MATLA’ Beyit: Takdir ki mebnâ-yı sefâ ve gamımızdır / Bu bahsde erbab-ı hikem mülzemimizdir — (Nedim)… “Kaderin takdiri ki, sefâ ve gamımızın esasıdır — Bu bahiste erbab-ı hikem gerekli yardımcımızdır”; Şâir ve Fikir adamı, Şâir ve Münekkid-Jandarma.

*

HİZZEB-Soylu at. (Romence, Atâ: İplik. “Nesl, mumsuz bal. Nefs. Akl. Ölüm”… Aktör-Rol temsil eden, rol oynayan, yapan: 707: Vâris-devr alan… Hâl-i Siyah-Yüzdeki siyah nokta, ben. Her yerde bulunan nokta. Sebeb. Alan merkezi. Bir şeyin nefsinin ve zatının lübbü. Şimdi, tarih. Münasebet ve ilgi noktası. Cebhenin edeb, hadlere riayet ve kıyas küllü, muvazene vâhidi: 707: Fikir Kahramanı. Hakîm): 807: HİBRE-Bir şeyin iç yüzünü hakkıyla bilme. (Derya: Deniz… Dery: Bilmek… Kavvare-Ortasını oydu: 306: Kavire-Tek gözlü oldu. Geniş oldu. “İdrakî cem oldu”… İdam-ı nefs: 306: Yuvarlak dağlar. Büyük dağlar. Kûr. “Kûran, al at”… DAD harfi, Allah’ın El Alîm ismine ve “İkinci Sema”ya işaret eder: “İnsanî Hakikat’in Perdeleri’nde bu İkinci Gayb, NUH Aleyhisselâm ve Pazar günü ile ilgilidir. Lâtifesi Lâcivert”… Âlem: Renk… Çerd-Renk. Eşik. “Eski Türkçe de eşik’e, İŞİK denir; giriş yeri ve sınır, başlangıç, başlama yeri” anlamındadır: 207: Kamus-Derya. Deniz. Denizin orta yeri. Lûgat Kitabı. Renk… DAD harfi Da’va Cetveli’nde Allah’ın DARRÎ, yâni “dilediğine belâ verici” ismine işaret eder ve sayı değeri: 1001: ELİF-“Elf, pekçok şeyle ünsiyet eden mânâsına, 1001 şeyle ünsiyet”… Belâ, Allah’ın sevdiği kulu imtihanına kabul anlamına gelen bir nitelemeye de mevzudur; kezâ, Üstadım’ın ifâdesiyle “bilmek, yanmakmış büsbütün!”… Kendisinde Kâmil Hilâfet vasfı tecelli eden DAVUD Aleyhisselâm’a, demiri yumuşatan, giyeni koruyan ve bu bakımdan karşı tarafa zarar verici zırhı ilk yaptığı için “Darî-Zırh yapan” isminin de verilmesi… DAVUD: 15: Büyük Doğu-İBDA… Nazîm-Kızgın bir kimsenin yürümesi. “Hadîd, dağ eteği, demir, sert, kızgın kimse, anlayışlı. Hadîs: Öfke döner dolaşır, ümmetimin iyilerini tutar!”: 1000= 1: Tesmin-Sekize bölme. Sekize çıkarma. Bir şeye KIYMET biçme. “Yücelik, iki türlüdür; ilim isteyen makam ve mertebe yüksekliği mekânet ve ibadet isteyen mekân yüksekliği. Eski Felek –Sema– ilminde, üstünde 7 ve altında 7 tabaka bulunan ŞEMS-İ Felek en üstünüdür ve İDRİS Aleyhisselâm’ın ruhanî makamı oradadır. 16 yıl süren riyazetle beden arzusunu tüketerek ona galebe eden ve yükseldiği makamdan ikinci Nübüvveti’nde İLYAS Aleyhisselâm suretinde görünen İDRİS Aleyhisselâm, bu ikinci Nübüvveti’nde miraca, Lübnan Dağı’nın yarılıp açılmasıyla ateşten bir At’ın temsili, onunla yükseldi!”… Veliler mertebesinde 8. tabaka, Fazıllar mertebesidir… “Her şeyde parçaların toplamından fazla bir şey vardır” hikmeti hatırda; Başta Allah Sevgilisi, Peygamberler, Sahabîler, Veliler, hisselerince Müslümanlar… Fazl: Artık. Fazla. Ziyâde. Üstünlük. Fazilet. İyilik. Lütuf.)

