHA: 5 Ekim 1983… Uykudan uyanmışım… Rüyâ görmüşüm… Yatakta düşünürken, rahmetli Üstadım’ı görüyorum; ve onun yazıları… Üstadım bana öfkeyle, “bir kerre yüzünü görmek için, herşeyden ayrılınır!” diyor… Bunu aynı zamanda bir sayfadan okuyorum… Üstadım bu lâfı, “kelâm fuhşu” bahsiyle ilgili ve Barış Manço’nun “memleketten ayrı yaşayamam” şarkısı için söylüyor… Aslında benim evden ayrılmamamı imâ ediyor ve “yüzünü görmek” de, Allah ile ilgili… Üstadım’ın ifâdesinden sonra, yine bu bahisle ilgili bir yazısı… Ve bu sırada, şahsı gaib bir ses, “servet bu ikisinin mi hiç?” diye soruyor… Üstadım’la ikimiz için… Bu söylenirken, arkadaşlarla birlikte Büyük Doğu’ya yürüyoruz!): 883.

Mütaamet: İKİZ doğurma: 883.
İfrah: Belirsiz bir şeyi belirtme. Şübhe ve tereddüdü giderme. Tohum yeşerme: 883.
Feza: Yıldızlar arasındaki geniş boşluk. Gökyüzü. Yeryüzü geniş olmak. Saha, alan. Mekân. Yerde akan su: 883.

 

*

Menzil: İnecek yer. Konacak yer. Dünya… İLM-İ tedbir-i menzil… İLM-İ hakikat menzili… İLM-İ terbiye - ahlâk menzilleri… İLM-İ tecrid menzilleri… Ebced ilminin sağladığı hakikatler çerçevesinde, İKTİSAD ilminin hem zâhiri hem de bu kavramın tasarrufuna alma - zaptetme mânâsına o ilmi de alıcı husus, İKTİSAD davasının - mal ve tedavülü işlerinin, aslında İNSAN memuriyeti için şunu hatırlatmasıdır: “İnsanın asıl davası, karnı doyduktan sonra başlar!”

 

 

KİM’İN RİSALESİ


Yazarı meçhul risalenin kaleme alınması gayesi, HALİHAZIR hikmeti ile karışık olarak verildi. MUKADDİME bölümünde pratik amaç, o teorik çerçevenin devamı hâlinde… “Devlet’in gizli, açık, genel veya hususî işleriyle ilgisi olmayan, Tedbir-i ümran-ı mülkî - Ekonomie Politique ilmi mevzuunda bilgisi ve tecrübesi olan herhangi bir devlet ve milletten kimselerin, Nazır-ı Meclis, yâni Ticaret Meclisi Nazırı’nın yanında, ona danışmanlık yapmaları gereklidir. Bu kimselerin OSMANLI’nın güçlü devirlerinde istihdam edilmeleri gibi istihdam edilmesi. Kendilerinden dünyanın ekonomik durumu, kanunlar ve iktisadî-ticarî faaliyetler öğrenilmelidir. Böylece Avrupa devletlerinin 200 senede meydana getirdikleri eserler, servet - refah - bayındırlık, İnşallah Osmanlı Ülkelerinde’de 20 senede gerçekleşebilir… Maziye bakarak değil, yaşanan güne bakarak hareket etmeli!”… HAZRET-İ Ali Efendimiz’in, buyurduğu hikmeti hatırlayınız: “Çocuklarınızı kendi devrinize göre eğitmeyiniz; onlar başka zamanın insanlarıdır!”… Bugün bizim için ihtimâl olanların onlar için birinden biri gerçek olacağını düşünerek, onu kestirip sahaya salmak; neticede onların HALİHAZIR’ına - İNSANÎ MEMURİYETİ’ne bir katkın olursa ne âlâ. Bu, maziyi tepmek değil, YAHYA Kemâl’in söylediği gibi “kökü mazide atî olmak”tır; şartların sürüklediği değil, onu tasarrufuna almayı ihtar eden şuur! - Eşya ve hâdiseleri teshir edici şuur!
 

