Levha: … Mayıs 1984… Üstadım’ın elinde iki sayfa var… Birinde SU isimli şiirim, öbüründe BATAN GÜNEŞ isimli şiirim!
 

*


Su: (Kayan Yıldız Sırrı’nın FİKİR Levha’sından SU isimli şiirim: Tükenmez seferinde köpük köpük dalgalar — Suyun derdi kendinde hasret kaygı ve umut — İki aşık oturmuş bir merkezden halkalar — Suya düşmüş bir kundak eller üstünde tabut… Körpe dallar hevesi hep yeniden tomurcuk — İnsan kaygan bir yaprak rüzgârın bûsesinde — Sessiz sessiz ağlarken meme bekleyen çocuk — Bir sırrın fısıltısı akan suyun sesinde… — “Zoru alteden çile suda akan bahtiyâr — Zaman suda işledi şimdi sularda gizli — Durgun suyun kokusu nasibiyle ihtiyar — Geleni karşılıyor mehtâbın nurdan izi!”… Herşey suda başladı suya düştü ayrılık — Kaya da tutan yosun sözlükteki isimler — Nefes nefese sular petek içinde varlık — Sürüp giden hâtıra zarfa konmuş resimler… Bilmem hangi sularda davetiyem sarılmış — Yemyeşil bir gecede ayrılık kaçırılmış — Kelimeye bürünmüş şırıl şırıl bir akış — “Yüzünü görmek için her şeyden vazgeçilir!”): 66.

Vîn. (Kürtçe): İrade. (Vîn: Siyah üzüm): 66.
Nevî: Yenilik: 66.
İpnoz: Hipnoz. Nevm-i sınaî. (Tenvim: Hipnotize etme: 506: Nakşbend: Erdiş): 66.
Nevade: Torun. (Nevad: Dil… İstikbâl. Hayâl): 66.

 

*


Ab: Su. Yağmur. Letafet, güzellik. İtibar. Irz, namus. Vakar. Cilâ. Keskinlik: 3.
Salih Mirzabeyoğlu: 2003.
Bâ: Ebced değeri 2 olan harf: 3.
Müstebşir: Müjdeleyen. Müjdeyle sevinen: 1002= 3.
İstikamet: 1002= 3.
Pâ: (pây): Ayak. Takat. Mukavemet. İz: 3.
Tesakkub: Delme, delinme. Zâhir olmak. Parlamak. (Farz: Delmek.): 1002= 3.
Rubz: Her nesnenin ortası. Aynı kaba, üst üste sağılmış süt. (Süt, ilim suretidir.): 1002= 3.
Rıza: Memnunluk, hoşluk. Razı olmak: 1002= 3.
Baht: Kader. Tâli. Uğur. Kısmet. İkbâl. Saadet. Lezzet: 1002= 3.
Buht: Veled, oğul, mahdum: 1002= 3.
Eb: Baba, peder. Ced: 3.

*



Water. (İngilizce): Su. (vater: Sonundaki. Çok uzak.): 608.
Pertev: Ziyâ. Nur. Atılma, sıçrama, hız: 608.
Bahe: Kaplumbağa. (Dahr: Erkek kaplumbağa… Dehr: İnsan): 608.
Rütub: Sabit olmak, kaim olmak, devamlılık: 608.
Hab: Rüyâ: 608.
Şevşeb: Karınca. (Üstadım: Devler gibi eser vermek için, karıncalar gibi çalışmalı!): 608.
Ratibe: Maaş, vazife. (Mahiye: Aylık, maaş.): 608.
Tahakkuk: Bir şeyin doğruluğunun meydana çıkması. Delil ile isbat edilmek: 608.
Hava’: Hâli olmak, boş olmak. Düşmek. (Habit: İnen, düşen. Kayan Yıldız. Akan Yıldız… Bu tâbir, yâni “Akan Yıldız”, Kur’ân’da Resulullah Efendimiz hakkında 2 yerde telmihen kullanılmıştır.): 608.


 

*


Zeyn-âb: Su pınarı, su kaynağı: 70.
Kün: OL emri. (Emir Allah’tan, oluş kendinden): 70.
Büyük Doğu - İBDA: 1070.