*

ABDÜLHAKÎM Arvasî Hazretleri’nin, “gelip gelmiş bütün fazılların üstündedir!” buyurduğu Muhyiddin-i Arabî Hazretleri… EBU Bekir Muhammed Bin Ali. (Muhyiddin-i Arabî): 485: KAPTAN Gusto Müsliman. (Takdim ediliş yazım; Üstadım’ın verdiği)… MÜ’TEME-İkiz doğma: 485: MERMARE-Yumuşak bedenli kadın. (İki kadın: Bir erkek… Terras-Kalkan kullanan. Zırh ve kullanan: 661: Sür’at: Her nesnenin üstü ve ortası… Lazlaz-Yol gösterici, kılavuz: 661: Usre-Sağlam zırh. Aile. Baba tarafından yakınlar… Necib Fazıl Kısakürek: 417: Musa Mirzabeyoğlu… Rüyâ’da gelen mânâ, Musa Bey’in bir çiçeği kökünden sökmesi” hatırda, Arabça bir kelime, Kavvabe-Kökünden söktü. Yuvarlak kazdı, oydu. İz bıraktı. “Abdülhakîm Koltuğu’nun ortasındaki yuvarlak boşluk”u hatrıla: 108: Arabça bir kelime, Kûb-Yumurta. Yumurtadan çıkan yavru. “Kûbe, civciv. Aşırı aç. Boğazına düşkün, hırslı”. Halid bin Velid ve oğlu Süleyman bin Halid’in lâkabının “horoz” mânâsında “Ebu Süleyman” oluşu malûm)… TELEVVÜN-Renkten renge girme. Dönüşme, değişim: 485: MUTATAVİL-Uzanan, uzun olan. Uzamak suretiyle yükselen. “Mekân: Renk”.

*

KELİME-İ Şehadet: 807: HAVER-Şark. Doğu… HUDARA-Allah için, Allah aşkına. (Hudara: Karanlık gece. Siyah bulut… Hudare: Deniz… Hudaret: Yeşillik. Sebze… Arabça bir kelime, Esved: Kara. Yeşil. İri yılan. Serçe. “Biçişk, serçe, hekim, hâkim, hakîm”… Yön değil de Güneş’in battığı’nın dönüşümü siyah: Tefekkür, ilim): 807: HIBRE-Tecrübe etmek, denemek… HURBE-Her yuvarlak delik. (Boşluk, yarık, delik, iki bilinen arasında onlarda kendini kaybedecek derecede tefekkürle doğan hüküm olarak, BERZAH’tır. Her varlık ve oluşu mücerret oluş cevheriyle saran; HALK Âlemi için “mecazî berzah” ifâde eden bu husus, BERZAH Âlemi’nde hakikati bulunandır. Herşeyle herşey arasında bahsi geçen PERDE’nin, toplamı ifâdesi çerçevelediğimiz üzere!): 807: İDRARAT-Varidat. Tahsilât. Tefsir, yorum. Bâtın, ilhâm.

*

HİZAB-Deniz suyunda rüzgârın tesiriyle dalganın meydana gelmesi. “Renk”. (Dalga hareketinin, denize vuran rüzgâr neticesi oluşuna dikkat; rüzgâr, ruhun mecazı, metaforudur. “Bir şeyin maddî neticeler doğurması, kendisinin de madde olmasını gerektirmez!” hakikatine kıyasla düşünün!): 807: HARE-Kaya, sert taş. Mermer. Balyoz. Dalgalı kumaş, etof. “Nefs”. Kadın. (Der: Yaran. Açan. İçinde… Deri: Veliler lisânı Farsça’da, “sahih ve fasih Farsça” demek… Fransızca bir kelime, Daim: Süet deri. İnce havlı deri… Deri: İnsan ve hayvan vücudunu saran tabaka. Ten, cild. Kösele. Meşin. Çerm. “Arabça Çerme-Kır at. Deriden yapılmış”. Zırh… Deri: Farsça’da “kapı” demek olan bu kelime, Arabça’da dişi kelime olarak, “deriyye”. Havası hoş ve lâtif. Yeşilliği bol olan dağ eteği… ÜSTADIM’dan: “Farkı yok mantarlaşmış bir kayadan derimin — Yüzümde çizgi çizgi imzası kaderimin!”… Mantar: Suya batmaz ve su geçirmez, meşe ağacının yumuşak tabakasından yapılan nesne. Çeşitli cinsleri ve renkleri olan bir nebat. Hayvanlarda –hayvanî nefste– burun ucu. “Zirve”… Kader: Takdir.)

*

HİZAB-Boya: 807: DAV’-Şule, ziyâ, ışık. (Güneş’in üç temel rengi: Kırmızı, mavi, sarı… Bütün renkler, bu renklerin katışmasından… ÜÇIŞIK deyince, kimin soyadı malûm… Üstadım’dan bir mısra: “Güneşe akınvar da kalan biz miyiz?”… Kayan Yıldız Sırrı’ndan: Ağı germiş çoktandır yıldız köşeler cinsi — Gebe dumanlı dünya sancı sarınca doğum — Rüzgâr dinlenen dalga kıyı idrakı şimdi — Ruh nisbeti bir harman ışık içinde oyun!)… HEZB-Yağmur damlası birbiri ardına düşmek: 807: RABITA-İ Şerif[e]. (Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin, fazla eser verilmemesi hakkındaki bir Hadîs’e uymak bakımından, “Tasavvuf Bahçeleri” isimli eseriyle birlikte yakınları ve ders verdiği okuldaki talebeleri için iki “basit” eseri!)

