Levha: 21 NİSAN 1986… Zeyn-âb bana, “yaz, 21 defa; hem ŞEHÎD mi ne olursun!” diyor. Bunu söylerken uzattığı, bir boşanma kâğıdı… Sonra Sabriye Hanım’a dönüyor!

*

Rahman Sûresi, 20. âyet: (Meâli: Aralarında birleşmelerine engel bir BERZAH var.): 1021.
Tedvih: ŞEHİRLER gezmek: 1020= 21.
Havz: Cem etmek. Bir şey ilâve etmek: 21.
İhya: Diriltmek: 21.
Cedid: Yeni: 21.
Heva: İki şeyin arasının uzaklığı. YER İLE GÖK ARASI. Yukarıdan aşağıya inmek. Her bir boş yer. (Şekli yapan, ama o şekil kendi olmayan lâtif maddeyi hatırlayınız. Hacmi gösteren cisim gibi, boşluğun kendisiyle bilindiği, onu dolduran. Hava da hebadan, bir hebadır… Fikir, surette tecelli eden mânâya mütealliktir, mânânın mekândaki hususiyeti gibidir; ŞEKİLDİR… Ebced değeri 600 olan HI harfi, Allah’ın HAKÎM ismine işaret eder ve varlık mertebesi de ŞEKİL-SURET’tir… Guceratlı Şeyh Ebu’l Muvahhid’in Da’vâ Cetveli’nde ise, HI harfinin sayı değeri 731’dir ve Allah’ın HÂLIK ismi ile alâkalıdır… Yevmiye: Bende dikkat edeceğin şey, ben indim, fazlaca indim…): 21.
Hejdeh: 18 sayısı. (Seyyid Abdülhakîm Arvasî + Salih Mirzabeyoğlu: 1017: Habıt-Yukarıdan aşağıya inen: Debdebe-Haşmet: Tevsik-Vesikalandırmak. Bir kimse hakkında, “bu emindir!” demek: Gaiyye-Maksad ve gayeye âit. Son ile alâkalı, AHİR ile ilgili… HA harfi, Allah’ın EL-ÂHİR ismi ile ilgilidir ve varlıktaki mertebesi HEBA’dır… Hayy: Hayat. Allah’ın bir ismi: 18: Hayye-“Gel, haydi!” mânâsında: Zübde-Netice, hülâsa. Kaymak: Cevza-İkizler burcu. Güneş, Mayıs ayında bu burca girer: HİÇ-Nilî. Ayna. Sıfır. Şifre: Havba’-Zât, nefs.): 21.

*

21x21= (İki denizi birbirinden ayıran BERZAH-PERDE, boşanma-ayrı olmaya misâl göründü; dolayısıyle “21 defa yazma”nın kasdı da Rahman Sûresi 20. âyete uygun.): 441.
KÜRSÎ - Mehdî Muhammed: (Fâtır-Benzeri bulunmayan şeyi yaratan Allah: 290: Kürsî-Arş’ın altında bir sema tabakası. Mânevî makam. KOLTUK, TAHT. Kaide. Merkez. Vazife: Sırr-Şiddetli ateş veya soğuk: Kisra-HÜKÜMDAR.): 441.
Kısakürek: 441.
Salih Mirzabeyoğlu: 1441.
Teslis: Üçleme: (Seyyid Abdülhakîm Arvasî - Necib Fazıl Kısakürek: 1983: İzzet Erdiş.): 1440= 441.

*

Şehîd: Şâhid olan. Allah yolunda canını feda eden Müslüman. (Allah’ın 99 güzel isminden biri, EŞ-ŞEHÎD: O’ndan saklı yok.): 319.
Tarîk: Yol. Tarz. Usûl. Vasıta. Tasavvuf yolu: 319.
Şeyt: Yanmak. Kaynamak. Helâk olmak. (Muhyiddin-i Arabî Hazretleri: Hakk ilmi denizine dalan HAYRET EHLİ, su içinde ateşe girdiler. Müslümanlar hakkında âyette, “Denizler tutuştuğu vakit” buyurulmuştur. Bu durum içinde olanlar, kendilerine Allah’tan başka yol bulamadılar, Allah da onların yardımcısı oldu; ebediyen Allah’ta helâk ve fenâya erdiler, fâni oldular.): 319.
Hükümran: Hükümdar. Hükmetme. Hâkim. Hüküm veren: 319.

*

Şehd: Bal: 309= 1308.
Ashab-ı Bedr: (Velilerin pek çoğu, bu nimete Bedir Ashabı’nın isimlerini okuyarak nail olmuşlardır.): 308.
Rakde: Berzah: 309= 1308.
Harak: Ateş, nar: 308.
Arvasî: 308.
Şedh: Tembel olmak. (Kesel. Küst. Sahil. Hayyal-Fikir adamları.): 308.

