LEVHA: 21 Mayıs 1990… Mevlâna Celâleddin-i Rumî Hazretleri… Sonra Üstadım’ı görüyorum… Eserlerinden birinde, bir okuyucunun yolladığı mektub var, onu okuyorum… Mektubta, “sizin şahsî zaaf gibi görülen hâlleriniz bizi bağlamaz; siz yekpâre bir bütünlük içinde bu asrın sahibisiniz. Ben bu yüzden evimizi temiz tutacağım ve bağlılarınızı toplayacağım!”… Ben, hemen Üstadım’ın Sadeddin Bilgiç’in Babası’nın onun hakkında söylediği sözü bana aktarışını hatırlıyorum… Sadeddin Bilgiç’in babası ona, “sen Mehdî’sin!” demiş.
*
Mevlâna Celâleddin-i Rumî: 553.
Berşan: ÜMMET. (Sahabe, örnek ümmet; ve Hadîs, onlarla hakikati yaşanan ve bize erişen… Hadîs: 522: Kelime-i Tevhid… Hadîs: “Ben Kur’ân için mücadele ettim, Mehdî hadîslerim için uğraşacak!”… Allah’a imânın hakikati, Muhammedî Kuvve’de; bu mutlak hakikat, tebliğin hiç ulaşmadığı insan için de geçerli. O’nu bilen ise, O’na riayetle bu kuvveden payda.): 553.
*
Yevmiye: BİLGİÇ… Benim NECİB FAZIL’LA BAŞBAŞALAR, Düşünce isimli haftalık dergide çıkıyor… O arada, dergi mensublarıyla beraber, eski Adalet Parti ve yeni Demokratik Partili Sadeddin Bilgiç de “Milliyetçi” sıfatıyla Üstadım’ı ziyaret edenlerden… Bu ziyarette, diyalog tarzındaki o yazıları Üstadım’ın bizzat not ettirip ettirmediğini “yokluyorlar” ve bizzat Üstadım’ın bana nakli hâlinde “tek kelimesine bile dokunmadığı” cevabını alıyorlar… Üstadım hudutsuz mesut… Ve sözü Sadeddin Bilgiç’e getiriyor: Babası Sadık Bilgiç, eski müftülerdendi; muhterem insandı… Birgün Sadeddin Bilgiç Meclis’te “Atatürk” filân diye saçmalamış, hemen kalktım evlerine gittim… Babası, “eşek!.. Orada traş oluyor, git tokatla!” dedi… Çok samimi insandı… Birgün bana, “Sen Mehdisin!” diyecek kadar takdir eden… Eski Şeyhülislâmlar’dan Mustafa Sabri Efendi de “beklenen Mehdî sensin!” demişti.
*
İNŞİKAK: İkiye ayrılma. Çatlama. Yarılma. “Delinme”. (Levha: 7 Mart 1995… Dünya… Etrafını çeviren bir şeyden bahsediliyor ve bunun İNŞİKAK Sûresi ile ilgisi… “Dünya’nın 500 senedir beklediği” diye biriyle ilgili konuşuluyor; ve dünyanın etrafını çevirenin güneşle dünya arasında PERDE olduğu… Ben, dünya ve güneşi, fezada bir yerde gibi durarak seyrederken, bu konuşmaları duyuyorum!): 552.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 1552.
*
İNŞİKAK Sûresi’nin Toplam Ebcedi: 32964= 30966.
Seyyid Abdülhakîm Arvasî + Necib Fazıl Kısakürek + İzzet Erdiş: 2966.
Kâzime: Yanında bir kuyu daha olup, bundan ona, ondan buna su geçmesi. Büyük şehir: 966.
Üstadım’ın, YOLUMUZ, HÂLİMİZ, ÇAREMİZ isimli ilk konferansını dinlediğim sene: 1966.
*
Üstadım’ın, merkezde elbette Şeyhi Abdülhakîm Arvasî Hazretlerine bağlı nisbet şuuru ile kaleme aldığı öz veli hikâyelerinin asıllarından nakli eseri “Veliler Ordusundan 333”, şeyhin bir olduğunu ve ayrılığın müridlerin gözlerinde bulunduğunu, kul plânında Allah Resûlü’nde tecelli eden VAHÎD sırrının onlar nezdinde BÂTIN yönüyle temsilini de göstermektedir. Bu cümleden olarak, bende bir YEVMİYE mevzuu “aşk her şeyi örter!” hikmetinin, AŞK ve VECD hüviyetiyle bariz MEVLÂNA Celâleddin-i Rumî Hazretleri’nden bugün etrafında çok saçmalanan bahsi: Biri Mevlâna’yı incitmek istedi ve ona isnad edilen bir sözü gerçekten sarfedip etmemiş olduğunu sordu — “Siz 73 mezheble beraberim demişsiniz doğru mu?”… Doğru olduğu cevabını alınca ekledi — “Vay, sizde ne akıl bulunabilir, ne idrak, ne irfan, ne hakikat, ne hikmet!”… Mevlâna gülümsedi — “Bak, bu iddianda da seninle beraberim!”