*

MATLA’ Beyt’in Birinci Mısraı: 2335: MAFTUR-Yaradılışta olan. Yaradılmış… İNFİCAR-Tohumun yerde çatlaması. Suyun kaynayıp yerden çıkması: 335: MİRSAD-Gözetleme yeri… ŞEBİKE-Balık ağı. Hüviyet: 337: MUSAVVİR-Tasvir eden. Şekil ve suret veren. (Muhyiddin-i Arabî Hazretleri’nin Cetveli’nde “Şekil ve Suret veren”, Allah’ın “Hakîm” ismidir… RA harfi ise, Allah’ın “Musavvir” ismine ve 5. Sema’ya işaret eder… Beşinci Sema, Davud Aleyhisselâm ve Çarşamba günü ile alâkalı; lâtifesi ruhî, bu gaybın perdesinin rengi güzel sarı.)

*

MATLA’ Beyt’in İkinci Mısraı: 1321: KURTUBİ-Hâlid bin Velid Hazretleri’nin kılıcının ismi… MİRZABEYOĞLU: 322: KARİHA-Zihin kudreti. Fikir kabiliyeti.

*

MATLA’ Beyt’in Toplam Ebcedi: 3656: AHDAN-Dostlar, yoldaşlar.

ÂLEM-A’LEM

Romence, Regn: Âlem. Ünüvers… Romence, Stindart: A’lem… Âlem: Kâinat. Bütün cihan. Dünya. Her şey. Cemaat. Halk. Cemiyet. Dehr. Hususî hâl ve keyfiyet. (Âlem, bir keyfiyet ve keyfiyet hâlinde suret verebilmekle, akıl ve ruh ameliyesi neticesi ve veya onlara hitabı böyle olmakla “küme” tâbirini de ihtiva eden bir vahid-bir birliktir… Her cins mahlûkatın tür ve ferdî hey’etinin bir âlem olabilmesi, kelime ve kavram olarak “âlem”in genişliğini gösterir… Âlem-i ekber denilen cismanî kâinat ve bu mânâya irca edilirleri yanında, Âlem-i Asgar denilen “küçük kâinat” ve “insan” mânâsı; varlık sebebi, kıymet ve tasarruf bakımından bunları yer değiştirerek “Âlem-i ekber, Kâmil İnsan” tâbiriyle, Kâinat’ı insanın hüviyeti olarak ifâde, onun cismanî yönünün Kâinat’ın unsurlarından mürekkeb oluşu ve sıfatlarına karşılık gelmek bakımından, “Kâinat’ın insanda toplu bulunuşu” hakikati cihetiyledir!)… A’lem: İşaret. Bayrak. Özel isim. Yüksek dağ. Büyük âlim. Daha iyi bilen. Üst dudakta olan yarık… Standart-Sitandart: Herhangi bir şeyin sahib olması gereken özelliklerin sınırlarını belirleyen kurallar topluluğu… “Suret” kavramını da tarifine alan bir Lûgat karşılığı… A’lem’in “bayrak” ve işaret mânâsı, “remz, sembol, mecaz, imaj” vesaire boyunca, bununla ilgili… A’lem’in, “üst dudakta olan yarık” karşılığına gelmesi ise, mecazen “Kün-Ol” kelimesindeki gizli “Vav” ve Dudak mecazında “Allah ve Resûlü” terkibinde “rabtedici, birbirine bağlayıcı ilgi” olarak, atıf harfidir; yâni “Vav-ve”… Böylece renklerin Âlemlerde “a’lem” kökünü de işaretlemiş bulunuyorum!

*

“HER şey, kendi mahiyeti ile şey’dir”; mahiyet, hakikat ile birlikte, “gerçekliği olmayan-meselâ anka kuşu” gibi nesne ve suretleri de içine alır bir kelime… Şey: Nesne. Bilgi… Demek ki, mahiyet, “hakikati olan ve hakikati olmayan”ları kapsıyor… “Gölge kendi mahiyeti olmayandır!”; çünkü o, aslı ile var olandır… Onu var eden asıl olmayınca, yok olan… Burada mahiyet’den kasdın “hakikat” olduğu belli; yoksa “gölge, aslı olmayınca yok olan bir mahiyettedir!” denebilir… İster “hakikat”, ister daha umumî bir ifâdeyle “mahiyet” densin, içinde yaşadığımız âlemin iş ve oluşlarının aslı olan fiiller, Allah’ın fiil ve işlerinin gölgesi olmaları bakımından, âleme âlemden daha yakındır. Fiiller de Allah’ın sıfatlarının gölgesi olmak bakımından, Allah’ın sıfatları âleme, âlemden ve âlemin asılları olan fiillerden daha yakındır; çünkü aslın aslıdırlar. Sıfatlar da Allah’ın Zâtı’nın gölgeleri olmaları yönünden, neticede Allah’ın Zâtı, Âleme âlemden daha yakındır. Bütün âlemler için geçerli olan bir hakikat… İmam-ı Rabbanî Hazretleri’nden beyan bu hakikatte, Allah’ın insana “şah damarından daha yakın oluşu” ayân; bunun yanında, fiilinden sıfatına ve Zâtı’na doğru, Allah’ın “ne ki O sanırsın, O değil!” hakikati, “hakikatinin mutlak meçhullüğü” de!