*

Talâk: Boşamak. Boşanmak. Ayrılmak. (Ayrık: BERZAH… Talak: Atın sıçrayıp kalkması.): 140.
Musadde: Muhalefet. Zıtlık: 140.
Kil: Kelâm: 140.
İlm: İki bilinen arasındaki bilinmeyenin bulunması. Hüküm verme. Hüküm: 140.
Selm: Teslim olma. İtaat: 140.
Nass: Kat’ilik, kesinlik. Kur’ân hükmü. (Rahman Sûresi 20. âyeti hatırlayınız.): 140

*

Talak-nâme: Boşanma kâğıdı. Hükümdar fermanı-Guşadnâme: 236.
Erike: TAHT. KOLTUK. (Taht: 1400: Hicrî yüzyıl başı: Şakk-Yarık, çatlak. Yarılma: Şıkk-İki ihtimâl veya iki cihetten herbiri. İkiye ayrılmış şeyden bir kısmı. Bir bütünün parçalarından herbiri.): 236.

*

KÜN: “Ol” emri: 70… Zeyn-ab: Hoş su. (Hayat-ilim): 70… Büyük Doğu-İBDA: 1069= 70.

*

Sabriye Erdiş. (Annem): (NAKŞBEND: 506: “ER-DİŞ’İ” - İNSAN): 307+506= 1812.
ŞAH-I NAKŞÎBEND: 306+506= 812.
Ahyar: Hayırlılar. Dostlar. (Allah dostları, veliler.): 812.
ZABİT: Subay. Askere kumanda eden rütbeli asker. (Büyük Doğu, İSLÂM’ın emir subaylığıdır. — Necib Fazıl Kısakürek.): 812.
Zühur: Su çok olmak. Büyük ırmak. (Müridd: Su çok olmak. Deniz-MER.): 1812.

*

21 DEFA, Rahman Sûresi 19. âyet: 24045= 69.
Hindî: (İmâm-ı Rabbanî Hazretleri, Hindistan’ın Serhend bölgesindendir… HİNDU: Yüzdeki siyah nokta, ben: 65: Necib… Yevmiye: Bir rüyâ gördüm… Efendi Hazretleri’nin yüzünde BEN vardı. Sarılıyorum ve öpüyorum… Telefonla sordum, öyle. Ben sağlığında “ben” olduğuna hiç dikkat etmemiştim; hiç hatırlamıyorum “ben” olduğunu… KABİLE: Ahize. Kabul… KABLE: Öpme.): 69.
Büyük Doğu-İBDA: 1069.
Kedeme: Hareket. Aksiyon. (Yürüyen Büyük Doğu.): 69.

*

21 DEFA, Rahman Sûresi 20. âyet: 42.441.
Kısakürek: 441.
Salih Mirzabeyoğlu: 1441.

*

21 DEFA, Rahman Sûresi 20. âyet: 42.462= 504.
İbşar: Müjdeleme, sevinçli bir haber verme: 504.
Rüşd: Bülûğa erme. İstikamette olma: 504.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 1503= 504.
Tedmin: İHATA edip kaplamak: 504.

*

21 DEFA, Rahman Sûresi 19-20. âyetler: 66.465.
Serdar: Kumandan. (Rahmetli Zeyn-âb’ın soyadı.): 465.
Üstad: İlim ve sanatta üstün olan: 466= 1465.
Men’uş: Fakir olduktan-darlıktan sonra sevindirilmiş. Yukarı kaldırılmış. Hayırla yadedilen ölü: 466= 1465.

*

21 DEFA, Rahman Sûresi 19-20. âyetler: 66.486= 552.
İNŞİKAK: İkiye ayrılma. Çatlama. Yarılma. (Levha: 7 Mart 1995… Dünya… Etrafını çeviren bir şeyden bahsediliyor ve bunun İNŞİKAK Sûresi ile ilgisi… “Dünyanın 500 senedir beklediği” diye biriyle ilgili konuşuluyor; ve dünyanın etrafını çevirenin güneşle dünya arasında PERDE olduğu… Ben, dünya ve güneşi, fezada bir yerde gibi durarak seyrederken, bu konuşmaları duyuyorum… NOT: Peygamber Efendimiz’in mucizesi olarak, BEDR-Dolunay hâlinde Ay’ı, ikiye ayırması. Bu hususla ilgili İNŞİKAK Sûresi. Salih Aleyhisselâm’ın mucizesinin, kayanın yarılarak içinden bir deve yavrusunun çıkması: Bu hâdise, Naka-i Sâlih diye anılır.): 552.
Esna: Ara. Aralık. Sıra. Vakit. Zaman: 552.
Muktedâ-bih: Kendisine uyulan, tâbi olunan. (Mukteda: Kendisine uyulan. İmâm. Önde giden. Yenileyici… Efendi Hazretlerinin tarikate girişleri: Aldığım ilk emir, tevbe ve istihare oldu. İstiharede gördüğüm rüyâ: Seyyid Taha Hazretleri, câmide, hâlifeleri Seyyid Fehim Hazretlerine şu emri veriyorlar: “Abdülhakîm’i al, lâtifenin çeşmelerinde kendi elinle ve tamamıyla yıka, ikimize de İMÂM olsun!”… Seyyid Fehim Hazretleri beni alıyor, EMR ÂLEMİ’ne âit beş lâtifenin çeşmelerinde çıplak yıkıyor. Ben de bir elimi onun omuzuna koyarak sağ ayağımı benim için serilmiş olan seccadeye bırakıyorum. Rüyânın tâbir ve tefsire muhtaç olmayan açıklığı, ayrı bir İlâhî lütuf ve namütenahî bir ihsandı… Yevmiye: Efendi Hazretleri’nin yakınlarından SABRÎ Bey hastaymış… Aşkımın hedefi… Ne olacağı bilinmez ama, insan birkaç mevsim daha yaşamasını istiyor. Çok iyi rüyâ tâbir eder, korkunç! Rüyâmı anlattım: Bir imâmın arkasında namaz kılıyorum… Bu kadar! “Efendi Hazretleri seni EHL-İ BEYT’i kabul ediyor!” dedi. En yakını… Kimseye anlatma!): 552.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 1552.

