MATLA’ Beyit: Mesken ey bülbül sanâ geh şâh-ı güldür geh kafes / Nice âşıksın ki âhından tutuşmaz hâr u has — (FUZÛLÎ)… Şâh-ı gül: 357: Avarif-Arifler… Kafes: 240: Mifsal-Dil, lisân… Har u Has-Diken ve red. “Resim, zann”: 870: Menfez-Nüfuz edecek delik, pencere. Dudak, zirve… Mektubat: 869: Necib Fazıl Kısakürek-Salih Mirzabeyoğlu.

*

TÂBİR, hemen Üstadım’a âit olabileceği anlaşılan: “En keskin müşahhasla en keskin mücerredi birleştirebilmek”… Divan edebiyatımızda hangi şâirlerin ne sıfatla parladıklarını tesbit ederken, NEDİM’e düşenin “zerafet ve nezaket” olduğu hükmünü koyan da O… ADLÎ TIB, –cisim ve bâtınî yönüyle insan bütünü– hakkında, derinlik mânâsında en büyük olmasa da, en güzel misâli verenin NEDİM olduğunu şimdiye kadar işlediğim mevzular ve hakkında söylediklerimden anlamışsınızdır; “zarif ve nazik”in belirttiği üslub güzelliği dışında, “en keskin müşahhasla en keskin mücerret”i insanda çevreyi ihata ile verirken, NEFY mevzuunu, o dışta bırakmanın en kolayını veren bir “ikiyüzlülük” içinde sunucudur. Hâni şiirde “saklı-sırr”ın, birbirine zıt olanları havi olması meselesi; düşünce, kısaca “nefste ruhun bedene tasarrufu” davasını “ayarlama-muvazene” işi ki, maddî ve mânevî mânâsıyla “topyekün kâinatın muhasebesi” ifâdesine kadar açılan… Şiirin verdiği hissin fikirleşmesi imkânında, onun “en açık saçık” tasvirlerinin “ince ve dakik” bir idrakla “nefy”i bilen için, misâl, bir tecrid imkânı, Allah’ın “dilediğini baştan çıkarıcı, yoldan çıkaran” mânâsındaki ismi EL-Müzil’e ve “hayvanlar mertebesi”ne işaretini bulur; ZEL harfi, Da’va Cetveli’nde Allah’ın “Zakir-Zikreden, anan” ismine… Neticede “hayvanî nefs”, Allah’ın “Beni çok zikredin ki, ben de sizi anayım!” buyuruşuna uymayla, ARŞ Üstü emirler âleminde yerini bulan hakikatine yükselmiştir; nefsin ruhî yönünün tasarrufuna girmiştir… İDRİS Aleyhisselâm’da “hayvan mertebesine indi ve onların dilini anladı” denilen durum… “Hayvan-İnsan bedeni”nde… YEVMİYE: “Şâir, bitkilerle, hayvanlarla konuşur; deli midir?”… NEDİM için söylediğim, Divan Edebiyatı’nı “gül bülbül tekerlemesi” diye değerlendirme devrinin ardından baygınlık veren “Sevgili ve Şeyh-Mürid teşbihidir!” tekerlemesine, dolayısıyle alakasızlığına karşı, aslında maddî ve mânevî kuşatanıyla İNSAN’ı anlamanın TAM bir TEŞHİS, Teşbih ve Sembolü üzere bulunulduğunu uyarmak içindir; İSLÂM Tefekkürü’nün ruhunu verici “ADLÎ Tıbb” bahsi anlaşıldı ise… Bu mesele, “Tarih’te gerçekçilik” diye, “gerçek”in değer hükmü üzerinde hiçbir kanaati olmaksızın ve onun üstünde bir murada yükselmeye bağlı niyeti bulunmaksızın basit bir “belden aşağı” muhabbetine vesile seyirlik üretenler için de bir ikaz olmalı; meselâ tenasül uzvu, tıbta bütün açıklığı ile bir gerçeklik istiyor diye, onunla basit bir seyir mevzu içinde kalanlara aynı değer midir? Birinde sıhhat, diğerinde “haya” mevzuu olan aynı “gerçek”… Haya, “sıhhatli ile sıhhatsiz” meselesinde, “neye göre?” deyince bir değer ölçüsüdür… Nasıl anlatmalı? Buyur sanat!.. Sanat: “Ne dedi değil, nasıl söyledi?”… Ve bunun sosyal tabakalara hitabında, belli bir seviye mi, geneli mi hedefleme benzeri meseleler!

