NYMPHALAR’a ısrarla, “ortaya çıkın, derdinizi söyleyin, xxxx!” diyorum; herhâlde çarpı işaretlerinin sövme olduğunu anlıyorsunuz. Bunun bir sürü de canlı şâhidi var.
Böyle bir giriş yapmamın sebebi; şu ânda NYMPHALAR’ın NLP (Nöro Linguistic Program- Beyin Dilini Programlama)dan bahsederken, Kartal’da cihaz başında bulunanın ismi ve görüntü ve ses hâlinde bana gösterip konuşturduğu kişinin ismini söyleyemememden kaynaklanıyor. İsimler takma olabilir, bu yüzden delillendiremem, isimler gerçek olabilir, TELEGRAM’ı isbat kabil değil. Uzaktan elektromanyetik dalgalarla gerçekleştirilen ve hiçbir fizikî iz bırakmadan dengesiz-delice-deli bir tip ve organizmada buna şâhitlik eden sarsaklıklar meydana getirebilen, hattâ sadece psikolojik tahribat değil, doğrudan doğruya öldürme işini yapabilen bu cihaz, benim yönümden sadece elektromanyetik dalgaları yakalayabilmemle(!) isbatı kabil bir nesne. Öyle ki, bunu bilenler bir yana, NYMPHALAR bile bana “delilin var mı?” diyebiliyor. Bu demogojilerini benim bizzat onlara karşı kullanışım yeri geldikçe anlatılacak: Benim onlara söylediklerim hakkında, “delilin var mı?” demeleri üzerine, “delil bizzat tesbit eden olarak sensin!”, yahud “ben seni delillendiremiyorum ki!” şeklinde hoşluklar. Netice olarak mesele, kanun duvarına çarpıp çarpmamakta düğümleniyor... NYMPHALAR’ın şimdilerde etkisi yitik nakaratlarından biri, güzel bir misâl:
— “Sana, ne diyorlar derlerse ne dersin?”
Bu suâlin cevabını verecek olan ben, bunu söylemiş olarak kalacağım, onlar tabiî olarak ortaya çıkmayacaklar, böylece ben kendi kendimi hem öyle hem böyle rezil ve komik duruma düşüreceğim.
İşin en bıktırıcı yerinde, ortaya çıkmaları için, 600.000 kişiyi idare edeni adlı adınca söyleyerek ve “mertebesi” belirtilmiş bir şahısla ilişkisi kasdıyla, kanunî suçunu da yüklenmeyi göze almış olarak, şöyle diyorum:
— “Onu xxxxxx’in ismini istiyor musun?”
— “Delilin var mı?”
— “Ben seni bile delillendiremiyorum ama, gelirsen, görünürsen, sana vereceğim!”
Beni, isimleri yazmadığım için “korkuyorsun!” diye şaka karışımıyla tahrik eden NYMPHALAR, isimleri enayi durumuna düşmemek için yazmadığım hususunda, bir çırpıda bu izâhı yapmamın vesilesi oluyorlar. İzâh yeni değil, kafamda; yazıya bu bölümde geçmesinin vesilesi yeni.

*

Kartal’da, cihazın başındakine ARAR diyelim; mahkemeden sonra, arabada kendini Kenan ve binbaşı olarak tanıtan kişinin –ki, bu hususta iki şâhidim var–, Telegram’da 35 yaşından 70 yaşına kadar değişen ve bu yüzden yine TELEGRAM’da “aktör” diye bir ara söylenen büründüğü rolü, bütün görüntülerine şâmil bir mânâ olarak aynen alıyorum: Aktör Kenan veya sadece Aktör veya Kenan diye alalım... Evet: Kartal’da, görüntüsüz bir ses olarak, ARAR, yaptıkları işin “beyin dilini okumak” olduğunu söylemişti. Linguistic, her ne kadar “dil, dile âit, dille ilgili” mânâlarına geliyorsa da, biz de tasvib etmeyerek bu mânâda kullanmış isek de, “beyin dili” tâbiri uygun değil: Sanki, beyin ve düşünce arasındaki farkı dikkate alırsak, “beyin dili” ve “düşünce” deyince, bizzat uzuvun dil diye nitelemesiyle, düşüncenin aynı şey olmasından bahsediliyor... Dil’den kasıd, “logos-nizâm ve düzen” mânâsıyla alınırsa, “BEYNİ DÜZENLEME” tâbiri daha doğru olur: “Neurology-sinirbilim”in, gerek kendi öz ilmi, gerek asabiye ve “telegram işkencesi” hainliğine doğru NLP, beyindeki mevcut programları değiştirme mânâsını bu tâbirde gayet güzel anlatıyor... Bunun yanında, NLP için, “ıslah dili programlama”
tercümesi de uygundur.

