Erol Bilbilik isimli bir Binbaşı’nın, “CIA-NATO-AB: İşgal Örgütleri” isimli bir kitabı, Suat Çakıroğlu tarafından üç sene kadar önce gönderilmişti; kitabını iade ettiğim bu cezaevi sakininden, unutmuş olduğum yazarın ismini bildirmesini istemiştim. Zihin ve davranışlarımın “sadık takibçisi” NYMPHALAR, o kitabtaki beylik bir ifâdeyi, sırf kendi dışımda birinden işaretlemek istediğimi biliyorlardı. Şu: “Beyin kontrolü yapanlar, buna muhatab olan insanı ailesinden, arkadaşlarından, sosyal çevresinden kopararak, onu tamamen kendi kontrollarına alırlar ve kullanırlar!”... Bu hâdise, sizin hatıra ve hayâllerinizin tersyüz edilmesi ve sadece sizde şantaj yapabileceklerinin kalması, birinciyi de ikinciyi besleme niyetiyle gerçekleştirilen bir avuca alma metodudur. Şuur süzgecinizin değişimi ve anahtar kelimelerle istikamet verme. Zerdüşt dininde İYİ ve KÖTÜ tanrılardan, İYİ tanrı HÜRMÜZ’ü, geçen sayıda yanlışlıkla kötü diye tanıtmış, idrakime musallat NYMPHALAR’ı “bozgunculukları” bakımından tabiî olarak ona benzetmiştim. Bütün vücudu kuşatan ve merkezinde beynin bulunduğu, zihin kavramları ile anılan bir alan bahsi sırasında. Bu sayıda İDRAK’e musallat hâlleri bakımından o hususa temas etme niyetiyle düşünürken, NYMPHALAR bana HÜRMÜZ’ü hatırlattılar: NYMPHA ismini pek sevmeyen “hayâletler”, HÜRMÜZ’ü hatırlatırken, idrakin “dişi” oluşunu hatırlatmak istiyorlardı. Böylece, benim nitelemem de içinde, “su kenarlarında yaşayan tabiatın DIŞI esprileri” NYMPHA ismi, onlar için sanki zordan düze çıkmak olacaktı. Her hakikatin yanıbaşında bitiveren yanlış ve sahtesi yerine onları koyun ve zaman zaman doğru ve doğruluklarını da, hakikati karartma gayelerine uygun bir bulandırma işi diye alın. Beyin ve beden benim, üzerinde onların cihaz ve benim zekâ ağırlığım, malûm çatışma. İYİ ve KÖTÜ, kendilerini bu vasıfta ortaya koyduktan sonra, İYİ’nin kötüye ve KÖTÜ’nün iyiye bakan yönlerinde, ortak bir alan oluşuyor. Bu ortaklık, benim için bir menfilik değil, çünkü beni takiblerinin dikkati nisbetinde idrak ettikleri mesele dilimle yaptıkları “ille de zıd olmak”, isteyerek veya istemeyerek muzibliğe dönüşüyor; tahrikten doğan hikmetli doğuşlara vesile oluyor. Ayrıca şunu da görüyorum: Yaptıkları işten dolayı mukabil bol küfrüme muhatab durumları olmasa, benden olmalarından değil de, benden hoşlandıklarından bile bahsedebilirim. “Kusura bakma, ben seni yemek görevindeyim!” şeklinde bir gariblik... Şu HÜRMÜZ: Onlar bu ismi “idrakin dişi olması” bakımından canımı sıka sıka tekrarlarken, ben öyle anlamıyorum da, HÜR-MÜZ, yâni bu buluşuma çanak tutma diye anlıyorum.

*

Hürmüz: Zerdüştlerin hayır tanrısı. (Kötülük tanrısı Ehrimen). Eski İran takviminde GÜNEŞ yılının ilk günü. Müşteri yıldızı.
Hur. (Müennes): Güneş.
Hürr: Serbest. Hür.
Hürre: Arslan.
Hüri’: Bit.
Hür’: Fasid kelâm, çirkin söz.