*

FASL-I Evvel. (Birinci Fasıl): Bu bölümde, iktisad ilminin temel kavramları tarif ediliyor; “ihtiyaç nedir, mal nedir?” gibi… İhtiyaçların, “nedret - nadirlik, azlık” kanunu ve örf ile âdete göre biçimleneceği, artacağı üzerinde duruluyor. Meselâ, “şarab, sarık, şapka” gibi şeylere karşı, Hıristiyan ve Müslümanlar’ın aynı ihtiyacı duymayacağı… Değer ölçüsünün, “nedret - mal ve metanın kısıtlı ve ihtiyaçların ise sınırsız olma hususu” ile “emek” olduğu.

FASL-I Sâni. (İkinci Fasıl): Üretim sürecinin ne olduğu açıklandıktan sonra, üretim - istihsal üzerinde durulması, bunun “tarım - sanayi ve zanaat - ticaret” olarak üçe ayrılması. Üretim faaliyetini “müteşebbisler” ve “ücretle çalışanlar - günlükçü, aylıkçı ve yıllık ücret alanlar ki, çoban, çırak, kalfa veya ticarette sandıkkâr, mutemet gibi risk yüklemeden çalışanlar” gerçekleştirir. Risâle’de “mübaşirin-i ummal” diye geçen müteşebbisler, kelime terkibinin bu mânâyı ihtiva etmesi ayrı, mübaşirin’in müjde ve bunun “uman, kısmet”, ummal’ın da “amiller” mânâsı birlikte, onların verimliliğinin şekillendirdiği “idare amirleri, valiler, tahsildarlar” gibi risk yüklenmeyen unsurları da kapsar. UMAL: Bir işçinin aldığı ücret… Anlaşılacağı üzere, işçi ve memur takımı. Burada, rızkın 10’da birinin tarım, 10’da dokuzu ticaret (kapsamında) bulunduğu hususundaki Hadîs de hatırlanmalı. Çalışan kesimlerin nüfusu ile, rızkın bulunduğu nisbet davasının farklı şeyler olduğuna dikkat; meselâ, çalışan kesim baskın bir nüfusla tarımda olsa bile, “rızk taksimi” kasdında bu değişmez - ama bu HADÎS’i “şudur, budur” diye tahdidi bir mânâda kullanmadığımızı da belirtelim. Malûm, “akıl tahdid ile işi tek bir esasa bağlar; oysa hakikat kendi nefsinde bunu kabul etmez!”… İhtimaller âlemi dünyada, her devir kendine uygunu keşfedecek!

