LEVHA: 23 Mart 1988… Üstadım, yatar vaziyette yatakta… Bir metre mesafeden sadece çehresine ve yüzündeki çizgilere bakıyorum… Kendisiyle mülâkat yapan birine, TOPÇU ile ilgili, “Nureddin Topçu, meselâ bir cenaze oldu mu, eh ne yapalım ölmüş, hasta oldu mu, oldu-olacak, der, istemezse gitmezdi! Böyle sahici yönleri vardı, hatır için filân riyâ yapmazdı!” diyor… Üstadım’ın kaşlarının arasından itibaren burnunun üzerine sürülmüş gibi parlayan beyazlığa dikkat ediyorum!
*
YATMAK-(Bu kelimenin herkesçe bilinen mânâsı yerine, kullanım şekillerinden birkaçını hatırlatmak daha iyi: “Aklın yatması, kabul etmesi”… İşin olmaması: “İş yattı”… Boşuboşuna beklemek: “Orada mal yatıyor!”… Rahat etmek, keyfi yerinde olmak: “Oh! Sırtüstü yatarsın!”… Eğilmek: Yan yatmak): 552: İKTİNA’-Sermaye vermek. Tuzak kurup avlanma. Çalışarak kazanma. Başlama. (Kârı tamamen kendisine âit olmak üzere birine sermaye verme: İBDA… Tuzak, tam tasarrufa uygun hâle getirmek üzere avlama, “bilmece” ki, Takdim yazım; Üstadım yönümden şu, benim yönümden bu olan “hile”… Ondan bir mısra: “Avcı yenik şikâre!”… Şikârın avcı olduğu yerde, onun içyüz ve kimliğine âit hikmetlerin beyanı sözkonusudur… Allah ve Resûlü’ne kadar uzanan bir dava: Alınan sermaye… Başlangıç öyle, yol böyle!)… İTİKAS-Tersine dönme, akislenme: 552: MUKTEDA-BİH-“Kendisine uyulan”… MUHADDES-Her zann ve feraseti isabetli olan. Şekk derin olmuş, yapışmış. Sadık-ül hads olmuş kimse. Nakil ve rivayet edilmiş. Tahdis edilmiş, şükranla bildirilmiş. (Kürsî bahsini ve Abdülhakîm Koltuğu’nu hatırlayınız!): 552: İ’TİLÂN-Aşikâr ve meydanda olma, meydana çıkma. İlân olunma… MAALİYAT-İnsan aklının yetişemediği veya zor yetiştiği yüksek fikir ve derin bilgiler: 552: İNŞAR-Ölüyü diriltme. (Nur. Hayat. İlim. Su)… İNŞİKAK-İkiye ayrılma. Çatlama. “Delinme. İşi sıkı tutma. İşi halletme”. (Büyük Doğu-İBDA): 552: MEVKUT-Vakti belli olan.
*
ESÎR-Çizme. İşaretleme. Şekil çizme. (Kef: Yüz, alın ve avuç içinde olan çizğiler. Alınyazısı. Su yüzündeki kabarcıklar. Nasslar): 711: AZİYY-Deniz dalgası… ESİR-Birbirine yakın olmak. Mütekarib: 300: FİKR. “Resim. Çizgi. Şekil veren. Akarsu. Heba”… ESİR-Bütün kâinatta bulunan ve her yeri kaplayan lâtif madde: 711: CAZİBE-Çekme kuvveti… KUVVE-İ Tahayyül: 711: İBRAHİM Kassaroğlu… HANSA-Sırtlan. Kan. Yapışan: 711: HİLÂF-Karşısında duran. Akseden… KASAH-Sırtlan: 169: KUST-Topalak otu. Suadî… ABDÜLHAMÎD-Arş ehli arasında Allah Sevgilisi’nin ismi. Osmanlı Tarihimizde, ismi hemen Üstadım’ı hatırlatan “Cennetmekân Abdülhamîd Han”ı hatırla: 169: KIST-Hisse. Nasib. Mizân. Parça parça verilen hediye. Adalet etmek… MUSTAKA-Sakız. Alak. Yapışan. “Oku!”: 169: RAHMAN Suresi, 19 ve 20. âyetler… MUHYİDDİN-İ Arabî’nin doğumu: 1169: HAK-BİN. “Hakkı gören. Hak veren”… Harita yüzlü adam, Üstadım, bütün bunlar onun çehresinde, veçhesinde, kaderinin ayânında, tarihinde… ESİR-Kul. Köle. Teslim olan. Mahzum: 271: KÜRAN-Al renkli at… ESERE-En güzel eşyayı kendisine ayıran: 706: FİKİR Kahramanı.
