LEVHA: 21-22 veya 23 Temmuz’da, Mahmud Efendi Hazretleri’nin bağlısı ve Kurslarından birinde Hocalık yapan FATMA Günaydın Hanım’ın UMRE’de gördüğü rüyâ, nasıl icâb ediyorsa öyle, “kelimeyi ruh bilen” anlayışla tâbir olarak verilmesi gerekendi, öyle yaptım!..
*
GÜNAYDIN: KÜN AYDIN… “Kün-Ol” emri, bu malûm; ve “Gün aydın-Kün aydın”… Yevm: Gün. Gece ve gündüz… Meryem anamızın kabul ettiği “Allah’ın kelimesi”ni getiren Cebrail Aleyhisselâm, topyekün varlık gibi “Muhammedî Nur”dan taksimle bir hisseden yaratılmıştır. Meryem Anamızdan doğan İsâ Aleyhisselâm, bilindiği üzere babasız Hak Peygamber; Allah’ın kelimesinden, ruhundan… Mustafa da, “Seçilmiş, ıstıfa edilmiş, güzide, has” mânâsında, Allah Sevgilisi’nin bir ismi… Ve Kün’ün “Aydın, zâhir” oluşu, Arş da O’nun nurundan yaratılan… Betül: Saf, temiz. Hazret-i Meryem ve Fatımatüzzehra’nın bir sıfatı… PERUK-Takma saç. Tutturulmuş saç: 309: SERLEVHA-Yazıda başlık. (KKM)… MUŞT-Tarak. Bulutların bir yerde toplanması. Aynı cinsten olan şeylerden, bazısının bazısının üstünde olması. (Saç. Sır. Nün… “Meryem Ana’nın başındaki takma saç, Kumandan’ın saçı imiş!”; saçı tararken düşenler hakkında “Kumandan’ın sırrı” diyen Muhammed “Mustafa” Aleyhissalâtü vesselâm…  Allah’tan geleni kabul edenin sırrına tutturulmuş sır… Muşt-Avuç. Yumruk: 740: Mütefekkir): 349: MEŞHED-Bir kimsenin şehid düştüğü yer. Şehîdler mezarlığı. İnsanların cemaat olarak hazır olacakları yer… HAŞ-Kalb: 309: HURUFİYE-Harfler ilmi, Berzah ilmi… KURTA-Küpe. “Nasihat”. (Hadîs: Din nasihattir… Hazret-i Ali: Din edeb demektir… Edeb de hadlere riayet… Hadlerine riayet edilmeyen ne maddî ne de mânevî hiçbir şey vücut bulmaz!): 309: HARIK-Yakan, yakıcı. Yanan, tutuşan. (Uygur Lûgatı’ndan iki kelime, Yak-Taraf, yön, cihet: 111: Yak-Yok… Aynı ebcedle, Elf-Elif, bütün varlık mânâlarının kalbedileceği –kurban edileceği– mihrak!)… ARVASÎ: 308: BEDREKA-Mürşid. Allah yolu. Kılavuz… ZERRAK-İki yüzlü balta. “İki yüzlü tâbir. İki yüzlü put kıran. İki yüzlü faaliyet”: 308: ASHAB-I Bedr.
*
Bir Not: Hadîs’te, “Fatıma benden bir parçadır!” buyuruluyor… Veli: Parça, nurda, hisse demektir ki, bütünü ifâde eder; yâni, Fatıma benim kâmil bir parçam demek, kâmil hissem demektir ki, kastedilen, “benim hükmümdedir!”… Ve âyet meâli: Allah, ruhu dilediğinden kullarına ilka eder.
*
Müjde içinde müjde: Bolu Cezaevi’nden tahliye oluşum 22 Temmuz, rüyâ da… Müjde içinde müjde!
 
BD-İBDA
(EKOL ÇEKİRDEKLERİ)
 
Levha: 20 Mart 1986… Üstadım’ı görüyorum… Sonra, biri bana, “senin yatağın çekirdek dolu!” diyor… Yataktan kalkmışım ve çekirdek de kabak çekirdeği… Sonra, “Üstad da öyle dedi!” diye ekliyor!
