MATLA’ Beyit: Dehr bir menzil halâyık kâr-bânı pîş emess / Söz kamu efsâne il efsâne-hânı pîş emess — (Fuzulî)… “Dünya-Devir bir menzil, hizmetçi kervanı önü, karanlık — Söz tamamen efsâne, ülke efsâne hânı, önü karanlık!”… Emess: Akşam vakti… Emess: En çok doyan… Ems: Dün. Dünkü gün.

*

DEHR-Çok uzun zaman. Bin yıllık –çok uzun!– zaman. Dünya: 209: HER-CA. “Her yer”… “Evvel” ve “Ezel” arasındaki fark; nasıl “Ezel-öncesi bilinmeyen zaman”ın Allah’ın “Evvel” ismi demek olduğu söylenemezse, Allah’ın bir ismi olan DEHR ismine “zamandır!” denemez. Zaman, ARŞ’ın taayyünü olmakla, –icmal mertebesinde ân, tafsil mertebesinde zaman–, İNSAN merkezinden mahlûka inhisar eder. “Çevreyi kendine bağlayan bu merkez”, zaman üstü ve zamanın çerçevesinde, Allah’ın saltanatı’nın göründüğü ARŞ dolayısiyle DEHRİ, “O değil O’ndan” şeklinde “her yer”de kılar. DEHR’e “Dünya, devir” kullanımı veren sebeb böyle… Allah Sevgilisi’nin “Hakikat-i Ferdiyye” hüviyetinden başlar: “NASLIHAN her yerde demektir!”… MUKSİT-Adaletle iş gören. Allah’ın “bizzat adalet” anlamındaki ADİL ismi hatırda: 209: ÇEHR-Dört. Erbaa. ( Uygurca, Çar-Hükümdar: 204: Çar-Dört… Uygurca, Çarbag-Dört bağ. “Kare. Zarf”: 1207: Ashab-ı Kehf… Birbirinden habersiz bir mağaraya zamanın “zâlim Hükümdarı”nın reddi olarak sığınan 7 kişi, –Ashab-ı Kehf–, mağara arkadaşlıklarının hakikatinde dünyanın iyi ve kötü karışıklığının derinliğinde ve aslında “İslâm” olduğunun remzidirler… Mağara: Gar. Kehf. Konak. Menzil. Ben… Magarib: Garbler, batılar. Akşamlar. Karanlıklar… Veli’nin, “Allah’ın ve Resûlü’nün emirlerine uymadığım zaman benden büyük zâlim mi olur?” dediği hâl, onların niyetleri veçhile mağaraya sığınmaları, aynı zamanda nefsin nefyettiklerinden Allah’a hicretleridir; “bir ben vardır benden içeri!”… Zü-[l-]erbaat[i]’l-adla’. “Allah Sevgilisi’nin, Dünya’yı KARE şeklinde ve etrafı ecelle çevrili tarifini geçen nüshada gösterdik”: 1917: Tahammül mülkünü yıktın Hülagi Han mısın kâfir. “Nedim’den bir matla’ mısraı”… Tireşeb-Karanlık gece. “Kur’ân’da ismi geçen ve bir mağarada çok uzun zaman uyuyan –bitki, rüyâ, yeşillik ilmi, berzah, kalb mevzuları içinde düşün!– kişiler: “Yemliha, Mekselinâ, Mislînâ, Mernûş, Debernûş, Şâzenûş, Kefeştatayyuş ve yanlarında köpekleri Kıtmîr”: 917: Gavsiyyet-Evliyullah’ın başı olmak )… VECR-Mağara. “İstikbâl”: 209: GURUB-Batma. Karanlıkta görünmez olma. Tefekkürde tecrid… BARI-Etrafı surlarla çevrili yer. ( İspanyolca, Muralla-Etrafı surlarla çevrili yer: 307: Arvasî… Ebced tevafuku üzerinden, “kadın-nefs”, Üstadım’ın Büyük Doğu İdeolocyası’ında “İslâm’da kadın” bahsinden: “Çepeçevre hisarlar ortasında bir saray!”… Kale: Hisar. Söz. Ölçüler… İspanyolca, Mural: Duvar. Duvarla ilgili. “Peygamber. Sed. Kuşatan. Dil”… Mural: Müessir, ahlâk. Etik: Ahlâk sistemi… ZARF: 1180: FARZ-Delik açmak. Yok iken yaratmak. İcad etmek. “Allah ve Resûlü’nün hükümleri, hükümleri üzerinden”… Rüya’da gelen mânâ: Neslihan Hanım, Üstadım’ın bana Takdim yazımla ilgili üzerinde HATAY yazan zarfı vermesi! )