*

Zeyn-âb Erdiş: (Nakşbend: 506.): 70+506= 576= 1575.
Şir’a: Şeriat. Bir ırmak veya su menbaından su içmek için girilen yol: 575.
Şuur: Anlayış. İdrak. Vicdan. Kendi varlığından haberi olma: 576= 1575.
 

MARMARA - HALİÇ

 
Marmara Denizi: Karadeniz ile Ege Denizi arasında, onlara Boğazlarla bağlı deniz: 543.
Merec-el Bahreyn: (Rahman Sûresi 19. âyet’ten: Kararsız iki deniz, yürüyen iki deniz.): 543.
Mehdî Salih İzzet Erdiş: (Mübşer-Kendisine müjde verilmiş: 542: Mübşir-Müjde veren: Tesbi’-Yediye çıkarma, yedileme, yedi parça yapma.): 2542= 1543.
Kabiliyet: Dıştan gelen tesirleri farketme gücü. İstidat, anlayış. Kabul edici yüksek bir kuvvete mâlik olmak: 543.
İfrat Hâlde Tecrit: 1543.
Mümtehine: İmtihan olunan kadın. (Kadın-dişi, mânâda insanın nefsidir… Üstadım’dan bir NOKTALAMA: Kadından kendisinde olmayanı isteriz, — Hasret yerinde kalır ve biz çeker gideriz!): 543.

*

Karadeniz - Marmara Denizi - Ege Denizi: 1060.
Büyük Doğu: 1060.
SİN: İNSAN. Bir harf - ebced değeri: 60.

*

Karadeniz - Marmara Denizi - Ege Denizi: 999.
METRİS Hâdisesi: (Havâss’ın ruhaniyeti eseri.): 1999.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 1999.
Telegram’ın başladığı tarih: 2000= 1999.

*

Haliç: Körfez, koy. Denizin kara içinde nehir gibi uzanmış kısmı. İP. (Yevmiye: Hâliç’in neresinden bir bardak su alsanız, tahlili hep aynı çıkar!): 643.
Ebu’l Turab: “İlim beldesinin kapısı” lâkablı Hazret-i Ali’nin başka bir lâkabıdır. Toprak üzerine oturduğu veya yatmasından dolayı, bu tevazuundan mütevellid, Allah Sevgilisi tarafından konulmuştur. Hazret-i Ali, bu lâkabı çok sever ve böyle anılmaktan memnun olurdu: 643.
Ebu Halid: Canavar. Kelb-köpek. Basiretli. Sezgisi kuvvetli. (Halid, “sonsuz, dâimi” demek… Halid bin Velid Hazretleri, Allah Sevgilisi’nin verdiği SEYFULLAH ünvanıyla anılır. Suriye, Filistin, Şam gibi yerler O’nun himmetiyle anılmıştır. Suriye’de vefat etmiştir.): 644= 1643.
Mugterib: Batan, gurub eden. Gurbete çıkan. (Tuful: Güneşin batmaya yaklaşması. Çocuklar… Der-saadet: İstanbul’un eski ismi: 739= 1738: Metris Cezaevi… Halid bin Velid: 737: Mehdî Salih İzzet Erdiş.): 1642= 643.
 

MER-MER: İKİ DENİZ

Yevmiye: Bu kadar zaman kimlerin elinden tuttum, kimlerin… Yazı yazdım, onları kabul ettirmeye çalıştım… Baştanbaşa yazıları elimden geçti… Ama motor yok… Mayada olmadı mı olmuyor! Allah kullarını da istediği gibi yarattı. Çok şükür, özlediğim gencimi, dostumu gördüm… Eğer O’nu, (Abdülhakîm Arvasî Hazretlerini) görseydin daha iyi olurdu ama, olsun!

*

Yevmiye: Elime daha erken geçseydin… Benim daha dinç olduğum bir zamanda… Ama birşey farketmez; bu işler böyle oluyor!.. Elime bir genç geçti PÎR geçti; kendi geldi!.. İnşallah seni ben yetiştireceğim!

*

Gamıza: Kolay anlaşılmayan ince mesele. Derin. Maruf ve mütedeyyin olmayan hesab - bilinen ve açık olmayan hesab… Berzah, “şühud âlem-şu görünen âlem”in sebebi olma mânâsı yanında, herşeyle herşey arasında bir “perde, mânia, geçit” mânâlarını taşır. Yukarıdaki YEVMİYELER ışığında biz, iki yanı da tanıyan - iki yana da âit mânâsıyla BERZAH’ı, Berzah Âlemi ve Şühud âlemi arasında ÜSTADIM diye alıyoruz: Esseyyid Abdülhakîm Arvasî ile benim aramda… Demek ki, 1417 olan “Necib Fazıl Kısakürek” ebcedini, iki katıyla alacağız: 2834.