*

MALÛM, “faal” diye, “fiil” sahibine denir; Allah’ın yarattığı bütün âlemler, “fiil” sıfatı eseri… Renk, varlık olmakla fiil eseri, varlık sıfatı ve sıfattır; neyin ne gölgesi olduğunca “renk” mevzuu, renk hakikati… Fiilin eserle görünmesi, eserin fiili delillendirmesidir; eser diye, şu içinde bulunduğumuz âlem misâl, temel “madde ve enerji”den başlayarak herşeyi koyabiliriz - ister basit, ister terkibî bir mahiyette olsun. Maddî ve mânevî herşeyi, nefsimizde karşılığı bulunduğu için tanıyan biz, rengi de “boya” olarak böyle tanıyoruz; fakat “enerji” dediğimiz zaman onun malûm “boya” olmayabileceğine de dikkat… Romence, Fortâ: Enerji. Kuvvet. Gayret. Çabalamak. Zorlamak. Bozmak. Zorlayarak bozmak… Romence, Fortâ: Kuvvet. Güç. Kudret. Şiddet. Sağlamlık, berklik… İngilizce, Discomfiture: Bozmak, şaşırtmak, yenmek. Mağlub etmek… Romence Fort: Küçük kale. İstihkâm… Romence, Turn: Kale. Kule. Ruh… Romence, Turna: Dökmek. Kalıba dökmek. Dedikodu… İngilizce, Turn: Çevirmek. Döndürmek. Dönmek. Sapmak. Yöneltmek. Üstüne tutmak. Kıvırmak. Katlamak. Dönüşmek. Dönüştürmek. Değişim. Değişiklik. Devir. Bir şeyi yapma sırası. Hastalık nöbeti. Zayıflık. Şok. Sürpriz. Heyecan. Kabiliyet… Fortuit: Beklenmedik. Tesadüfe bağlı. Tesadüf neticesi… Kal’a: Kale… Kale: Dedi. O dedi… Kal: Söz… Enerji-Kuvvet’in, kendi içinde kuvvetlisinden zayıfına dönüşümü ve değişimine, mânâdan maddeye, bedenden ruha, nefsten söze ilgisi… Enerji-kuvvet, bir istidat olarak mevzu edildiğinde, “kuvve” ifâdesine girer… ENERJİ ile, RENK enerjisi arasındaki ilgiyi yine lûgat’tan gösterelim… RİNG: Rang. Reng. Zil çalmak. Kulak çınlamak. (İngilizce’de)… RANK: Bitki hakkında, “kök ve yaygın, gür, bol. Koku” veya tad hakkında, “kötü, ekşi, acı, keskin. Sınıf, derece, paye, sıra, dizi, yüksek mevki, sıraya koymak. Saymak. Addetmek”… RENAGE: Sözünden dönmek. Caymak, akmak… REIGN: Hükümdarlık. Hüküm. Yol. Metod. Cetvel… İnsan bedeni ile renk alâkasını da kapsayacak, İngilizce bir kelime, FRAME: Beden. Vücut biçimi. Resim. Gergef. İskelet. Çatı. İfade etmek. Hile yapmak. Sera, sebze yetiştirmek, yeşillik yetiştirmek. Çerçevelemek. Dile getirmek. Kare. (Karz: Arka. İstikbâl. Ahir… HA harfi, Allah’ın EL AHİR ismine ve Heba mertebesine işaret eder… Kare: Arka yükü. Beden yükü… Kare: Anadan doğma kör. A’mâ. Nazik tabiatlı. Koyun sürüsü… ZAL harfi, Allah’ın “El-Müzill”, zelil kılan, izale eden-yok eden mânalarına gelen ismine ve insan bedenini de içine alan “hayvanlar-hayat sahibleri” mertebesine işaret eder… “Ezel” kelimesi, zelil’den gelir… Kare: Dişi ayı. Meşe ağacı. Yüksek yer). Psikoloji… İspanyolca, Siluete: Beden yapısı. Fizik. Karaltı. Yazı… İspanyolca, HUEROTO: Sebze bahçesi, sera… HUERO: Boş. Kof… BATN: İç, karın. İç organlar. Gizli, görünmeyen. Soy, nesil. (Soy ve nesil anlamının “Batn” kelimesi içinde bulunmasının, ezel kadar eskiye –yaradılış sırrına– ilgisini göreceğiz!)… RENG: Bulanık su… İngilizce RANK: Bitki. Kötü koku veya tad.