… BİR NOT: Abdülhakîm Arvasî Hazretleri, Mevlevî yolunun perişanlığa âletiyle ilgili olarak, “Mevlevî’nin gururu olmasaydı!” demiştir. Mevlâna Hazretleri, her şeyin bâtına bakan bir aşk tabı içinde etmiş olduğu sözlerinin bugünkü ahmakça yorumlarının tersine, küfre rıza bir yana, “velilik bir mecburiyettir!” hikmetinde tavizsiz bir mağrurdur. Nitekim, güzel ses duyduğu zaman kendisine Cennet kapıları açılıyormuş gibi geldiğini söylediği bir mecliste, kendisine de öyle geldiğini söyleyen yolun gafiline, “senin duyduğun Cennet kapılarının kapanışıdır!” deyivermiştir. AŞK, güzelliktir, ama doğrunun olmadığı yerde yanlışa âlet olabilir; bir de, eğrisi doğrusu bir yana, aşkın istilâ edici cezbesini herhangi bir mevzudan bile tanıyamamışken, “aşk” tekerlemesiyle Mevlâna Hazretleri’nin sözlerini şuna buna tatbik etmek ve musiki keyfini güyâ tarik niyetine sunmak? “Her ne olursan ol gel, yüz kere tevbeni bozmuş olsan da gel; ümitsizlik dergâhı değil bizim dergâhımız?”… Velilerden zuhur eden bu sözler, küfre rıza şeklinde değil, “küfrün hakikatinin olmayışı ve mahiyet niteliği”, hakikatinin bu oluşuyla ilgili TEVHİD sırrına gark olmuş bir cezbe hâlinde söylenendir. Toprak seviyeli bir şuurla söylense, nefsimizin her kötülüğüne meşruiyet veren bir küfür ifâde eder. Burada küfre rıza değil, Allah’ın hikmetini görmek var. Nasıl ki, VAHİD ve VAHÎD sırrı olarak, “Topyekün varlık Allah Resûlü’nün yüzüsuyu hürmetine yaratıldı; kâfir, istemese de onun kadrosu” diyoruz… Ruh kasdıyla, “Akıl bâtınî şeriattır, Şeriat zâhiri akıl”… Ölçü Şeriattir; ona aykırı hiçbir şey kabul edilemez… Veli sözü: “Fıkıh medresesinin kanunları olduğu gibi, aşk medresesinin de kanunları olduğunu bil!”… MEDRESE: 309= 1308: ARVASÎ… Goethe’nin ünlü sözü: “Bir nizâmsızlık yapmaktansa, haksızlık yapmayı tercih ederim!”… ABDÜLHAKÎM Arvasî Hazretleri’nin, “sende iki şey ifrat hâlinde: Muhabbet ve zekâ!” dediği Üstadım, Goethe’nin sözü üzerine şöyle der: “Asıl nizâmsızlıktır ki, en büyük haksızlıktır - İslâm baştanbaşa nizâm demektir!”… FIKIH’taki NESH tâbiri, Şer’i bir hükmün ancak Şer’i bir hükümle kaldırılabileceğini ifâde eder; yâni NİZAM asıldır… Bir not daha: Bütün bâtın kahramanları, Hadîs ve Kur’ân’ın içyüz müfessirleridir. Aşağıda Mevlâna Celâleddin-i Rumî hakkında işaretlediğim hususların devamı da görülecek. İSTİGRAK-Dalıp kendinden geçmeye dair hâlle görünenin, KUR’ÂN’dan hakikati… ANADOLU başlığa altında.
 
İSMAİL HAKKI BURSEVÎ


LEVHA: “Dal” harfiyle ilgili bir yazı okuyorum ve aklımda kalsın diye defalarca kendi kendime tekrar ediyorum… Sabaha kadar uğraştım… DAL harfinden tedaîlerle makale gibi uzun bir yazı ve düşünce!..
*
İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri: Cuma günüydü… Hazret-i Hüdaî’nin Türbesi’ni ziyarette iken, o kabr-i münifin perdesi üzerinde DAL resmi zuhur etti. Sonra MİHAD (Beşik, döşek, kaynak. Arz, yeryüzü) lâfzı yazılmış olarak zâhir oldu. Sanki o resmi çıkan DAL, Mihad’ın DAL’ına işaret ve o kelimenin kısaltılmışı idi… Tıpkı yeryüzü gibi… Burası bütün insanlara beşik ve yatak gibidir… Bu nasıl böyle ise, has kulların vücud arzı da feyzlerin ve hakikatlerin beşiğidir ki, bu, ruhun ruhudur; insan bedeni nasıl ruhla kaimse, insan ruhu da öylece feyzle kaimdir… Sonra… DAL, Hakk’ın delilidir… Yâni İRŞAD Erbabı’dır, Hak yolun sülûku onlarla döşenir.
*
İSMAİL Hakkı Bursevî: 606.
Kurkur: Büyük gemi. “Deve. Nefs”: 606.
Tegavvür: Derine dalma. Bir şeyin hakikatini arama. “Gark olma. İstiğrak”: 606.
Mesnevî: İkilik manzume veya her beyti kafiyeli manzume. (Mevlâna Celâleddin-i Rumî Hazretleri’nin ünlü eserinin ismi ki, “Mesnevî” der demez ilk akla gelendir.): 606.
Kaşire: Derisi yarılmış olan baş yarığı. “Miltat: Dimağa erişmiş baş yarığı. Küst-Deniz kenarı.”: 606.
Tebadür: Âni olarak zihne girme. Hâdis olmak: 607= 1606.
Mütekavvis: Kavislenen. “Muhasebe. Gölgelenen. Müridin murad edilmesi”: 606.
*
HUDA: Hâlık. Sahib. Rabb-Terbiye eden, besleyen, yetiştiren: 605.
Rahman Sûresi 19. âyet. (Noktalı): 605.
İsmail Hakkı Bursevî: 600= 1605.