*
NUREDDİN-Dinin nuru. Nurlu: 321: ÇARENUS-Alınyazısı. Kader… GUSTO Müslüman: 322= 1321: KURTUBÎ-Hâlid bin Velid Hazretleri’nin kılıcının ismi. “Kalem”. (Fely: Keskin kılıç. Şiirin ince mânâlarını çıkarmak. Bit ayıklamak. Zirvelerden toplamak)… MURAÎ-Riayet eden. Bakıp gözeten: 321: MİRZABEYOĞLU… TOPÇU: 417: NECİB Fazıl Kısakürek… NUREDDİN Topçu: 738: HALİD Bin Velid… DERSAADET-İstanbul’un eski ismi: 739: METRİS Cezaevi… NUREDDİN (Şehid)-Halid bin Velid Hazretleri’nin torunlarından biri: 640: HULUD-Ebedîlik. Bir şey aslî hâleti üzere devam etmek… HAYL-At. At sürüsü. Zümre. Düşünmek. Hıfzetmek: (Halid bin Velid Hazretleri’nin atının ismi “Iyar”… Ayar: Değer biçme… A’yar: Eşekler… Ahkab: Yabanî eşek… Ahkab: Uzun zamanlar… Mishel: Yabanî eşek. Dil): 640: MUHH-İlik. Beyin. Cevher. (Beyin: 62: Medih-Methedmeye mevzu olan şey… Mehdî: 62: Mütefekkir Mirzabeyoğlu): 640: HALİDE-Halid’in müennesi. Hâleti kabul eden… (Yevmiye: “Efendi Hazretleri, hiç öyle lüzumsuz hatır gönül diye bakmadan, yüzüne karşı söylerdi. Bir gün yanımızda Burhan Toprak vardı, ona, görüyorsun ki senin nasibin yok dedi!”… Kalbten geçeni, onu bilen… Hakikatin hatırını dostun hatırından üstün gören… Karşısındakini oyalamadan nasibi üzerinde bir işten ahiretini kazanmaya sevkeden bir mizaç… Aynen Üstadım… Onun rüyâda bana Nureddin Topçu’dan aktardığı, doğrudan kendisidir!)… ÜSTAD: 465: MAHZUMOĞLU Nureddin.
*
CENAZE: 66: NEVA-Bir yerden bir yere nakletmek… SEHA-Büyük cüsseli. Nefs. Ebed. (Seha-Beyin zarı… Hazret-i Ömer: “Aklı olanın dini de olur!”… Din, her ne olursa, insan için… “Her nefs ölümü tadacaktır”; her akıl sahibi… Ölüm, akla yokluk şeklinde hitab eder; ölünce ruhla bir olan kalır - ruhun bir ismi de “akl”… Küll-i Ruh - Küll-i Akıl): 66: NEVÎ-Yenilik. (Ölü, Allah’ın razı olmadığı hiçbir şeye razı olmaz; mutlak teslim ve nasibi olan hayatta. Allah küfre razı değildir, ama yaratmıştır; herşeyi kuşatan ve “gazabını geçen” rahmeti gereği varlığa çıkması, yaratılması gerçekleşmiş kötülükler cümlesinden… İnsan, iradesi, hürriyeti ve mesuliyeti ile onu kazanır ve “tadan-yaşamaya devam eden” nefs olarak karşılığını ahirette bulmak üzere; orada Hakk, Hakedilen üzerine kaimliği ile herkesin bileceği şekilde görünür!)… DAHM-İri, büyük, kocaman cüsseli: 1440= 441: KISAKÜREK… KABR. (Dahme-Mezar türbe: 649: Hatm-İnsan veya hayvan burnu. Kuş gagası… Halide-Saplanmış, dürterek bastırılmış: 649: Halît-Şerik, ortak. Karışmış… Tefelsüf-Felyesoflaşmak: 649: Mehd-i Muntazır.): 302: MİRZABEYOĞLU.