*

FASL-I Sâlis. (3. Bölüm): “İstihsâlde kullanılan âlât, edevat ve esbab-ı müstahsile-i emval beyanındadır”… Yâni, üretim araçları üzerinde duruluyor. En basit ve açık örneklerle, bir malın üretimde kullanılmasıyla, üretim vasıtası - üretmenin “o olmadan olmaz”ı niteliği kazandığı anlatılıyor. Mal ile, “sermaye malı” arasındaki fark… Üretim vasıtaları - üretim araçları da, “mal-ı sermaye” ve “amel-i beşer; emek” diye ayrılıyor… Risale’de “amel-i beşer” tâbiri yerine “say” kelimesinin kullanılması; bu tâbirin üzerinde durmak gerekiyor. SA’Y: Çalışma. Bir maksadın meydana gelmesi için gerekli gayret. Hızlı yürüme. Cüret etme. Ziyaret etme. Himmet… SAY: Suyun akması. “Tedavül, dolaşım”… İMAM-I Rabbanî Hazretleri: “Bu âlemin aslı olan fiiller, Allah’ın fiillerinin gölgeleridir; demek ki Allah, âleme âlemden daha yakındır!”… Allah’ın Zât’ında Vücudu, bunun gölgesi varlık dereceleri hâlinde mahlûk, sıfatlarının gölgesi varlık sıfatları, fiillerinin gölgesi varlık fiilleri… Varlık, bütün dereceleriyle insanda toplu… SA’Y - Emek’in böyle bir çerçevede değerlendirilmesi, “nasib, kısmet” KAB’I - çanağı olmasıdır; hâni “varlık alıcısı şekil” mânâsı benzeri… Sanat’ın tam tarifini veren AKUSTİK - “ses yansıması, düzeni, dağılımı” hesabı hakkında bir Mimar’ın söylediği: “Bütün hesabı yaparsın, ya tutar, ya tutmaz!”… EMEK’i en genel mânâda bütün insan faaliyetlerine şamil bildikten sonra, İKTİSAD’ın unsurlarından, bildik “işçi, emekçi”ye kadar hepsine sirayet eden hakikat budur. “Her iş ve oluştan, imân edilmesi gerekenin kim olduğunu bil!”… RİSALE’ye dönelim: Üretim vasıtaları - araçları ile, emek bir araya geliyor ve böylece mamul madde doğuyor. Klâsik OSMANLI metinlerinde, fermanlardan kayıtlara ve siyasî-edebî metinlere kadar MAL kelimesi, Arabça aslına uygun olarak PARA anlamında kullanılırken, metinde MAL kelimesi bugünkü anlamında.

*

FASL-I Râbi. (4. Bölüm): Bir tüketim malının kıymeti, tüketicinin verdiği değere, malın kullanım imkânına ve derecesine göredir. Bu, aslında sermaye malının da değerini tâyin eder. Bir malın üretiminde sermayenin değeri de yer alır; daha doğrusu sermaye malı değeri, o ürünün değerine dönüşür. Kâr ölçüsünde sermaye arttırılır ve iş büyür. Meselâ, bir sabuncu daha fazla yağ alır ve sabun kazanını yeniler, böylece bu işten diğer üreticiler de yarar sağlar. Devletin zenginliğinin de bu yoldan sağlanacağı…

*

FASL-I Hamis. (5. Bölüm): Bu bölümde nüfus meselesi ele alınmakta ve Risâle’de orijinal bir temayül olarak Malthus’un görüşü özetlenmektedir. Yazar, Malthus’un 30 sene önce kaleme aldığı eser ve bu mevzuda Avrupa gazeteleri’nden yaptığı tercümeyi TAKVİM-İ Vekayi’de bastırdığından söz ediyor. Risâle’de en uzun bölüm budur. İKTİSAD bilgisinin, nüfus artışının meydana getireceği problemleri kavramak ve çözmek için bir çare olduğu kanaatindedir. Malthus’un bu mevzuda verdiği örnek hesablamaları nakleder: Her çocuk yaşasa, yüzde 20 nüfus artışı olur. Artan nisbetlerde - bir memlekette nüfus artış nisbeti, o memleketin nüfusunu 26 yılda üç kat arttırır. 30 milyon nüfuslu Fransa 26 sene sonra 90 milyon nüfuslu olur. 26 sene sonra 90 milyon nüfuslu Fransa 270 milyon olur. Bu sebeble hastalık, savaş gibi tahribkâr hâdiseler kaçınılmazdır. (Nüfus artışı misâlinin bir formüle göre verilişi belli de, doğruyu söylemek gerekirse hesabın nasıl yapıldığını anlamış değilim. Belki Risâle sahibi, belki de bu mânâyı verebildiği için İlber Ortaylı da sadeleştirirken bunun formülünü fazla önemsemedi. Çünkü işin içine matematik giriyor.) FİZYOKRATLAR’dan “tabiî denge teorisi”ne, J. B. Say’dan RİCARDO’ya kadar birçok iktisadçıların gözden geçirildiği anlaşılmaktadır.
 

