LEVHA: 29 Eylül 1983… Babam, bir tepenin düz YAMAÇ’a oturmuş… Bana kızıyor… Elinde bir kâğıt, sanki HESAB yapıyor… Bana, “gel buraya!” diyor… Sıkıntı ve öyle bir çaresizlik duygusu içindeyim ki, yine sonu gelmez bir mesele içinde benim “işe yaramazlığım” imâsıyla sürecek bir konuşma… Elimde, bütünüyle taştan bir BALTA; taş baltası değil, sapı ve kesecek ağzıyla taştan bir balta… Babam, ona bakıp “bırak onu elinden!” diyor… Çekindiğini hissediyorum… Lâtife kılıklı, o da ifâde ediyor… Yanına oturuyorum… Altımdaki TAŞ, kaymamam için TAKOZ görevi yapıyor… Bu arada sağ elim, sanki kendimi korumak üzere yerdeki taşı tutuyor… Müthiş bir şekilde, ilk gençliğimin huzursuzluğu… Sonra… Babam güler bir yüzle, ağavari bir şekilde ellerinin göbeğinin üzerine koymuş, lâtifeyle karışık bana hitâbediyor: “Kedi kedi olalı, bir fare tuttu!”… Demek ki, Üstadım’ın TAKDİM yazısı hakkındaki İPUCUM doğru!..