*
ENF-Burun. Bir şeyin ucu, “bit”, yahud öncesi “nokta” ve en şiddetlisi. Bir şeyin sivri yeri. Bir şeyin en şerefli yeri. “Kenar. Kuşatan. Sahil”: 131: KALE-Dedi. O söyledi… ESVEDEYN-İki siyah mânâsına yılanla akreb için kullanılır. “Üstadım ve Ben”. (Akreb, “zehir-yokluk”, “yılan-hayat”; her gıdayı zehirden ayıranın bünye miyarı doz olması, zehrin “hayat verici” olarak zâhir olmasıdır. Yılan da, “zehir” ve “kesip bitiştiren terzi” sıfatıyla öz ve şekil veren “hayat” ki, objeleştirilemez ve nesneleştirilemez ama tesirlerinden bilinir oluşuyla yine mahiyeti kendinde “yokluktan varlık kasdı”nın remzi. “Ölüm, akla yokluk şeklinde hitab eder!”; şu görünür âlemde herşey, bütün “canlı ve cansız” nitelemeleri, aklî kategorize etmeler, aslında her varlıkta ona mahsus görünen bu “yokluk-hayat” birliğindendir, yâni melekuttan… MELEKUT-Her şeyin kendi mertebesinde ona uygun hakikati, ruhu, canı. Tam bir saltanatla İlâhî müessiriyetin saltanatı, hâkimiyeti, esrarı. Bir şeyin içyüzü. Halife insan, bu içyüzün temsilcisidir, hükümdardır: 596: TEVFİK-Uygun düşürme. Muvafık kılma… Eskişehir-“Eski şehir”: “Abdülhakîm Koltuğu’nun yan mermerlerinden birinde Bursa ve öbüründe Eskişehir yazılı oluşunu hatırla”: 596: Müsennah-Kat kat olmuş, ikiye bölünmüş… Yevmiye: Üstadım’ın rüyada Efendi Hazretleri’nin yüzünde “ben” görmesi ve onun yakınlarından Tevfik Bey’e telefonla bildirmesi… “Seni ehl-i beyti kabul ediyor; Nebi ehlinin en yakınının en yakını. Tebrik ediyorum dedi! Korkunç rüyâ tâbir eder!”… Demek ki, Tevfik Bey, devamlı görüştüğü, hâlinin sırdaşlarından biri… Sadakat-Dostluk, vefalılık: 596: Şerife-Şerefli, mübarek. Peygamber soyundan ve Hazret-i Hüseyin neslinden gelen… Tevfik-Bir kimsenin koluna bilezik, kelepçe takmak. Bağlamak. “Mahzum’un, burna takılı halka oluşunu ve her delinmiş nesne mânâsını hatırla”: 596: Takfiye-Birinin ardınca olmak. Kafiye. Uyum… Menşur-Sultan Fermanı. Bayrak. Pirizma. Herkese ilân olunmuş. Neşrolunmuş: 596: Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu.)