*

FUZULÎ’de öne çıkan taraf “aşk hassasiyeti”; garamî hassasiyet… Yukarıda NEDİM vesilesiyle söylediklerim, onun bu yönü ilgisinde aynen geçerli; “varlık ve varoluş sırrı” etrafında bir pervane… MESKEN-Sakin olunacak yer, hâne. (İDRİS Aleyhisselâm bahsindeki, mekân ve mekanet hususunu hatırla; biri, varlığınla ilim ve amel, öbürü bu güç ve kuvvetle yükseliş yeri… Malûm, o, hayvanî nefsaniyetinde hiçbir murad bırakmamasıyla bir riyazetle, ona hâkim olmuş; hayvanî mertebeye, kasıd bu, yükselmişti… Ruhanî makamı Güneş olmak üzere): 170: MENSEK-İbadet yeri. İbadet etme usulü. Kurban kesecek yer. “Bedene, kurbanlık deve”… MÜSLÎM-İslâm olan, selâmette olan. “Hakiki Müslüman”: 170: HAK-BİN: Hakka imân eden. Hakkı gören. Hak veren… YAKÎN-Şübhesiz, kat’i olarak bilmek: 170: KAML-Bit, kehle. (Kehhal-Gözlere sürme süren. Göz doktoru. “İdrak ettiren”: 59: Mehdî… Kırgızca, Bit: Kehle… Kırgızca, Bitte: Biti çoğalmak. Zenginleşmek. Kemâl sahibi… Kırgızca, Bite: Karın. Batn… Kırgızca, Bitte: İğdiş etmek. Hadım etmek. Halletmek. Noktası noktasına tâyin etmek. Koparmak. Takdir etmek. “Tevfik”… Hadim-İğdiş etmek. Şehvetsiz bırakmak. “Mânâda hayvanî nefsin bütün isteklerinin beden tasarrufu ve içyüzü ile ruhun tasarrufuna girmesi”: 645: Hadim-Haddam. Muvaffakiyetli kişi. “İslâm’ın hizmetçisi” kişi… Bit-Kehle. Uç. Zirve. Dudak: 412: Bît-kut. Gıda. Rızk. Nasib. Rüyâ… Ebu Eyyüb’ül Ensari: 411: Kurnas-Dağın burnu. Dağın ucu. “Arvas’ın bir dağ ismi oluşunu hatırla”… Halid bin Zeyd-Ebu Eyyüb’ül Ensarî –Eyüp Sultan Hazretleri’nin– ismi: 707: İsare-Koparmak. Tozu havaya kaldırmak. “Koluna bilezik yapmak. Derin ve ince mânâyı araştırmak”… Mütemerkiz-Merkezleşmiş: 707: Fikir Kahramanı)

*

MATLA’ Beyt’in Birinci Mısraı’nın Ebcedi: 1771: TAKA’UR-Çukurlaştırma. Kuyunun derin ve çukur olması. (Üstadım’ın ÇİLE isimli şiirinden: “Gece bir hendeğe düşercesine, — Kucağına düştüm birden gerçeğin, — Erdim çetin bilmecesine, — Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin!”… Tak’ir: Çukurlaştırma, çukur yapma. “Hendek”… Hadîs: “Mümin müminin aynasıdır!”… Ta’kir: Bir uzvu yararak sinirleri kesme. “Kartal Cezaevi’nde, 2000 yılında Telegram dolayısiyle sol bileğimi ve sol kolumun iç eklem yerini keserek damarlarımı koparma eylemimi hatırla!”… Ta’kir: Suyu bulanık etme. Kamus, lügat. Renk… Sahibinin bilinmek üzere Keramet: 660: İntihar-Bedeni idam.)… İŞTİMAL-İhata etmek. Şâmil olmak. İçine almak, kaplamak, kuşatmak: 772: BÜTŞİKEN-Put kıran. (Put, nefsinde Allah’ı delillendirme yerine, kendi deliliyle başbaşa olmakla kendini onun yerine koymaktır; suret, sadece gözle görülen müşahhas değil, küme ve kavram, kısaca fikir ve his hâlinde “zan”dır da. Hani, “Bazı zann vardır ki günahtır!” Peygamber ölçüsü!)