HİSS-İ MÜŞTEREK - BİNTASYA

GÖRME hâdisesi, “görünen” cisimlerden bir şeyin ayrılıp göze gelmesi veya gözden bir ışığın “görünen” cisimlere gitmesi demek değildir. Göz ve cismin karşılıklı olması ve ışık unsurundan sonra, gözde SURETİ KABULE HAZIR SAYDAM TABAKADA, BİR SURET OLUŞUR. Bu istidat ve cismin suretlerinin aynılaşması ki, görüntünün durgun suda oluşması gibidir.
Sözkonusu uygunluktan sonra, suret, iç sinire geçer ve “revh” denilen “rahmet” ifâde edici lâtif bir cisimden ilgili sinirler vasıtasıyla beynin başlangıcına ulaşırlar. İki gözde teşekkül eden tek suret, beyinde “hiss-i müşterek” tarafından, tek suret olarak idrak edilir; eğer HİSS-İ MÜŞTEREK olmasaydı, bir olan GÖRÜNEN, iki olarak algılanacaktı.
Bir kimsenin görmesi ve bir sesi duymasında, iki gözle iki suret ve iki kulakla iki ses olmasına rağmen onların bir tek olmasının kavranması, gözlerin ve kulakların ötesinde bir bâtınî idrak mahallinin bulunmasındandır. 5 duyu organının birkaçı veya hepsi müşterek bir nesneye muhatab olduğunda, o nesnenin bir bütün olarak idrakında görünen kuvvet, hiss-i müşterek ve “bintasya- karakız-idrak edici” de denilen, batınî idrak mahallidir. Ruhun “müdrik-idrak edici” olması, duyularla algılananların-hislerin, bu kuvvette toplanması dolayısıyladır; ve sözkonusu kuvvetin, idrak etmeden başka vazifesi yoktur. İrtisam (resmedilme) ve hıfz, başka bir kuvvetin işidir.

*

İDRAK bahsine devam etmeden önce, NYMPHA ve BİNTASYA arasındaki mânâ akrabalığını bir lâtife olarak zikredelim: Kelime çerçevesinde... Cihazlarının marifeti de, beyinde mahal olarak, bintasya çevresinde; bir telkin ve suret girme ve alma... Doğruda(n) karşılıklı konuşma ise, bununla ilgili karışık dava. İç’e doğuş gibi görünen sözsüz mânâ, –ki sözden gaye mânâ–, yine nefsin beden-beyin yönü ile ilgili.

*


İDRAK VE MERTEBELERİ

İdrak: Anlayış. Kavrayış. Akıl erdirme. Yetiştirme. (Fehim: Anlayışlı... Fehim: Kömür. Kara... Fehm: Ulu kişi.): 226.
Mülakane: Telkin etmek: 226.
Mef’ul: Yapılan iş. Failin eseri. Failin fiilinin tesir ettiği şey: 226.

*

İdrak, idrak edilen şeyin suretini almak demektir... Hissedilen şeyin âid olduğu duyu organında mislinin vaki olması, şuur edilmiş olmasıdır; bu, dış hakikatin ruhta resmedilmesidir, buna “ma’kul-aklî, aklın kabul ettiği” deriz. Eğer idrak edilen akılla ilgili nesneler, ma’kulât, mücerred ise, akıl onu hiçbir tecride ve tasnife tâbi tutmadan algılar. Böyle yalnız ve sade değil de, “yer, miktar, keyfiyet” gibi arazlara sahibse, tecride ihtiyacı vardır. Bu, bir şeyin umumî veya hususi olmasındandır: Meselâ, canlı ve konuşan varlık olma vasfı insanlarda müşterektir, buna mukabil her zâtın hususiyetleri vardır... İdrakın iç ve dış, ayrı ve içiçe bu kısa izâhını, açalım:
— İdrakin birinci mertebesi, hisse-duyuya âit olanıdır; Duyu’ya, dış hakikatin-suretin misli tecelli eder. Bunun gerçekleşmesi için, hariçteki varlığın buud ve miktara sahib olması lâzımdır; ayrıca, arada engel olmamalıdır ki, o şey idrak edilebilsin. Yine; o şey, duyuda kaybolan olmamalıdır.
— İdrakın ikinci mertebesi, HAYÂL’e âit olandır; bunun tecridi duyu’ya nisbetle daha tamdır, idrak ettiği şeyi müşahedeye ihtiyaç duymaz - o şey kaybolsa da onu idrak eder. Ayrıca, idrak ettiği şeyleri kemmiyet ve keyfiyet özellikleri ile idrak eder.
— Üçüncü mertebe, VAHMÎ İDRAK’tir... Vehmin tecrid edişi, hayâle göre, o daha umumi -bu daha hususi, daha tam ve mükemmeldir. Düşmanlık, muhabbet, muhalefet, muvafakat ve uygunluk gibi, cismî - örtülü - arızî mücerret mânâları da idrak eder. O geneli değil de, özeli, cüz’i olanı idrak mertebesidir. Meselâ kurdun, kendisinden kaçılması gereken bir düşman olduğunu, onun bu niteliğini daha önce görmemiş olsa da bilir. Bu bilmede hem göz, hem de görülenin onu görmeden önceki bilgi, iki idrak, birbirinden ayrıdır; vukuunda birleşir. Böyle bir hayrete mevzu niteliği vardır.
— Dördüncü mertebe, AKLA ÂİD İDRAK’tır... Akıl, eşya düzeninin zihindeki pıhtılaşması,
kâinatın insanda hülâsası şeklinde, duyudan gelen bilgi ve içyüze dönük bilgi yönü ile, cisimlerin arazları, teferruatı ve örtülü bulunanları - gaib olanlarıyla beraber, hepsini kâmil bir şekilde tecrid ederek idrak eder. Hattâ ölçü ve keyfiyet sahibi cisimlerin özelliklerine ihtiyaç duymaksızın idrak gerçekleşebilir. Akıl, sadece ölçüp biçen, parçalayıp tahlil eden değildir; küllî mânâları da idrak edebilir ve hayâl gibi, onların o ânda yanında olmalarına gerek yoktur. Küllî mânânın içinde, “terkib” kasdı da var. O mülkî (içyüz ve dış yüzden gelen bilgiden hasıl olan HÜKÜM’le ilgili) ve melekutî-ruhî cüzlere (özel, indî, ruhî küllü içinde korku şahsı gibi) nüfuz ederek, onların hakikatlerini çıkarır ve onları onlardan olmayanlardan ayırır. Bu tecrid, idrak edilen şeyin tecride ihtiyaç duyması hâlinde gerçekleşir. Kendini empoze etmesi hâlinde.