*

Esseyyid Abdülhakîm Arvasî - Necib Fazıl Kısakürek - Salih Mirzabeyoğlu: 566+2834+451= 3851.
Ruhamî: Mermerden yapılmış. Mermerle ilgili. (ABDÜLHAKÎM KOLTUĞU’nun mermerden yapılmış olduğunu hatırlayınız… Bir yanında Eskişehir, öbür yanında Bursa yazıyordu: 596+712= 1308: Arvasî.): 851.
Rahman Sûresi, 19 ve 20. âyetler - Hacegân: (Haceler-Hocalar… HAS ODA esrarının emanetçilerini çerçeveleyen “Silsile-i Zeheb-ALTUN HALKA”: Başbuğ Veliler, HACEGÂN kolu… Üstadım’ın “Başbuğ Velilerden 33” isimli eserine bakılmalı.): 3851.
TEFEKKÜR - MEHDÎ MUHAMMED: 851.
Meters - Mehdî Muhammed: (Toprak tümsek, siper, metris: Meters.): 851.
Havâss - Mehdî Muhammed: (Havâss-Haslar. Hâssalar. Keyfiyetler. Muteber zâtlar. Evliyalar. Manevî tesir için okunan duâlar: 697: Müntehir-Kendini öldüren, idam-ı nefs.): 851.
MAZİ: Geçmiş zaman. (TARİH): 851.
Rahman Sûresi 19-20. âyetler - Muhayyile. (HAYÂL - İBDA.): 3851.
Te’mit: Zihnen tahmin etme: 851.

*

Ruhamî: Mermerden. Mermerle ilgili. (Ruhama: Rahim: Rahim olanlar.): 851= 1850.
Suret - Mehdî Muhammed: 850.
Hafî - Mehdî Muhammed: 850.
FİKİR KAHRAMAN(I) - MEHDÎ MUHAMMED: 850.

*

Es’seyyid Abdülhakîm Arvasî - Necib Fazıl Kısakürek - Salih Mirzabeyoğlu: 3851= 854.
Tenatüc: Neticelenme. Birbirine netice vermek: 854.
Muvazzah: Açıklanmış. İzâhı yapılmış. Açık, anlaşılır şekilde: 854.
Nazd: Her şeyi yerli yerine koymak: 854.
Mahtur: Hatara, tehlikeye yakın. Düşünen. Fikir ve endişe: 855= 1854.
Nâbız. (1 ekle.): Hareket eden: 854.
Beyin Kontrolü: (TELEGRAM’la yapılanı da isbatım hânesine diye alın.): 854.
Mehdî Kontrolü: 854.

*

Mer: 50 sayısı…
Mer’: Er, erkek. Güzel manzara…
Me’r: Katı, şiddetli, şedid…
Mer’a: Mera. Otlak…
Mer’a: Aynalar…
Me-ra: Beni, benim, bana…
Mera: Boş yer…
 

“MER-MER” - MEKTUBAT

 
SAKARYA Türküsü: “Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir? — Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!”

*

MER, Fransızca’da “deniz, dalga” demek. Mermer kelimesini MER’in defası ile mükerrer diye görürsek, MER-MER, “iki deniz” olur. Kelimelerle rastgele oynamadığımıza, hangi mânâlara tevafuk ettiğine, aynı münasiblikle yeni mânâlar bulduğumuza dikkat edilmelidir.

*

MER-MER: 480.
MEHDÎ Necib Fazıl Kısakürek: (HİKEMİYAT: 479: Ta’dad: SAYI saymak. Birer birer söylemek. Sıralamak.): 1479= 480.
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 2480.
Muhtetim: Sona erdiren. Nihayete vardıran: 1480.

*

Seyyid Abdülhakîm Arvasî - Necib Fazıl Kısakürek: 1983.
Necib Fazıl Kısakürek - Salih Mirzabeyoğlu: 1868…
Salih Mirzabeyoğlu - Seyyid Abdülhakîm Arvasî: 1017…
TOPLAM: 4868.

*

TOPLAM: 4868= 872.
Zab’: Sırtlan. (Çok doğurucu, çok eser verici. Sırtlan-Kasah: 169: Rahman Sûresi, 19. ve 20. âyetler: KUST.): 872.
Bid’: Birden, dokuza kadar olan sayılar. (MEKTUBAT isimli eserin sahibi, İkinci bin yılının yenileyicisi İMAM-I RABBÂNÎ, Mevlâna Hâlid, Seyyid Abdullah, Seyyid Taha, Seyyid Salih, Seyyid Fehim, Seyyid Abdülhakîm, “Necib Fazıl Kısakürek - Salih Mirzabeyoğlu: 872.

*

TOPLAM: 4868= 3869.
MEKTUBAT: (İslâm: 132: Kalb: Mektubat-ı Rabbanî.): 869.
Necib Fazıl Kısakürek - Salih Mirzabeyoğlu: 869.
KÜLTÜR DAVAMIZ - “Büyük Doğu-İBDA”: 1869.