*

İNSAN “Vücud-Beden”i; “baş, gövde, kol ve bacaklar”… BATN, karın bölgesi ilgisinde, kalb dahil bütün organları toplayan, genel olarak da “iç organlar” mevzuunu kapsayan… Beyin, nasıl ki “düşünme merkezi” tarifinde bütün vücutta aranan ise, nasıl ki kalb “ruhun tecellisi” olarak bütün vücutta “nasılsız ve niçinsiz” bulunanın merkezi ise, BATN tâbiri içindeki organlarda her biri şu veya buna merkez bir nesne hüviyeti ile bütün vücuda âit-aranan “dirilik-canlılık”ın bulunduğu; bedene âit düşünce öncesi içgüdü ve irademiz dışında çalışan diye bildiğimiz bölgede… NUN: Bir harf. Balık. Kalem. Cesed. “Beden”. Da’va cetvelinde Allah’ın NUR ismine işaret eder. İngilizce bir kelime, FLESH: Vücud. Beden. Bedenle ilgili. Flash: Işık, birden parlamak. Def’ olunmak. Hızlı hareket… Böyle, bir sürü akla geliverenleri sıralayabileceğimiz hususu, BEDEN’i “kaos” demiyeyim, bir “sır” olarak, ele alınan onunla ilgili herşeyi bir yumaktan sarkan iplikleri masuralara renk renk sarmak usulüyle, işimiz ADLÎ TIBB, sıralayalım; İslâm ölçülerine uygun, hakla hakikat arasında beliren bir berzah olarak tayin olunmuş, İnsan memuriyetimize uygun âlemce bir nizâma… MASİ. (Kürtçe) - Balık: 111: ASİN-Pis kokulu. Bozulup kokan su. (“Akan su pis tutmaz” dedikleri; hareketsizliğin neticesi, bize cansız vücuda âit bir durumu anlatıyor. Aslında “pis” tabirine basmakalıp bir anlayışla yaklaşılmamasına dikkat çekmek için bu izâh; ışık ile “beden-et” arasındaki ayniyet bir misâl. Maddenin enerji, enerjinin madde veya maddeden olması vesaire bir yana, enerji eseri renk veya rengin psikolojik bir enerji olması, yahud tezahürlerinden tanıdığımız ve vasıtalarla taşınırken vasıtanın eseri sandığımız ruhî –hiçbir ölçü biçiye gelmez– kuvveler cinsinden renk enerjisi meselesi gibi meseleler, bu bakış olmadan anlaşılamaz!)… NECİS: Temiz olmayan. Pis… NECİS: Pis. Murdar. Şifâ bulmaz dert… NECİS: Kuyudan çıkardıkları toprak. Nesl. (Nesl: Mumsuz süzme bal… Nesl: Soy sop. Halk)… NECİS: Yavaş hareketli insan veya hayvan. Gizli olan şeyi halk içinde –yaradılmışlar içinde de– ifşâ etmek. Gizlenen sır, nişân. Bir nevi yeşillik… NECS: Pis. Murdar… NECS: Yerden define çıkarmak. Kuyuyu ayıklamak. (İnsan, beden olarak bir hayvan. Hayvan, “hayevan” kelimesinden geliyor; “canlı, diri”… ZAL harfi, Allah’ın MÜZİLL ismine ve kalbteki mertebesi “hayvanlar” olan âleme işaret ediyor… ZEL harfi, Da’va cetveli’nde Allah’ın ZAKİR ismine işaret ediyor… MÜZİL: Zelil kılıcı… ZAKİR: Anan… MU’ZİL-MU’DİL: Zor, güç ve çetin. Girift. İçinden çıkılmaz iş. “İnsanın bâtını gibi, bedeni de, hakikat arayışı bakımından yaradılışından yaşayışına böyle”… Ezel, “zelil” kökünden; girift ve içinden çıkılmaz iş. İnsan bedeni de bir meçhul, bir meçhulü kendinde barındıran. Allah’ın Ez-Zahir isminin tasarrufuna giren “Külli Cisim”in kalbteki bu mertebesi ve âlemi, cismin onda toplu olması yanında, kendi cinsi ve bizzat fertlerinin de “sır” olduğunu gösteriyor. Beden diri veya değil, cisim itibariyle de zikirde. Bu mesele, hayvanların zikrini dinleyen ve onlara mahsus dili anlayan İDRİS Aleyhisselâm’da tecelli eden hikmettendir; Allah’ı her türlü noksan sıfatlardan tenzihte ileri giden İdris Aleyhisselâm’da tecelli eden KUDDUSÎ sır, 16 yıl süren yiyip içmeksizin bir riyazet neticesi, Allah’ın “O’nu yüksek mekâna ref ettik” âyeti üzere Mekânların en yücesi “Felek-i Şems: Güneş Feleği”ne yükseltilmesidir. Ruhî makamı bu. Beşerî ve melekî suretleri kemâl mertebesinde birleştirmiş olmasından dolayı, “ruhun tecelli ettiği yer” mânâsına gelen NASUT VE MELEKUT âlemleri arasında bir berzahta… Melekut, Allah’ın her varlıkta onun canına mahsus birlik tecellisi… Allah’ın bir ismi de, başsız ve sonsuz diri mânâsına gelen EL-Hayy… Biz “hayat” sıfatını genel olarak “insan, hayvan ve bitki” ve “ölü hâli dışı” diye kullanırken, onun topyekün varlığa şâmil mânâsı, “hayat, can”ın bir KUŞATAN içinde tezahürlerinden bilinen olduğunu gösteriyor. Bizim konuşmalarımız, onun tezahürleri üzerindeki akıl yürütme ve kategorize etmelerle ilgilidir; hayat, hayat olarak, hayatla bilinir, ama hiçbir şekilde izâha giren bir yakalama ve kelebçelenmeye girmez. Yiyip içen, bildik hayat içinde BEDEN, bu mânâda “can taşıyan” beden’in bedene mahsus içyüzü bir “Cinn-Gizli”dir. Bu Cinn’e nisbetle iç organlarda tezahür edenler, ona dair; içgüdü, vesaire… HAYAT sahibi Allah’ın EZ-ZAHİR isminin mertebesi KÜLL-İ CİSİM; Gayn harfiyle işaret edilen… İNS-İnsan: 111: ELF-Çok şeyle ünsiyet eden. “Bütün varlıkla”… AYN harfi, Allah’ın El-Bâtın ismine ve KÜLLÎ Tabiat’a işaret ediyor… Biz tabiat deyince, genel olarak “bitki, hayvan ve insanı” kastediyoruz; maddî varlıkları da içine alıcı bir genişlikte de anlasak, varlıkların onlara mahsus “huy ve karakterleri” gibi bir içyüz hakikatlerini pek değil… Oysa, beylik canlı vasıflamasının dışında kalan maddeye kadar sari bir hakikattir bu; Tabiat, insan kalbinde mertebesi olan bir âlemin tab’ıdır genel kullanımda olan - buna da dikkat… AYN: Göz. İnsan, Allah katında bakan bir göz gibidir, bu yüzden ona “insan” ve “halife” dendi. İdrak. Pınar. Kaynak. Ruh. Zât. Eşyanın hakikati. Kavmin şereflisi. Altun. Casus, arayan, soran. Her şeyin en iyisi. Muayene etmek. Ayna. “İnsan, mahlûk hakikatinde Allah’ın tecelli ettiği bir aynadır”; herşeyin bâtını, içyüz hakikati insanda toplanır, İnsanın bâtın sureti de Allah’ın bilinmez Zâti sıfatlarından “Suret”i üzere… Mahlûkat’ın en şereflisi olma istidadı yalnız kendisine mahsus olan insan, “Batn-Beden cinni” olarak sonradan, yâni yaratılmıştır; ezelde… Ezel ise, başlangıcı olmayan zaman olmakla, bize kendisinden “çok az şey bildirilen ruh” gibi, ebedimizi de “olacak olan” diye ihtiva eden. “Akl-ı Küll” mesabesinde olan zamanın sahibine nisbetle insanların ona uzuv ve âlet rolü, yanlışların bu “Akl-ı Küll”ü üzerlerinden çekmesi neticesi olması, ezeldeki Allah Resûlü ve henüz Allah’ın “Hak ve Bâtıl” ölçülerine muhatab olmayan insanların O’nun şahsında vücud bütünlüğüne bir tasavvur olabilir. Beden-cisim hüviyetiyle yaratılan ve Allah’ın teklifine muhatab Adem Aleyhisselâm ve O’ndan türeyecek Adem-oğulları’nın Halk Âlemi unsurlarından mürekkeb bedenin yaradılışları ile ezellerini birbirine karıştırmamak lâzımdır. Halk âlemine âit unsurlardan olmayışı bakımından ruh olarak nitelediğimiz “Batn-Beden cinni”nin zâhiri olan Beden, can, sonra Allah’ın kendi ruhundan bu bedene üflediği “hükümdarlık etmesi gereken” ruh. Madde karşıtı olmak bakımından ruh diye nitelenen ve her varlıkta ona mahsus olarak görünen “can” ile insana mahsus “ruh”u birbirine karıştırmamak lâzımdır; bu hususta Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin, “ruh, hayat için alelade bir sebeptir!” deyişini hatırlamak yeter… İnsanın yaratılmış olmak dolayısiyle “sonra”dan olması, “Allah’tan gayrı” tâbiri içinde ve mahluk olması bakımından da “aslına benzemez: piç-a-piç” olmasıdır… Romence, Rac: Piç-a-piç. Kenetlenme kelimesinden kenet. Haddinden fazla olan. Yengeç. “Su hayvanı”… Romence, Reca: Soğuk… Rac: Mide. Açlık. Arzu. Hırs… Racî: Niyaz eden. Ümitli… Raci’: Geri dönen. Münasebeti, ilgisi olan… Allah’tan gelen ve Allah’a dönen insanın, şuurlu şuursuz, bedenden ruhuna O’nunla ilgisi, her makamda “terbiye eden ve rızık veren” manasıyla hazır RABB isminin tasarrufunda, görünüyor… İnsan bedeninin ona mahsus “cinn-gizliliği” bahsi, “İnsanın tek bir nefsten yaratılışı” bahsine de temas etmiş oluyor: O nefs, ezelde yaratılan insan’dır… Farsça’da PİÇ, “bulut” demek; bulut, müsbet ve menfinin bir kıyas ve nisbet olarak kendisine başvurduğu varlık… Bir küll olarak, üstüyle güneş’e bakan, altıyla güneşi tutan diye değerlendirdiğimiz… Bir küll iken, yağmur, kar ve dolunun, bu mahiyete âit şekille düşmesi… Bir küll iken, kar tanelerinde rahatça müşahede edilebilir, hiçbir kar tanesi birbirine benzemez şekillerde; tıpkı insanların suretlerinin mutlak olarak birbirine benzememesi, “Allah’a giden yol sonsuzdur” hakikatinin bir küll’den bilinmesi gibi… İNSAN, Hâdis’tir: Sonradan olan. Değişen. Allah’ın topyekün varlığı içinde “Kelme-i Ehemm: Öne alınmış söz, ruh”dur… İNSAN, Nefs-i Natıktır; Konuşan nefs. Onun “konuşan” olmasının en şerefli yerinde, HADÎS diye andığımız sözleriyle Allah’ın Sevgilisi bir küll’dür… İNSAN, “iyi ve kötü”nün karışık olduğu bir dünyada, Hades ve Hads’tir… Hades: Yeni olmak. Sonradan olmak, görülmek. Taze. Yiğit. Genç. Mazeret sahibi. Necis… İnsan’da bütün kötülükler, “Allah’tan gelen yalnız ruhtur!” hikmeti icabı, nefsi’nin beden cihetinden gelir!)