*

HALAYIK-Hizmetçiler. “İnsanlar”: 740: MÜTEFEKKİR… ZEYL-Etek. İlâve. Devam: 740: SÜMUR-Gümüş. Saliha… TE’SİR-Ateşi yakıp alevlendirme. Kıymet ve değer koyma: 740: TEMSİR-Bir yeri şehir hâline getirme. ( Kâr: Kazanç. Arka yükü. Nasib. Kare… Ban: Çatı. Kubbe. Sema )… HALAYIK KÂR-BAM: 1025: DİBACE-Takdim. Başlangıç. Önsöz. Atlas.

*

MATLA’ Beyt’in Birinci Mısraı: 1986: HUŞUF-Geceleyin yola giden deve. “Deve: Gemi. Nefs. Gökteki yıldızlar. İmanlıların ruhları”… SEYYİD Abdülhakîm Arvasî Üçışık. (Büyük ebced): 987: MEHDÎ Salih İzzet Mirzabeyoğlu.

*

KELİMAT-Kelimeler, kelâmlar: 491: MELEKÂT-Melekler. Tecrübe neticesi elde edilen alışılmış bilgiler… KAMUS-Deniz. Denizin ortası, derin yeri. Büyük Lûgat kitabı. “Renk”: 207: RECAC-Her şeyin zayıfı. ( Zayıflık, kuvvetin azlığı demek olduğu kadar, “aslı gösteren teferruat”ta ki rolü ile aslın kuvvetini gösteren de olur. Bir ilişkiler sistemi içinde “püf noktası” da… Kendisinden “hüküm” çıkacak iki bilinen arasındaki gizli de, zâhir olana kadar “bilinmemek” anlamında zayıftır… Eşyanın aslı iken latifleştikçe kayba giden esir-heyulâda… BİR’den dağılışa geçmek demek, BİRLİK’te zayıf ve kuvvet’in birbiri yerine kaim olabilen aynılığıdır… Söz-hareket ve nesne: İnsan merkezinde hareket ve nesne, sözden daha sağlam ve müşahhas bir hakikat alınırken; düşüncenin kelimelerle ve önce vuku[bu]lması, hareket ve nesne kuvvetini kendine mal eder… Logos: Lisân. Kâinat nizâmı… Sözün bizzat amel ve amelin ondan doğması, “Kün feyekün”de mevcut… Burada mevzuumuz, Lisân değil, SİMYA dolayısıyladır. Kâinatın ve kendi varlığımızın, kendine mahsus bir düşünce nizâmı belirtmesi yanında, biz “şuurlu” olarak bu düzeni bulmak, “kendimizi bulma ve kâinatı kendi lehimize fayda gayesiyle istismar için” kurma rolündeyiz… Kâinatın kendine mahsus binbir düzeni, insan için düşünce ile tesbiti gerekendir; Lûgat, nesneleri belirtir, Lûgat olarak kendi hafızası “çeşitli şekillerde edinilmiş bilgiler”i ihtiva eden kelimeleri kendi mevzuu içinde toplar, ama kimse Lûgatı göstererek “işte benim bilgi hamulem” diyemez… Düşünce gerek… Burada, Simya’nın ruha misâl ve ruhî yönünü gördüğüm için, –elbette ben keşfetmiş değilim–, “düşünce ve dış dünya”, “Ben ve Kâinat” sırrının birliğini, yâni misâlin aslında bir hakikat ve HARFLER İLMİ esasında bulunduğunu belirtmek, bu ihtiyacı karşılamanın aslıdır; kullanabilene… Gerek “kendini arayan insan” yönümüz, gerek dış dünya; İslâmî bir tecrübe ile elde edilmiş bilgileri yekûnu hâlinde, HARFLER ilmi, denizdeki dalgaların denize ait olma müşterekliğindeki farklılıkları gibi ortaya konmuştur –“kelimenin üstünde, cümlelerin altında olan”ı sezme istidadında olanlar, onları meselelere tatbik izinde hazineler bulunduğunu da sezerler… En azından işleyişimde görülen… Fuzulî’nin “söz tamamen efsane, ülke efsane hanı” dediği, her şeyin lâtifleşerek “heba ve hayâle” döndüğü bir gerçeklik seviyesinde “Felâtat-kelime döküntüleri”, bir imdat hâlinde HARFLERDE nihayet; bahsi geçen İslâm Büyükleri’ne âit Cetveller’de, 28 harf hakikati, Allah’ın ismi ve Âlem ile Kalb mertebesi olarak, İNSANÎ hakikati topluyor; toplayanlar toplamış, iş tümdengelim ve tümevarım ile toplanabilene kalmış! )