BATINÎ İDRAK EDİCİ KUVVELER

Hiss-i müşterek: Sureti idrak eden bu kuvvetin özelliği, “gözle görülen ve hisle anlaşılan şeyleri, önce duyularda hazırlamak, sonra idrak etmektir. Zâhiri şeylerden ve hayâllerden, lezzet ve elem duymak.
Kuvve-i hayaliyye: Hayâl kuvveti... Beş duyu ile idrak edilen şeyler ortadan kalkınca, o şeyin suretini sanki görüyor ve müşahede ediyormuşuz gibi bizde kalıyor ya; işte bu kuvvet o. Meselâ, daha önce gördüğümüz bir şeyi şimdi gördüğümüz zaman tanımak, daha önce algılandığına hükmetmek: Bu, hiss-i müşterek ile kuvve-i hayaliyye’nin birleşmesiyle gerçekleşir.
Kuvve-i vehmiyye: Herşeyi ihata eden hayâl genişliği içinde, herşeye sirayet edebilir, ilmin ortasına konmuş ve cüz’i mânâların idrakine yarayan kuvvet. Duyularla hissedilen şeylerden, duyularla hissedilmeyen cüz’i mânâlar çıkarmak. İnsanda bulunan bu kuvvet, insanda hakikate aykırı ve gerçek dışı şeyleri de kabule zorlar; meselâ aklı, tahayyül edilemeyen ve hıfzedilmemiş eşyanın varlığını kabule zorlar. (Kâinatın hep var kalacağını kabul, maddenin sonsuz oluşu gibi)... Bir yön ve mekân belirtmeyen “aklî cevher-ruh”un varlığını kabul etmeme gibi... Kâinatı kuşatan bir boşluğun varlığını kabul ettirmeye çalışmak gibi... Bir meselenin isbatına dair deliller getirilirken, hüküm ve başlangıcı kabul ettiği hâlde, çıkan neticeye karşı olmak gibi... Bazı görüş sahibleri, kuvve-i vehmiyye’nin, hayvanî (hayatî) fiil ve işlerin çoğunun ondan sadır olduğu bir kuvve olduğunu söyler; ve onun cüz’i hükümlerinin mantıkî bir faslı olmadığını, bunların tahayyülî hükümler olduğunu...
Kuvve-i hafıza: İdrak edilen mânâların tamamen kaybolmadığı, biraz düşününce tekrar hatırlanabildiği ve hatırlanabileceği hepimizin malûmudur. Bu mânâları muhafaza eden kuvve, kuvve-i hafıza’dır; hatıra, hâlihazıra getiren kuvvet de, “zakire”dir... Kuvve-i hafıza’nın mânâlarla ilişkisi, tasavvur kuvveti’nin HİSS-İ MÜŞTEREK’te, aklî tasavvur edilenlerle ilişkisine benzer.
Kuvve-i tahayyül: Malûmdur ki, bir sureti idrak ettikten sonra onu tafsil, terkib, ziyâdeleştirme ve eksiltme ile mânâyı idrak etmek ve onu surete ilhak etmek, bizim için mümkündür. Bu çeşit tasarruflar, kuvve-i tahayyül’ün işidir. Bu kuvvenin özelliklerinden biri de, tab’ı üzerinde intizamlı ve intizamsız işlerin yapılmasında kullanılır olmasıdır; yâni, ruhun onu dilediği gibi kullanabilmesi için... Eğer böyle olmasaydı, bu tabiî –cehd istemeyen– bir iş olurdu... Toplam olarak: İnsanın çeşitli sanatları, girift nakışları ve yazıları öğrenebilmesinde, KUVVE-
İ TAHAYYÜL önemli bir rol oynar. RUH, BAZEN AMELİ, BAZEN NAZARİ (PRATİK VE TEORİK) AKIL DOĞRULTUSUNDA BU KUVVETİ KULLANARAK TERKİB VE TAFSİL YAPAR. BU KUVVET, KENDİ ZÂTI ÜZERİNDE DE ŞU ÂNDA OLDUĞU GİBİ TERKİB VE TAFSİL YAPABİLİR, ANCAK HERŞEYİ GÖRÜP DE KENDİNİ GÖREMEYEN GÖZ DUYUSU MİSÂLİ, KENDİNİ İDRAK EDEMEZ - AŞKIN BİR HAKİKATİ VARDIR. Ruh, bu kuvveti aklî işlerde kullanırsa, ona “müfekkire-düşünme kuvveti” denir; o, tabiî fiili üzerinde
olduğu zaman “muhayyile” diye adlandırılır.