*

Şeriat - “Vahdet-i Şühud”: (Tasavvuf’ta “Vahdet - Şühud” yolunu Şeriat ile hüvesi hüvesine mutabık ve böylece onun Şeriat’ın içyüzü olduğunu gösteren, bu iki ilmi kavuşturup birleştirmesinden ötürü SILA lâkabıyla anılan İmam-ı Rabbanî Hazretleri, böylece Peygamber’in peygamberliğinin kendi velâyetinden üstünlüğünü de, Allah’tan VAHY ile gelenin İLHAM’la gelene üstünlüğü şeklinde, O’nun kölesi bir kılavuz olarak ispatlamıştır. VAHY ve HADİS’e aykırı, ne FIKHÎ mezhebler, ne TASAVVUFÎ meslekler. Biri bâtın hissesiyle ZAHİR’de, öbürü zâhir hissesiyle bâtında. Şeriat zâhiri akıldır, tasavvuf bâtınî Şeriat.): 1713= 714.
TAKDİR: KADER. Düşünmek. Kıymet vermek: 714.
Müstedir: DAİRE şeklinde olan. (DEDİ Kİ: Şer’i, istidlalî, –muhakeme, zihin eserden müessire, müessirden esere intikali, delil getirme– ve nazarî ilimlerden maksad, dindeki gizliliklerin açık edilmesidir… İcmal yollu olanı tafsile getirmek ve nazariyattan zaruriyata çıkarmak… Bâtın marifetinden maksad da o… Not: Sıfır. Nokta. ŞİFRE.): 714.
İSTİKBÂL İSLÂMINDIR - “Vahdet-i Şühud”: 1713= 714.  
AHMED-İ FARUKÎ - (İmâm-ı Rabbani) - Serd: (Cereyan-Akma, akış, hareket: 264: Serd-Sözü muttasıl ve güzel bir eda ile söylemek. HALKALARI BİRBİRİNE GEÇİRMEK-Silsile sağlamak. DELMEK. Dikmek, birbirine bitiştirmek.): 450+264= 714.
Seyyid Abdülhakîm Arvasî - Muhsî: (Muhsî: Sayı sayan. Hesab eden… Allah’ın güzel isimlerindendir: “İlmi eşyayı kuşatıcı” mânâsına gelen.): 714.
Necib Fazıl Kısakürek - Kahhar: (Hirmas-Arslan: 306: Kahhar-Kahredici, galib. “Mutlak Galib ve “her üstünlüğü her ân kahretmeye muktedir” mânâsına gelen, Allah’ın güzel isimlerinden biri.): 714.
ŞERİAT - Mehdi Salih İzzet Erdiş: 980+1733= 714.
 

ESKİŞEHİR

Mektubat - Zaman: 869+98= 1966.
TAHT. (Abdülhakîm Koltuğu) - Seyyid Abdülhakîm Arvasî: 1966.
Mektubat - Isda’: (Vâfî: Tam, elverişli. Sözünün eri. Vaadini mutlak yerine getiren Allah: 97: Isda’-Yankı. Aks-i seda.): 966.
“Yolumuz, Hâlimiz, Çaremiz” - Ta’yid: (Fatiha: 494: İsabet-Rastlamak: Füteha-Hükmetmek: Ta’yid-Bayram etmek… Bu konferans, benim Eskişehir’de 1965-66 senesinde Üstadım’dan dinlediğim ilk konferanstı.): 1966.
Zılale: Gölgelik: 966.
KÜLTÜR DAVAMIZ - Rahman Sûresi 19. ve 20. âyetler: 3966.
Necib Fazıl Kısakürek - Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: (Tatlik-Boşanmak: 549: Şümürde-Hesab edilmiş: Hasenat-Bir yerin sağlam ve korunulacak tarzda olması. “Tutulmuş asil bir köşe”: İstanbul: Müstevli-İstilâ eden. Zapteden. Yayılan, her tarafı kaplayan. “Gecekondu bölgeleri”): 1417+1549= 2966.
 

UFUK: “5 EKMEK, 5 PEYNİR!”

 
(Üstadım’ın, KAFAKÂĞIDI’nda, sonunu “böyle bir sanat eserinde para hesabının yeri ne olabilir?” diye, basit görülebilecek olmasını kabulle bitirdiği, benim için bir “anlayanına” kıymetinde işaret; ki, “zamanı bütünleyen” kahramanlardan bir mânâsızlık çıkmaz. Böyle çerçöp zannedilebilecek şeylerin, buna rağmen yazılmasındaki sebeb de odur. Muhatab için şart: Ne kıymetsiz addet, ne de “farkında olmadan” bir işgüzarlıkla tasarruf ve tertibe kalk.): AMERİKAN mektebi… Bu mektebden memnundum… Akşamları meşin çantamı arkama asıyor ve bakkaldan “5 Ekmek, 5 Peynir!” hitabıyla kahvaltı alıyordum. Bakkal, tam okkalık –1 kilo 350 gram– ekmeğin dörtte birini kocaman bir bıçakla keser, ortasından yarar ve içine çocuk ayakkabısı büyüklüğünde bir peynir yerleştirip uzatırdı: “Ver bakayım 10 parayı!”