*
YATAK-Döşek, beşik. (Nat’-Sahtiyan döşek. Zâhir olmak, aşikâre olmak, görünmek: 129: Salih… Ali Rıza Bezzaz-Mahmud Ustaosmanoğlu Hazretleri’nin Şeyhi’nin Şeyhi: 1129= 130: Kul-“De, söyle, bildir!” meâlinde… Mahmud Efendi Hazretleri’nin, amca oğlu rahmetli Ahmet Hoca’ya Ali Rıza Bezzaz Hazretleri’nden hakkımızda bildirdiği: “Efendi Büyükbabam, bu işi İBDA’nın bitireceğini söyledi!”… 1987’de haberdar olduğum bu sözden sonra, Sadettin Ustaosmanoğlu’ndan yeni öğrendiğim: “Abdülhakîm Arvasî Hazretleri, bize bir kapısını açtı, Necib Fazıl’a bütün kapılarını!”… İşte yürek bu; Allah Sevgisi, Resûl’ü sevgisi, Şeriat sevgisi, veli tab’ı bu!): 512: ASİTAN-Kapı eşiği. Dergâh. Tekke… BEŞİR-Müjdeli haber getiren. Müjde veren. Güler yüzlü. Cemil. Hub. Allah Sevgilisi’nin bir vasfı: 512: TETABUK-Birbirine uygun ve muvafık olma. Uymak. Bir şeye uygun düşmek.
*
BÜYÜK DOĞU: 1060: İNSAN-(Alt başlığı “Büyük Doğu-İbda” olan 2. Ciltlik ve alt başlığı “Kadın ve Erkek” olan tek cilt, “İnsan” isimli eserlerimi hatırla!)… NÜVE-Çekirdek, asıl, menba: 61: GANİ-Zengin, varlıklı, bol… BATN-Mide, karın, iç. Soy, nesil. “Kemer bölgesi”. (Mide-Sindirim organı. “Aslan Burcu, unsuru Ateş, yıldızı Güneş, vücutta tesir yeri Kalb ve Sırt, simya’da Sindirim safhası”: 59: Mehdi): 61: TABEN-Akıllılık… Beşik, döşek, kaynak, arz: Takdim yazım KKM, tükenmez madenim!
*
ENZİM-Bitki ve hayvan hücrelerinde meydana gelen ve diğer maddelerin, özellikle besinlerin değişmesinde KATALİZÖR rolü oynayan maddelerin ortak adı, maya. (Katalizör-Bazı kimyevî hâdiselere sebeb olan veya onları hızlandıran, fakat kendisi değişikliğe uğramayan maddelerin ortak adı: 755: Nesre-Büyük geniş gömlek. “Şiar, üstünlük veren işaret, prensib, kıllar, sırlar, ölüm”. Menazil-i Kamer’den iki yıldız… Bu menzil, Kef harfi, Allah’ın “Şekür” ismi ve Kürsî mertebesi ile ilgilidir… Kataliz-Bazı maddelerin, kendileri değişmeksizin başka maddelerin birleşmesini sağlama veya birleşmeyi hızlandıran etkisi: 549: Taftin-Anlatma, akıl erdirtme… Üstadım’ın tedai eden, siyaset hakkındaki sözü; “siz asla değişmeden, mutlu değişim hakkını kullananları kabul edin!”… Yunanca, Enzyme-Enzim. Organizmada kimyevî reaksiyonları hızlandıran madde: 113: Muhakeme-Zihinde inceleme yapmak. Düşünmek. Hüküm çıkarmak… Acem-Çekirdek: 113: Bâkî-Artan. Geride kalan. Taşkın. “Dostunu bulan aşk sonsuz ömürlü!”