 
ÖLÜM
(RESULULLAHA HAT)
 
LEVHA: 27 Haziran 1987… ŞERİF Muammer’in ölmüş olduğu haberini alıyorum… Sonra, muazzam kalabalık olan bir câmi avlusunda tabutu… Cenazesini bizim çocuklara kaldırtmayı düşünüyorum… Sonra, Faik Erdiş’in “nasıl olsa biz de öleceğiz!” gibi bir ukalâlıkla benim ağlayışımı anlamamasına kızıyorum… Bir yumruk, bir yumruk, bir yumruk daha vuruyorum ve “anlamıyorsun değil mi?” diyorum… Eve döndüğümüzde, Şerif Muammer de geliyor ve bana, “ne ulan, beni öldüm mü sandın!” diye lâtife ediyor… Ölmemiş… Sevinçle boynuna atılıyorum ve yanağını öpüyorum; sonra ayaklarını… Sevinçten ağlıyorum ve sümüğüm akıyor!
*
ŞERİF Muammer Erdiş. (31 Ağustos 2012’de vefat etti): 1451: TAHTİM-Tamamlama. Mühürleme… ŞERİF Muammer Mirzabeyoğlu: 1945: MAHZUMOĞULLARI. (Halid bin Velid Hazretleri’nin mensub olduğu Kureyş’in bir kabilesi)… AHMED-İ Farukî-“Nesebi Hazret-i Ömer’e erişir”. (Nesebi Hazret-i Osman’a erişen MEVLÂNA Hâlid Hazretleri’nin Farisî Divanı’ndan: Rabbim; / O sonsuzluk yolcusu, / İlim sahiblerine baş, / Gözle görülmez, akılla erilmez sırlar kaynağı, / İnsanların anlayamadığı, ancak senin bildiğin büyüklerin mazharı, / Köpüren, dalgalanan, yükselen mânâlar deryası, / Maddesizlik, mekânsızlık âleminin şâhı, / Nuriyle Hind illerini ışıldatan, / Serhend beldesini, MUSA Peygamber’e Allah Kelâmı’nın indiği şerefli vâdiye çeviren, / SEVGİLİ’nin getirdiği dinin ululuğuna sened, / Dibsiz görüş meclisinin ışığı, / Hayâl uçmaz yüksekliklere ulaşan, / Dinî bütünler ordusunun başbuğu ve eteğindekileri oraya çeken, / AHMED-İ Farukî’nin gözleri nuru hürmetine beni affet!): 450: ABDÜLHAKÎM. “Büyük ebcedle”. (Nesebi Hazret-i Hüseyin’e dayanır)… TAMMAT-Kıyamet. Son. Netice. Keskin çığlık: 451: SALİH Mirzabeyoğlu.
*
FAİK Erdiş: 687: KUSTO Nakşbend… İSTİKARE-Yükleri sırtına alıp götürme. Hızlı hızlı yürüme: 687: TA’ZİR-Siyaset. Tazim. Temizlemek ve hürmet etmek. Tehdit. (Hakkında muayyen bir şer’i ceza-karşılık olmayan hususlarda ulülemr veya vekili tarafından tatbik edilen cezalar hakkında kullanılır bir ıstılahtır)… BEFTERE-Avcılar tarafından kullanılan kuş: 687: TEVAFÜR-Artma, çoğalma. “Fazl”… MUŞT-Yumruk: 740: TENASÜR-Yardımlaşma. Haberler birbirini tâkib etme… TE’SİR-Ateşi yakıp alevlendirme. Kıymet ve değer koyma: 740: MÜTEFEKKİR.
*
AKAB-Topuk. Ökçe. Bir şeyin hemen arkası. Bir şeyin gerisinde olan zaman veya mekân. Adamın evlâdı. (Akabe: Bâdire. Sarp ve çıkılması müşkül yokuş. Tehlikeli geçit. Dar ve iki tarafı pusu yeri olan boğaz. Hastalığın veya başka bir hâlin en tehlikeli ve korkulur süresi… Akabe biati: Nübüvvet’in 11. senesinde Mekke’nin dışındaki Akabe denilen yerde Medine ahalisinden bir cemaatin, Allah Sevgilisi ile görüşüp İslâmı kabul etmesi ve biat akdetmesi… Nübüvvet, Milâdî: 612: Derviş Muhammed): 172: ESMA’-Kulaklar, işitmeler. (Halid bin Velid: 737: Usmuh-Kulak. Kulak deliği)… MUKALLİB-Başka tavra çeviren: 172: MEHDÎ Salih İzzet Erdiş.