*

RATK-Bitişik etme, bitiştirmek, beraber etmek. Yırtık bir şeyin parçalarını bitiştirmek. Ulaşmak. Yetişmek: 701: OSMANLI-(Osmanlı Devleti:1151: Mehdi Muhammed)… FİKRET: 701: ASÎR-Bir Efsaneyi rivayet eden… İZ-“Yevm, vakt, hin, hem” kelimelerinden sonra ek olarak kullanılır. İzin: 701: SAGR-Etrafı kale duvarı ile çevrili yer. Sahil şehri… FATK-Kırma, ayırma, yarma, çatlatma. Elbisenin dikişlerini sökme. ( Fatik: Çeri ve öncü olan kimse. Pîş ): 580: MÜSTEVDA’-Emaneti kabul eden kimse… HADÎS: “Sema ratk idi yağmur yağmıyordu, Arz ratk idi ot bitmiyordu. Sonra Allah Sema’yı fatk etti yağmur yağdırdı, Arzı fatk etti ot bitirdi!”… İspanyolca, Habla-Lisân. Söz. Lehçe: 40: Habl-İp, urgan… Habl-Bir şeyin bozulması. Noksan olmak, arızî olmak. Delirmek: 40: Delv-Kova… Hacereyn: Güneşle temsil olunan Altun ve Ay’la temsil olunan Gümüş… Buyurulduğu üzere “Allah’ın ipine sımsıkı yapışanlar” ve bunun içinde Habibullah’ın eteklerine sarılanlar, varlığın “ratk” ve “fatkı”nı, “yokluktan yaratılmaya” diye yormuşlar ve bu ifâdelerin ona “mecaz, fikir, ilim ve ifâde zarureti” olduğunu söylemişlerdir; yokluk bir bütün, yaradılışlar safhalarla, haber de işiten alacaklıya… Haber: Emir Allah’tan, işiten de yokluktan varlığa geçmek… “İpin bozulması ve arızîliği” bizim için; hem yokluğun “emir verenden itaat eden”e kelâm tarafını göstermekte, hem de insan memuriyeti olarak kelâm tamamlığına erdikçe ipin hakikatine ulaşmak bakımından başta söylediklerimize uymakta… Batı’da, “felsefe taşı” dedikleri ve Simya’da da “ilk maddeye ulaşma-birlik” amacıyla gerekli “başlangıç fikri”, bizim sonra üstünde duracağımız “hacereyn-iki taş” ve “hacer-vaktinden önce doğan nefs” bahislerinde gerçek; burada “ratk” ve “fakt” ilgisiyle görünmekte… Yokluktan varlığa geçiş; önce “yok” var olmalı ki, o HEBA maddesi; şekil veren ve kendi şekil olmayan… HE harfi, Allah’ın “Peygamber, elçi gönderen” mânâsındaki BAİS ismi ve LEVH-İ mahfuzla ilgili; topyekün varlığın, olmuş ve olacaklarının, kaderinin yazılı olduğu. Allah Sevgilisi’nde toplu mânâ. İlâhî İBDA’da rastgelelik yoktur… “Herşey’de parçalarının toplamından fazla bir şey vardır!” hakikatin birbirini kapsayan mertebeler topluluğunda Allah Sevgilisi; eşyanın bütün cinslerinin özlerinin topluluğunda da, hakikati bâtında, yine O’nda toplanan ve Allah’a dönen mânâ… HEBA: HE-BE… Hakikat-i Ferdiyye: HE-FE… FE, “Sonra, mânâlarına gelen takib edatı”, mecaz olarak Vav yerine de kullanılır”; Allah’ın “Refîu’d Deracatî” ismi ve “yüksek mertebeler”e işaret eden VAV, Allah Sevgilisi’nin “neden hemen sonra” ve kime mecaz olduğunu –köprü olduğunu– da gösterir. Yaradan Allah, Yaradılan her varlık tabakasının özünde ve aslında Habibullah’tan hisse… İspanyolca, Haya, “Haber” demek; Haya, Hay, hayat… Hayy: Bir şey cem’ ve ihraz etmek. Diri, hayat sahibi… Hayye: “Gel, haydi!” demek; Hayyat: Terzi. Kesip bitiştiren zanaatkâr… İspanyolca’da, Hayal: Haya. Kayın ağacı… Kayn: Kul. Demirci… ZI harfi, Allah’ın AZİZ ismine ve madenler mertebesine işaret eder… Allah’ın ipi, kolayca anlaşılır, Nasslar; “Halkın dili Hakkın dilidir!”, eşyayı da kapsar ve demektir ki “ipe tutunmaktan murad edilen” böyle bulunur… İspanyolca bir kelime, Cera: Balmumu. Petek… İspanyolca bir kelime, Cero: Sıfır. Sonra. “He”… HURUF-Harfler. Kültür, irfan: 294: CİRMAN-Uzuvlarla beraber vücud… Harflerin, Allah ve Kul, Berzah Âlemi ve Halk âlemine bakan iki yüzü, “sifar-habercilik”i temsilde ve iki sıfırdır; yâni, “Allah’tan başka her şeyin bâtıl olduğu” idraki ile hiçbir sayı olmamak!