*

MATLA’ Beyt’in İkinci Mısraı’nın Ebcedi: 2983: SEYYİD Abdülhakîm Arvasî-NECİB Fazıl Kısakürek… Aynı ebcedle: İzzet Erdiş.

*

MATLA’ Beyt’in Toplam Ebcedi: 4754: CÜRSUME-Bir tohumun özü. Kök, asıl, temel. Gırtlak kapağı. “Can boğazdan, rengi mavi Gaybın Gaybı Küllî Nefs habercisi. Dar, kapı, zil, çalma”. Karınca yuvası. Vehim. Sırtlan. Aslan. (Ayet meâli: “Denizler tutuştuğu zaman”, Rabb’ın hıfzı!)… HANDEK-Hendek: 754: İSTİBSAR-Basiretli olmak… KASAH-Sırtlan. Tutmak. Koparmak. Takib. Ebed: 169: KUSTO… ABDÜLHAMİD-Arş Ehli arasında Allah Sevgilisi’nin ismi: 169: RAHMAN Suresi, 19-20. âyetleri.

ADLÎ TIBB (NEFS MUHASEBESİ)

LEVHA: 17 Şubat 1992… Önümde İngilizce ve Türkçe âyet meâlleri… O âyetleri okurken arkadan sesli olarak duyuyorum; Allah’ın sesiymiş gibi… İngilizce bir meâlde, “Ben, eşya ve hâdiseyi ihata edenim” diye bir âyet meâli… Ve, “ihata etmek, kuşatmak” mânâsındaki “Cover” kelimesi, işaretlenmiş-çerçevelenmiş… Bu sırada Salih de, daha önce söylediğim şeylerin âyetle teyid edilmesinin imâsı hâlinde tebessüm ediyor! — (Hayran Erdiş)