*

TAMV-Yüksek olmak. Dolu olmak. (Tamv: Tam-V… Tam-Tamam, münasib, uygun. Eksik olmayan: 441: Kısakürek… Tamam: 881: Harif-Yemiş toplayan. “Harf Sahibini tanıtmak için olan”… Vav-Bir harf. Vavî, tilki, gönül, takva, ışık, kabul edici genç nefs. “Yüksek dereceler” mertebesi ve Kamer menzillerinden “Balık karnı ve kuyudan su çıkarılan urgan” anlamına gelen Rişâ ile ilgili. “Urgan, ip. Urgun, tutkun, aşık”. Ebcedi: 13: Salih Mirzabeyoğlu): 55: YAMAÇ-Tepeden aşağıya meyilli kısım, yukarıdan aşağıya dağ ve tepe eteği. (Sade: Yokuş başı… Hakas Lûgatı’nda, Yamaç: Çukur, kuytu yer… Çukur, iki zirve arasında meyilli kısımdır; minare ve kuyu misâli, bir Yay’ın iki ucunu kısaldıkça kavisleyen “kiriş-okun takıldığı ip”, nasıl tutuluşuna nisbetle o kavisi yukarı boşluk veya aşağı boşluğu içine alan kılıyorsa, çukurun altında veya üstünde bulunan zirve kısmının da bu kısılmadan doğuşunu gösterir… “Vahdet-i Vücut” ve “Vahdet-i Şuhud” şeklinde iki zirvenin BİRLİK’ine dair üzerinde durduğumuz bu husus, yumurtanın sanki tepe ve çukur ucu şeklinde bütünlenen Yay’ın iki durumunu belirleme ile, en çukurdan en üste KÜRSÎ’nin “zorunlu” varlığını tesbit etmekte; en mücerretten, en müşahhasa kadar… İngilizce, Egg-Yumurta: 2001= 3: Tek sayıların başlangıcı… Bir: Allah Sevgilisi, en üstün insanla arasında sonsuzluk olan ve kulun kula nisbetinde hep “ötenin ötesinde” bulunan, bunun böyle olması da bütün makam ve mertebelerin ebedî hayatı için zarurî bulunan… Muhammedî Nur; Allah’ın kendi nurundan yarattığı ve her şeyin varlığını var kılan… Egg’in okunuşu, Eg-Yumurta: 1001: Elf-Binbir şeyle ünsiyet eden, çok şeyle ünsiyet eden anlamında, Vahîd ile onun bütün kemmiyetlerinde, bütün sayılarda bulunuşunu gösteren… Eg-Ek, Kürtçe “Bir” demek. Taşkın, yama: 21: Ek-“Rüyâ’da gelen mânâ, Yirmibir kere yaz, şehid mi ne olursun!”. Şehid, şâhid… Kâb-Yumurta: 28: Bütün varlık mertebelerini gösteren 28 harf; bir yönü Allah’a, diğer yönü kul hâline bakan Allah’ın isimlerinin tecellisi Berzah’a âit… Arş taşkını olarak tecelli eden, Allah emir ve haberlerinin yayıldığı Kürsî mertebesinin altındaki 21 mertebe, su tabakasının sızıntısı veya ağacının kök topluluğunun saçaklanması hâlinde, içinde bulunduğumuz âlem sınırlarının lâfız zorunluluğundan dolayı “Mecazî Berzah” diye anılsa da, aslı “Berzah’ın-Kürsî”nin her yerde bulunuşuna delil oluşudur… Yamaç: Ya-Maç… Maç: Öpme. Kabul. Ahz. Haber… Ye harfi, Allah’ın bütün mertebelerde bulunan Rabb ismi, Birinci Sema tabakası, Kamer menzillerinden “Kivan-Baca Delikleri” ki taşkını bir isim de “İnsan” olan Allah’ın Dehri’ne irca olur… Kivan menzilinin bir simi de “Örs”; üzerinde bir şeyin dövüldüğü, ezildiği, yayıldığı şey. Tam da Kürsî’yi hatırlatan… Üstadım’dan: “Ensemin üzerinde bir demir balyoz / Kapandım yatağa son çare diye / Bir kanlı şafakta bana çil horoz / Yepyeni bir dünya etti hediye!”… Topluca, Dem kelimeleri: Nefes. Kan. Ân, lâhza… Kan: İnsan vücudunda hayatı idame ettiren kırmızı sıvı. Maden ocağı, bir keyfiyetin bol olarak bulunduğu yer. Kuyu, çukur, bucak… ZI harfi, Allah’ın Azîz ismine, Madenler mertebesine ve Kamer menzillerinden “Sahib-Efendi, mâlik” anlamına gelen “Zu-Şule, alev, kül eden” mertebeye işaret eder… Esseyyid Abdülhakîm Arvasî: 566: Fürfur-Semiz, besili Koç… Semiz, yağlı: İlim’in âmeli… Koç Burcu; Vücutta tesir yeri, “Kafa, beyin”, simya’da “Kül etme-Birleme” safhası… Yamaç: Yama-Ç… Uygur Lûgatı’nda, topluca Yam kelimeleri: Yarma. Tekne, gemi, “nefs”. Posta atı, haber getiren beygir… Akreb Burcu; vücutta tesir yeri “Üreme, çoğalma uzuvları, kabul edici, ıstıfa ve seçici”, simyada “İfraz-Ayırma, yarma” safhası… Cim harfi: Ebcedi Üç, mertebesi Kürsî altı “Atlas-Burçlara hisselerini veren Kürsî taşkını canlı boşluk” ve Kamer menzillerinden “Tarf-Aslan gözü, ân, nefes, lâhza” ile ilgili… Karaçay-Malkar Lûgatı’nda, Uçhun: Kül… Ve, Uçhun: Kıvılcım. “Lâhza, göz açıp kapama müddeti”… Külle: Topuk. Akib. İnsan ve atta, saç ve yelenin alına dökülmesi… Tepe ile dip birleşti: Balık Burcu, vücutta tesir yeri “Ayaklar-Yürüme-Taban-İbadet-Akib-Heba-Ahir”, simyada Yansıtma safhası; bir hakikatin gösterdiğine nisbetle ele alış… “İslâma muhatab anlayış”ın bir yansıması safhası… İngilizce, Yam: Hind yerelması. Patates… Hind: 59: Mehdî-Bir şeyin arzolunduğu yer. Takdim… Elmaî: Zeki, anlayışlı… Patates: Bitkinin toprak altı kök yumrusu, yenilen kısmı ile anılan!)