*

MATLA’ Beyt’in İkinci Mısraı: 1744: MUKTEDİR-İşe gücü yeten. Allah’ın “dilediğini yapmakta güçlü” mânâsında 99 güzel isminden biri… HALİKA-Tabiat, mahlûkat: 745: MÜESSER-Tesir edilmiş olan… NET-RESİL-“Kesin elçi”: 745: NET-KUST. “Ud-i hindi, kust otu, asfar.”

*

MATLA’ Beyt’in Toplam ebcedi: 3730= 1732: ABDÜLHAKÎM Koltuğu… AHLÂK: 732: TEŞBİK-Şebekeleştirme. Ağ biçimine koyma. Hüviyet. ( Redd: Geri döndürme. Def’ etme. İfraz etme… İngilizce, Red: Kırmızı. “Firaset. İdrak”… İspanyolca, Red: Balık ağı… İngilizce, Net: Balık ağı… Net: Kesin… “Ahlâkî yücelikleri tamamlamak üzere gönderilen” Allah Sevgilisi’ne her vahy ve tesir, O’nun nefsinde olanın O’na haber verilişidir; nefsinde olandan başka bir şey haber verilmedi… “İmam-ı Azam’ın bildirdiği üzere, kalb tasvib etmediklerinden de müteessir olarak, onun tesirinin hallolmasını ister”… Kur’ân’ın Allah Sevgilisi’nin nefsi olduğunu söyleyen büyükler, O’na Allah’tan her gelenin nefsinden haber verdiğini, “fasıl fasıl inzalle” onun nefsinden “kopanlar” bütünü olduğunu da belirtmiş oluyorlar; O’ndan avlananlar bütünü suret diyelim… Heba, “mavera-üt tabia” ve “mavera-üt tab’ ”, kalb’te bir mertebe… Su da, Heba’dan ve Heba misâl… Enbiya Sûresi’nden: “O kâfirler bilmediler mi ki, muhakkak gökler ve yer bitişik bir hâlde iken biz onları birbirinden yarıp ayırdık ve her diri şeyi sudan yarattık, hâlâ iman etmezler mi?”… Uygurca, Etik: Kapalı, kilitli… Uygurca, Etik: Ahlâk… Uygurca, Etikat: İtikad, inanış… Ahlâkî ölçüler manzumesi İslâm’ın, “sır idrakı” sahibine tükenmeksizin hazineler açıcı şifre mahiyeti de anlaşıldı; meçhule hürmet tavrı ve sır idrakı! )