NÖRO

Beyinin mânâsı, birbiriyle ilişkili olarak, hem organ, hem organın madde değerlendirici fonksiyonu, hem düşünce rolü bir arada ele alınarak, NLP terkibinde nöro: Her insanın, dünya gerçekliğine sadece görme, işitme, hissetme, koku alma, tat alma duyuları aracılığıyla ulaşılabileceği görüşüne dayanır. Beş duyu ile alınan bilgiler kişi tarafından değerlendirilir. Değerlendirilir; yâni, şahsî-mücerret bir gerçeklik tablosunda, zihinde, “gereksiz”den “benim için çok önemli”ye kadar basamaklandırılır veya moral kategorilerine göre sınıflandırılır ve öğrenişine göre yapılandırılır. Bunlar çoğu zaman, mevcut sosyal-siyasî düzenin şekillendirdiği “şuur süzgeci” programına uygun olarak kaydedilir ve ihtiyaç durumunda belirli bir sisteme göre çoğalır. Kişinin kendi dünyası ve ilişkilerine dair idraki, hattâ ferdî düşünce ve davranışları da, bu temel üzerinde gelişir.

LİNGUİSTİK

Düşünce faaliyetlerimizi dil aracılığıyla düzenlediğimizi, kendimizi başkalarına mücerret olarak anlattığımızı ve dolayısıyla başkalarının anlattıklarını da bu şekilde anladığımız düşüncesini ihtiva eder. Buna göre: Kullandığımız dil hatıralarımızın aynasıdır.

PROGRAMLAMA

Bir insanın değerlendirme ve davranış şekli, değiştirilebilir, yerine başkası ikame edilebilir düzenlemelerden –programlardan– oluşur. Meselâ caddeyi güvenli geçmek için, yaya geçidinin uygun olduğu öğrenildi; bu tatbik edilir. Ama çeşitli sebeblerle kullanamadığımız bir yaya geçidi ile karşılaştığımızda, ya basit bir faaliyetimizi birkaç yüz metre yürüdükten sonra gerçekleştireceğiz, yahut o öğrenilen doğrunun lüzumsuz yorgunluğuna katlanmadan, pratik bir usûle başvurup sözkonusu bomboş caddeyi yürüyerek geçeceğiz... Bunun yanında şu örnek: Sigara, alkol, kör cesaret, başarısını son ânda kendi kendine mahvetme veya diğer şekiller, her zaman aynı hatâları yapma ve kendine sınırlar koyma programlarına ne demeli? Bunların yerine NLP ile yeni programlar koymalı...