… İspanyolca, Can-Köpek. Tetik. “Tag. Enzim”: 54= 1053: Dünya Çapında Bir Hâdise-KKM’nin alt başlığı… Cancer-Yengeç Burcu’nun Lâtince ismi. Can çeken: 258: Mirza… İspanyolca, Cangrejo-Yengeç. Kerevit, tatlı su yengeci. Kurnaz kimse. “Düzen-baz, düzen kuran, tekrar tekrar hep yeni kuran, geriye-yaradılışa ircâ eden”. Muamma. Bilmece. Sır: 1267: Muavvezetan-Kur’ân’ın son iki sûresi olan Felâk ve Nas… Kerempe-Denize doğru uzanan kayalık çıkıntı. Dağın en yüksek zirvesi. “Bit. Sıfır. Hakikat”. Geminin denizi yaran ucu: 267: Sihr-Lâtif ve dakik şey… Derya: Deniz… Dery: İlim… Herşeyi kuşatan Allah’ın ilmine, “parça bütünün habercisidir!” hikmeti, yâni irfanıyla sokulan ve teşhisi tecride basamak sanat sihri… Kendini kaybedecek kadar derin düşüncede bu, gerçek tefekkürdür… Artebe-Burun ucu: 677= 1676: Salih İzzet Erdiş… Bolu’da, bilhassa uykulu hâlimde burun ucumda konuşma ve sanki genzimden geliyormuş gibi hırıltılı sesler çıkaran ve bunu burnumu hiç rahatsız etmeden ve hiçbir fiziki tesir meydana getirmeden yapan musallatım, Telegram: 1676: Artebe-Davul. “Ritm tutan”… Tahris-Kendini hıfzetmek: 678: Teshir-Sihir yapma. “Şiir idrakı, gerçek tefekkür!”… Merkez-Bir şeyin ortası. Hâl. Suret. Teşkil-at’ın en yüksek makamı. Dairenin, çevreyi kendine bağlayan noktası. Bir şeyin en işlek yeri: 267: Kirzim-Büyük balta. “Putları kıran keremli balta”. Büyük burunlu kimse… Berniyye-Küçük horoz. Ebu Süleyman. “Çil horoz”: 267: Mehdî Muhammed Salih İzzet Erdiş): 98: ZAMAN-Şekil veren, ama kendi o şekil olmayan, tezahürlerinden bildiğimiz… EZ-MEN-Benden: 98: ZEMAN-Zaman, devir, çağ, mevsim, mehil… ENZİM: 791: MÜNŞEAT-Alt başlığı “Önsöz-Bayramlık” olan eserim.
*
Arnavut Lûgatı’ndan, BERTHAME-Çekirdek. (Berthâme: Bert-Hame… Berat: Bıçkı. Törpü… Hame: Kafatası… İngilizce, Sukul, Okul kelimesinin okunuşu. Ekol, belirli bir mevzu ve tarz yolu, böyle bir birlik… Yine, Sukull: Kafatası): 657: HAVAN-Aslan. Esed. (Yevmiye: 21 Mayıs, 1983… “Bir Eczahâne’de, her biri 50 gramlık bambaşka ilâçlar taşıyan şişeler arasında biricik vahdet noktası nasıl sadece 50 gramlık kemmiyet ölçüsünden ibaret kalıyorsa…” … Nisan 1980’de, Rapor 7’de Üstadım’ın “Beyanat-Muhasebemiz” başlığı altında, hakkımızda geçen “Bir havan dibinde ilk cevherini gösterdiğimiz ve ondan sonra her taraftan bu cevher üzerine yığınlar boşaltarak cevherleştireceğimiz” ifâdesini hatırlatarak, Havan’ın “içinde taneli nebat ve benzeri” şeylerin küçük tokmakla ezildiği kab oluşunu da belirtelim!)… TARZİM-Birçok şeyi bir yere toplayıp bir yük yapma: 657: T-ARZIM-(Te harfi, Allah’ın “Kaabid-Kısıcı, sıkıcı” ismine, Esir mertebesine ve Kamer menzillerinden Kalb’e işaret eder… Üstadım’ın arzettiği Takdim yazım: KKM-Kalb arzı!)