 

*



BATAN GÜNEŞ: (Tuful: Güneşin batmaya yaklaşması. Çocuklar… Derdak: Çocuklar: 308: Arvasî… Üstadım’ın ÇOCUK isimli şiirinden: İnsanlık zincirinin ebediyet halkası — Çocukların kalbinde işler zaman rakkası… ÇOCUK şiirinin bütün beyitlerinin toplamı: 28709= 1736: Mehdî Salih İzzet Erdiş: “Son Devrin Din Mazlumları”, Üstadım’ın bir eserinin ismi… BATAN GÜNEŞ şiirimden: Rüzgârda iplik iplik — Işık döken fıskiye — Akıp gidiyor bildik — Hevesinde kafiye.): 434.
Rüzgâr: Zaman, devir, hengâm, vakit. Yel. Dünya, âlem. (Rîh: Rüzgâr. Ruh. Koku): 434.
İlm-i Huruf: Harflerin mânâsı ile ilgili ilim. Harfler-kültür, irfan. Dil: 434.
Belagat: Güzel konuşma. Sözün hâl ve makama uygun olması. Edebiyat. Bediî: 434.



 

*




BATAN GÜNEŞ: (Tıfl: Batmaya yakın Güneş. ÇOCUK. Kıvılcım… İnsanlık zincirinin ebediyet halkası — Çocukların kalbinde işler zaman rakkası: 1465: Rahman Sûresi 19-20. âyetler - FİKİR: 1465: Üstad: Serdar-askerin başı, kumandan.): 440.
Kısakürek: 441= 1440.
Salih Mirzabeyoğlu: 1441= 2440.
Teslis: Üçleme: 1440.
Devlet: Milletin genişliğine doğru en büyük hukukî teşkilatı. Baht. Talih. (İslâm devlet idealinin sembol şahsı Hazret-i Ömer’dir. Bu mânâ günümüz şartlarında, Üstadım’da, onun misyonunda tecelli etmiştir.): 440.
Dahm: İri, kocaman cüsseli: 1440.
Temme: Tamam oldu, bitti. (Tammat: Son. Netice. Kıyamet. Keskin çığlık: 451: Salih Mirzabeyoğlu… Mim: Bir kitab veya ibarenin sonuna, “temme-bitti” yerine konulan, “malûm oldu, görüldü” mânâsına bir harf.): 440.

 

*


Peygamber: 1254.
Mihver: Merkez: 254.
Pergal. (Kürtçe): Sistem: 254.
Ramuz: Deniz. (İlim. Lûgat): 254.
FISKİYE: 255= 1254.
Bârân: Rahmet. Yağmur. (Beran: Koç): 254.
Ecerran: İNSAN ve CİN: 254.

 

*


Nafur: FISKİYE: 337.
Ebu Hanife Numan ibn-i Sabit: (Hanefî mezhebinin kurucusu: Ümmetin sahabîlerden sonra en büyük ferdi İmâm-ı Rabbanî Hazretleri, bütün içtihad şartları kendisinde mevcut, onun mezhebindendir. O, bâtın hissesiyle zâhirde görünen Azâm İmâm. İmâm-ı Şafî Hazretleri, onun Nübüvvet üzere kurulu mezhebine mukabil, velâyet –takva– esaslı mezheb sahibi olarak, bütün fıkıhçıları onun çocuğu diye nitelemiştir. O da böylesine büyük.): 1337.
Şebike: Balık ağı: (Eşya ve hadise üzerine – atılan ağ bizim – “zaman bizdedir – ve mekân bize emanet!” – çağ bizim!): 337.
Kaptan Kusto: 338= 1337.
Ferzan: İlim ve hikmet: 338= 1337.



 

*




Fevvare: FISKİYE: 302.
Derviş Muhammed. (Noktasız): 302.
Kaptan Kusto Müslüman. (Noktalı): 302.
Mirzabeyoğlu: 1302.
İ’cazkâr: Mucizeli olmak. Başkasını acze düşürücü derecede olmak: 303= 1302.
Efkâr: Fikirler. Düşünceler: 302.
Kur’a: İbadet eden: 302.
Şeb: Gece. Karanlık. Leyl: 302.
Berûmend: Faydalı, verimli. Ter ü taze. Nasibli, hisseli: 302.
Ebrak: Fazlaca parıltılı: 302.