*

Amerika (100): Ruh kısırlığını, madde ve teknikte üstünlüğünü, hayâl fantezileri tacirliğini bildiğimiz ülke: 520.
Afşelil: Sırtlan. (Kan döken, ne varsa yiyip tüketen ve kendine irca eden, korkutucu ve tiksindirici bir hayâlle andığımız bu hayvan, kan’ın “dem-ân, nefes” mânâsı ile birlikte anıldığında, bize bir yönüyle herşeyi tüketen - yok eden zamanı hatırlatırken, diğer yönüyle “Herşeyin vechine karşı helâk olduğu” Allah’ın azametini en azîm mikyasta idrak etmiş “Ebu’l Vakt-Vaktin Babası” lâkablı “zamanın üstüne çıkmış-her yerde bulunan” velinin, dünya ve nefsi, sanki sırtlana benzetiyormuş gibi hikmetini hatırlatıyor… İzâhımız, sık sık karşılaştığınız bir ebced tevafuku olan, “Rahman Sûresi 19.-20. âyetler: KUSTO: Abdülhamîd Han: Kasah-Sırtlan” gibi mânâların yanyana gelişinde, her ne kadar zıddı mânâsı bâki ise de, düzünden anlayabilecek olanlara ve düşmanlara karşı bir ikaz mahiyetinde ve izâh edebilsinler niyetiyledir.): 521= 1520.
Salat: NAMAZLAR. (Yevmiye: Bizimki de namaz mı? Affet Allah’ım affet! Af, af, af. Bugün Ahmed Bey –ARVASΖ söyledi. İmâm-ı Rabbanî’nin MEKTUBATI’nda görmüş: “İnsan namaz kıldıktan sonra, suç işlemiş gibi bir hâle düşer!”… “Hep af Allah’tan, af dileyelim. Bir de bizim namazımızı düşün!” Ardından ısrarlı: “Aman, Namazını kıl!”… NOT: Bir büyüğün büyüklüğü, tâbileri de götürür. Tıpkı SAHABİLER’in bu üstünlüğünün sebebinin, öz şahsiyetlerinden önce, muhatab oldukları NUR MERKEZİ’nden ileri gelmesi gibidir. O NUR, onları nura garketmiş bir şiddetle nurlaştırmıştır. Sahabîlere dil uzatan bazı ahmakların, “hikmeti ne, kime?” gibi ölçüler sahibi de olmadan onlardan birine âit bir hatayı söyler ve aziz(!) nefsi ona düşmemiş biri sıfatıyla eleştirisini haklı(!) sanırken, sözkonusu hakikati çiğnediğini anlamalıdır; bir General’in hatası, kendi rütbesi içindedir ve hiçbir asker o hatayı yapmamış olmakla General olmaz… Bunları şunun için ikaz ediyorum: Hiçbir nefs, ŞERİAT hükümlerinden yana muaf değildir, Allah Sevgilisi bile “dinin gizliliklerini çıkarma” cümlesinden olarak FARZLAR’ın yanında ZARURİYATA çıkanları tatbik ve tebliğ etmiş, bu hikmetten sadece kendi nefsini mükellef kıldıklarını da yerine getirmiştir. Dolayısıyla, bazı TARİKAT iddiasındaki kişilerin “Bizim namazımız kılınmıştır!” şeklindeki sözleri, “mükellefiyetten azade olmak” niyetiyle söylenirse düpedüz küfür olduğu gibi, ona bakıp tarikat yolunu karalamak da yanlıştır.
Derviş: 520.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 520.
Amerikan Mektebi (100): (Şira’-Gemi yelkeni. “Münşee-Yelkeni açılmış gemi”: 571: 1570: Şâir: Ağaç, şecer: Hak-Kuvvet. Hürriyet. Şiddet: Simal-Medet etmek: Misâl-Düş, rüya. Bir şeyin benzer hâli: Sıfat-Bir kimse veya şeyin hâl ve vasfı. Suret, çehre, nişân, alâmet. Bir şeyin keyfiyetini izâh için kullanılan kelime: Sistem: ARŞ-Taht. Kürsî. En yüksek gök. Allah’ın kudret ve saltanatının tecelli yeri. Aşr-10 adet, şey. Kur’ân’dan 10 adet miktarı: Mütesellim-Teslim edilen şeyi alıp kabul eden: Şa’r-Kıl, saç. “MİVE kelimesi, Meyve kelimesinin aslıdır. MİV ise, kıl demek. Buna nisbetle KIL, şâir vesair mânâsıyla aynı kelimede görünürken, beyinin zuhuru, fırlakı anlamındadır.” Ateş yakma): 1043.
Dem: Kan. Ân. Nefes: 44= 1043.
Dil: Tat alma ve konuşma uzvu. Lisân, zeban. Lûgat. İlim. (Veli sözü: Sen sayfanın sana dönük yüzünü okuyorsun ama, sevgiliden yana olanı okuyabiliyor musun, marifet burada!): 44= 1043.
LEVH: Görünen ibretli manzara. Üzerinde yazı ve şekil çizilebilir düzlük. Seyredilen ve idrak edilen şeyin, çizili sureti, yazıya dökülmesi. Âyet, hadîs ve büyüklerin sözleri. Şimşek çakmak-gönül nimetleri. Zâhir olmak. İlma’: 44= 1043.
CEM: Hükümdar. Karınca ve Kuşlarla konuşan Hazret-i Süleyman’ın bir nâmı: 43.
Celbûb: Sarmaşık bitkisi. (Helezonvarî tırmanışı ile, ruhun gerçekleşmesi hâlinde ruhîliğe, nefsin tekâmülüne misâl olur.): 43.