*
YEVMİYE: “Meramınızı pek anlatamadınız herhâlde?” diye soran Erkekçe dergisi muhabiri şu cevabı alıyor: Bir maşrapaya MARMARA’yı döksem, maşrapa yine alacağı kadarını alır… Ama ben maşrapayı doldurmuşumdur. Birçok politikacının istifade ettiği, hattâ işi istismarcılığa döktüğü İslâmiyet davasında, bunlar benim düşük çocuklarım hâlinde peydah olmuş tiplerdir. Birçokları düşecek, ama bir tanesi tutacak, DOĞACAK, yaşayacak, yaşatacak… MERMARE-Dişi aslan, avcı. Bilgelik: 486: MERMARE-Kısmak, kısılmak, mandal. “Kâabid”… Kalb menzilinin mertebesi, zâhiri Halk âlemine ve Batını Emr âlemi’ne bakan Esir mertebesidir… ME’MUT-Ölmüş. “Arnavutça’da Varr, mezar ve türbe demek”: 486: MÜT’EME-İkiz doğma… YEVMİYE: “Ölmek için doğuyoruz; daha doğrusu, olmak için!”… Arnavutça, QENİE-Var olmak. “Geni. Öz. Asıl”: 1060: İNSAN. “Büyük Doğu”… BİR KİŞİ: 552: MEHDÎ Salih İzzet Mirzabeyoğlu.
 
BİR ALÂMET - 1999
 
LEVHA: 10 Nisan 1999… İnsanlar bir yere koşturuyorlar, ben ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Eşim Emel, “Ali Osman, Kumandan’ın kılıcını bulmuş!” diyor. Herkes bir tepeye koşturuyor ve o tepeden bakıyorlar. Kumandan, elinin tersini beline koymuş, o da bakıyor. Orası bir mezarlık; herkes mezar taşlarına bakıyor, ben de… KILIÇ bir mucize eseri çıkmış veya gökten düşmüş. Kılıcı görmeye çalışıyorum. Tepeye çıkınca insanlar sevinçten bağırıyorlar; zaman zaman da “Allah, Allah” diye ayak sesli zikir yapıyorlar. Sevinçle Kumandan’ı aralarına aldılar; ve içlerinden biri, “artık kurtulduk!” veya “artık herşey bizim!” diye bağırıyor. Bu KILIÇ, onun MEHDÎ oluşunun kesin alâmetiymiş. Oradaki insanların hareketleri biraz garib. Kumandan onların arasından çıkmaya çalışıyor, fakat kimi arkasından çekiyor, kimi önünden itiyor; bir türlü aralarından çıkamıyor. Elimde bir kılıçla aralarına dalıyorum ve onu aralarından alıyorum. Kumandan’ın arkasından itenlerin biri de Şaban Çavdar; onu görünce şaşırıyorum. Şaban’ın burnu, PİNOKYO’nun burnu gibi uzamış. Elimde kılıç, yüzüm o insanlara dönük. Kumandan arkamda olduğu hâlde, yanımda iki-üç kişiyle etrafımı kollayarak o insanların arasından çıkarıyorum. Birden koşarak İbrahim Tatlı geliyor, onun elinde de kılıç var. O da bana engel olmak istiyor. Onu atlatıyorum ve hafif bir yokuşu tırmanıyorum. Nefes nefeseyim ve soluğum hırıltılı çıkıyor. Yerde olan bir şeyi arkama atıp İbrahim Tatlı’yı durdurmayı düşünüyorum. Uyuyormuşum ve bunların hepsini rüyâda görüyormuşum. O esnada sayıklamışım ve Emel nasıl bir rüyâ gördüğümü anlamış. Uyur durumdayım. Emel kollarımı sarsarak “biz neredeyiz, biz neredeyiz?” diye soruyor. Herhâlde kızım Betül Zeliha ile kendisini kastediyor. Gözlerim açık, fakat rüyâya konsantre olmaya çalışarak, uyumak için kendimi salıyorum. Kumandan’ın şöyle bir sözü varmış: “Ben rüyâ görürken bütün azalarımı salarım!”… Aklıma işte bu söz geliyor ve ben de kendimi salmaya çalışıyorum. Emel hâlâ beni sarsmaya devam ediyor. Onun bu hâli komiğime gidiyor ve gülüyorum… Gülerken uyandım! —(Metris Cezaevi - Ali Osman Zor)