… ÇAMAY-(Çamay: Çam-Ay… Çam: Bir ağaç çeşidi, yaprakları diken şeklinde ve yaz kış yeşil. Eğrilme, bükülme. Konik şekli –üçgen–, Yayı hatırlatmalı ve tersine çukur mânâsını ve kıskacı… Ay, Kamer. Mah: Yengeç Burcu, –Seretan, Nath–, unsuru Su, vücutta tesir yeri “Göğüs-Karın, batn” ve simyada “Nesre-Saçmak” safhası): 55: NUH-Dokuz. (Karaçay-Malkar Lûgatı’nda, Çam: Bardak. “Tevr, göz”… Yine, Çam: Mekr. “Hud’a, oyun, lâtife, sır, bilmece”… Ve, Çamay: 22-31 Mayıs arasında doğanlar… 9. Sema tabakası, Atlas… Üstadım’ın eseri: İmân ve İslâm Atlası… Dolayısıyle: İmân ve İslâm’ın, “İlim-Amel”inde, Burçlar’ın hisselerine dair olanı da içinde… Şekil veren ama kendisi o şekil olmayan Büyük Doğu “İslâma muhatab anlayışı”nın bu gizlisini de “kendisi ondan” İbda işaretliyor!)… PENC-Beş. “El. Yıldız”: 55: KELLE-Baş. Kafa. Ekinlerde başak. Baş gibi yuvarlak nesne. (Üstadım’ın, Muhasebe isimli şiirinden: “Evet, kafam çatlıyor, güya ulvî hastalık / Bendedir duymadığı dertlerle kalabalık / Büyük meydana düştüm, uçtu fildişi kulem / Milyonlarca ayağın altında kaldı kellem / Üstün çile, dev gibi gelip çattı birden! Tos / Sen cüce sanatkârlık, sana büsbütün paydos!”… Kamer menzillerinden ve Burçlar’dan “Seretan-Yengeç, kanser” hatırda; Seretan menziline “Nath-Canlı’nın başvurması, baş vurması-tos, kederli, huzursuz, yoklayan” da denir… Yengeç Burcu’nun yıldızı, Ay: Kıskaç, boynuz, yuvarlak, kafa… Kell ile Küll’ün yazılışı aynı; Kül ile, Küll’ün de… Kell: Ağırlık, yorgunluk. Ufak taneli yağmur, haya, “yumurta”. Yetim. Semizlik, yağlılık. İnce örtü… Atıl: Az hareketli, sabit. Ense. “Boğa Burcu’nun tesir yeri-yıldız türü Sabit, yıldızı Zühre-Tarık-Karanlık gece-Batı-Gözyaşı ve simyada Katılaşma safhası”… Paydos: Pay-Dos… Kıpçak-Karatay Lûgatı’nda, Dos: Dost, ahbab… “Sen ve sana”…  “Sen cüce sanatkârlık”, “sana büsbütün Pay-Dost”… Yine Üstadım’dan: Dostunu bulan aşk, sonsuz ömürlü!)… HELEK-İki dağın arası: 55: NİKÂH-İki şeyden doğan hüküm ki, onları “kendi için” yapar… HAMİDE-Yanmış, kül olmuş. Uzun müddet geçmesi sebebiyle rengine siyahlık gelip eskimiş olan. “Hacer-ül Evsedi de hatırla”. Nebatsız kuru yer, va’n. Yanmış kül olmuş. (Ebcedi, “Taht-Kürsî” ile aynı olan Te harfi, Allah’ın “Kâbid-Kısıcı, sıkıcı” ismi, Esir mertebesi ve Kamer menzillerinden Kalb ile ilgili… Esir: “Ateş, toprak, hava, su” unsurlarının yapıldığı “Cisim” mertebesi altı, “İlk madde”. Berzah’ta “Cismin bakiyesi”ni temsil eden… Esir: Kul. Köle… Kul’un köleliği, Allah’ın iradesine karşı gelmesinin mümkün olmaması, onun Kahir karşısındaki hâlidir… Yessir: Kul, köle… Yesr: Gençlik. Sol. Kolay. Zenginlik. Öldürmek… Doğu ve Batı’nın, Güneş etrafında dönen Dünya’nın durumu ile ilgisi ve Güneş’in hep Güneş duruşu içinde olması gibi, Sağ ve Sol; Sol-Batı-Düşünce, Sağ’ın “hayat ve asıl” anlamına nisbetle, olgun başağın eğilmesi-kemer hâli gibi iman ve doğru istikamet şuuru sabit, “Sa’y-Emek” ve “Saye-Gölge”ye eğilmesi - bu hâl, asla irca, “ıstıfa-seçme” ve “nefy-olumsuzu dışta bırakma” işidir… Mahzum: Burnundan halkayla yakalanan deve, sığır. Her delik nesne… “Kıpçak Lûgatı’nda, Sığır: Sıyır. Sır”… Abdülhakîm Koltuğu’nun ortasındaki yuvarlak deliği hatırla; ve Kureyş’in “Mahzumoğulları” kolundan Halid bin Velid Hazretlerini!): 55: MUCİB-İcabet eden. Cevab veren. Sebeb kabul eden. Duaya cevab veren Allah, “Nefsine vacib kılan Allah”… NECB-Ağaç kabuğu soymak. “Didiklemek, yemek, ekl, akl”: 55: MEHDÎ Salih Mirzabeyoğlu.