*

Daha ziyâde, insanın günlük hayat problemlerini aşmaya yönelik bir motivasyon-kabiliyetlerini hedefe doğru kışkırtma işi olarak psikolojik bir teknik, usûl ve amaç bakımından da pek çok yol ve tavsiye çeşidi olan NLP, araç ve insanla başkasının dikkatini çekmeden nitelikleri çeşitli zor kullanma ve kişiyi kontol altına alma ve yönlendirme işi olan TELEGRAM’la, gaye-rıza ve mahiyetleri ayrı olmakla birlikte, “BEYNİ DÜZENLEME” ve “ISLAH DİLİ PROGRAMLAMA” şeklinde birbirini tedâi eden yönlerinden dolayı andığımız bir mevzu... Bir şeyi, bilinen veya daha kolay anlaşılabilecek bir şeye temasla anlatabilme ihtiyacı. Bu ihtiyaçla ilgili olarak ikaz edelim: Okuldan, bir meslek öğretmeden, reklâmdan, propagandadan, psikolojiden, tıbtan, doğrudan beyinle ve onun fonksiyonları ile ilgili nörolojiye, en genel anlamda eğitimden en özel branşlara kadar herşey, neticede o mevzu ile ilgili beyni düzenleme ve ona göre ıslah işidir; aklı kullanmak üzere mantık zarureti gibi. Neticede: TELEGRAM’ı anlatırken temas edilen veya misâl olarak kullanılan mevzularla, bizzat TELEGRAM’ı birbirine karıştırmamak lâzımdır. Bu, mevzuyu piç etmesinden TELEGRAMCILAR’ın işine yaramakta, TELEGRAM’a alınan kişiyi anlayanlardan(!) dolayı büsbütün zor duruma düşürmektedir; en
sonu büsbütün sükût, teslimiyet veya delirmek gibi. Cihazın fiziki tesir olarak beyin-vücud üzerindeki haşmeti bir yana, o yoldan olanları çekmiş ve olabilecekleri de göze almış şekilde, söz konusu yara üstündeki sinek rahatsızlıklarını kabullenmiş olarak, tek başıma anlatmaya devam ediyorum: İmdad meselesi bazı dostların umurunda, ama yetmiyor. Bu izâhlar çerçevesinde, ayağına bir ağırlık bağlanarak suya atılmış adamın, –o şekilde yaşama müddeti içinde–, suyun altında gördüklerini ve hissettiklerini anlatmasına benzer, anlatıyorum; ayağımda ağırlık, suyun içindeyim, hâlimi bildiklerinize kıyas ederek, suyun altında olduğumu anlayın hesabı. Sakın, “suyun altındaki adam nasıl konuşabilir!” diye MİSÂL’e takılmayın!

“TELEGRAM” NE DEMEK?

Kartal’da, nedendir bilmem, bana pek hevesli olduğu hissini veren görüntüsüz bir konuşmayla ARAR, “söyle bilsinler, TELEGRAN de!” diyor. Bunu birkaç kere tekrarladıktan sonra, “Telegran değil, TELEGRAM, TELEGRAM!” diye, giderek, TELEGRAM’ı, telegr kısmı atılmış olarak, mustakil bir kelime olan kısmı her “Telegram!” deyişinin ardından birkaç kere vurgulu, söylüyor. O güne kadar, anlattıkları doğru, ama bugün de tabiî olarak niteliğini tam bilmediğim cihaz ve –Kartal’da cin işleri de dahil– YAPILIŞ şekli hakkındaki bilgilendirmeleri çelişkili ben, sözkonusu TELEGRAM kelimesini, bana yapılanın aktarılabilmesi bakımdan önemli diye, o şartlarda ne kadar sevinçli olunabilirse o kadar, Avukat gününü bekliyorum. O gün: İçeride pişkin, yahud hâlimi ve yapılanları anlamak isterken anlayamamaktan dolayı şaşkın, anlatmış olduklarımı mânâlandırmak isterken, teşhislerde birazcık isabetli yahud beni büsbütün yalnızlığa iten yanılmış, şöyle veya böyle TİPLER. Ben onların gözünde ne isem o, onlar da benim gözümde böyle donuk resimler. “Bana, yaptıkları işin isminin TELEGRAM olduğunu söylüyorlar!” diyorum; “Telegram ne demek?”... Sadece ne dediklerini aktarmış olmuyorum, aynı zamanda tek başına kalan ve alelâde işler cümlesinden olan şeyler hakkında bile isbat edebilme şansı olmayan ben, eğer bilmediğim şekilde benle kouşan olmasa, “bilmediğim bu kelimeyi nasıl söyleyebilirim?” gibi, onlara bir inanma ve itminan hissi de vereceğimi umuyorum. Tek tek tasvirine, şu ânda NYMPHALAR’ın avını bekleyen timsah gibi, bir yandan yoklamaları, murad olarak da menfi niteleyeceğim durumlarda bunun yazıya dökülmesinden memnun olacak olmaları yüzünden geçmediğim tiplerden biri –diyelim!–, omuz silkmesinin eşlik ettiği bir lâkaydi ve “beni mazur gören” ve bunu bir telkin havasında, “ne var ki bu sözde?” dercesine cevab veriyor:
— “Telegram, telegraf demek...”
Hâliyle, “dam üstünde saksağan” misâli bir soru sormuş oluyorum. Yahu, bunu kimden duydu, nasıl duydu, daha önceki söyledikleriyle münasebeti, işin altı-üstü filân, alâka dışında. Ve öldüren buse gibi şefkat:
— “Merak etme, merak etme, geçer; herşey iyi, iyiye gidiyor!”
Herhâlde anladınız; “şefkat” kelimesinin önünde, müstehzilik ifâdesi olarak, parantez içinde ünlem işareti koymalıydım, ama ardından gelen iki nokta üstüste yüzünden koyamadım. Onu, zekâ ve anlayış yönünden değil de, bir anne gibi hissen bana perçinli gördüğüm-bildiğim için, herkesin içinde azarlayamıyorum da. Anlattıkça batan adam olarak, o psikolojide tek kişi kaldığım koğuşa dönüyorum.