*

RÜYA’da gelen mânâ Kenan Evren, Turgut Özal’a benim hakkımda sorular soruyor ve medihli cevablar alıyor. Turgut Özal, “tam 100 gün kurs da gördü!” diyor… ( SAD,100 Sayısı demek… Harf olarak SAD, Allah’ın “Mümit” ismine ve “Toprak mertebesi”ne işaret eder… KURS: Güneş… Güneş, Simya’da “Altun”a sembol; Gümüş de, “Kamer-Ay”a )… Tasavvufta, GÜNEŞ Allah’a, AY da Peygamber’e teşbih olmuştur… Sadrettin Konevi Hazretleri: Kamer, “cirm-cisim” açısından, Semavî Felekler’in en küçüğü olsa bile, hüküm açısından en kapsamlısıdır. Bütün Sema’ların kuvvetleri ve meleklerin teveccühleri, KAMER Feleği’nde birleşirler; sonra bu kuvvet ve teveccühler ondan yayılırlar ve bu âleme ve mensublarına dağılırlar. Bunun için Semâ, HİLÂFET seması olmuştur. Allah Sevgilisi’nin Ay’ı ikiye bölmesi mucizesi de, onun üzerindeki tasarrufla, bu küll mânâsı üzerindeki hâkimiyetini tescil mahiyetindedir… ŞİMDİ, GÜMÜŞ madeninin, fizik ve kimya’da sabit değeri: “Biz, içindeki cismin sanki nükleer bir bomba sayılabileceği bir dünyada yaşıyoruz, çünkü bütün maddelerin ATOM çekirdekleri ya parçalanıp dağılabilir, yahud birbirleriyle kaynaşabilirler, her iki hâlde de korkunç miktarda enerji bir ânda serbest kalır. Gümüş müstesna; ne parçalanabilir ne birleşebilirler, inatla GÜMÜŞ kalırlar!”… FIZZA-Gümüş: 885: HURFE-Bir yere toplanmış yemiş. “Harfler; yemiş toplayan. Sahibini tanıtmak için olan”.

SİM-İ AB (GÜMÜŞ SUYU)

MATLA’ Beyt: Jale-i saf-ı arak katma mey-i nâba sakın / Mümtezic sanma gözüm ateşi sîm-âba sakın — (Şeyh Galib)… “Şebnem gibi soğuk teri katma saf Mey’e sakın — Karışır sanma gözümün ateşi Gümüş suyuna sakın!”… Gümüş’ün remzi: Ay… Sîm-ab: Gümüş suyu.

*

JALE-Çiğ, kırağı. Havadaki nemin, sabah soğuğunda küçük damlalar ve hafif kara benzer şekilde eşyaya çökmesi. “Gözyaşı”: 43: CEYL-Yengeç. Nesil. İnsan topluluğu. ( Yengeç Burcu, Unsuru Su, Tabiatı Soğuk nemli, Gezegeni AY, Vücut’ta tesir yeri Göğüs ve Karın, Simya safhasında “Çözme”ye âit )… LÜCCÎ-Büyük Deniz. Kamus: 43: CELBUB-Sarmaşık. Nur bat… ARAK: Ter, rutubet. Dağdaki yol. Çukur. Deve izleri. Yıldız izleri. Sıra sıra olan şey. Zembil, içine sebze konulan deri torba. Menfaat, sebeb, karşılık. Süt. “İlim”… A’RAK: Kökler. Damarlar… Kalabalık, izdiham. Nas… JALE-İ SAF-I ARAK: 585: ŞER’İYYET-Şeriata uygun olmak.

*

NAB-Katıksız, hâlis, saf. Oluk. Berrak: 53: AHMED-Allah Sevgilisi’nin ismi… MEY-İ NAB: 93: FEYC-Haber getiren, peyk, bir şeyin etrafında ona tâbi olarak dönen.

*

MATLA’ Beyt’in Birinci Mısraı: 1488: FETH-Zafer. Zaptetme. Ele geçirme. Nusret… YAHTEMİL, “yahtemil”-İhtimâl. ( Yah: Buz. Katılaşma… Simya safhasında katılaşma, Boğa Burcu’nun… Temhil: Sonra. İstikbâl ): 488: TUHAF-Hayret veren. Garib şey.

*

SİRİŞK-Gözyaşı. Ateş şeraresi: 590: MUNTAZAR-Ümid ile gözlenen… MUNTAZIR-Ümid ile bekleyen: 590: MU’TEKİS-Aks olmuş… SİM-İ ABA: 183: ASFİYA-Peygambere Varis olan… SİM-ÂB. “Cıva”: 113: SALİH İzzet Erdiş.