Hadacir: Sırtlan. İşi sıkı tutan. “Delen, koparan”. (Rahman Sûresi 19. ve 20. âyetlerin toplamı: 3166: 169: Kasah-Sırtlan. “Nefs”… KUST: 169: KIST-Nasib, hisse. Adalet etmek… Adalet sembolü, Devlet idealinin remz şahsiyeti Hazret-i Ömer hatırlanmalı.): 605.
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 605.

 
ANADOLU
(BÜTÜN FİKRİN GEREKLİLİĞİ)


Levha: 11 Ekim 1988… Babam Muammer Erdiş’e fikrî birşey anlatıyorum ve muhtemel muhalefetini peşinen kırmak ister bir şekilde, “yâni iş, dönüp dolaşıp BÜTÜN FİKRİN GEREKLİLİĞİ davasına çıkıyor; bunu anlıyor musunuz?” diyorum… Babam, beklemediğim bir uysallık ve tâbiyet ile ve güleryüzlü bir şekilde cevab veriyor: “Tabiî oğlum! Bu baban öyle bir RUM ki! Hep bunu anlatıyorum!”… Hep “Bütün Fikrin Gerekliliğini” anlatıyormuş!
*
Şerif Muammer Erdiş: 446: Seydî Mahmud Hayranî. “Akşehir’de medfun bu veli hakkında Mevlâna Celâleddin-i Rumî, onu ilk gördüğü zaman şöyle demiş — “Saçı sakalına karışmış, bir TİLKİ gibi idi”… Onu sevenlerden… Aynı devirde yaşamış olmalarına nazaran, her ikisinin de Selçuklu ve Uç Beyliği Osmanlı’yı tanımış olmaları tabiî… Merkez Doğu’da olunca, BİZANS hâkimiyeti altındaki ANADOLU’nun Rum diyarı mânâsına “Rumeli” ve burda o tâbiyet ile oturanlara RUMÎ denmesi normal… Büyük Selçuklu Devleti’nin İran merkezli olması bakımından, onun Rumeli’yi fethi boyunca bu isimle anılması da… Büyük Selçuklu’nun merkezde dağılmasının ardından Rumeli merkezleşmeye başladıkça bu diyarın İslâm kokusu, hâliyle aynı isimde apayrı bir keyfiyettir; “vatan, FİKRİN tecelli ettiği yerdir!” hikmetini anmanın tam yeri. Bizans, Boğaz ve Marmara’nın karşı tarafına çekildikten ve FATİH Sultan Mehmed tarafından fethedildikten sonra, artık Rumeli o yaka, ANADOLU bu yaka olarak, her iki yaka da OSMANLI vatanı olmuştur. Bugün ANADOLU, her iki yakayı isimlendirmede farklı bir bütün ifâde etmekte. Bu hâliyle bile tabiî sınır bakımından genleşmesi gerekir, ayrı mesele. “FİKR’in tecelli ettiği her yer vatandır!” anlayışıyla ANADOLUCULUK’un bir İDEOLOCYA Manzumesi hâlinde neyi ifâde ettiği hususu üzerinde geçen sayılarda durduk… MAVİYE. “Nefs-Dişi”: 446: VELÂYET-Velilik. Dostluk. Bir şeye bizzat mutasarrıf olmak. Sözünü geçirmek… TEVELLÂ-Ehl-i Beyt’e tam sevgi. “Allah Resûlü’nün kızı Fatıma anamız ve Peygamber damadı Hazret-i Ali, perdeli bir O’nun nesil devamı Hazret-i Hasan ve Hüseyin efendilerimiz dışında, sırasıyla 4 Halife ölçüsü ve derecelerinden başlayarak bütün Sahabîler ve onlara sadık ve kalb ehli, O’nun Ehl-i Beyti dairesindedir. Ehl-i Beyt’in içyüz mânâsı bu olmasaydı, Şeriat’ın içtihad - ve içyüz mânâsı olmayacağı gibi, EHL-İ BEYT sıradan bir mânâ ifâde eder ve bizzat Kur’ân “beş yaşında Arabça bilen bir çocuğun okuyacağı kadar basit bir okunandan ibaret” anlayışa kalırdı: 446: MATTE-Vesile. Sebeb… TELÂİYYE-İstikamet. Doğru yol üzerinde olmak: 446: MÜKÂŞEFE-Gizli şeyleri bir bir açıp keşf ve izhâr etmek. Bir hususu keşif yoluyla bilmek, meydana çıkarmak… FELÂH, “dindeki gizlilikleri ortaya çıkarmaktır!”… TATBİK: Yakıştırmak. Yerine getirmek. Karşılaştırmak. Kıyas ve tahmin etmek. Benzetmek, uygun etmek: 521: DERVİŞ… Mevlana Celâleddin: 307: Arvasî.
*
BÜTÜN Fikrin Gerekliliği: 2136.
Mü’min: İmân eden. (El Mü’min: Emin kılıcı mânâsıyla Allah’ın 99 isminden biri.): 136.
Kavl: Söz. Anlaşma. İtikad. Delâlet. Tarif. İlhâm: 136.
Lî-zatihî: Kendisi. Bizzat. Kendiliğinden: 136.
Hanef: İstikamet, doğruluk. Eğrilik. “Muhasebe”. (Allah Resûlü’nün, “Beni bu sure ihtiyarlattı!” buyurduğu HUD Sûresi’nde, istikamet emredilmektedir - doğru yol çilesi… HUD-Bir Peygamber’in ismi. Büyüklük. Çok hürmet: 15: B.D.-İBDA.): 136.