*

MEÂL-“Geri dönmek ve rücu eylemek”den. Meydana gelen netice. Mefhum. Mânâsı. “Kısaca mânâsı”. Kaymak, köpük. Husul yeri, peyda olunacak yer: 71: KÜNA-Bahçeyi bütünüyle çeviren çit. Açıkları kapatılmış-“tıkanmış”, çevrili yer. Kuşatan. “Cover”… KÜN, “Allah’ın, ol emri”dir; KÜNA ise, onun “kuşatan” olması. Kuşatan, aynı zamanda merkezdir; bize “koni” şekli, tepesi “nokta” ve tabanı “daire”, noktanın tabanın her yerini görücü ve tabanın her yerinden noktaya münasebet bir hakikati gösterir. İslâm tasavvufunda varlığın ve bilginin, helezonvarî bu oluşu “boynuz”a benzettiği… Ve bazı veliler, Kur’ân’ın kuşatan olmasını nazara alarak, boynuzu aşağıdan yukarıya genişleyen, bazıları ise Kur’ân’ı merkez bilmek bakımından boynuzu yukarıya doğru daralan görürler; bu iki mizaç görüş arasında birbirini tekzib eden bir durum yoktur. Boynuz’un daralıp genişlemesi hususunda, onu tahdidi bir şekilde kullanmadığımız belli. Kur’ân’ın, Allah’ın kelâmının kul kelâmı üzere nazili, o yönden Allah’a, bu yönden mahlûk olması bakımından Allah Sevgilisi’nde tecelli eden bir mânâ, mutlak sabit oluşu; Allah Sevgilisi için de bu böyle… “Kişi, kendini bildikçe, Rabbini bilir!”; Allah’a MUHATAB olan insan… “İslâm’a muhatab anlayış” derken, Allah Sevgilisi de bu vasıflanmada ve BİRİNCİ, kendini O’ndan bildikçe, –hadîs ve sünnetler–, bir meâl anlamı içinde “kendi” oluyor; meâl, “güzel, doğru, iyi”nin kul faaliyetinde “muarife” olması, belirli olmasıdır… Genel mânâda meâl, “ıstılah, kavram, mefhum, mevzu”, kulun âmeli neticesi onda bir billurlaşmadır; bu bakımdan bu güyâ keskinlik, havada “Kur’ânî Kavram” diye birşey yoktur, o şuura hitabedende “oluşan”dır. Her mevzu da, ne neyin gölgesi, asla bağlılık içinde kendi kavramını oluşturan; bu şuur olmadan, meselâ fizik, lâfların arasına “Allah, Peygamber” lâfzını sıkıştırarak onu İslâmî yaptığını sanar gibi, oluşmuş kavramları ezbere kullandığı[nı] anlamadan onları lâf arası kullanarak güyâ “Kur’ani Kavram”la konuşuyormuş… KUR’ÂN, Arabça’dır; Arabça bilmeyen?.. Bu meseleyi, “meâl”in ıstılah-kavram anlamı içinde ele alırsak, en basitinden, –Kur’an’ın nazil olduğu Arabça’nın bugün aynen kullanıldığını kabul edelim–, “Kur’ân tercümesi” diyemeyeceğimiz için, başka bir dilde onun mümkün olduğunca aslını tüttüren bir “yüzünden anlama”yı sağlamak niyetine bağlayabiliriz… “Kur’an tercümesi” tâbiri sakat olduğu için; tercüme, neticesi eksik veya fazla, bir nüfuzuna ermişlik, ayniyet iddiasına girer… “Allah Kelâmı” denmesi aslı, onun uçsuz bucaksızlığı kimin haddine… DARALAN veya GENİŞLEYEN boynuz meselesinde, her iki şekilde de taban ve zirveye tahdidi bir şekilde bakılmaması, insandan insana “hadd-i zât” farkıyla derinliğine ve genişliğine sınır çizilmiş olmamak içindir; birinde, Allah’tan kula, diğerinde kuldan Allah’a, –tümdengelim ve tümevarım–, insan faaliyeti sözkonusudur; birinde kuşatandan merkeze, diğerinde merkezden kuşatana, buna erdikçe ona, ona erdikçe buna görünen… Bize gelelim: ABDÜLHAKÎM Koltuğu’nun ortasında yuvarlak bir delik, onu bazen kuşatan, bazen merkez diye anlatıyoruz. “İki daireye de kuşatan diyor!”; hâni dışarıda kolların “çerçeve” belirtmesini, “kuşatan” olmasını anladık da, ortadaki delik ne oluyor hesabı… “Abdülhakîm Koltuğu, bir eşya değil, “suret olmadan mânâlar asla tecelliye gelmez!” ya, rüyâda gelen bir mânâdaki surettir… Tam da, meâlin, “geri dönmek, rücu eylemek” oluşu misâl, kulda tecelli eden neticesi, neticenin asla dönüş olması; hakikatin insanda tecellisiyle, bu tecellinin onda ufuk “gaye-ideal” şeklinde hakikate yaklaşan bir beyân ifâdesi - asla nisbetle meâl belirtmesi… ABDÜLHAKÎM Koltuğu’nun mevzudan mevzuya renge büründüğünü zaten biliyorsunuz… COVER-Zarf. Kılıf. Kitab kabı. İçine alan. Kapsayan. Kuşatan. Mask. “Gizleyen, saklayan. Meçhul zât. Tilki’nin gönü, gönülün içinde bildikçe bilinecek olana, gönülde gizli ve gönül gizli mânâsında anlaşılmak üzere, tilki kafası; gönül aklı, gönül zekâsına”. Yol katetmek, mesafe almak. “İnsanda perde, nefsin kendi”. Gözaltında tutmak. “İdrak uyanıklığı”. RAPOR etmek. Kâfi. Emniyete almak. Silâhla korumak. (Armchair: Koltuk… Arm: Alaca yılan. Erkam. “Sayılar. Yazılar”… Arma’: İnatçı. Kafa tutan… Army: Ordu. Kolluk kuvveti. Kuşatan… Chair: Yanıp simsiyah olmuş. Kömür. Fehm. Anlayış… HAKÎM: “Herşeyi yerli yerince eden” mânâsında Allah’ın bir ismi… HAKÎ-M: Anlatan Allah kulu. Varlığın hakikatine muttasıf olan… KOLTUK: Makam. Kürsü… İnsan’ın “kuşatan” ve “kuşatılan” mânâsı içinde topyekün kâinat-varlık; Kâinatı ARŞ kuşatır ve onu Allah istiva etmiştir, kaplamıştır. ARŞ, Allah’ın EVVEL, AHİR, ZAHİR, BATIN isminde, bütün isimleriyle tecelli ettiği; Kâinat, zâhirin zâhiri hükmünde ve bâtını insanın kalbinde mertebeler… KÜRSÎ, şu içinde bulunduğumuz âlemde, “Arş’ta toplu Arş üstü emirler âlemi”ne dair bir mertebe; Hakk’ın Hak üzere kaimliğine dair. O şöyle bakarsan ARŞ’la bir, böyle bakarsan “teferruat” zarureti… “Allah bize bizden yakın ve ne ZANN edersen O değil, bizden uzak”; değişmeyen, O’nun yakınlığı ve uzaklığı… Şuna dikkat: Allah’ın hangi ismi olsa, insan o ismin ZAHİR olmasındadır - nitekim, Allah’ın isimleri karşısında, âlem, makam ve mertebeler): 217: RÜYÂ-Düş. Hayâl. Yerden biten ot. (Ot, cisim ve tabiatında, madde ve hayvanı tanıyan; duranda hareketi ve nefsi tanıyan… Farsça, Made: Kıpırdadı. Hareket etti. Bir tarafa meyletti. Salınarak yürüme, cezbetme. Ziyaret etme. “Bedahet”. Midesi bulandı… Romence, Servi: Selvi ağacı. Boybos. Salınarak yürüme. “Müslüman mezarlıklarında vaktiyle çok dikilen ağaç”… İstifrağ: Hastalıktan dolayı kusma. “Haste, istenen”… İstifra’: Başlamak. İnsanın topyekün varlığa EFENDİ olduğu görülsün diye başladığı hayatın alt duruşu maddî âlemdir… Farsça, Meda: Son. Uzaklık. “Berzah âlemine girmeyen işlerin göründüğü”… Mad: Anne. “İçinde yaşadığımız âlem, neşv ü nüma bulmak, yetişip geliştiğimiz yer olmak bakımından, aynı MEHD gibidir; TOPRAK ANA deyişimiz bundan. Gurbette geçindiren”… Med: Uzatma. Çekme. Yayma ve döşeme. Çoğaltma. Bir şeye özenle bakmak. Nihayet. Son. Yardım etmek. Yar ve yaver olmak. Tarlaya gübre dökmek. Sel suyu. Sönmek. Söndürmek. Hamd… Me’d: Taze ot. Titremek. Sallanmak… ÜSTADIM’dan: “Nizâm köpürüyor, med vakti deniz, — Nizâm köpürüyor, tâ çenemde su, — Suda bir gizli yol pırıltılı iz, — Suda ezel fikri, ebed duygusu!”… Kay: Kusma, istifrağ etme… Kay: Kedi. Senar. Ulu kişi… Kay’am: Kedi… Üstadım’ın yeri geldikçe söylediği: Bergson, milliyetçiliği, bir soba kenarına kıvrılmış kedinin tabiî hâline benzetir… Kaim: Yerine geçen, yerini tutan… Nass, “Kur’ân hükmü”, “nas” da “insanlar”; İslâm’da “ümmet” dediğimiz “millet”in tarifi, Hakikat-i Ferdiyye makamında Allah Sevgilisi bulunan “sahabî” kadrosunun şahsında “ideal örnek” diye ve neyin neye kaim olduğu belli… Sahabî’nin tek ferd olarak mensub olduğu kavim, şu veya bu; aslolan ümmet, gerisi tanımak ve tanınmak için gerekli isim gibi, varlıktan sonra… İSTİRFA’: Yapılmasını isteme. Yukarı kaldırılmasını isteme… ALLAH’ın “ölümü yaratan, ölümü veren” mânâsındaki EL-Mümit isminin mertebesi TOPRAK… “Amellere neticelerine göre hükmolunur!” buyuran Hadîs, topyekün amel neticesinin “ölüm”de görülecek olmasına nazaran, ölümün hayatın gayesi, GAÎ illet oluşunu da belirtir… Allah’ın “herşeye galib gelici” mânâsındaki EL-Aziz isminin mertebesi, MADENLER… İnsan nefsi, bir yapıp etmeden ibarettir; nefsin nefs olarak iradesi-direnci olmadığı için, en mutî-itaat edici varlık tabakası maddedir. Becerebilene… Anlatılanlar ışığında, neyin nasıl “insanın istismar payı-kullanabilme payı”na girdiği, buna “meyl”i diyelim, görünüyor. Üstüne çıkan varlık tabakaları ve nihayetinde insanın doğum gibi ölümünde de, birinde dünyaya inişi ve diğerinde onun “gaî” niyetine hizmetiyle yükselmiştir; bâtın mertebesinde Allah’ın hangi isminin tasarrufunda bulunduğuna bakmak yeter… Topraktan, BİTKİ’ye: Allah’ın “rızık ihsan edici” mânâsındaki ismi EL-Rezzak’ın kalpteki mertebesi BİTKİLER… Rüyâ’nın, “Vahy’in 46 cüzünden biri olması” hakikatinden sonra kimin nasibi ne ve neticede Allah’ın hangi ismi dairesindeki tasarrufa ilgi ayrı mesele, bir “maddi olmayan rızık” olduğu açık oldu. Faydası “tâbir” hakikatince… RABB, “besleyen, yetiştiren” olmakla, bütün mertebelerde geçerli bir isim!)… KAVANİN-Kanunlar. (Şeriat’ın heyet-i mecmuasına giren bütün): 217: RAİSE SULTAN BARİER-(Rüyâda gelen mânâ… Raise: Kırmızı gül. “Allah Sevgilisi”… Mahlûk O’nda tükenir ve ALLAH başlamaz… Tehellül-İhata etmek: 480: Mermer… Mer-Mer: İki deniz. İki ilim… RABB ismi hakikati icâbı, Rüyâ Tabiri büyüklerinin rüyâları belli başlı bir sınıflama diye 7 tabaka ve üstünden –8 sınıfa– ayırmalarındaki hikmet anlaşılıyor; kullandığım CETVELLER’in ilgisi de!)