*
MUHAT-Burundan akan sümük. Sümük gibi ve yapışkan nesne. “Şekk derin. Kat’i bilen”: 650: MÜTEAMMİK-Derinleşen, derine giden. (Sümuk: Yüce olmak, yükselmek. Uzamak)… MÜRG-Sümük. Yapışan, ayn olan. “İşi sıkı tutan”: 260: MERG-Ölüm, mevt. Nüfuz etmek, içine işlemek. Kazımak, hakketmek, hatt çizmek. Koparmak. “Cazz kat”… MERG-Çayır. Sebze. “Rüyâ, hayâl. Yeşillik”: 1240: MÜRG-Merg. Kuş. “Can”… MÜRG-AB-“Su kuşu. Kurbağa. Parlaklık. Dilşâd olmak.”: 1243: MEREC-Serbest bırakmak, salıvermek. Suyun bayırdan akması misâl, mecburi olmak, bu mânâda karar bulmamak ve kararsız olmak. Hayvan’ın-hayatın salındığı toprak… CÜRM-Hatâ. Kıyam. Kusur. Arıza. “Ariz. Sunma”: 243: İCAZKÂR-İcaz almış. Müsaadeli. Kısa ifâdelerle çok şey anlatmak… MAGRİB-Garb. Batı. Gözyaşı. Akşam vakti. Siyah. Meyletmek, eğilmek: 1242= 243: MERD-İnsan. Kabul edici nefs… MÜRD-Yüzünde hatlar henüz belirmemiş genç. Sakalı henüz belirmemiş yiğitler: 244: MERD-Silmek. Meshetmek. Emmek. (Nefs tezkiyesi gerçekleştikçe, kalb aynası temizlendikçe, tecelli güneşini alıcılığı çoğalmak!)… REDM-Büyük set: 244: MÜRD-Ölmüş, ölü.
*
(LEVHA: 12 Ocak 1984… Bir yazı yazıyorum ve onu okuyarak gayet net düşünüp mütalaâ ediyorum… Sayfa üzerinde, bir kısmın üste girmesine dair çizgiyle işaret… Tam burada SULTAN Ahmed diye doğuyor; ve kemer şeklinde pencere veya duvarda, bir kemer görüyorum!)… KEMER-Yay gibi eğik olan ve Osmanlı Mimarisi misâl, pencere üstü, sütunların birbirine bağlanışı ve üzerine duvar örgüsü yapmaya yarayan, alttan üste doğru binanın kısım ve katlarına geçişte faydalanılan, mimaride zaruret veya still-tarza mevzu şekil. Vücutta bel kısmı: 260: SİRR-El ayası ve alında olan hatlar. Zikir. Gizli nesne. En faziletli. (Hayat ağacının kökü)… DERUN-İç taraf. Kalb: 260: MERG-Ölüm… İCAD-Kapı ve pencere üzerinde olan kemer: 9: İBDA… İCAD-Vücuda getirmek. Yeniden birşey yapmak: 19: VÂHİD-Bir, bir tek, biricik. Ferid. Allah. (Vahîd: Allah Sevgilisi)… İCADE-İyi yapma, iyi işleme: 14: TA-HA. (Huruf-u mukattaadandır. Allah Sevgilisi’nin bir ismi de Taha)… VECH-Yüz. Suret. Çehre. Tarz, üslûb. Engare. History. Tarih. Herşeyin karşısına gelen ve karşısında olan. “Her yerde olan”. Sebeb. Bir şeyin nefsi ve zâtı: 14: SALİH Mirzabeyoğlu… MUCİD-Yeni birşey icâd eden: 53: AHMED-(Allah Resûlü’nün “pek çok övülen” mânâsında ismi)… MÜCİDD-Ölüm. Hazır. İyi edici olan: 57: MECİD-Azametli. Şerefli. Galib. (Mecid-Allah’ın “zât şerefine sahib” anlamında, 99 güzel isminden biri.)