*

Ruh, BİNTASYA, HİSS-İ MÜŞTEREK, KUVVE-İ VEHMİYYE... Ruh, terkib ve tafsil ettiği suretleri “hiss-i müşterek”, terkib ettiği mânâları ise “kuvve-i vehmiyye” aracılığı ile yapar... Suret ile mânâ arasındaki fark, birincinin ilk önce zâhiri hissin hiçbir müdahalesi olmaksızın “batınî his” tarafından idrak edilmesi, ikincinin ise “duyularla hissedilen cüz’i şeylerden, duyularla hissedilmeyen cüz’i mânâları idrak”tir.

*

Batınî idrak edici kuvvetler:
— İdrak eden, ancak hıfzedemeyenler... Hıfzeden, ancak akledemeyenler... Hem idrak edip, hem de tasarruf edenler.
— İdrak eden kuvvetler, “sureti idrak edenler ve mânâyı hıfzedenler” olmak üzere ikiye ayrılırlar. — İdrak edici kuvvetler, ya doğrudan doğruya - vasıtasız idrak ederler veya başka bir idrak edici kuvvet vasıtasıyla idrak ederler.

*

İhsaslar birşey yollamadan, 5 hasse (duyu)nun idrak edebileceği birşey yoktur; bu zâhiri idrak edicilerde bulunan kuvvenin birleşmesi HİSS-İ MÜŞTEREK, bunlarla ilgili veya ilgisiz mânâların değerlendirildiği içyüz ise, “bâtınî idrak edici kuvveler” olarak, ruhun emrinde ve beyinde yer tutuyor. Hiss-i müşterek’in içyüzü BİNTASYA.

*

Kuvvetlerin mahalleri: Bu kuvvetler, cisimle taalluku olan kuvvetler olup, herbirinin kendine has cismanî bir mahalli vardır.
Hiss-i müşterek, beynin ön boşluğunda, duyu sinirlerinin başladığı mahaldeki ruhîliktir.
Kuvve-i vehmiyye, beynin tamamında, özellikle de orta boşluğundaki mahalde, ruhîliktir. HAYÂL adı verilen “kuvve-i musavvire”, beynin ön boşluğunun arka tarafındaki ruhîliktir. Kuvve-i muhayyile, beynin orta boşluğunun ön tarafında bulunmakta olup, vehmin ve vehim aracılığıyla da aklın bir kuvveti gibidir... Hafıza ve “zakire-hatırlatma” kuvvetleri ise, beynin son boşluğunun yanındaki ruhîliktir.