*

5 Ekmek - 5 Peynir: (Ebcedini çıkarırken, “5 paralık ekmek…” derken, kasdı kurcalayarak rakamları “defa” niyetine kullanıyorum.): 410+273= 683.
Mütercim: Tercüme eden. Anlaşılmayan bir mânâyı açıklayan, anlatan: 683.
Salih İzzet Erdiş: 1683.
Mütercem: Tercüme olunmuş: 683.
Erbaiyyet: 4 olmak: 683.

*

Okka: Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü, gram olarak: 1350.
Muammer: Ömür süren. Uzun ömürlü. Uzun ömürlü kimseler: 350.
KUR’AN: (Topyekûn varlığın yüzüsuyu hürmetine yaratıldığı Allah Sevgilisi: Topyekün varlığın “zât sırrı neyse o” olarak kaderi, O’nun kaderindendir, O’nun varlık sırrının gerçekleşmesindendir, O’nun kaderidir. Topyekün varlık, bir kitabın gerçekleşmesi olduğuna göre, bu mânâda KUR’AN, NEFS’ten kasıd şuur ve idrak, O’NUN NEFSİDİR denmiştir. Allah Sevgilisi’nin, “Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanma” marifetini, “Ben Kur’ân ahlâkıyla ahlâklandım!” buyurmaları buna işarettir. Allah’ın kendi nurundan yarattığı ve İNSANÎ HAKİKATİ gösteren MUHAMMEDÎ NUR ve herşeyin O’ndan vücudu ve vesile bakımından, O’nun bu sözünü bir haya neticesi olarak anlatan büyükler de vardır… Allah’ın ZÂT mertebesi, onun ardından HAYAT sıfatı, bunun gölgesi olarak “kudret, irade ve diğer sıfatlarını” içine alan, her varlığı kuşatıcı İLİM sıfatı; HAYAT’ın suya sirayeti ve her canlı varlığın sudan yaratılması hikmeti… MU: Eski Mısır dilinde SU demek… AMMAR-AMER-AMR: Çok zaman yaşayıp kalmak… MUAMMER isminin, sıfat olarak “uzun zaman, uzun asırlar, lisân” mânâlarının birliği içinde Allah Sevgilisi’ni hatırlatması?): 351= 1350.
Zeyneb Erdiş - Hayran Erdiş: (Rüyâda görülen suretlerin tâbir ve tevile muhtaç oluşu bâbında mevzu ettiğim ve böylece TİLKİ GÜNLÜĞÜ’ne nasıl bakılması hususunda zenginleştirici olarak ele aldığım isimler, “her zaman rüyama girerek beni aydınlatan-ların” hakikatine ve sözlerinin ne kadar hakikat olduğuna da bir isbat vasıtası rolündedirler. Bak bakalım işin özü nedir? Başka bir mânâ aramayın ve küçük hissiliklerimmiş gibi bakmayın.): 575+775= 1350.

*

MEKTUBAT: 869= 1868.
Kur’ân - Heme Ost. (Hepsi odur.): 868.
Kur’ân - Mütenakih. (Nikâhlanan.): Kur’ân, ZAHİR ile BÂTIN adına ne varsa, hepsi içinde imtizac eden, muvafık olmuş, uyumlaşmış olarak bulunan, Allah’ın kitabıdır… İf-Yakıt: 80: Nikâh): 1868.
Necib Fazıl Kısakürek - Salih Mirzabeyoğlu: (Büyük Doğu-İBDA): 869.= 1868. Mutasarrıf. (Tasarruf hakkı olan.) - MEHDÎ: 869= 1868.

*

DEH: 10. Aşer: 9.
Dü: İki: 10= 1009.
Ebced: 10= 1009.
İBDA’: 9.

*

Bir not: AMERİKA ve AMERİKAN kelimelerinin ebcedinde 100 eksik olmuş. Kontrol ederken farkettim. Düzeltmeye ve tevafukları ona göre bulmaya vaktim olmadığı için, Allah hayırlara getirsin niyetiyle, TA’MİYE usûlüne başvurdum ve eksik sayıyı ekledim. Bu izâh, eksikliğin çok büyük olmasından dolayı. TA’MİYE kelimesinin tevafukları ise enfes… TA’MİYE: Körleştirme. Ebced hesabıyla düşülen bir tarihin, hesabı dolduracak veya çıkarılacak sayıları işaretlemek: 525: HEME EZ OST-Herşey O’ndandır: Tensiye-Unutturma… NYMPHALAR’ın kafa ve bedenimi bütün hafta olağan iş olarak ütülemeleri arasında, pek sevindikleri yanlış ve unutmalarımı-unutturmalarını söylemeden olmaz. Ama, “Herşey O’ndandır!” tevafukunun Vahdet-i Şühud mânâsı ve temel eser MEKTUBAT’ı, gamımı sildi. Şükür.
 

TASAVVUF BAHÇELERİ

 
Abdülhakîm Koltuğu: 832.
Tasavvuf Bahçeleri: (Yevmiye: “Tasavvuf Bahçeleri çıktı, gördün mü?” arkadaşların getirdiğini söyledim. Boşluk doldurur gibi, “basit görünür ama, derindir!”… Sanki ben çok biliyormuşum gibi. Bana derin muamelesi. Vurgu, eserin isminde idi!”: 832.