*

RAKDE-Uyku. Ot: 309: PİRAMUN-Etraf. Çevre. Yan… MESCUR-Sulu süt. Hayat, ilmi, gıdası. Doldurulmuş. Boş. Deniz. Muhtelit, karışık. Taşkın su. Med, yayma. Alevli ateş. Yanmış. Hamd. Tefekkür: 308: İRZAK-Rızıklandırmak, maddi ve mânevî ihtiyacını vermek… HIZZET-Mertebe, menzile, derece: 1308= 309: HURUFİYE-Harflerin, mânâların şahıslanması hâlinde sahibinin hâline işaret çıkarma ilmi… DARAKA-Deriden yapılan kalkan. (Yarayanı cem ve muhafaza eden, zararlıya zarar vererek def’eden): 309: SERLEVHA-Yazıda başlık. (Kaptan Kusto Müslüman-Dünya Çapında bir hâdise)… MUSATTAR-Yazılmış: 309: RUZNÂME-Vakit cetveli. Müzakere programı. Her günkü gelir ve giderin tesbiti. (Vakt: 506: Nakşbend… Kut-Yaşatacak gıda, rızık. Kuvvetlendirmek. Düş, rüya: 506: Üstümme-Orta, vasat. Deniz suyunun toplandığı yer… Erdiş: 506: Bir şeyin işaretlerine iyice bakarak anlamak… Aynı ebcedle, Tefekküh: Yemiş toplayıp vermek. Meyvedar olmak. Tövbekâ olmak. Pek hoşlanıp hayrette kalmak)