*

Telegram; telegraf demek, haber demek. Zihin kontrol ve yönlendirme işine, TELEGRAM denilip denilmediğini hâlen bilmiyorum. NYMPHALAR, alaylı bir şekilde, yaptıkları iş büsbütün esrarengiz bilinsin hevesi de içinde olarak, uluslararası literatürde böyle denmediğini söylüyorlar. Ben de, “ARAR benle alay etmek ve alay etsinler diye böyle bir şey söylediyse bile, bu, meseleyi
anlatırken bana yardımı bakımından, benim koyduğum bir isim diye kabulümdür” diyorum. Alay edilmek bir yana, yaşananı anlatmak bakımından, yakışıklı bir adama “Cemâl” ismi gibi, tam uygun; ve alay için söyleyeni, kendime hizmet ettirmiş oluyorum. Yoksa da, bu işe bu isim, literatüre benimle girmiş olsun!

*

Sene 2003-2004... Bolu’da, ücretli diş doktoruna diş yaptırırken, söyleme ihtiyacını duyduğum bir husus:
— “Hani, ayağı kesilen bir adamın, henüz bunun farkına varmadan, doktora ağrıyan ayağından bahsetmesi gibi; acaba benim diş etimin, dişim varmış gibi - diş sızlaması gibi sızlaması, TELEGRAM’la yapılıyor olabilir mi?”
Bu soruyu sormadan önce, zihin kontrolü mânâsına TELEGRAM niyetiyle, “Telegram’ı biliyor musunuz? Ben Telegramlıyım!” demiştim. O da, “bildiğini” söyledi. O zamanlar elektrik kaçağı der gibi, “Telegram kaçağı” dediğim birşeyler oluyordu. Tek kişilik hücreye geçişimden sonra, Kartal’daki gibi klâsik başlayınca, benim “herkes biliyor” zımnında söylediklerimle alâkalı olarak, diş doktoru bahsine, o zaman isimleri henüz NYMPHA olmayan TELEGRAMCILAR, onun bir Polonya televizyon kanalının ismini kasdettiğimi sanarak “evet!” dediğini söylediler. Dolayısıyla, “TELEGRAM’la diş etimin sızlaması arasında ne alâka var?” komikliğine düşmüş oluyordum. Mutlu oldular!