 

*


Şiir: 570.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu - Büyük Doğu-İBDA: (Eş’ar: Şiirler, güzel manzum yazılar: 572: İş’ar-Yazı ile haber vermek: Ba’s-Diriliş. İHYA: Ta’sib-İhâta edip kaplamak. Bir kimsenin başına taş koymak: Makalât: Mülâkat: Emsal-Denk, benzer. Hikâyeler, masallar, destanlar: İ’tikaf-Bir şeye devam etmek: İ’tisam-İstediğini verme: Taakkub-Her nesnenin âkıbetine nazar etmek, sonuna bakmak.): 2570.





 

SÜPÜRGE





Levha: 17 Haziran 2009… Babam, annem ve ben, büyük bir binanın önündeyiz. Binanın içinde Ali Osman ağabey varmış. Kumandan bir kitab yazıyormuş, bununla ilgili olarak konuşmaya gelmişiz. Temizlik yapılması gerekiyormuş. Biz de yapmaya karar veriyoruz. Kahverengi bir halı var, ben onu süpürüyorum. Ali Osman ağabey geliyor. Onun yurtdışına, büyük bir ihtimâlle Amerika’ya gitmesi gerekiyormuş. “Yardım edebilirseniz çok iyi olur!” diye bir ifâde kullanıyor. Elektrik süpürgesi çok sessiz çalışıyor, halıya sürtme sesi duyuluyor. Kumandan’ın yazdığı kitabın adı (…) imiş. Daha önce vuku bulan bir hâdise ile ilgili olduğunu, Ali Osman ağabeyin konuşmasından anlıyorum. İsmi 49 veya 47 olmalıymış, olmamış. — Mehmed Selim Yüksel.


 

*



Rub: Süpürge. Süpürme. (Ru’b: Korku. Korkudan dolayı iş ve hareketten kesilme. Korkutmak. Kesmek. Sihir, büyü, efsun… Rub’: Dörtte bir.): 208.
Rehc: Toz, gubar: 208.
Raz: Gizli sır, saklı şey. Mimar: 208.
Tezehhur: Denizin köpürüp taşması: 208.
Bare: At. Zülf. Kale. Defa, kerre: 208.
Vera: Öte. Torun. (Bâtın. İstikbâl): 208.
Cidar: Duvar. İki yeri birbirinden ayıran perde, zar: 208.
Hür: 208.
Becrec: Sığır buzağısı. (Buzağı: 1918: Salih İzzet Mirzabeyoğlu: Sübûtî - müsbet, isbatlı olan. Varlığı katiyyen isbat edilene âit): 208.
Bâhir: Aşikâr. Açık. Apaçık, bedahet. Güzel. Meşhur. Galib: 208.


 

*


Şaruf: Süpürge: 587.
İstiane: Dua. Yardım istemek: 587.
İttifaka: Rast gelme: 587.
Tevaki’: Fermanlar: 587.

 

*




Rüft: Süpürmek: 680.
Sekalan: İns ve cinler: 681= 1680.
Elektrik: 681= 1680.

 