*

USUBE-İhata etmek, kaplamak. İçine almak: 173: MÜNFEC-Çukur yer. Boş. Gedik… KÜN ve KÜNA hâlinde, farzla açılan gedik ve kuşatan-kuşatılan mânâsıyla ABDÜLHAKÎM Koltuğu’nu, (Kürsî mertebesini hatırla)… A’KAB-Bir şeyin hemen sonrası: 174: MEFHUM-Kömürleşmiş olan. Fehîm… MEKKE-Medine: 174: KAYTUN-Hazine. Anahtar. “Allah’ın sır hazinesi ARŞ’ın altındadır ve anahtarı şairlerin diline verilmiştir”. (Kürsî’nin Arş altı bir sema tabakası oluşunu hatırla!)… LUKME-Lokma. Yutmak: 174: KUSTO… FASD-Damar kesmek. Kan almak: 174: FASSAD-Kan alan. Cerrah. “Hekim. Hâkim. Hakîm”… HARE-Sert taş. Kaya. Mermer. Dalgalı kumaş. Etof, insan tabiatı. (Albatr: Dalgalı, hareli mermer… Albatros: Geniş kanatlı büyük bir su kuşu): 812: HARE-Gıda. Yiyecek. Rızık… ŞAH-I Nakşibend: 812: HANARE-Yiyecek. Azık.

*

COVER-İhata eden. Kuşatan. (Kaf harfi, Allah’ın EL-Muhit ismine ve ARŞ mertebesine işaret eder): 217: YARE-Bilezik. (Rüyâda gelen mânâ: Bileğimdeki kelepçe gibi bilezikleri çıkarmam üzerine annem, “niye çıkardın oğlum, Baban onları seni korusun diye yaptırdı!” diyor, doğduğum zaman yaptırmış; yıldızıma büyü yapılması üzerine. Yıldızım TAG-I Sagir imiş… Tesvir: Koluna bilezik yapma. Yüksek derecelere çıkmak… Tesvir: Toz kaldırma. Derin ve ince mânâyı araştırma)… MUAVVİZAT-Felâk ve Nâs Sûreleri: 217: RABITA-Rabteden, bağlayan, bitiştiren. Münasebet. Usûl, tertib, düzen, sıra. (Yevmiye: Yatarken, Felâk ve Nas Sûrelerini oku!)… SEYFULLAH-Hâlid bin Velid’in, “Allah’ın çekilmiş kılıcı” mânâsına gelen namı: 217: ORDU-Maddî ve mânevî… AVRUPA-Memleket ve “Güneş’in battığı yer” mânâsında Batı. Gece. Karanlık (Bir yönden “İslâm dışı”, diğer yönden yalnız “fikir”; İslâm tefekkürüyle, fikir ürünleriyle, İslâm Tasavvufu arasında; diğer taraftan İslâm Tasavvufuyla, Batı –Avrupa, Amerika, vesaire– arasında, kanatlarını açan İBDA): 217: KAFA Kağıdı. (Üstadım, “asıl ruhumun Kafa Kâğıdı’nı resimlemek isterdim!” diyor ya!)

*

ABDÜLHAKÎM Koltuğu’nun yan mermerlerinde, BURSA ve ESKİŞEHİR yazısı… ARVASİ: 308: HARAMEYN-MEKKE ve MEDİNE… BURSA-(Romence, Bursa: Burs. Tahsisat, bir kimse veya makam için ayrılan meblağ. Borsa-Sarraf ve tüccarlar tarafından kaydı yaptırılan para ve çeşitli menkul değerlerle standart ürünlerin fiyatlarının serbestçe teşekkülüne, alınıp satılmasına imkân veren yer): 269: CENİVER-Sırat Köprüsü. Kadın ismi. “Nefs”. (İngilizce; Cenifer, kadın ismi)… ESKİŞEHİR: 596: TEVFİK-Uygun düşürme. Ayarlama. Muvaffakiyet… ÜSTADIM’ın ÇİLE şiirinden: “Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik; — Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur. — İçiçe mimari, içiçe benlik; — Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur!”… Yine ÇİLE’den, dua niyetine: “Otursun yerine bende her şekil; — Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!”… Kadında Kâinat muhasebesini hülâsalandıran erkek; nefsinde Kâinat muhasebesini hülâsalandıran İNSAN!


Baran Dergisi 312. Sayı