*

SİLAM: Taş. Su. Hamd… TAŞŞ-Yağmur çisintisi: 309: HAŞ-Kalb… TAŞ-Taşmak. Tag. Kemer, İcad: 701: ESİR… KURT(A): Küpe. Nasihat. Tag. Ebu Halid, canavar: 309: SERLEVHA-Yazıda başlık. (KKM-Dünya Çapında Bir Hâdise… Naslı-Han)… TEBER-Balta. İki yüzlü balta: 702: OSMANLI… TABİR-İfâde. Deyim. Rüyâ yorma. Herhangi bir şeyden veya faydalı ve hak mânâya geçmek, intikal etmek. (Tabir: T-Abir… Abir: Put kıran Hazret-i İbrahim’in dedelerinden biri. Bir yerden geçen, giden yolcu. Geçen. “Gece”… Abr: Rüyâ tâbir etme. Yaş akıtmak. Sudan veya başka bir şeyden geçmek. Söylemeden bir şeyi düşünmek… Abra: Teraziyi dengelemek için hafif gelen kefeye konulan ağırlık… Abran: Ağlayan, ağlayıcı): 682: MATERYAL-Bir şeyin meydana gelmesi için lâzım olan şeyler… EFTAR-Baş parmak ile şahadet parmağı arası. (Fatır: Oruç açma… İbham-Mübhem, kapalı bırakmak. Baş parmak: 49: Mehd-Beşik. Yeryüzü. Beslenilecek yer. Yayıp döşemek. Kâr kazanmak. Hazırlanmak… Ulguze-Bilmece. Muamma: 49: Dehûm-Onuncu. “Kürsî”… Sebbabe-Şehadet parmağı: 70: Necibe-Soyu sopu temiz kimse. Asilzâde): 682: BİH-KEN-Kökünden söken… TABİR: RİBAT… RİBAT-Bağ, ip. Akl. Sağlam yer. Tekke. Konaklanacak yer, durak, hân. “Kamer menzillerini hatırla!”. (Ribatet: Kalb kuvveti, tahammül): 210: SUN’-İbda. Yapmak. Eser. Yapılan iş. Güzel iş yapmak. (Allah’ın Mübdi’ ismi, İlk Kalem mertebesi ve Kamer menzillerinden –konaklarından–  Seretan hatırda!)… RİBET-Şübheye düşme. Şübhecilik. (Üstadım’dan: Vehim kadehinde zehirli tütsü / Kıvrım kıvrım / Beyin törpüsü): 612: DERVİŞ MUHAMMED-Hacegan Silsilesi’nin en büyük 33 velisinden  21. büyük. (Noktalı harflerle,  Kaptan Kusto Müslüman: 302: Derviş Muhammed. “Noktasız Harflerle”… Bakar-Öküz, sığır, boğa, dana: 302: Mirzabeyoğlu… Sevr-Öküz: 706: Fikir Kahramanı… Muran-Karıncavâri, karınca gibi: 302: Bakr-Açmak, genişletmek. BD-İBDA)

 
“TEŞBİH VE TENZİH”
 

MEVLÂNA CELÂLEDDİN-İ RUMÎ Hazretlerine, tasavvufun Şeyhleri putlaştırdığını ve şirk olduğunun söylenmesi üzerine verdiği cevab: “Doğru, put ama, Hazret-i İbrahim’in putları kırdıktan sonra boynuna astığı puttur!”… İbrahim Aleyhisselâm’ın boynuna astığı Balta’yı kastediyor!