*
ALÂMAT-İzler, nişânlar, işaretler: 542: ALAMAT-Hind denizinde pek çok bulunan, ince uzun bir balık ki, yılana benzer. (Balık Burcu, unsuru Su, yıldızı Müşteri, vücutta tesir yeri Ayaklar, bâtın kahramanlarının “Şeriat’ı delillendiren” gözüyle baktıkları simya’da, Yansıtma safhası… Nun: Bir harf. Kelime, ruh. Nur. Kalem. Kılıç. Balık. Çene çukuru. “Fely, keskin kılıç, şiirin ince mânâlarını çıkarmak, bit toplamak”… Çene: 59: Mehdî… Gamze: Çene çukuru… Gamıza: Kolay anlaşılmayan ince mesele. Derin. Maruf ve mütebeyyin olmayan hesab… İspanyolca, Nun harfinin ismi: Ene… Ene-Ben. İdrak. Saat: 56: Ene-Arnavutça, “kab” demek… On-10 sayısı. “Bit. Hakikat. Diri. Sistem”: 56= 1055: End-Arnavutça “dokumak” demek)… TESENBÜL-Sünbülleşme, sünbül verme. (Arabça ismi Sünbüle olan Başak Burcu, unsuru Toprak, tabiatı Kuru ve Soğuk, türü Birleşik, yıldızı “Utarid-İkiz”, vücutta tesir yeri Bağırsaklar, cinsiyeti “Dişi-Kabul edici faal”, simya’da Damıtma safhası… Arnavutça, Zorre-Bağırsak: 417: Necib Fazıl Kısakürek… Arnavutça, Zorre Holle-İnce bağırsak: 450: Velediyet-Çocukluk… İdrarat: Çokça vermek. Gelirler. Varidatlar. Tahsilâtlar… Yetim-Babası ölmüş çocuk. Tek, eşsiz. Yalnız: 450: Abdülhakîm-büyük ebcedle… Salih Mirzabeyoğlu: 451= 1450: Metod-Usul. Kaide. Yol. Sistem… Zorre Holle-İnce bağırsak: 480: Mermer-“Abdülhakîm Koltuğunu hatırla!”… Mehdî Necib Fazıl Kısakürek: 1479= 480: Salih İzzet Mirzabeyoğlu): 542: TELKİB-Lâkab vermek, isim takmak - (Kaid-ül Ceyş-Kaptan. Kumandan. Serasker: 450: Şef’-Çift. Kurban Bayramı günü… 28 Mart 1999, Kurban Bayramı’nın ilk günü… “Levha: 28 Mart 1989… Biri bana reçete uzatıyor!”… Bu günün Varidatı: “Komutan Kusto”nun Hayat Hikâyesi… 1999 Kurban Bayramı’nın son günü: 1 Nisan… Tilki Günlüğü’nde aynı günün 1983 tarihli Levhası: Ankara asfaltı üzerinde bir ev… Birkaç otomobil tamirhânesi… Onların önündeki boş arsaya arabamı çekiyorum… Arsanın ucunda yar, çukur… Öyle bir yerde duruyorum ki, geri çıkmaya kalksam, araba oradan yuvarlanabilir… Sonra, tamirhânelerin önünde iki genç bana, Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’ne murakabe yaptıklarını söylüyorlar… Bu sırada Efendi Hazretleri’ni, gözlerini yummuş ve yüzünü buruşturmuş gibi görüyorum… ÜSTADIM’dan: Yum gözünü, kalbine her ân yokluğu üfür / Kendinden geçmek imân, kendinde olmak küfür!)


Baran Dergisi 409. Sayı