Mename: Yatak, döşek. (Dest-Yatak. Dört köşe yastık: 464: Dest-El. Kuvvet. Kudret.): 136.
Vusu’: Kuvvet, kudret, takat: 136.
Mühlenda: Kuvvetli, sağlam, dayanıklı deve. “Nefs”: 136.
Kılv: Eşek. “Kâinat”. Çocukların çelik çomak oyunu. (Üstadım’ın bir NOKTALAMA’sı: Anladım bütün dava Allah’ı aramakmış, — Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış!): 136.
*
BÜTÜN Fikrin Gerekliliği: 2136= 1137.
Besmele: 137.
Kıble: 137.
Evlak: Delilik, cünun. (HABL: İp, urgan, halat… AKL: Düşünme ve anlama kabiliyeti… AKL: İp ile bağlamak. Sürmek. Devam etmek. Ölmek… HABL: Delirmek… HABİBULLAH: Allah’ın Sevgilisi… HABLULLAH: Allah’ın ipi… Burada delilikten bahis, akılla idrak edilir Şuhud Âlemi’ne nisbetle “müteâl-aşkın” âlemin tıpkı ölümün akla “yokluk” şeklinde hitabetmesi gibi, o varlık önünde aklın tükeniş ifâde etmesidir ki, neticede “akıl” ve “ölüm”ün ayrı mânâda görünmesi, onun neye memur olduğunu göstermenin nihaî neticesidir; burada akıl ruhlaşmıştır ve idrakın aczi hâlinde nur olmuştur. AKLIN zıddı DELİLİK olduğuna göre, sözkonusu DELİLİK mecazî kullanımda “Deha” ve “Velilik” mânâsını ihtiva eder. VELİLİK, İslâmladır; DEHÂ’nın memuriyet hakikatinin İslâm’da oluşu da açık… Tıpkı MECAZÎ Aşk - GERÇEK Aşk meselesi… Mevlâna Celâleddin-i Rumî Hazretleri’nin, “akıl, idrak, irfan”dan yoksun olduğunu söyleyene, “bu iddianda seninle beraberim!” demesindeki hikmet burada… İSTİĞRAK: Gark olmak. Dalmak. Aşk-ı İlâhî ile kendinden geçmek. “Allah ile kul arasındaki tükenmez mesafe için en iyi kavram ezel ki, serab ve hayâlin birleşmesinden meydana gelmiş ve sürçmenin en çok burada olması bakımından bâtın ehlince zürafa sırtına benzetilmiştir”… Allah ve Resûlü’nün ölçülerine sımsıkı sarılmanın neticesi korunulabilecek İSTİKAMET davası, İSTİĞRAK’ın sıhhati nisbetinde şuna benzer: (Hidayete karşılık delâleti satın alanlar) — “Onların durumu, ateş yakan kimse misâlidir. O ateş yakıp etrafını aydınlattığı ânda Allah, hemen onların aydınlığını giderir ve onları karanlıklar içinde bırakır, görmezler”… Şeytanî vesvese ve HATAR’ın def’inde, iradesi Allah’ın iradesi olmuş insan için de kıyas edilebilir KUR’ÂN’dan bu misâl, kötü sözlerin Allah’a erişememesi yanında, bir söz olan İNSAN’ın kötüsünün ve kötülüklerinin hakikatinin, yok ve yok mesabesinde olduğunu da gösterir. Dolayısıyle, “hoşgörü” sanırsın, aslında gayrını görmeyen bir neş’e mesabesinde sadece bâtınına nazar eden bir ifâdededir. “Hakikate aykırı hiçbir söz olamayacağı” hakikatinin, “küfür, yalan ve yanlışa taviz” değil, Allah’ın rahmetinin herşeyi kuşatması sırrıyla bu hakikate de varlık verme sebebi olduğunun anlaşılması gereği gibi. TEVHİD-Birlik sırrı.
*
BÜTÜN Fikrin Gerekliliği: 2136= 138.
Mishel: Dil, lisân. Yabanî eşek. Uzun zamanlar. Kâinat nizâmı: 138.
Kabile: Ses alıcı. Kabul edici. Kadın ebe. “Nefs-Kabul edici. Tesir alıcı. Dişi… Nefsin nefsten alması: En başta Allah Resûlü’nden”: 138.
Anîde: Kabile, ehl-i beyt: 139= 1138.
Kalû: Dediler. Onlar söylediler: 138.
*
İSTİĞRAK: 1762.
Tenşib: Saplama. Sokma. Doldurulacak kalıbta düzeni çıkan. Rüzgâr esme. “Ruhî”. (Üstadım’dan: Akıl saplandı mı bir kez derine, — Bir şu yan, bir bu yan, gidip gelmeler!): 762.
Tekvade naren. (Arabça.): Kıvılcımın yanıcı nesneye sıçrayarak yakması. Ateşin yürümesi. AT’ın yürüyüşü. Fikrin yürüyüşü. Hayâl izinden gidiş: 762.
Müteşabik: Birbirine karışmış ve girmiş vaziyette olan. Girift. “Girift bilmeceler, sırlar”: 763= 1762.
FURKAN Sûresi 53. âyet: (Meâli: O Allah’tır ki, iki denizi salıverdi. Şu tatlı, susuzluğu giderir, bu tuzlu ve acıdır. Aralarında da kudretinden bir mani ve birbirlerine karışmayı önleyici BERZAH koymuştur”… İki deniz: İki ilim, iki hüviyet, iki nefs…): 5762.