*



Elektrik Süpürgesi: 970.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 1970.
Teşerru’: Şeriate uygun davranan: 970.
Nekz: Gayret etme, çok çabalama: 970.
Zalm: Kar: 970.
Zera’: Vahşî sığır buzağısı: 970.
AKAN BULUTLAR - ÇEHRELER
Kartal Cezaevi… Malûm B-7 Koridorunda, 5 koğuşta TELEGRAM sefasındayım(!)… NYMPHALAR, Telegram’ın faziletlerini(!) öyle anlatıyorlar ki, ruhî ve fizikî acının-yorgunluğun aralarında, sanki şikâyet bir çelişkim ve sahte bir yakınmam gibi olsun diye. Dayaktan sonra gelen tedavinin teşekkürünü beklercesine “TAS”ları hazır. TAS, aramızda, çeşitli durumlarda alay ve kızdırma, şaka ve hikmet yumurtlama vesilesi bir mecaz. Bazen gerçek anlamda, ne işe yarıyorsa öyle kullanıldığı da oluyor. Onların istemeden âlet oldukları buluşlardan biri de bu. Bilerek âlet oldukları da olmuyor değil. Kumarda hep kazanmak karşı tarafın çekilmesine sebeb olur ya; ara sıra kaybetmek lâzım ki, heves devam etsin. Aslına bakarsanız, bahsi geçen boşluklarda onlar için berbat şeyler söylemek istemiyorum ve doğru dürüst bir “benim olanı bana hatırlatma” işinden hoşlandıklarını da biliyorum; lâkin feci bir ahlâkî sukût belirten söz ve frekansla gerçekleştirdikleri, beni onları yakmak elimde olsa yakarım düşüncesinde odaklıyor. Ama tezad sadece bende değil, onlarda da var. Siyah-beyaz. Siyah kötü, beyaz iyi. “Memleketimden insan manzaraları”ndalar. Beni fikren ve ruhen tanıyıp, aynı ben, “istihbarat”ları doğrultusunda, eti şuraya kemiği buraya 7 TV. Kanalı ve 49 gazeteye satıp, “kafayı yemiş - dut yemiş sessiz bülbül”ün sırtından para ihtiyaçlarını da kıvıracaklardı. Hedefleri mi? En büyük olmak! Hevesleri damaklarında kaldı. Onlar adına iyi; kendileri yönünden yontulmak üzere. Ben, benim ne düşüneceğimi önceden kestirme tâlimlerinde cömertim. En baştan söyledim: “Beni tanıdıkça yerinizi kaybedersiniz!” diye. Şimdi kaybetmenin sun’i tavrında direnişteler… Akan Bulutlarda Çehreler; 2005’te tek kişilik koğuşa “majör depresyon” teşhisinin Kartal hatırası olarak değeri bitmiş niyetine bırakılması sonucu geçtim. Geçirildim. O zamana kadar BOLU’da örtülü TELEGRAM, sızıntı tâbir ettiğim durum, bu tarihten sonra aleniyete vuruldu. Tek kişilik koğuşa geçmeden önceki dinlemelerden mi öğrendiler, yoksa KARTAL notları mı bilmem, ara-sıra alay ve sağlama amacıyla yaptıkları hatırlatmalardan biri de AKAN BULUTLARDA ÇEHRELER; son bir haftadır “gündemimize” giren mevzu. Siz de gülün(!) diye anlatayım. Zaten pek kısa.

 

*



Havalandırmadayım. Üzerimde elektrikî bir tesir yok. Böyle zamanlarda Yahya Kemâl’in, “Var mı âlemde nekahat gibi tatlı” mısraında belirtilen hâlet, hüzünlüyüm. Ama nüksetmesi kat’i bir ıstırab verici TELEGRAM oyunu beklentisi, hüzündeki rahatlığı acıyla tedirginliğe çeviriyor. (NYMPHALAR, “edebiyat yapma!” diyor.)… Gökyüzüne bakıyorum, süratle akan parçalı bulutlar. Rüzgâr hızla esiyor, bulutlar alçakta. Arka arkaya, bazen üçü dördü birbirine eklenmişcesine yakın suratlar, bulutlarda. Tipleri, eski Yunan heykellerinden abartılı çizgilerle resmedilmişe benziyor; mitolojik tiplere. Asık suratlı, sakallı, gözleri vesaire vesaire. Onlardan müjdeli bir haber tâbiri çıkarmaya çalışmıyorum. Rüzgârın tatlı serinliğinde, TELEGRAM dışı bir şeyi seyrediyorum. Bu satırları yazmadan önce, aklımdan “İlâhî bir mânâ çıkarmıyorum!” ifâdesi geçti. NYMPHALAR’ın takılması üzerine onlara söyledim: “Gerçi, âlemde İlâhî bir mânâ çıkarılmayacak olan ne var?”… Yazdığımı hatırlatıyorlar: “Âlem, bir insanın takva sahibi olması şartlarında yaratıldı!”…
 

*



Tas: Kab. (Aynanın, kendisine akseden suretle belli olması, mücerret boşluğun hacim gibi varlıkla, keza yokluğun varlıkla bilinmesi, varlığı ne ise onunla görülebilen tas tahayyülü… “Allah’ın işi, OL ve OLUR’dur” buyuruyor veli; Oluş, Emrin vasıtasız aksetmesi ile. KÜN, Olur’la bilinir olan. Namzedlik herkese, nasib erene.): 70.
KÜN: 70.
Büyük Doğu - İBDA: 70.