*

MATLA’ Beyt’in İkinci Mısraı: 1828: YED-İ Beyza. “Musa Aleyhisselâm’ın Mucize olarak gösterdiği beyaz ve parlayan eli. Bu tâbir, mecaz olarak harikulâde ve keramet ifâde eden işler için kullanılır!”

*

MATLA’ Beyt’in Toplam Ebcedi: 3316: MÜTEZAİD-Kol kola tutunan, kol veren, birbirine yardım eden… MUSAYERE-Birine yol arkadaşı olan: 316: VARAKÎ-Yaprakla ilgili. Sayfa biçiminde. ( Fuzuli’nin, “Sure-i NEML’İ safha-i Sim üzere yazmışlar!” mısraı hatırda! )… ŞEHÎD Allah’ın “O’ndan saklı yok!” anlamındaki ismi. Allah Sevgilisi’nin bir ismi. Şâhidin mübalâğalısı: 319: TARÎK-Tasavvuf yolu. Tarz. Usul. Vasıta… Bir not: “Sim-aba; Gümüş sırmalı kaftan!”… Topyekün felek ve varlıkların HÜKÜM yeri olmakla, onları kaftanı altında toplayan AY?

*

EŞK: Gözyaşı… EŞKU: Gök katı… Gözyaşlarının arka arkaya gelmesi neyse, Gök katı; Gök katları… Allah ve Resûlü, Yaratan ve Kul, Şeriat ve Tasavvuf O şeyden olanla - O şey, Allah Sevgilisi ile Sahabi, Sahabi ile Veli, vesaire; HAKK’ın Hak üzerine kaimliği, nasıl Allah’ın kul ve kulun Allah olması demek değil ise, Allah ve kulun “imtizacı-karışımı” da olmaz. Keza, Ruh ve Beden ile Beden’de toplu unsurlarından dolayı Kâinat arasında… İlgiden dolayı “imtizac” anlamı doğmasın diye sıraladıklarım, anlaşılsın diye!

AY (AFÎ-TABİA)

MATLA’ Beyit: Gâyetle felek-cenâbsın sen / Ey mâh ne âfitâbsın sen — (Şeyh Gâlib)… Afitab: Güneş. Pek güzel. Çok güzel yüz… Şems-i Bâtın: Allah Sevgilisi’nin isimlerinden biri… Afî-Tabia: Afî tabiatlı… Afî: Elçi. Silen. Silinmiş. Affeden. Affedilmiş. Niyaz eden.

*

“Tasavvufta, Güneş Allah’a Ay ise Peygamber’e teşbih olmuştur!” Haceryn: Altun ve Gümüş. Kıymetli taş… Taşş: Çisinti yağmur. “Rahmet”… Güneş veya Altun, varoluşun müessir ve üretici kutbunun müşahhaslaşmasıdır, zâhir olmasıdır. Ay veya Gümüş ise, “kabul edici-alıcı” kutbu müşahhaslaştırır: Şehr olma. “Şehr, Süryanice’de suyun ismidir!”… Altun, Güneş’tir; Güneş ise, nefestir, ruhtur. Gümüş veya Ay ise, Nefs’tir… Materyal: Maddî. Kumaş. Madde. Malzeme. Araç, gereç… Materia: “Arkadaş, dost, eş, kaptan” mânâları içinde-Ay veya Gümüş; “kabul edicilik”te kurallara sıkıca bağlı ve “nazlı” seçkin keyfiyet… Mata: Arka. Kare… Mate: “Öldü!” Âyet meâli: “Her nefs ölümü tadacaktır!”… Hacer: Taş. Vaktinden önce doğan “kabul edici-nefs”-Allah Sevgilisi ki, topyekün varlığın varlık sebebi ve nübüvveti Adem Aleyhisselâm’ın bedenine henüz ruh üflenmemişken verilen, buna mukabil Dünya hayatı ölçüsü ile en son gelen peygamber… H-ACAR: “Kiraya vermek ve tekrar” anlamına gelen acar, aynı zamanda “mükafat, mükâfatlandırılmış” demek. Girgin, iş beceren vesaire vesaire yerine de kullanılır. KUT’lu… HE harfi; Allah’ın “El-Bais” ismine ve “Levh-i Mahfuz”a… HA harfi; Allah’ın “El-Ahir” ismine ve HEBA’ya… HI harfi; Allah’ın “El-Hakîm” ismine ve “şekil-Suret”e… Da’va Cetvelinde HE, Allah’ın “Hadî-Hidayete erdiren, hediye veren” ismine; HA harfi “Hakk” ismine, ve HI harfi de “Hâlık-Yaratan” ismine işaret eder… HALIK ile “Abdülhakîm Koltuğu”nun ebcedi aynı… Allah’ın isimlerinin “Zâtı’nın zâhiri”ni ifâdesi, İnsan bâtınının niçin sonsuz ve meçhul olduğunu da gösterici; Harflerin iki yüzlülüğünde, Güneş ve Ay teşbihinin bu hususunu da anlamalı!