İstikra’: Gezmek, dolaşmak. Etraflı bilgi edinmek. Ayrı ayrı hâdiselerdeki müşterek unsurlara dikkat ederek hüküm çıkarmak. FERT’ten UMUM’A, –hâl, kavram, ıstılâh, sistem, yol vesaire– şeklinde terkib çıkarmak. (İstikra’, hem mantık ve düşünce, hem ruhî bedahetler, hem hayâlî iz sürme şeklinde, aklî - ruhî ve fiili her iş ve oluşta bilinen veya keşfe mevzu veya bilinen keşfe mevzuunun “Küll - İdeal - Hedef - Gaye”sine nisbetle bir TÜMEVARIM usulü ifâde eder.): 763= 1762.
Huzune: Kulak. “İşitmek. Hissetmek. Emr ve nehy ile birlikte her türlü tesiri kabul eden ve ayırdetmeye memur İNSAN nefsi”: 762.
Zat-ul Hareke(t): Zâtıyla hareketli. Kendinden oluş: 1761= 1762.
MEVLÂNA HALİD: Nakşî silsilesinin, İMÂM-I RABBÂNÎ’den sonra gelen büyük kolbaşı: 763= 1762.
*
KARTAL is gaiting. (İngilizce): (Eşimin ben 2000 yılında KARTAL Cezaevi’nde Telegram altında iken gördüğü bir rüyâda okuduğu cümle… KARTAL-Büyük ruha sembol: 732: ABDÜLHAKÎM KOLTUĞU… Gait: Yürüyüş, gidiş. At yürüyüşü… Türkçe’de GAİT: Çukur yer. Düz mekân. Alan. Hâdes… GATE: Kapı, dağ geçidi. Hasılâ. Süzgeç, elek. Dökümcülükte kalıbı doldurmak için açılan DELİK. Sinyal cereyanı ile işleyen anahtar. “Telegram”… TELEGRAM’ın, tarafımdan “eserde müessiri görmek” usûlüyle kalb hakikatinde dünyevî rolden oluşu hakkında anlattıklarımı hatırlayınız… “KARTALI ateşleyen kıvılcım!”…): 1823.
Rastafîn: Hakiki, gerçek: 823.
*
KARTAL is gaiting: 1823= 824.
Dahiyye: Kurbanlık hayvan-hayat. “Bedene-Kurbanlık nefs”: 824.
Udhiye: Allah rızası için kesilen kurban: 824.
Harita: Yeryüzünün suretini çizme: 824.
İktitab: Yazılmış şeyin suretini çıkarma, kopyasını alma. (Zihin kontrolünün TELEGRAM işi yönünden karşılıklı alıcı-verici rolü; kuşatan çevre içinde yer alan rollerden… ZİHİN KONTROLÜ: 553: Mevlâna Celâleddin-i Rumî… Bu da zihin kontrolünün hakikatin hakikati hâlini gösteren mânâ… TEVHİD ve RUMÎ bahisleri üzerinde durduk… Hakikat sana uymuyorsa, sen hakikate uy!): 824.
Mehdî Muhammed Salih İzzet Erdiş: 1824.

 
İTALYA HARİTASI


LEVHA: 20 Ekim 1989… Bir İTALYA haritası, şimdi bulunduğum yeri işaretliyorum… (…) Tam dört yavru kedi, ısırıp tırmalıyorlar beni… Mehmed Fazıl güleryüzle geliyor ve bana hayran olan bir kızın adresini kaybettiğini, onun için aradığını söylüyor… Onun yerini haritada işaretliyorum… Aynı şeyi düşünmüş olmamız ne tuhaf!.. Sonra, köpeklerin Boğaz Köprüsü’nden resmi geçit düzeninde geçişlerini seyrediyorum… Bir köpek ayağımı ısırıyor!..
*
İTALYA: 451.
Mita’: Yolların birleştiği yer. (Roma İmparatorluğu devrinin ünlü sözü: “Bütün yollar Roma’ya çıkar!”… Malûm, BİZANS, Doğu Roma İmparatorluğu… Peygamber sözüyle, belde olarak İSTANBUL’u ve onu fethedecek İslâm askerleri için yapılan medhi hatırla… AYASOFYA: 309: BERZAH… HUŞ-Kalb: 309: MEDRESE… ASHAB-I BEDR: 308: ARVASÎ… Kâinat-dünya, İslâmî hakikatin ortasında yaratılmıştır; ve Müslümana mescit kılınmıştır. “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya, hemen ölecekmiş gibi Ahiret için çalışma” şuurunda olan ÜMMET için… Şark ve Garb: Doğu ve Batı… 1453’te Fatih Sultan Mehmed tarafından fethedilen İstanbul’un ve fethin sembolü AYASOFYA’nın içyüz mânâsı, bugün “İslâm tasavvufu ile Batı Tefekkürü arasında kanatlarını açan ve ikinciyi birinci önünde hesaba çekerek aslına irca eden İBDA”da pırıldamakta. Bâtın yolu ile, dünyaya hâkim olanlarla mücadele eden bir BERZAH’tayız… ROMAN, Romany, Romans: Roma’ya âit. Çingene-aborjin, Çingene dili. Aşk, cazebe, çekicilik, maceraperest-serüvenci, hayâlî düşünceleri olan… Eğik bir çizme şeklinde AKDENİZ’e uzanan İtalya’da eski şehir devletlerinden biri olan ROMA’nın, sonra bilinen çapta bir İMPARATORLUK