 

*

Tass: Eskiden çocukların oyunu: 509.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 510= 1509.
Haşir: Haşreden, toplayan, cem eden. (Allah Sevgilisi’nin bir ismi): 509.
Sevab: Hayır, hayırlı iş: 509.
Hamaset: Yaradılıştan olan cesaret. (Cesaretin de kaynağı iyiliktir): 509.
Tatmin: İkna etmek. Kanma duygusu vermek, insanın kalbini emin etmek: 509.
Erşah: Cin fikirli adam: 509.



 

*




Telegram: 676.
Mehdî - Tecrid: 676.
Rahman Sûresi 19-20. âyetler - Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 3676.

 

*




Tarak: Bulutların bir yere toplanması. Aynı cinsten olan şeylerden bazısı bazısının üstünde olması: 309= 1308.
Arvasî: 308.
Şihab: Kayan yıldız. Parlak yıldız: 308.
Şehba: Kır renkte olan şey. Kır at. Tam teçhizatlı asker birliği. Pek kıtlık sene: 308.
Sıfat: Bir kimse veya şeyin hâl ve vasfı. Suret, çehre, nişân, alâmet. Bir şeyin keyfiyetini izah için kullanılan kelime: 570.
Şiir: 570.
Sistem: 570.
Nigariş: Resim yapma. Tasvir yapma: 571= 1570.


 

*



Tahaf: Yüksek bulut: 95.
Kelim(e): 95.
Gûyende: Sözcü. Sunan-spiker. Şarkıcı. Masalcı. İNSAN. Dil, Lisân. Ahenkli. (Shakespeare’in Hamlet’e söylettiği: “Bu dünya baştanbaşa, bir aptalın anlattığı masaldan ibaret”… İster “dünya bir hata”dır diye anla, en doğrusu “dünya bir ABDAL’ın anlattığı masaldan ibaret” de; başta Allah Sevgilisi ve Alemi O’nun nefsinden bilen “akıl üstü” taifesinin O’ndan olarak konuşması. İNSAN bir konuşandır hikmetini, bu nisbetle anlamalı… B.D-İBDA: 15: DAVUD… Yevmiye: “Perde perde nisbet helezonlarıyla ruhun hakikat arayıcılığı, müzik. İnsan sesini de çok severim. Biliyorsun DAVUD Peygamber Zebur’u okurken, İNS ve CİN’den ölenler oluyor. Bizim yolumuzda, Nakşîlerde –tarikat usûlü diye– yok. Ama bu, müzik keyfiyetinin üstüne çıkmış bir keyfiyet, anlıyorsun değil mi?”… Konuşulan İNSAN, konuşan İNSAN.): 95.
Edmen: Halis ve katıksız misk: 95.
Vedia: Emanet: 95.
Vefî: Vefalı. Tam. Mükemmel. Bol olan: 96= 1095.
Saga: Kuyumcu: 1095.
Efid: Medhedici. Hayret edilecek şey: 95.
Tav’i: Kendiliğinden. İçinden: 95.
Nile: Mavi. Çivit. Nil nehri. İngilizce’de sıfır: 95.


 

“TARİH MUHASEBEMİZ”