*

Allah’a itaatin hakikati, Resûlü’ne itaatin hakikatiyle mümkün; hakikatler, Allah’ın muradıdır, mahlukudur. Hangi soydan olursa olsun, topyekün hakikatler, topyekün topluluğunu Peygamberler ve ilkini Allah Sevgilisi’nde bilir; O’na, “Allah” dememek şartı ile hiçbir büyüklüğün kıyas olmayacağı idrak etmek için, kaba saba hakikat kıyası ile ve “geçmiş ümmetlerin helâkına sebeb Peygamberleri büyütürken hadlerini aşmış oldukları” ölçüsünü ezbere tekrarlamamak gerek… Meseleleri meselenin istediği seviyenin yüksek hadlerine ulaşarak konuşmak ve boyacı küpü lambur lumbur lâflardan kaçınmak lâzım… Bu çerçevede, O’na varislerin hâlini hayâl edebilmek; o hâyalin ufuksuz ufkunda O, O’nun ufuksuz ufkunda Allah… Hâyal yolundan; Herşeyin hakikatinin yapıldığı hayâl maddesinin topluluğu Allah’ın elinde ve ipin ucunda insan… Burada hâyalin insana bahşı, “müsbet hâyal kabiliyetinin, zekânın özü” olması; Hazret-i Ömer’in, “Aklı olanın dini de olur!” buyurması… Gerçek Veli’de tecelli eden, bağlı olduğu Peygamber’den hisse olarak, O’nundur; bağlılığın hakikatinde de, ona bağlılığın Peygamber’e ve Allah’a bağlılık olduğu, bunu kendi kalb hakikatinde “aksi kabil olmayan” vecd hâlinde yaşama var… Bize buları “söyleten” İslâm tefekkürü; hâlimizi izâh çetinliğinin geçtiği yollar bir misâl… Şimdi, FA’AL-Çok işleyen, çalışan: 181: FAAL-Kerem. Balta sapı... Halk arasında bir iş ve meslek sahibi olmaya “bir baltaya sap olmak” demeleri, eserin faaliyetten doğuşunu anlatır… Tuğra isim olan “Allah”, gayr-ı şahsî bir ilk illete değil, faale âittir; Allah’ın herşeyi var eden “Kün” emri –kelâm–, O’nun Kelîm (Konuşan) sıfatını gösteren değil mi? Kulda kelâmın, amel neticesi olması? Demek ki, Allah, bir ilk sebeb ve sebelerle mukayyed değildir; sebebler kuldur, Allah’ı nasıl tahdit edebilir? Bunun yanında, İlâhî ibda’da rastgelelik yoktur ve bu işin aslı da O’nda, bir sırdır… Allah’la kul arasında mesafe, “çok, çok uzak bir sebeb” şeklinde mesafe hükmüne giren bir şey değil; niçinine de kısaca değindik… Ayetlerle sabit: “Allah, kuluna şahdamarından daha yakındır”, İnsan’da bütün varlık için geçerli bir hakikatin beyanı. Diğeri: “Ne ki O sanırsın, O değildir!”, insanda bütün varlık için geçerli diğer bir hakikat… Herhalde anlaşıldı: “Herşey, O değil, O’ndandır; bu yüzden de O’dur!”… Uygur Lûgatı’nda, PUT-Ayak, bacak: 408: TEBAH-Fesada giriftar olmuş. Bozuk. Mahvolmuş… Put’un ve putlaştırmanın “âmel, iş, fiil, faaliyet”le ilgisi ortaya çıktı; yürüme, harekettir, iştir ve müsbete de menfiye de âittir… “Allah indinde din, İslâmdır”; burada kasıd, kulun amelleri ile tecelli eden, kurulanın Allah indinde makbullüğü ve rızasına uygunluğu yanında, gölgenin gölgesi olduğu ile var olması bakımından, kul amellerinin müsbet ve menfisi ile topyekün Allah dileğinde toplanmasıyla birliği çerçevesinde “teslim-esir-kul” anlamında İslâmdır. “Kötü sözler Allah’a ulaşmaz!” kasdı ve “Put” ilgisinde “mahvolma-yok olma” ilgisi bir arada, böyle… TABAN-Ayak, yol. (Taben: Akıllılık): 454: TAPAN-İbadet… “Kişi kendini bil-Rabbini bil!”; tek başına “kendini bilmek”, Rabbi bilmeye götürmez… Kendini bilmek, kendi kendinden ibaret kaldı mı, sırrı nefste “Rabbini bilmek” olmadığı için, “ben bilgisi” marifetine de girmez; en alâsı “varlık” değil, hiçlik ve yokluk’a çıkacaktır… Rabb bilgisi yerine, kendi o imiş gibi bir boşluk… En başta, onu yürüten AKIL… TABAN: Işıklı parlak. Parlayan güneş… Endonezya Mitolojisi’nden: Buta, kanca şeklinde dişleri olan kötü bir iblis olup, “Buta Cakil” ismiyle de bilinen… “İslâm, kalbin yoludur, akıl tahdit ile işi tek bir esasa bağladığından, kâfi gelmiyor!”; aklın, işi tahdit ile tek bir esasa bağlaması meselesi, oldukça sıradan. “Kalbin yolu”na gelince; izafîler dünyasında gezen aklında idrak edebildiği gibi, iş “Mutlak Fikrin Gerekliliği” ve ölçüleri zaruretine kadar gider… Veli sözü: “İki garip şey vardır. Biri, sefih kimseden çıkan hikmet sözü ki, onu kabul edin. Diğeri hakîm adamın sefih sözü ki, onu affedin; Zirâ, hiçbir hakîm yoktur ki, ayağı sürçmesin ve hiçbir hakîm yoktur ki bundan tecrübe sahibi olmasın!”… Bağlı akıl ölçüsü, Hazret-i Ömer’den: “Eğer ben görmediğimi aklımla bilemezsem, gördüğümü de bilemem!”… Yâni, bilinen ve bulunan aranır; sende olamayan bir şeyi tanımak üzere arayamazsın… Canım bir şey istiyor ama, ne? Onu yiyorum değil, bunu içiyorum değil, “hah! İşte bu!” hesabı… Sahibine bağlanmadığı zaman PUT, aklın yonttuğudur; inanılan kendidir… Burada “zihinde tecessüm eden suret” veya onun maddi nesne ve sembol hâlinde “müşahhaslaştırılması” şekilleri arasında, aslında bir fark yoktur; “kendi putunu kendi yapar, kendi tapar!” ifâdesi, bunu pek güzel anlatıyor… Duygu, düşünce ve irâdî FAALİYET; hangisi olursa olsun, Put ve puttan… İngilizce, PUT: Koymak, yerleştirmek, ifâde etmek… Kıpçak Lûgatı’nda PUT: Tapılan. Büt… Karaçay-Malkar Lûgatı’nda, BUT: Bacak… Ve, BUT: Kurd’un gizli adı, tabu. “Her devrin, hakikatin önüne engel tabularını hatırla!”… Fransızca, BUT: Hedef, amaç, gaye… Ve, BUTE’: İnatçı, dik kafalı… Portekiz Lûgatı’nda, PUTA: Fahişe. Haddi aşan… Hollanda Lûgatı’nda, PUT: Kuyu… PUT’un, yer yer hakikat ifâde ettiği, daha doğrusu “ıstıfa-seçme”ye girebileceği yerler var ki, Allah ve Resûlü’ne dair TEŞBİH ve TENZİH meselesi içinde bakmak gerek!