*

TELEGRAM isimli bir kitabım var; malûm. O isim altında, aynı şeyin veya benzer şeylerin, ayrı ayrı usûllerle gerçekleştirilebilir olduğunu gösteriyorum. O eser, bu eserin altyapısı hâlinde, “böyle şeyler oluyor” diye bildirmek, onlara kefil olduğumu, kendimin de bu “zihin kontrolü” denen şeye, en hainane muradları hâlinde muhatab edildiğimi duyurmak ihtiyacından doğmuştu. Kendi hâlimi anlatışımda, bana tatbik edileni özellikleriyle daha tafsilatlı malûmatla aktarmak üzere, gerçek ve tahminlerimi test etmek için malzeme toplarken, ismi topluma “Dost tarikatı” diye duyurulan şaman türü müsvedde bir anlayışın başı İhsan Güven isimli kişi ve eşi, öldürüldü. Dolayısiyle, epey engellemelerle Cezaevi’nden çıkmış ve basıldıktan sonra bizzat yazarının, yâni benim elime BİLE ikibuçuk-üç ay sonra aynı engellemeleri aşarak geçmiş kitabın arkasından, anlaşılır sebeblerle bu eserin yazımına başlanılamadı. Bir sene sonra, tek kişilik hücreye getirildiğimde, ilk ele almaya niyetlendiğim ve kitablık olarak çalışmaya başladığım bu eser, 30- 40 sayfalık bir çap içinde ve Telegram’ın şiddetlenmeye başladığı bir sırada öylece kaldı. Hastalığı realite olan bir adamın, bu hastalığını kendi teşhis edemiyor diye yok sayılması mümkün mü? TELEGRAM bahsinin bu türlü, TELEGRAMCILAR’a sağladığı bir örtülü ödenek - imtiyaz tarafı var. Sanki, seni hasta eden doktora hastalığını anlatırken o sırıtıyor ve yanındaki bilen ve bilmeyenler de, hatâ bir yana, gerçeklere de sırıtıyor. Resmiyet önünde bu işin durumu o. Öyleyse ve benim için aslolan olarak, bana biçilen ve içine girmemek için direndiğim deli gömleği ve bu soydan küçük düşürme amaçlı bu işi, ölsem de mühim değil, ama benim durumumun zannettirmek istedikleriyle alâkası yok niyetine, daha sağlama bağlamak üzere, akıllı-uslu başka eserlerin arkasına bıraktım. Pek de iyi oldu; yeni TELEGRAM sayesinde, onlar bende sağlama yaparken, ben de eskisi beraber sağlamayla, daha aydınlık anlatıma ve şartlarına kavuştum. Yâni, mevzuyu anlatmak, hem benzer film, kitab, televizyon yayını, basın ve elbette TELEGRAM’la bir altyapı sağlanmış olduğundan, hem de yeni tecrübelerim ışığında kolaylaştı... Bu arada, TELEGRAM ismini de açmam, kelimenin tarafımdan niçin tercih edildiğini bildirmem zarureti doğdu.

*

TEL: “Telegraf - telefon - telegram”ın kısaltılmış şekli. TELEGRAM: Telegraf, telegrafla yollanan haber.
TELEGRAF: Elektrikle çalışan bir cihazla, mors alfabesi denilen işaretleri, mukabili olan bir cihazda tesbit etmek, sonra onları bildiğimiz harflere döndürmek. Uzak yerlerle haberleşme. TELEGRAM’ın, telegraf ve telefondan farkı, mukabilinde cihaz yerine insan beyni bulunması; yâni zihin kontrolüne verdiğim ismin sebebi, bu benzeteme içinde karşılıklı haberleşme. Bu haberleşme de, bildiğimiz konuşma şeklinde anlaşılırsa, inisiyatif TELEGRAMCI’nın elinde. Bildiğimiz türden karşılıklı konuşma imkânının dışında, TELEGRAMCI, düşünceleri senin suskunluğunda da, ister sorduğu zaman, isterse alelâdeliğin içinde, bu marifeti de sana baskı unsuru olarak kullanmak üzere alabilmekte. Bütün duyu organları ve vücud fonksiyonları beyinde toplu ve bu yoldan vücuda tesir edebilme işi de neticede sözkonusu amaca bağlı olduğuna göre, her biri ayrı ayrı ele alınabilir marifetlere sahib cihazı ve eserlerini TELEGRAM ismi ve kavramı altında anlatmayı uygun buldum-buluyorum. Cihaz, sanki ayrı fonksiyonlara sahib tekniklerin birleşimi gibi: Bu yüzden de, bazı anlattıklarımdan mevzuları itibariyle bazı şeyleri anlayanların söyledikleri, parça-bölük bir mübhemlikte kalıyor.