 
“KARINCAYIZ AMMA…”
 
MATLA’ Beyit: Za’fımız hatt-ı leb-i cânân-veş ünvandır bize / Muruz amma iltifat eden Süleyman’dır bize —(Şeyh Galib)… “Zaafımız ve eksikliğimiz, cânânın dudağındaki hatları gibi, ünvandır bize — Karıncayız ama iltifat eden Süleyman’dır bize!”
*
HATT-I leb-i Canan, eskiden ergin yaşa gelmiş genç kızların dudağında süsü olarak kabul ve “ayva tüyü” tabir edilen tüylerdir; dudak üzerindeki hatt, hürmet edilen yazının o tüylerin “miv-tüy, kıl, mi’ve-meyve” olmasına ve “şiir, şiar, ölüm” olgunluğu belirtmesine nazaran, kendisinin “nefsin kaderi”ne çıkan mânâsıyla örtüşüyor… Erkeklerde de, “bıyık terlemesi” şeklinde bir tâbirle, gerçekte veya mecazen gençlik; mecazî gençlik, içyüzde Sokrat’ın dediği gibi “beden ihtiyarlarken, ruh olgunlaşır ve gençleşir” hakikatine döner - bu takdirde “hürmete değer zatlar”da, ruh tasvirine mevzudur… Diğer taraftan, kısaca “bıyık”; bunu tarif lüzumsuz, yalnızca kullanıldığı yerlerden “asma, sarmaşık gibi bitkilerde sarılıp tutunmaya yarayan şekilde uzayan sürgün”, davet ettiği zenginlikler bakımından mühim - “nurbat, piç-a-piç, bulut, sahil”… Bu ifâde imkânını insan bıyığına tatbik ettiğimizde, “vücut aslına benzememesi bakımından bu piç-a-piç, kıl-tüy”, bir “sırlaşma” remzine girer - aynı sırada, “saç, sakal” vesaire… FUZULÎ’nin, “cânan” ister “sevdiği kız ve kadın”, ister “şeyhi”, ister “ledünnî” bir sarkışta Süleyman Aleyhisselâm’da tecelli eden “Allah’ın kulun zikrini kendi nefsine vacib kılması” kasdı olsun, “veş-gibi” lâfıyla nefsini belirttiğine göre, demek ki bıyıktan bahsediyor; işaretlediğimiz hususların hepsine bakar bir beyit!
*
LEB-Dudak. Şefe. Kenar. Sahil. Kıyı: 32: LEBB-Vâcib olmak. Lâzım olmak. Akıllı olmak… (Dudak, “lebaleb-ağız ağıza” tâbirinde olduğu gibi, BERZAH’ta Hakk ve Kul, Hakk’ın Hakla karşılaşması, insan cihetinden varlığın varlıkla idraki, birbirinin kabulü, kulun zikrine Allah’ın cevabı, O’nun emrini kulun işitmesi vesaire şeklinde, daha önceki nüshalarda ŞEFE-Dudak hususunda işaretlediğimiz sair şeylerle beraber düşünülmelidir!)… PÜL-Köprü. Berzah: 32= 1031: KİYYA-Sakız. Yapışmak. “Okumak. Zikretmek”… HATT-I Leb: 641: HALİDE-Halid’in müennesidir. Nefste duyulan “ebedilik, bir şey aslî hâleti üzere daim olmak” mânâsı. (Matlâ Beyt’in ikinci mısraında “muruz-karıncayız amma” denmesi, Süleyman Aleyhisselâm veya O’na nisbetle şeyhin kasdedildiğini gösteriyor. Karıncanın “atom, pire, bit, zirve” nitelemesi de, bir efelenme üslubunca, “Allah’ın çekilmiş