*

TEŞBİH-Benzetmek, benzetilmek, bir vasıfta vehmetmek: 717: CRESCENT-İngilizce, “Hilâl” ve “İslâmın sembolü” demek… İngilizce, SİMİLE-Teşbih. Benzerlik. Gibi. (Güneşe nisbetle Allah Sevgilisi’nin Ay’a ve Allah’ın Güneş’e teşbih edilmesi gibi): 151: MEHDÎ MUHAMMED. (Allah Sevgilisi)… MECAZ-Yerinden ve haddinden tecavüz etmek. Hududu aşmak. (Taşmak, aşmak, bir nehir suyunun yatağından taşması gibi, asıla nisbetle mecazı tariftir, asla bağlar. Meselelerin içyüzünü konuşurken bu husus, mecazın “hakikate köprü” mânâsında, tam yerine oturur ve “haddi aşmak” mânâsının menfiliğini hatırlatmaz. Put’un “mecaz” mânâsında, haddi aşmak meselesi, kendi kendinden ibret olanın, “İlâh ve Tabu” olmasıdır ki, “mahv”a yakıştırılan bir çelişki… Taşkından asla, asıldandır; “İnsan bir köprüdür Üstün İnsan”a gibi… Üstün İnsan, kulda Allah Sevgilisi, İlâh’ta Allah; Allah, İnsanın bâtınını bilinmez Zâtî sıfatlarından “Kendi sureti” üzere yaratmıştır… İnsan’dan muradı da Allah Sevgilisi’nde; her insanın meçhulü –insanî hakikati–, erildiği, yaşandığı her yerde, O’nun nefsinin bildiği yanında meçhulü, her iki bakımdan da O’nda tecelli edende; O, görülür, bilinmez, bilinmesi gerekendir ve O’nu bildikçe Rabb bilinir… Hani, Veli’nin, yemeğe besmele niyetine “Kâmil İnsanın adıyla” diye başlamasının buna işaret olması gibi… Mecaz’ın, meselâ Burçlarda Boğa ve Balık Burcu denmesi veya Hadîsler’de Dünya’ya nezaret iki meleğin Öküz ve Balık’a benzetilmesi gibi, sembol kullanımları da vardır): 51: MÜCEDDİD-Allah Sevgilisi’ne “Varis” olan. Yenileyen. Yenileyici… MİNYATÜR-Gölgesiz resim: 717: ŞEYLHİZ-Taşkın ve coşkun su… TASRAH-Bit. Karınca: 717: TASRİHÎ-Belirtmek. Sarih olarak anlatmak. Zâhir ve ayan kılmak. (Tasrih: 707: Fikir Kahramanı… Varis: 707: Hâl-i Siyah-Hindu, ben)… ŞEHRİYAR-Hükümdar. (Telegram: Zihin Kontrolü projesinin bir ismi… “Haberleşme aracı” anlamında telegram, Telegraf’ın da karşılığı; ve Telegraf’ın ebcedi, Şehriyar ile aynı… Telegram-ı sun’i Şaman marifetlerine benzetmem, onun onunla karşılaştırılması ve bu bakımından küçük kerametlere karışan “sahte keramet-istidraç” bahsini andırır işleri andırması, neticede de sahte ruhçuluğu –şaman ve benzeri– karşısındaki bu başarının, asıl ruhçuluğa ayan beyan yol açılması olduğunu, çeşitli vesilelerle anlattım… İslâm tefekkürü önünde, bir “madde-teknoloji” ile hesablaşma, ıstıfa ve nefy mevzuu; sadece bedene ve o yoldan beyin faaliyetine belâ… Bir yanda, Şamanlık, diğer yönde İslâm; “Tegram-zihin kontrolü” ve İslâm… Telegram hususunda anlattıklarımın içine girecek bir hâl tedaisi, Uygur Lûgatı’ndan, Puzur-Elektrik yükü, elektrik boşalması şeklinde düşünülen şaman ruhu: 221: Müslüman): 717: İSTİRHAN-Rehin alma veya rehin alınma.