*

Bisitan: Hız. “Ha!”. “Al, al!”… Bisitan: Mekânsız… Hız-Sür’at. Gayret: 617: Tecrid. Bir şâirin kendini mücerret bir şahıs kabul edip ona hitabetmesi… Zîh-Çok kıllı erkek sırtlan. Kenar çizgisi. Şerit. (Cescas: Kılı çok olan. Bir ot ismi: 8: Bed’en: Başlangıçta, ilk önce. Ezelde): 705: He-En büyük ebcedle… Habnâme-Rüya kitabı. “Topyekün mahlûkatın kendisine göre gerçekleşmesi olan İNSAN nefsi”: 705: Hezz-Hızlı okumak. Sür’atle kesmek. (Bedene: Cazz kat. Mektub. Kurbanlık deve. Nefsin cismanî yönünün fedası!)… Zıhh-Güneş ışığı. Güneş aydınlığı: 905: Rişte-Tel, iplik, hayt. (Mar, yılan, hayyat. İplik, akl, ölüm. İlk akıl mertebesi, Allah’ın “benzersiz yaratıcı” mânâsına gelen “El-Bedi’ ” ismiyle ilgilidir!)… HIZ, alınan yolun zamana nisbeti ölçüsü olunca, maddenin enerjiye dönüşümü olan ışık’ın hızı ötesinde “zamanüstü” diye nitelediğimiz “süre”dir - hareket ve faaliyetin vasfı; hızı, hareketin bir vasfı diye gösterirken, onun mücerret “aklî” bir kavram olduğunun altını çizdiğimiz belli. Onun, Berzah Âlemi’ne dair faaliyet ve hareketin bir vasfı olduğunun da… Allah’ın El-Bâtın isminin kalpteki mertebe ve âlemi Küllî Tabiat… Tabiat, maddeden insana topyekün varlığın “zâtî mahiyeti, karakteri, huyu”dur… Küllî Ruh’un isimlerinden “Şems-i Batın”, zâhir Güneş’i kendine mecaz kılar… Mecaz, hakikate köprüdür; bu mânâda nefsin kendi de mecazdır. Halk Âlemi ile Allah’ın Zât Âlemi arasında bir KÖPRÜ-BERZAH. Berzah, kendisine Berzah olmamakla, İnsan’ın Allah’a kendi varlığıyla delil olmasıdır; bu idrak, insan nefsinde örtülü veya açık. Bu husus, nasibince her nefsin RUH’tan aldığı bir BAC’tır: Vergi. Renk. Çeşit… İngilizce bir kelime, Metafor: Mecaz… META: Şey. Yük. Arka yükü. Hediye. Geçimlik. Nasib. Satılık, alınacak kumaş, etof. Mal, sanat. Âlet, “faal”. Faydalı. Yitik. “Fire, fazlalık. Ateş”… Herşeyde parçaların toplamından fazla bir şey vardır; herşeyde, parçaların hareketinden fazla bir hareket vardır… FOR: “İçin, uğruna, yerine, namına, karşılığında” mânâlarına gelir… Türkçe ifâde edelim: META-FOR, Allah’ın halifesi olarak yaratılan insanın “kabul edici” vasfındaki nefsinin boşluğuna ve açlığına karşılık gelen yitiğidir… Hadîs: Hikmet, müminin yitik malıdır, nerede bulursa alır!”… İngilizce, “I am”: Ben yapıyorum” şeklinde, ne yapıyorsan, onun fiiliyle ben, okunuşu AYEM… Bizde AYME: Süt içmeye iştihası olmak. Malın iyisi… YEVMİYE: Üstadım, göklere çıkarılırken, İslâmî hüviyeti öne çıkınca “şiirine yazık etti!” diye ademe mahkûm edilmesiyle ilgili olarak, “Ben ve Ötesi” isimli şiir kitabı hakkında, “ismi bile saçma” dedi… META’nın “nefsin yitiği” anlamı ile METAFİZİK, “fizik yitiği”ni arayış olarak, cisim adına ne varsa bütün tabakaları ve “yükleri” ile çerçeveler; beden yükü ruhîler misâl, cismanî de onda bir tabaka; “ben ve ötesi” yerine, beden ve ruhla –nefsin iki yönü–, “yapıyorum”… Ben: Yapıp, eden… MİNA-Liman. Sahil. Hayyal. Billur. Hareket. Canlılık. Kaynamak. Merc. (İspanyolca, Cala: Duruvermek… İspanyolca, Cal: At. Akıl. Fikir… Hüküm, iki bilinenden çıkar; kökleri bâtında. Rahman Sûresi 19-20. hatırla): 101: GUSTO… MİNE: Gümüş üzerine nakşedilen lâcivert ve yeşil renkli sırça… İngilizce, Mine: Benim, benimki… İngilizce, Mine: Maden ocağı. Patlama. Mayın. İndifa olan yer… Maden: Metal. Mineral, maden cevheri, madenin ufku. (Mineral, hurmanın bitki türünde hayvana en yakın olması gibi, maddenin bitkiye en yakın türüdür.)… MADDE: Element. Unsur. Madde… MÂDE: Kıpırdadı. Hareket etti. Bir tarafa meyletti. Salınarak yürüme. İlgi çekerek yürüme. Ziyaret etti. “Bedihî, ansızın gelen kadın ziyaretçi”. Sarstı. Midesi bulandı… MAD: Deli. Çılgın. Düşkün. Hasta. Zayıf. Değişmiş… ALBATR: Mermer. Ebrulanmak. “Ebru, kaş, hacib, perde, kapı”. Harelenmek… ALBATROS: Geniş kanatlı, gökyüzünde ve denizde gezen kuş. “Hayvan. Canlı”… Romence, Albastru: Mavi… İngilizce, Marmor: Mermer. (Mar: Yılan. Hayyat. Terzi. Davet… Mor: Mavi ve kırmızının karışımından meydana gelir. Lâcivert de aynı şekilde… Psikoloji’de manevî’nin rengi diye bilinir… Şakralar, vücutta enerji merkezleridir, bir girdab - hareket ve enerji sağlayan merkezlerdir… Tıb’ta TAÇ şakrası: Başın en üst noktasındadır ve rengi mordur… Boğaz hizasında yer alan “Boğaz şakrası”: Rengi mavidir. Küllî Nefsin lâtifesi de mavi… Kök şakrası: Omurilikte, kuyruk sokumunda yer alır, rengi kırmızıdır… Hara şakrası: Batn’da, hafif solda yer alır, rengi turuncudur… Karın şakrası: Mide ile omurga arasındaki boşlukta yer alır. Rengi sarı… Alın şakrası: Kaşlar arasında yer alır. Rengi lâcivert.)… MERMER deyince, ABDÜLHAKÎM Koltuğu’nu hatırlamamak?.. (Bİ-SİTAN: İki mekân… Sitan: Kapan. Ahz eden, alıcı, alan… Halk Âlemi’ne göre “zamansız ve mekânsız” olan BERZAH Âlemi, Allah’ın ZÂT âlemine nisbetle sanki zaman ve mekân; her iki âlem arasında alıcı-verici olan nefsimiz, iki yönlü melekeleriyle bunların alıcı vericiliği içinde, iki mekân kendinde… MER-MER: İki deniz, zâhir ve bâtın… HARE: Sert taş. Kaya. Mermer. Bir cins dalgalı kumaş… HARE: Gıda. Yiyecek. Rızık. “Nur. İlim”… Üstadım’dan: Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı Tekbir — Bulur mu deli rüzgâr o sadayı “Allah Bir!”… Rüzgâr: Rih, ruh… Romence, Apucat: Deli. Tutulmuş, bir cazibeye kapılmış… Avukat: Hakkı müdafaa eden. Müdahil. Yardımcı… MÜLK’ün Malik’i Allah; kendi beden mülkünde toplu iki mekân MALİK’i insan, varis… İslâm Tefekkürü’nün merkezi vasfı ADLÎ TIBB bahsi hatırlanmalı… BÜYÜK Doğu bulutundan düşen “yağmur, kar, dolu” yağışı olduğu da… Romence, Apus: Batı. Sukut. Sönmüş. Düşmüş… Batı: Gece. Siyah. Fikir… Sukut: At duruvermek. Yerinde, hakikati teşbihle bağlamak… Hamd: Sönmüş… Düşmüş: Fikir… Rüyâda gelen mânâ: Babam suretinde Üstadım’ın, hep “Bütün Fikrin Gerekliliği”ni okuduğu ve bu hususta: “Bilmez misin oğlum, bu baban ne Rumî’dir!” dediğini hatırla… RUMÎ: Batı.)


Baran Dergisi 310. Sayı