hâline gelişi dikkate alınırsa, ROMA’nın İtalya ile aynı mânâda kullanılabileceği anlaşılır: İTALYA, İmparatorluğun, Roma da İtalya’nın merkezi… İTALYA, lûgatlarda “bir memleket ismi” denilmekten başka, sadece “italik harf” denilen eğik harflerin karşılığı olarak görülmekte… Yukarıda saydığım kelimelerden ROMANY ile ilgili olduğunu sandığım bir kelime, Yunan Mitolojisi’nde geçen İTALOS: İtalya’nın İLK HALKI kabul edilen Denotrialılar’ın ilk kanun koyucusu ve bilge kralı olan, bir İtalyan kahraman… Daha önceki sayılarda, bulundukları her toplumda kendi ritleriyle var ve onların düzenine nazaran ilkel kabul edilen ÇİNGENELER’in, aborjin niteliğine dikkat çekmiştim… Çingene ve ÇENG-El aynı kökten… EL, marife eden - genele şâmil kılan olarak, mecazî mânâda “kuvvet ve kudret”tir: Fert ve toplum olarak, Kâinat’ın topluluğu İNSAN’da. “Allah’ın eli topluluk üzerindedir!” ölçüsü hatırlanmalı; Allah’ın eli, “kuvvet, kudret, irade” gibi sıfatlarla nitelenemez, bilinmez sıfatlarındandır. EL ile EL’in bu iki anlamı, HALK Âlemi’nin sebebi EMR Âlemi’nde, VAHİD ile VAHÎD sırrında mündemiçtir… FERT Hakikati, Allah Resûlü’nden başlar: O, HAKİKAT-İ FERDİYYE… Topluluk hakikati de hakikatini, O’nun ÜMMETİ’nin aslında, Sahabeler kadrosunda bulur… Çingene yerine, bedevî, aşiret, kabile vesaire kelimelerini, ilk topluluklar mânâsına kullanabiliriz ki, iş ADEM Aleyhisselâm devrine kadar gider. ÇİNGENE lâfzını yukarıdaki izâhımızda görüldüğü şekilde anlarsanız, mesele sağa sola çekilmeden anlaşılmış olur… ROMA Nizâmı, Nizâm Aşkı; bu, ROMA kelimesinde mevcut olduğu gibi, Batı’nın üç temelinden biri. Diğerleri, Yunan Aklı ve Hristiyan ahlâkı… NİZAM Şuuru: Gerek içyüz ve gerek dışyüz tezahürlerinde, mevzu ve meselelere göre birbirini tâyin eden olduğu, ayrı şuurlarda da müştereklik ihtiva edebildiği gibi, birbirinin zıddı olmaya kadar da gider. Ama şuurun bir vasfı, belki en belli başlı vasfı olan bir keyfiyet olarak altını çizmek gerek. Bu husus çerçevesinde, ROMA Nizamı’nı “NİZAM Aşkı” diye vasıflandırdıktan sonra, aşkın kendi başına mânâsını da ROMA kelimesi içinde takib edince, onu sadece cismanî - karşı cins alâkası ve hayâlî vasıflarıyla tesbit ediyoruz… İngilizce’den, PLATON: Maddeci olmayan. Ruhanî olan. Marazî - normal olmayan. Muhabbet… LOVE: Sevgi. Muhabbet. Eros-aşk ki, mitolojide iki aşıkın arasını yapan “çocuk” yarı tanrısıdır. Dost. Yâr. Psikolojide sıfır… LOVE: Sevmek, aşık olmak… LOW: Hakir. Haykırma, yakınma. “Hem zâhir, hem bâtınî aşkın akıl üstü mânâsıyla insanı zelil etmesi”… LAW: Kanun. Kaide. Usul. Töre. Adalet. Âdet… LAVA: Lâv, yanardağdan çıkan madde… LAVA: Şiirde, yanından akıp giden NEHİR, yıkanmak. “Ruh”… RUHANÎ bir vasıf olan aşk’ın, cezb, meyl ve SIFIR-SIRR mânâsı, mecazî ve bâtınî mânâsıyla bize irtibat kurucu olarak işaretlendikten sonra… HABİB: Dost. Sevgili… HABİBULLAH: Allah Sevgilisi… HABLULLAH: Allah’ın ipi… Ölçü: “Allah’ın ipine sımsıkı sarılınız!”… HABİLE: Gebe. “Kabul eden nefs”… HABİL: Efsun. Cezbeden… HABL: Akıl. Nefyeden. Ruh. Ölüm… MECZUB: Cezbedilmiş. İstiğrak hâlinde olan… İSTİĞRAK: Dalıp kendinden geçme, içine gömülme. Dünyayı unutma. Arabça gramerde EL harf-i tarifinin, isimleri marife etmesi… SABİYY-Meyl ve muhabbet. Süt emen çocuk: 112: HADİS-İ Şerif… SAHABÎ: 111: HİLÂFET… İMKÂN-Mümkün olmak. Olacak hâlde bulunmak. “Hayâl. İstikbâl”. İBDA: 112: TİSHAN-Çizme.): 451.
Salih Mirzabeyoğlu: 451.
*
İTALYA: 62.
Xevn-Hevn. (Kürtçe): Rüyâ. (Rûyâ: Yerden biten ot… Huda-i Nabit: Kendi kendine biten. Allah’tan… Menfî mânâda kullanılınca: Kendi kendinden ibaret, asılsız.): 62.
Neciy: Sır saklayan: 63= 1062.
Beyn: İki şeyin arası: 62.