*

TENZİH-Eksiklik ve kusur kondurmama, kusur ve kabahati yok etme. Allah’ın her türlü eksik ve noksandan uzak bulunduğuna inanma. (Kusur ve eksiklik, mahlûka mahsustur; ve kusur ve eksiklik izâfe edilen, yaratıcı olamaz, Allah değildir… Suret der demez, akla resim gelir; oysa suret, ruhun kendini ses, renk, kelâm ve bunların beş duyu öncesi ve sıfatları, kısaca “ruhun gölgeleri” şeklinde “tezahürleri” ile belli eden her şey için sözkonusudur. Resim de bunun içinde… Nasıl ki “aynada tecelli” deyince, bildiğimiz aynayı misâl alıyoruz; ve zât’ın “vücud” dışında “öz, asıl” mânâsı, sıfat ve fiiller kasdı da içinde… Gölge nasıl, asla bağlı tecelli olarak, hep asılı neyse ona nisbetle bir keyfiyet; bahsi içinde, “gölge”ye nisbetle “gölge” ki, nisbette olduğu ona göre asıl… Teşbihler, hedef ve gayede “konaklar-hanlar”dır, alınan menzilde tecelli eden-varanla var olandır; tenzih, onu basamak kılarak daha derine, tecrittir… Teşbih, tenzih eseri ve tenzih teşbihten ötesi için… Allah’ı her türlü vasıftan uzak ve kul haddine dair girişten arî bilmenin ifrat hâli, “tenzihte ifrat” olarak Nuh Aleyhisselâm’da tecelli eder; aynı tenzihin Aşk hâli de İbrahim Aleyhisselâm’da… Vahdet-i Vücud ve Vahdet-i Şuhud: Biri eserde, diğeri müessirde derinleşme… “Allah zuhurunun şiddetinden gaibtir”; perdelerde tecelli eden… “Allah, ötenin ötesinde, ötenin ötesinde ve ötelerin de ötesindendir”; Mutlak Tevhid mümkün değildir… Hem imkânsızlık, hem de “mümkün”ün hasrında olmama ifâdesi!): 472: BİST-Yirmi. (Ebcedi 20 olan kef harfi, Allah’ın “Şekûr-Hamid” ismi, Kürsî mertebesi ve Kamer menzillerinden “Nesre-Saçmak” ile ilgili… Zel-Bir harf. Allah’ın Müzil ismi, Hayvanlar mertebesi, Kamer menzillerinden “Mübarek. Derece almak. Mübarek yıldızlar” mertebesi ile ilgili: 731: Abdülhakîm Koltuğu… Fransızca, Cime-En üstün derece. Tepe, doruk. Sıfır, zirve, bit: 58: Macho-Portekiz Lûgatı’nda “Erkek hayvan” demek… Ezel, kul olmakla zelil kökünden gelir; hayvan, hayy-diri’den. Ve herşey kendi derecesinde diri. Zelillik, eksiklilik, kul vasfı. Dem, gözyaşı, bu şuurla hep nefsin Allah’ta gizlisine doğru tezkiye ve temizlenme işinde “tövbe ve istigfar”, hep Allah’ı “sena” ve tenzih hâli. Dem, maden-kan, nefes ve “ân –lâhza– vakit”… Allah Sevgilisi’nin, geceleri secdede duası: Allahım, senin gazabından, senin rızana sığınırım. Cezalandırmandan affına sığınırım. Başkasına değil, senden yine sana sığınırım. Seni senâ etmekten –övmekten– acizim; sen Yüce Zât’ını nasıl senâ ettinse öylesin!)… KÂİNAT-Var edilen şeylerin hepsi. Yaratılanlar. Mevcudat. Âlemler: 472: TIB’-Gölge. (Üstadım’ın Çile şiirinden: “Kaçır beni ahenk, al beni birlik / Artık barınamam gölge varlıkta / Ver cüceye onun olsun şâirlik / Şimdi gözüm büyük sanatkârlıkta!)