NE OLMALI?

 

ÜSTADIM: İslâm inkılâbında iktisadî nizâm, bugün insanlığın başlıca ızdırabını teşkil eden ferdî mülkiyet ve serbest kazanç hakkıyla, içtimaî tevazün ve iştirak zarureti arasındaki bütün tezatları barıştırıcı İlâhî bir ahenk ifâdesidir. Öyle bir ahenk ifâdesi ki, bu, kendi başlarına erişemeyeceği gaye ve hakikati, onlardan hiçbirine vücud ve istiklâl vermeksizin sağlayacaktır. Cemiyete rağmen tek tek kabarmaya mezun “fert hakkı” ile tek tek ferde rağmen bütün fertlere pay vermeye mecbur bir “cemiyet hakkı” arasındaki iki zıd kutbu, bir hamlede telif edici İlâhî ahenk… Bu ahengin ilk kutbunda, ticaret helâl ve ferdî mülkiyet ve kazancın hak olması; ikinci kutbunda da (umumî yön tâyini şartı) faizin haram ve zekâtın farz olması vardır. (İbadet borcunda toplanan gaye)… İstediği kadar yemekte serbest olan adama, yediği nisbette vazife ve yol yürümek mükellefiyeti verilince hak cebhelerinden hiçbiri müteessir olmadan, fayda azamî haddine yükseltilmiş olur… Bugün modern iktisad ilmi zaviyesinden zekâtın, parayı yerinde saymaya veya sandıkta pineklemeye bırakmayışı, sermayeyi boyuna harekete davet, yoksa tükenmeye mahkûm edişi, kabardıkça budayışı, cemiyete dağıtışı ve urlaşmasına engel oluşu, devlet kasasından fert ihtiyaçlarına kadar dağıtım işinde tercih kademeleri belirtişi ve bütün bunlara rağmen sırf işletme ve işleme dehâsıyla kabaran sermaye ve servetleri de takdir edişi ve daha nice oluşu ve olduruşu, 19. ve 20. asırlar hastalığının, hem kapitalist, hem de antikapitalist cenahlardan biricik ilâcı kabul edilmek gerekir… Onlar bunu tatbik edemezler; zira tatbik edebilmeleri için sadece mücerret zekâta değil, Allah’a ve onun Üstün Resûlü’ne (ölçülerin bütününe) inanmaları gerek. Zekât’tan sonra, İslâm’da “para telâkkisi - mânâsına bakış”, cömertlik ahlâkı, bitişiğinde aç varken yemeğe oturmamak emri ve mütemadi yardım mükellefiyeti nazara alınacak olursa, “sosyal adalet” tekerlemecilerine verilecek cevab kendinden belli olur. BÜYÜK DOĞU mefkuresinde “Sermaye ve mülkiyette tedbircilik” ölçüsünü bütün iç yüzü ve hakikatiyle aydınlatan İslâm İnkılâbı’nın İKTİSADÎ NİZÂM maddesi, bütün bir DEVLET Kriterleri manzumesidir. (İslam’ı cemiyet hayatı olmaktan, “dünya işleri” mânâsına dünyadan tahliye ederek “yaşama”dan bahsedenler bunu anlasın.)

*


İKTİSADÎ Nizâm: (İKTİSADÎ: 606: TEDEBBÜR - Bir şeyin sonunu düşünmek, tefekkür etmek. Tedbirli olmak. İstikbâle bakmak… NİZAM: 1001= 1: ELİF… ŞAHİS - Büyük cüsseli, iri yapılı. “Nefs”: 1000= 1: ARZ - Yeryüzü, toprak, alan, dünya. Memleket. Küre. İklim. Aşağı ve alçak. Taban, kaide.): 1607= 608.

TEBERRÜ’: Pâk ve temiz, hâlis ve helâl olmak: 608.


Baran Dergisi 266. Sayı