*

MATLA’ Beyt’in Birinci Mısraı: 1862: İZTINA’-Utanma. Haya. Haber. ( Allah, Kendi nurundan Muhammedî Nur’u yarattı; O’na nazar ettikçe, O nur hayadan terledi ve topyekûn varlık ve âlemleri O’nun bu terinden meydana geldi… “Gözyaşı” ve “Sema ile varlık” tabakaları hususunda, mecaz ve hakikat yönünden bakış için bu meseleyi işaretledim! )… HEZARMÎH-Gök yüzlü. Çok ziynetli. Bin yerinden yamalı derviş hırkası: 863: HIRPANÎ-Derbeder, perişan kılıklı. ( Allah’ın ipine sarılmak bahsi ve lisân davası çerçevesinde, “dağınık ve perişanlığın”, müsbet ve menfi anlamı belirtildi! )… PERESTAR-Hizmetçi. Kul. Halife. İbadet eden: 863: NAZİC-Pişmiş, yetişmiş, kıvamına ermiş, olgunlaşmış… İNZİBAT-Asayiş. Düzen. Ölçülere uygun: 863: ZABYAN-Ağaç… “Gayetle felek-cenabsın sen”: 863: SÜR-ÂB. “Kırmızı su. Kan. Şarab”… İKRA: “Oku!” diye emretmek. Kirâya vermek… İlk nâzil olan Âyet’in “Alak Suresi”nin başındaki İKRA olduğunu hatırlatalım; Alak, “kan” ve “yapışmak” anlamında… SİMYA’da “Sim-ab”ın, “Cıva”nın, Gümüş’ü temsil eden Ay’ın altındaki UTARİD Feleği ile ilgisi… SİMYA’nın Mavera-üt tabia’ya bakan yüzünde “Sim-ab: Cıva”nın, mânevî ALTUN’un içinde yatması; tıpkı ALTUN’un Mavera-üt Tab’da sıradan cıvada yattığı gibi… Simyacılar için SİM-AB, seçkin “materia-eş”, işin gerçek vasıtası, her şeyi çözen su ve manevî “cenin” için besin olduğu; o seçkin materia’nın en dolaysız tezahürüdür ve beden-nefsi Felekler âlemiyle en dolaysız birleştiren hayat nefesi!

*

MATLA’ Beyt’in İkinci Mısraı: 826: MAHFUK-Hafakanlı-Ruhî taşkınlık, feyizli, verimli. ( Hafıkan: Doğu ve Batı… Afitab: Güneş. “Ne güzel, ne iyi!”… Mah-Ay’a Afitâb demek, O’nun bâtınında kendini bildikçe bileceği Rabb’dır… SİM-Bend: Soğuk ateş: Nar-ı Beyza… Ateş ile sıcak arasındaki farka dikkat… Sırr: Şiddetli ateş ve şiddetli soğuk. )

*

MATLA’ Beyt’in Toplamı: 2688: NUREFŞAN-Etrafı aydınlatan, nur saçan, ışık veren. ( NUR: Bir harf. Balık. Da’va cetveli’nde Allah’ın NUR ismine işaret eder )… MERHAMET: 688: MÜLUHIYA-Ebegümeci dedikleri ot. ( Mül: Şarab… Müla: Çok sihirbaz… Hıya: Perde. Mania. )

*

MATLA’ Beyt’in Toplamı: 2668= 690: SALİH-Karayılan… MAHDUM-Evlâd. Kendisine hizmet olunan: 690: HAFÎ-Gizli. Sigasından dolayı değil de, bir ârızadan dolayı mânâsı kapalı kalan… HAFY-Gizlemek. İzhâr etmek, görünmek. Parlamak: 690: TEMERRÜN-Tekrar ettirerek alıştırmak. İdman yaptırma.


Baran Dergisi 319. Sayı