kılıcı” HALİD Bin Velid Hazretleri’nin künyesinin “Ebu Süleyman-Horoz” olması bakımından, ona benzer olma iftiharına; ÜSTADIM’ın, “her Sahabî kılıcını şiir kınında saklar” demesi hatırda, O’nun bâtınında tecelli eden hikmeti bir ilhâm olarak “bende O” diye HALİDE’nin karşılığından gösterebilirken, ŞEYH Galib’in buna temas etmemiş olması düşünülemez: “Bir şey aslî hâleti üzere daim olmak!”… İSLÂM!)… MER’ET-Kadın. Zen: 641: MİR’AT-Ayna. Ayine. Meşhur bir cins lâle… HAYÂL: 641: HAYYAL-AT terbiyecisi. Feraset kazandıran, fikir kazandıran… TAMİR-Hurması olan kişi. “Onarmak”. (Kalb, sürekli olarak yeniyi alabilici olmak yönünden daima “yeni düzen” için meramında “tamiri gereken”dir. HAYAL karşılığı “veli” de, o, yetiştirici olarak “kırık kabı” tâmir eden!): 641: MERRAT-Kerrat. Kerreler. Birçok def’alar. (Rüyâda gelen mânâ: “21 kere yaz, şehid mi ne olursun!”… 21 kere 21: 441: Kısakürek)… MÜRETTEB-Tertib olunmuş, dizilmiş, yerli yerine konulmuş. Tâyin edilmiş. Bir şey için, bir yer için ayrılmış. Sonradan kurulmuş: 612: EMARET-Emirlik. Bir emir veya bey, yahud mirza idaresinde olan memleket. (MUSA Bey’in 10 vilâyetin mirliğine getirildiği hususundaki rüyâ hatırda-hatırla!)
*
MATLA’ Beyit: Hat-ı ruhsârın eder lûtfde reyhan ile bahs / Hüsn-ü sûretde cemâlin gül-i handân ile bahs —(Fuzûlî)… “Çehrenin ayva tüyleri eder lütufta reyhan ile — suret güzelliğinde de yüzünün güzelliği gülen gülle bahse girişir”; üstünlük hususunda!
*
HATT-I Ruhsar-“dudak üzerinde beliren ayva tüyleri” denilen: 670: SİRET-Bir kimsenin içi, hâli, ahlâkı. İnsanın tutmuş olduğu manevî yol… “İlim taşkınlığı-aşkınlığı” gibi bir “şiir idrakı” tarifine çıkan ebced tevafuku, hem “hatt-ı ruhsar”ın terkibi mânâsını hem de bunun ŞEYH Galib’in MATLA’ Beyti’ni zenginleştirmesini kapsıyor… BERCESTE-Sağlam ve lâtif. Seçme. Zahmetsizce hatıra geliveren çok kıymetli söz. Bir gazelde en kıymetli beyit: 670: TÜR’A-Kanallar. Suyun taştığı yerler… Su: Hayat, ilim… İSTİHKAK-Hak edilen. Hakkını istemek. Hakkını almak: 670: ITER-Nesiller, akrabalar. (Dış yüzde veya mânâda)… HILM-Dost. (Hilm: Doğuştan huy yumuşaklığı. Vakar ve sükun. Şiddete tahammül… Üstadım’ın dedesinin ismi; onun hâkîm olduğu ve Üstadım’ın onu ne kadar çok sevdiği malûm… Hilm, hakîm ve İBDA’nın ebcedi, 78 olarak aynı!): 670: HİNK-Kır at. “Meleklerin atları”. (Murad. Mürid. Fikir adamı)… Aynı ebcedle, HUNÜK: “Ne güzel, ne hoş, ne mutlu!”
*
RUHSAR-Çehre. Ruh: 1061: BÜYÜK Doğu… MEHDÎ: 62: MÜTEFEKKİR Mirzabeyoğlu.