BİNTASYA

Bin: Zâhir, görünen. Gören. Ruşen, parlak. Gözün ulaşabildiği alan.
Bin. (Bün): Oğul.
Tas-ya: Tas. (Tasy: Sütü ve suyu çok içmekten vücudun ağırlaşması. Zayıflık.) Bintas-ya: Gören, görünen tas. Göz. İdrak.
Bintas-ya: Gözün idrak ettiği. Gözün idrak mahalli.

*

Bint: Kız. Kızı.
Asya: Dünyanın en büyük kıtası. Kömür. İdrak. Anlayış. (Asy: Değirmen.) Bintasya: Kız Asya. Asya’nın kızı. Kara kız. Ulu idrak.

*

Rengi esmere mail Havva anamız, şu “yalan dünya”ya, Asya kıtasının Hindistan bölgesinde indi; Allah’ın halifesi olmak üzere... Semra. (Müennes kelime): Esmer. Meyveli ağaç... Bu mânâlar da, BİNTASYA’nın hatırlattıkları.
Havva: 15.

*

Davud: Vücud hikmetinin bütün kemaliyle kendisinde tecelli ettiği, Allah’ın “yeryüzüne” halife kıldığı peygamber. Adem Aleyhisselâm’da hilâfetin bazı hükümleri kuvveden fiile çıkmadığı için, hilâfet bütün kemâliyle O’nda göründü: 15.
B.D-İBDA: 15

*

Bintasya: 524.
Çistan: Bilmece: 524.
Tensiye: Unutturma. (Ölüm akla, unutma şeklinde hitab eder... İNSAN, “nisyan-unutma” kelimesinden gelir... Tasavvufta, Allah’ın sıfatlarına bürünüp, “kişi kendini bulamaz ki ben desin!” hikmetini söyleten, Allah’ta fani olma; unutma.): 525= 1524.
Heme ez ost: Her şey ondandır. Allah, insan ve âlem ilgisi çerçevesinde: Herşey O’ndandır, O değil.): 525=1524.
Ehadis: Hadîsler: 524.
Tefehhüm: Farkına varmak. İdrak etmek: 525= 1524.

*

Bintasya: 524= 1523.
Esasat: Esaslar. Temeller. Kökler: 523.
Kelime-i Tevhid: 523.
Hırka-i tecrid: Tecrid Hırkası. Derviş hırkası. (Allah’ın sıfatlarına bürünme): 523.
Tecnis: Cinas yapma. İki mânâlı söz söylemek. İki şeyi birbirine benzer şekle sokmak: 523. Dedektif: Hafiye: 523.

*

Ta’miye: Kör olma. Körleştirme. Kapalı olarak anlatma... Ebcedi 525:1524 olarak idrak mahalli BİNTASYA ile aynı olan bu tevafuk çerçevesinde: Topyekün Kâinat’ın unsur ve sıfat olarak hülâsasının İNSAN’da toplu oluşu, bize madde ve enerjiyi yutan ve doğuran, fezadaki KARA DELİKLER’i hatırlatıyor.

DİL İDRAKI VE ADRES

Dil, günlük ihtiyaçlar çerçevesinde önemsenirse, o mevzuda dünyanın herhangi bir yerinde o ihtiyaçların giderilebileceğine bakıp, hazıra konar, anadile de ihtiyaç olmadığını görebilirsin. Dil, idrak için, bir idrak âletidir ve mesele konuşmak için var, mesele konuşarak yaşar ve gelişir. Soru şu: Hangi ruhu üflemek üzere dilden bahsediyorsun? Sezaî Kırlangıç, “Kürt Milli Şuuru ve Ahlâkı” isimli eserinde, bunun ADRESİ’ni belirtiyor:
—“Kürd’ün Kurtuluşu” ifâdesini, “Türk’ün Kurtuluşu”, “Arab’ın Kurtuluşu”, “Laz’ın Kurtuluşu”ndan ayrı düşünemeyen ve bunu topluluk hâlinde İNSAN’IN KURTULUŞU olarak gören, tatbik fikrini bütün unsurları ile örgüleştiren ve düşmanını, bu örgü sebebiyledir ki, tüm İSLÂM düşmanı emperyalist unsurlar ve ajanları olarak belirleyen bir dünya görüşü sahibleri için, hedefin menzili uzun ve zorlu olmasına rağmen, yola çıkan - yolda olan için varış çok daha kolay ve kısadır. Bu dünya görüşünün mücessem ifâdesi BAŞYÜCELİK DEVLETİ’dir.


Baran Dergisi 203. Sayı