GÖZALTI - YÖNLENDİRME - KONTROLE ALMA

Vefat edeli kaç sene oldu bilmem, Psikiyatri Profesörü Ayhan Songar, bir televizyon programında, kendi deyimiyle “lâtif şaka” veya “lâtife”ye misâl olarak, bir gençlik hatırasını anlatmıştı. Sözkonusu hatırayı, TELEGRAM’da cihaz hüneri ile birlikte, mağdurun çevresinde bulunan insanların bilerek veya bilmeyerek kullanılması, onun yönlendirilmesi, şartlandırılması ve KARTAL’daki ismiyle GÖZALTINA ALMAYA da misâl, anlatalım; kıyasen, benim durumum gibi, GÖZALTI’nın sadece bir yere tıkılma değil, aynı zamanda dış yüzden normal şartlarda ve en yakınların arasında bile kontrole ve yönlendirilmeye dair mânâsı anlaşılsın. TELEGRAM’da gözaltı budur, her ne kadar BOLU’da bilinen tecride GÖZALTI ismi veriliyorsa da. İkisinde de, klâsik polis sorgulaması gibi sorgu sabit, fazlalıkları anlattığımız ve anlatacaklarımız gibi “farklı amaçlı”; bu satırları yazarken, “polis sorgulaması gibi” lâfım, NYMPHALAR’a hava veriyor gibi... Gelelim hâdiseye:
Ayhan Songar ve arkadaşları, henüz genç bir doktor iken, galiba Bakırköy Akıl Hastahânesi’nde, bir gece nöbetteler. Bir arkadaşları, deli gömleği giyiyor ve bir koridorun köşesinde saklanarak, gelmekte olan genç bir hanım doktorun âniden karşısına fırlıyor; onun zırdeli rolünde çıkardığı gürültü patırtı vesaire, hanım doktor şok geçirerek başlıyor çığlık atmaya. Gürültüye, hasta bakıcı ve hademeler yetişiyor, deli rolündeki doktoru kıskıvrak yakalıyorlar. Bu esnada, genç doktorlardan biri, şakacının rolünü gerçek deli zannedilmesine döndürmek üzere, adamlara onu tanımamış gibi yapmalarını fısıldıyor. Düştüğü durumdan dolayı paniğe kapılıp, “ben doktorum!” diye bağırıp çağıran şakacıya, tutanlar, “tabiî tabiî!” diyorlar ve öbür doktorların direktifiyle onu bir hücreye atıyorlar. Sahte deli, oldu mu istenen şekilde, kendinin deli olduğu zannedilmesinden korkan biri!
O, sabaha kadar panik içinde, “ben filâncayım, doktorum!” diye bağıradursun, ortada şaka olduğunu bilmeyenler için, bizzat söylediği deliliğin alâmeti; kendini doktor sanan bir deli, hücrede bağırıp duruyor!
Kimbilir aklından korkuyla neler geçti? Herhangi bir püften sebeble onu orada unutsalar ve eşek şakasına doğru nöbet bitiminde Hastahâne’den ayrılsalar, yeni gelen ekip de onun sesini tanımasa veya orada tanımayanlar görev yapsa? Veya sakinleştirici verme vesaire derken, o gün yapacak olduğu çok mühim bir işi yapamayacak olmasından dolayı paniği katlansa?
Bir gece mezarlıkta, bir mezara girip de ölü defnine mahsus şekilde gömülen ve sadece küçük bir hava deliğinden gelen havayla yatan adamın duyguları nasıldır?
TELEGRAM’da, Metris hâdiselerinin hemen akabinde bir linç psikolojisine maruz olarak ve
tecrübesizliğimle, hususen KARTAL ve Bakırköy’de, 2005-2007 arası –bu NYMPHALAR’ın hoşuna gidecek bir söz olacak!– o başarıyı yakalama çabası içinde BOLU’da, yaşadığım hava hissediliyor mu? İşe devam edilen bir süreçteyim.
Bir insanı, hangi şartlarda ve ne zannettirerek, nasıl tecrid edersen et, çevreye karşı gerçekliği o olur; ve bu gerçeklik, onu oldurulmak istenendir. TELEGRAM’da, ya delirerek geberirsin, yahut robot olursun işi. Görünüşte herşey normaldir, farkında olmadan belki yakınların bile yardım zannında iken kullanılan; veya tehdit ve şantaj vesilesi.


Baran Dergisi 177. Sayı