Beyn: 62.
Mütefekkir Mirzabeyoğlu: 62.
Mehdî: 62.
Müzavece: Çift olmak. Nikâh-Birleşmek. (Bütün yollarla tek tek birleşen nokta mânâsını hatırla.): 62.
Maviye: Billur taşı. (Silâm: Taş. Su. Hamd… Mehat-Maviye. Billur taşı. Güzellik. Güneş. Dağ sığırı. Menzil, konak: 446: 1445: Muhyiddin-i Arabî… Himmet-Manevî yoldan yardım. Tabiî şevk ve meyil: 446: 1445: Dalliyet-İsbata vasıta olmak. Delil oluş.): 62.
Ehun: Toprakta meydana gelen DELİK, yarık. (Nil-Mısır’ın hayat menbaı nehri. Sıfır. Sır… Allah’ın arzı su üstünde tutması ve ARŞ’ı su üstünde istiva etmesi ile, ABDÜLHAKÎM Koltuğu hatırlanmalı.): 62.
BÂTIN: İçyüz, gizli. Esrar. Sır. Künh ve zâtı itibariyle saklı. (Allah’ın, “zuhrunun şiddetinden gaib” mânâsına isimlerinden biridir.): 62.
*
Mehmed Fazıl: 1001.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 1000= 1.
ARZ: Yeryüzü, dünya. Erz. “Mihad”: 1001.

 
II. BAYEZÎD - CEM SULTAN


FATİH Sultan Mehmed vefat edince, yerine Sultan Bayezid - Lâkabı Velî, onun yerine saltanat makamına geçti, lâkin kardeşi Sultan Cem bunu kabul etmedi… 1481’de cereyan eden hâdiseler meyanında, AKDENİZ’e sarkan bir kol ve elin İBDA sembolünü andıran durumunu tedâî eden İTALYA’da bulunan eski Vezir-i Âzam Gedik Ahmed Paşa’nın, Kayınpederi Vezir-i Âzam İshak Paşa tarafından acele İSTANBUL’a çağırılması… Ahmed Paşa, donanmayı ve askerin mühim bir kısmını alarak oradan ayrıldı… Çizme dersen onun topuğu, EL dersen onun baş parmağına benzeyen yerinde bulunan TORONTO kalesindeki Hayrettin Paşa desteksiz kalınca, İtalyan Ordusu tarafından muhasara edildi. TORONTO Sancak Beyi Hayrettin Paşa mecbur olunca, serbestçe gemilere binip gitmeleri şartıyla, NAPOLİ Kralı Ferrante ile anlaşma sağladı… Sonra gelen OSMANLI Padişahları’ndan hiçbiri, bundan sonra İTALYA’nın fethi işiyle uğraşamadı; ve FATİH’in hedefi gerçekleşemedi… CEM Sultan SULTAN Bayezid’e Bursa Yenişehir’de yenildi ve Konya’da da tutunamadı. Adana’da MEMLÛKLER’e tâbi Ramazanoğlu’nun tavassutuyla ŞAM ve oradan KAHİRE’ye; büyük itibar gördü. Buradayken bir ara HACCA da gitti ve OSMANLI Tarihi boyunca bunu gerçekleştirmiş tek Hanedan o olmuştur. Saltanat iddiası devam eden Cem Sultan, Anadolu’ya geçti ise de nüfuzlu Beyler’den bir iltifat görmeyerek RODOS Adası’na… Bir Fransız Şövalyesi olan ada hâkimi, onu MISIR’a geri götüreceğini vadetmesine rağmen sözünü tutmadı ve FRANSA’nın NİCE Şehri’ne gönderdi; buradan, bir kaleden öbürüne ve SULTAN Bayezid’in orada zararsız kalması için FRANSA’ya ödediği 45 bin altun haraç… SULTAN Kayıtbay, onun MISIR’a gönderilmesi için 1 milyon altun teklif ettiyse de kabul edilmedi. OSMANLI Devleti üzerinde politik kart olarak kullanmak üzere, FRANSA, Macaristan, Venedik ve Mısır gibi 4 büyük devletin, şövalyeler nüfuzundaki kalelerde tutulan CEM Sultan için baskısı; nihayet 1488’de PAPA’ya teslim etmeye razı olmaları, LYON, Toulon, nihayet ROMA’da… SULTAN Bayezid’in önemli seferleri ve fetihleri içinde, KIRIM Hanı Mengi Giray’ın da 70 bin süvari ile katılımı neticesi, KARADENİZ’in OSMANLI gölü hâline getirilmesidir… “BOSNA Sancak Beyi şâir YAKUB Paşa, Slovenya’ya, sonra 8 bin AKINCI ile Stirya’ya, üzerinde Trieste’nin bulunduğu yarımadaya girdi. Dönerken HIRVATİSTAN’da Macar ordusu tarafından yolu kesildi. Yakub Paşa, 5.700 asker öldürüp, 25 binini esir aldı. Tarih 1493.