*
REYHAN-Hoş güzel koku. Rızık ve maişet, rahmet. Fesleğen denilen kokulu ot: 269: SETR-Hat. Saf. Yazmak… RATS-El ayasıyla vurmak. “Kaderin sillesi”. (Muşt-Vurmak: 740: Mütefekkir): 269: RUZANE-Gündelik. Yevmiye… MÜDRİKE-İdrak kuvveti. Akıl. Anlayış kabiliyeti: 261: İSTİZAE-Işıklanma, aydınlanma, nurlanma… HÂRİS-Muhafız. Gözcü. Himaye eden. Bekleyen: 261: MAHMUD Ustaosmanoğlu. (Meşhur Nakşî şeyhi.)
 
KUSTO-HALİDÎ
 
LEVHA: 3 Ağustos 1993… Gazeteden kestiğim bir makalenin ilk paragrafını sesli okurken, ateşli bir şekilde tenkidini yapıyorum… İkinci paragrafa geçerken, Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’ni, elindeki bir gazete parçasını –ki külâha benziyordu– parmaklarıyla karıştırır gibi görüyorum… Külâhta ve parmaklarının arasında, çiçek tohumu gibi “kust otu” varmış!
*
MAKALE-Kelâm. Söyleme. Söyleyiş. Nutuk. Bir bahsin kaleme alınışı: 176: MUAYENE-Zâhir ve aşikâre olmak, belli olmak. Gözden geçirme, yoklama, kontrol etme… EFLÂTUN: 176: MİKVEL-Lisân, dil… MEKFUL-Kefil olmuş veya kefil olunmuş: 176: VASIF… MÜLAMESE-Yapışmak: 176: İSTİHVAZ-Zafer kazanma… KUSTO: 175: MEHDÎ Salih İzzet Erdiş.
*
VASSAF-Vasfeden: 177: HACE Ubeydullah Ahrar. (Zâhirde bir işle meşgul olurken, “ona gelen ona da gelir”, yanında çalışan müridlerini bu yoldan yetiştiren. Hepsi tasarrufu altında, yalnız “cuyibar” isimli tarlasında 3 bin işçi… Buyuruyor: Ben her yıl SULTAN Ahmed Mirza divanına tarlalarımın mahsulü için yüzbinlerce batman öşür veririm!)… MİHLAK-Ustura. Musa: 178: MAKLUB-Altı üstüne çevrilmiş. Ters döndürülmüş. “Başı sonda, sonu başta”. Harfleri tersinden okunduğu zaman yine aynı olan kelime veya cümle… KÜLÂH-Takke, kalpak, kab. Huni: 56: MÜBDİ’-Gizli sırları açıklayan. Herşeyi hiçten halkeden. Başlayan… İDAM-Islah etmek. Muvafık kılmak, uygun yapmak. Devam etmek: 56: YEVM-“Halihazır”. Gün. Sene. Asır. Devir. Devre… HÂLÛK-İyi huylu. Güzel ahlâklı. (KÜLAH’ın tersinden okunuşu): 736: HALİD Bin Velid.
*
TAL’: Tomurcuk. Miktar. Çiçeklerin üremelerine sebeb tohumları… TAL’A: Görmek… TALA’: Şahıs… TALİ: Doğan. Kader, kısmet. Yeni hilâl… TALİ: Tilâvet eden, okuyan: 441: KISAKÜREK… TALİA: Casus. Hafiye. Nişâncı. Rehber, kılavuz. Asker önünden giden tabur… TALİA-Ufuktan görünen.
*
SULTAN Ahmed Mirza: 461: KATİM-Sır saklayan kimse. Sırlı… SETE’-Bezin hatası. “Arıza. Arize. Arz. Sunma”: 461: İTTİTAN-Vatan edinme… TANZİR-Tazeleştirme. Tazelendirme: 461: MÜTEDAVÎ-Kendi kendine ilaç yapan. Tedavi eden.  


Baran Dergisi 296. Sayı