*

Kitab: Levh-i Mahfuz. Kur’ân. Kitab: 423.
Ehadiyyet: Allah’ın her şeyde kendine âit birlik tecellisi: 423.
Riyazat-üt Tasavvufiyye: Tasavvuf Bahçeleri. Süleymaniye Medresesindeki hocalığı sırasında talebeler için yazdı: 2423.

*

Riyazat-üt Tasavvufiyye: (Riyazat: Bahçeler… Riyazat: Nefsi kırma. İdman.): 2423= 425.
Te’yid: Kuvvetlendirme. Doğrulama: 425.
Tedviye: İlâç verme. Kuş kanadının fısıltısı: 425.
Tahayyüz: Yer tutma, yer alma. Ehemmiyet kazanmak. Bir cismin boşlukta yer tutması. (Üstadım: Biz, ruhu ve ruhçuluğu, hava tabakasının yeryüzüne mıhlı olması gibi, bütün kemmiyet ve keyfiyet planlarıyla, insanın tahayyüz sahasına perçinli görürüz.): 425.
Tebzic: Ahenkli ses-makamla şarkı söylemek. (Üstadım’dan, BESTE isimli bir Noktalama: Hâlim, açık denizde düdük çalan bir gemi; — Kim duyar, ötelerden haber veren bestemi… Yine ondan, bir mısra: Nerde bizim şarkılar, — Nerde öbür şarkılar!): 425.

*

KUR’AN - Velayet: 869.
Mektubat: 869.
Zurhane: İdman ocağı. (Riyazat: Nefsi terbiye. İdman.): 869.
Riyazat-üt Tasavvufiyye - Telaiyye. (İstikamet. Doğruluk üzerine olmak.): 2869.
Riyazat-üt Tasavvufiyye - Velâyet: 2869.
Riyazat-üt Tasavvufiyye - Muhyiddin-i Arabî: 1869.
KUR’AN - Heme Ost. (1ekle): (Herşey O’dur: Heme Ost: 517: Pişdar-Allah Resûlü.): 869.
Riyazat-üt Tasavvufiyye - Te’liye. (İbadet ettirmek): 2869.
Kur’an - YEVM-ÜL FURKAN. (BEDR MUHAREBESİ.): Bu gazanın gününe, “YEVM-ÜL FURKAN: Kur’ân Günü” dediler; çünkü, Kur’ân bağlılarının izzet bulduğu ve küfrün başına kahır sillesinin indiği gündü: 869.

*

Riyaz: Bahçeler…
Riyazî: Hesab ve hendese dair. Matematiğe âit…
Riyaziyat: Fen bilimleri…

*

ABDÜLHAKÎM KOLTUĞU’nun iki yanında, Eskişehir ve Bursa yazıyordu: 1308.
Arvasî: 308.
Harak: Ateş, nar. (Harık: Yakan, yakıcı. Yanan, tutuşmuş… Hurka: Yanmak. Hararet: 905: Zerre: Atom. Çok küçük KARINCA. Güneş ışığında görünen ufacık tozlar… Bakteri: En ufak canlı varlıklar. Atom: 713= 1712: Bursa… TELEGRAM vesilesi ile ele aldığım, benim onun tesirini maddi ve mânevî olarak değerlendirebilmek için alt yapısı olarak SEFİNE isimli eserimde işlenen KUVANTUM fiziği ile ilgili, ona ek bir not: Atomculukla ilgili Eski Yunan görüşleri, cevherlerin nasıl değişebileceğini ve Yunanlılar’ın aslında bir olduğunu düşündükleri bir dünyada, çok sayıda cevherin nasıl olabileceğini açıklama çabasından doğan felsefi düşüncelerdi. (…) Plato ve Aristo zamanında bile, ATOMCULUK bazı şeyleri açıklamada yetersiz görünüyordu. Özellikle Aristo, onun, tabiattaki çeşitliliği açıklayamadığını düşünüyordu; bilhassa biyolojik seviyedeki düzen sözkonusu olduğunda. Ayrıca ATOMCULUK, insanın gaye ve var oluş sebebini de tatmin edici bir açıklama vermiyordu. 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyıl başlarında, basit atomik teoremle ilgili meseleleri ilmin kendisi dile getirmeye başladı. (…) Elektrik, atomun önemli elemanlarından biri olan elektronların akışıdır. Atomlar, radyoaktif “bozunma” işlemi ile parçacıklar yayarlar ve daha basit atomlara bölünürler; atom altı parçacıklara. Einstein’ın ÖZEL İZAFİYET teorisi, madde ve enerjinin birbirine dönüşebileceğini isbatlamıştır ve buna paralel olarak KUVANTUM TEOREMİ de, bazı şartlarda parçacık, bazı şartlarda dalga gibi davranan varlıkların mevcut olduğunu keşfetmiştir… Mesele şudur: Canlılık seviyesinde KUVANTUM, bunun nasıl olduğunu açıklamıyor. Bu hususu vurgulayan da, çağdaş biyoloji.): 308.
Hurufiye: Harflerle, –onların sayı değerleri hesabı ebced dahil–, varlığın sırlarını kurcalamak. “Kültür içinde, hikmet, ilim ve hesab bir arada”ya, güzel bir örnek: 309= 1308.
Huş: KALB. (Onsuz olmaz!): 309= 1308.


Baran Dergisi 230. Sayı