Daha sonra manzum olarak bunu kaleme almıştır”… CEM Sultan, 1489-1495 arasında 6 yıl ROMA’da kalmıştır… Fransa Kralı 8. Charles İTALYA’ya girince, PAPA onun baskısına dayanamayarak CEM Sultanı ona teslim etti. Kral’la birlikte ROMA’dan Napoli’ye giden Cem Sultan, orada hastalandı ve öldü; yaşı 35, sene 1495… PAPA tarafından verilen zehirin, sonradan görülen tesiri neticesi diye de yorumlanmıştır… Tabutu milletlerarası bir mesele olmuştur; NAPOLİ Kralı’nın saray bahçesinde 4 yıl bekletildikten sonra, yurda getirilmiş ve BURSA’da defnedilmiştir. CEM Sultan Avrupa’da iken, İkinci Bayezid, Cem’in annesi ve iki kızı beraber İSTANBUL’a gönderilmesini SULTAN Kayıtbay’dan istedi ise de, o reddetti ve tarihin ilk OSMANLI-MEMLÜK harbi patladı ki, uzunca bir süre devam eden gerginliğin sebebi olmuştur… Daha çok MEMLÜK üstünlüğü ile geçen harb, OSMANLI’nın Çukurova’yı hedeflemesine sebeb olduğu gibi, ANADOLU’dan ARAB illerine açılma zaruretini de göstermiştir.
*
SULTAN BAYEZİD: “Velî” lâkablı Sultan: 184.
ABDÜLHAKÎM: 184.
*
CEM Sultan: (Aynı zamanda şiir de yazan Şehzâde): 194= 1193.
Minkab: Delecek âlet. Ateş yakmak ve tutuşmak. (Sebeb olduğu hâdiselerle OSMANLI siyasetinde önemli tesirler meydana getiren CEM Sultan, 2. Bayezîd’in ardından gelen YAVUZ SULTAN SELİM’in Memlûkler’den HİLÂFET’i İSTANBUL’a getirmesi de gözönünde tutulursa, nasibinde bir “nefsi kurban” mânâda müsbetlik bulunduğu kabul edilebilir mi? Ardından gelen oğul ve torununun da idam zarureti düşünülünce, hazin bir hayat.): 193.

 
KARAMANLI KEMÂL REİS


OSMANLI Devleti ve Endülüs’te GIRNATA şehri merkez, tek bir bölgede görülen Müslüman hâkimiyeti. 1232’den 15. asra kadar hüküm sürmüş, tesirli… 776 yıllık bir Müslüman şehri olan MALAGA’nın düşmesi, bütün İslâm âleminde büyük bir üzüntü meydana getirmişti. (1487)… AVRUPALILAR’ın “Boabdil” diye andıkları Ebu Abdullah Muhammed’in 2. BAYEZİD’e gönderdiği elçiler, bu acıklı durumu arzettiler. DİVAN-I Hümayun, KEMÂL Reis komutasında bir donanma göndermeye karar verdiler ki, SELÇUKLU-OSMANLI dönemi boyunca Batı AKDENİZ’e giden ilk donanma budur. Bu suretle OSMANLI Devleti, “Napoli, Sicilya, Kastilya, Aragon” Krallıklar’ı ile savaşa girmiş oluyordu… Asırlarca devam edecek bir savaşın başlangıcı… KARAMANLI Kemâl Reis, Cerbe, Malta, Sicilya, Sardunya, Korsika, Balear Adaları, ile Güney İtalya sınırlarını vurarak İspanya sularında… Bellibaşlı bütün ARAGON (Katolonya) limanlarını bombardıman ettikten sonra, birkaç ay MALAGA Limanı’nı fiilen işgal etti. CEBELİTARIK Boğazı’ndan geriye döndü ve FRANSA sahillerine doğru tekrar İspanya’nın Akdeniz Limanları’nı vurdu… Sonra İspanyollar’a kolaylık gösteren TUNUS Hafsî Sultanı’nın birkaç limanında da sancak gösterdi… Ne var ki, İSPANYA, Portekiz’de GIRNATA’nın hâkimiyeti sona erdi ve 11. Muhammed Fas’a kaçtı… KARDİNAL’in emriyle 500 küsur bin elyazması kitab yakıldı; bütün AVRUPA kütübhânelerinde henüz 10 bin cilt kitabın bir araya getirilemediği devir… Yakılan, 8 asırdır dünyanın her yerinden getirilmiş eserler… GIRNATA’nın düşmesinden sonra sahile yığılan 300 bin kişinin tamamen imhası, OSMANLI donanması sayesinde önlenirken, bir kısmı FAS ve CEZAYİR’e nakledildi… İspanya’da “ruhları temizlensin” diye yakılanlar… Fakat birkaç asır daha, kalanlar İSPANYA için problem teşkil etti… GIRNATA’nın düşmesi, İTALYAN Kristof Kolomb’un AMERİKA’yı keşfiyle aynı seneye denk geliyor… BİR NOT: Kristof Kolomb’un, Batı’da Hindistan’a âit kıyılara vardığı zannı, sonra yine bir İTALYAN olan Americo Vespuci tarafından erilen bu kıtanın AVRUPALILAR için yeni bir kıta oluşu ve bu yüzden AMERİCO Vespuci’nin ismine izafeten AMERİKA diye isimlendirilmesi malûm. AMR-AMAR: Ömer… Batı’da Arab ve İslâm kültürünün tesiri açık… KEMÂL Reis, ilk seferinden 23 sene sonra 1510’da FAS’a gidip ENDÜLÜS’ün son Veliahdı olan 11. Muhammed’in oğlu ile görüştü; yanında 20 yaşındaki yeğeni MUHYİDDİN Pirî Reis… Kemâl Reis, Cihanşümul OSMANLI denizciliği ekolünün kurucusu olduğu gibi, büyük deniz coğrafyacısı da… Son İspanya seferi dönüşünde, üssü olan GELİBOLU yakınlarında fırtınaya tutuldu ve batan gemide şehid oldu.
    


Baran Dergisi 255. Sayı