*

MAH-Ay. Kamer. (Kıpçak Lûgatı’nda, Mah: Dört nala gitmek… Mah: Şân, şöhret… Yine, Mah: Öç almak, hınç almak, intikam. “Nefy etmek”… Bir velinin, “Dünya’dan öç almadan gidersem, gözüm arkada kalır!” meâlinde bir sözü… Dünya’nın nefyi, nefsin o bakımdan iflası, safra atılması, tezkiyesi; ruhun yolu, hürriyetidir… İhlas: Samimiyet… İhlas: Muflis olma… Bu hikmet, İslâm’ın Dünya Nizâmı hususunda, onun teshirine girmek yerine, onun tam bir tasarruf ve hakimiyetine “Allah rızası ve Resûlü yolundan” erme şeklinde bir mânâya bürünür… Bâtınî yolda zâhirî cihad bir şuur, zâhirî yolda cihâd bâtınî mânâda bir şuur olarak mahfuzdur… Yengeç Burcu, –Seretan Burcu–, unsuru Su, tabiatı Soğuk ve Nemli, türü Önemli-Hareketli, yıldızı Ay, vücutta tesir yeri Göğüs-Karın, batn, cinsiyeti Dişi, simya’da Çözme-Dağıtma safhası… İngilizce, CRAB: Yengeç. Tenkid. Kritik etme. Kasık biti… İngilizce, CRABBY: Hafakanlı, huzursuz. Gamlı… Hafıkan: Hafakan. Huzursuz. Doğu ve Batı): 49: BİJL-Hollanda Lûgatı’nda, Balta. (Aliye-Alete mensub. Aletle alâkalı. Yemin etmek. “Aliyy, necib, büyük, meşhur”: 46: İlâhî… En başta Allah Sevgilisi, –Hazret-i İbrahim’i hatırla!–, İnsan’ın İlâhî bir balta, faal, işleyen, âlet oluşu böyle; “Allah nurunu tamamlayacaktır!” ölçüsünce, istese de istemese de Put kırandır. Biri Allah’ın rızası şuuruyla, diğerleri “birbirinin Putlarını kırarak”… Zarurî tekrar, Levha: 12 Kasım 1992… Rahmetli Adile teyzeme, “Hazret-i Ali’nin Hadîs’i” diye, bununla uygun düşen bir durum olarak yeni Hilâl’i elimde kılıç gibi tutarak anlatıyorum ve müthiş hislenip ağlayacak gibi oluyorum… Fely: Keskin kılıç. Şiirin ince mânâlarını çıkarmak. Bit toplamak… Telegram şahsında Teknik Putu ıstıfaya sunmam bir misâl)… ULGUZE-Bilmece. İngilizce “Bird, kuş”. Hayat, sır. (KKM’nin alt başlığı, Dünya Çapında Bir Hadise: 1053: Ahmed): 49: DEHÜM-Onuncu. (Mehdî’yi hâmil On Süvari’nin Onuncusu, Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri… Oniki: On-İki… Dü-İki: 10: Baz-“Yeniden oynatan, geri ve arka tarafa doğru”, ircâ eden. “BD-İBDA”… Dehüm Dü-Oniki: 59: Mehdî… On-İkî: 10+10: Kef harfinin ebcedi. Kürsî mertebesi-Abdülhakîm Koltuğu)

*

TEŞBİH ve TENZİH’te ufuk ifâde, Mevlâna Celâleddin-i Rûmî Hazretleri’nden: “Allah, Peygamber Mustafa’nın suretinde göründü; o suret, suretin yok oluşudur!”… Şeyhlerin putlaştırılması meselesine gelince, YAŞAMAYI DENEME isimli romanımın kahramanı KİM’den: “Gözden mahrumluk, gösterdiğinden de mahrumluk değil mi?”
 

Baran Dergisi 400. Sayı