Sene 1975-1976, GÖLGE dergisinin çıkması: Dava Çilekeşi’nin hamurkârlığını yaptığı gençliğe “NERDESİN?” feryadına, aksi seda gibi “NERDESİN?” cevabıyla değil, “murad edilenin GÖLGESİ kabul edilebilirsek BURADAYIZ!” demek niyetiyle çıktık… Kendimizi takdimimiz işte böyleydi. Sene 1979: AKINCI GÜÇ dergisinin çıkışı. Üstadım’ın onu nasıl ululadığı malûm. Benim İDEOLOCYA ve İHTİLÂL isimli eserimde ona ithafen, “Dâvadan zerre taviz vermez ve HER TÜRLÜ YARIM OLUŞ’UN ENGELCİSİ Üstadım’a; onun bu tavrı karşısında, kaçan keleşlerden olmayan ve OLUŞ ZORLUKLARI’nı sıçrama tahtası bilenlere…” dediğim ruh. Üstadım, bu eserimle ilgili olarak, “sana bir sürprizim olacak!” dedi. Devlet Erkânından kişilerin de katılımıyla o günün başında rahmetli Ahmet Kabaklı’nın bulunduğu “Edebiyat” dergisi tertibi “Sultanü’s Şuara-Şairler Sultanı” gecesi telâşesi içinde, benim sürpriz gürültüye gitti. Gece, onun ifâdesiyle, “Akıncı Güç mânâsının bütün Anadolu’ya takdimi!” idi. Vermeyince Mabud, neylesin Sultan Mahmud hesabı, zamanın kalburu içinde nasibsizler elendi gitti. Bana sürprizi ne oldu? Eyüb Peygamber’de nihayet sabrın da Allah’a sığınmaya engel bir mani olması hikmeti, “büyüklerin karşısında hayanın bile hayasızlık olabileceği”; bundan habersiz ben, kendi kendime yandım ve bir türlü hatırlatamadım. Hizmeti mihnet olanlar da. Üstadım’ın vefatından sonra ortaya çıkan yazılar arasında, şiir kitabı ÇİLE’de bulunmayan ve hiçbir yerde yayınlanmamış şiiri, yayınlanınca dikkatimi çekti: TARİH MUHASEBEMİZ (1839-1979)… “Herhâlde” kaydıyla “budur” dedim. Tilki Günlüğü’nün Varidat kısmında mevcut.


 

*


Tanzimat Fermanı: 1839.
Celahiz: Kaba, ağır: 839.

 

*




AKINCI GÜÇ’ün çıkışı: 1979= 980.
İdeolocya ve İhtilâl: Mart ayında 1980.
Askerî Darbe: (Kenan Evren yönetiminde, Eylül ayında): 1980.
İstikbâl İslâmındır: (Üstadım’ın, Büyük Doğu Yayınları’ndan olmak üzere hazırlattığı 1983’te tamamlanan eserim.): 1980.
Şeriat: 980.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 1980.
Teşri’: Yolu açık ve vazıh kılma. Şeriate isnad ve nisbet eylemek. Havuza su getirmek: 980.

 

*




1839-1979 arası: 140.
Say’: Suyun akması: 140.

 

*




Tarih Muhasebemiz: 1384.
Mehdî Mirzabeyoğlu: 384.

 

*




Tarih Muhasebemiz: 1384= 385.
Misfere: Süpürge: 385.

*


Tarih Muhasebemiz: 400.
Keşef: Kaplumbağa. (Dehr: İNSAN): 400.
Teşhis: Şahıslandırma. Şekil ve suret verme. Seçme, ayırma, tanıma. Eşyaya şahsiyet verme: 1400.
Tanzim: Sıraya koymak. Düzenlemek. Islah etmek. Manzum veya mensur olarak yazmak: 1400.
İrfan: Bilmek, anlayış, tecrübe ve zekâdan ileri gelen zihnî kemâl: 401= 1400.
Nişân. (Kürtçe): Yüzdeki ben: 401= 1400.
Taht: Hükümdarlık makamı. (Abdülhakîm Koltuğu’nu hatırlayınız.): 1400.

*




TARİH MUHASEBEMİZ şiirinin son beyti: (Çözdük her müşkülü derlerse de ki, — Sonunda varolma müşkülü kaldı!): 2460.
Niyet: Kalbin bir şeye yönelmesi. Kasd: 460.
Yetîm: Babası ölmüş çocuk. Tek, eşsiz. (Üstadım’ın ÇOCUK isimli şiirinden: Allah diyor ki, “geçti gazabımı rahmetim!” — Bir merhamet heykeli mahzun bakışlı yetîm!”: 460.

 

*


“Sonunda varolmak müşkülü kaldı!” - MEHDÎ: 1164= 165.
Rahman Sûresi 19-20. âyetler: 3165. 


Baran Dergisi 219. Sayı